17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

LONDRA 11 kaydeder. Foyles’un savaşta başka hizmetleri de var. Esirlerinin bulunduğu kamplara Kızılhaç kanalı ile kitaplar yollamış. Fabrikalarda çalışan harp sanayii işçisi kadınlara ödünç kitap veren kulüpler kurdurmuş. Bunların üye sayısı 200 bini aşmış. Okulları yıkılmış öğrencilere kitaplar dağıtarak eğitimlerini sürdürebilmelerini sağlamış. Foyles’un dergisi Foylibra öyküleri arasında oldukça ilginçleri vardır. İşte biri: Hitler muzır yayınlar diye kendi görüşü dışındaki kitapları toplattırıp meydanlarda yakmaya başlayınca Foyles’un patronu William Foyle, bir telgraf çeker Führer’e ve ‘‘Kitapları yakmayın, bize satın’’ der. William Foyle’a Hitlere para yardımı mı yapmak istiyorsun diye soranlara Foyles’un başkanı ‘‘Hitler kalıcı değil, nasıl olsa yok olacak, o zaman Almanlar bu kitapları bulmak için benim kapılarımda kuyruğa girecekler’’ yanıtını verir. GEZEKALIN Mustafa Balbay [email protected] dım istediğinde aradığı kitap başka bir bölümde ise oraya götüreceksiniz. ‘‘İşte orada’’ diye başınızdan savmayacaksınız. Foyles sadece kitap satışı ile ünlenmemiştir. İngiliz ve Londra edebiyat çevreleri ile yakın ilişki kurmuştur. Kitap kulüpleri yaratmıştır. Özellikle kadın okuyucuları için çay partileri, aylık konuşmacılı yemekler tertiplemiştir. Christina Foyle, belki de İngiliz toplumuna hayvan sevgisini ve bakımını sevdirip öğreten en öndeki kişilerden biridir. Foyles salonlarından birinde sırf hayvanlar ile ilgili yayınlar bölümü yaratılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Foyles da tahribattan nasibini almış, tüm dükkan kapısının dibine koca bir Nazi bombası düşüp adeta bir krater açmış. ZIMBABWE Afrika haritasına bakarken, en dipteki Güney Afrika Cumhuriyeti’nden başınızı hafif kaldırdığınızda Zimbabwe ile yüz yüze gelirsiniz. Zimbabwe’nin sözcük anlamı şu: Taş duvar ya da taşlar ülkesi... Yola çıkmadan önce ülkenin adının ne anlama geldiğini öğrendiğimde, herhalde Zimbabwe’de pek çok kayalık alan var diye düşünmüştüm. Ama, örneğin bir dağın tümüyle taştan ibaret olabileceğini düşünmemiştim. Zimbabwe’nin başkenti Harare’de beni Prof. Nadir Paksoy (ben ona ‘Gz. Prof’ yani gezgin profesör diyorum) ve Zimbabwe’nin Türk sakinlerinden İsmail Aldoğan karşıladı. Harare turumuzun ilk durağı kenti tepeden gören Kopje idi. Tur aracımız da İsmail’in kamyonetiydi. Tepede çoğu tanımadık, çeşit çeşit ağaç vardı. Birinin adı, pangapanga. Ağaç deyip geçmeyin, Portekizliler uzun okyanus yolculuklarına dayanıklı gemilerini bu ağaçtan yapmışlar. İsmail’in söylediğine göre bu ağaç çelik kadar sağlammış. Pangapangadan bugün çok güzel bastonlar yapılıyormuş. Devreklilerin kulaklarını çınlatıp, öteki ağaca geçelim. Adı, baobab. Ortalama 3 bin yıl yaşıyor. Güney Afrika’dan Zimbabwe’ye kara yoluyla gelirken, sık sık baobab ormanlarının arasından geçtik. O kupkuru tahtamsı ağacın binlerce yıl yaşadığına inanmak güç. Ama gövdesindeki çizgiler, yer yer derinleşmiş oyuklar çok şey anlatıyordu. Gelelim taşlara... Harare kent merkezinin hemen dışında sizi insan, ağaç ve topraktan çok taşlar karşılıyor. Kimileri öylesine şekilli ki; aaa, taşlar çiçek açmış, demeden geçemiyorsunuz. Birinin önünde dakikalarca gezinmeden edemedim. Buna taş heykel demek gerek. İnsan fazla yaklaşmaya da korkuyor; ya yıkılırsa. Sanki, bir sanatçı taşları almış, üst üste koymuş, güzel bir tablo yapmış. Ülkenin doğal dokusunun bir parçası olan taşlar Zimbabwe parasının da sembolü. Kağıt paraların üzeri desen desen taşlarla dolu. Harare’nin 30 kilometre kadar dışında Domboshawa bölgesindeyiz. Bir dağa tırmanmaya başladık... Aman Tanrım, çık çık taş. Hiç ama hiç toprak yok. Arada oyuklar oluşmuş, girintiler çıkıntılar tümü taştan. Buralarda ‘‘Dağı taştan oyarlar’’ diye bir türkü olsa gerek! Aaa, az ötemizde bir kıpırtı. Taşın renklerini tümüyle üzerinde taşıyan bir kertenkele. Buna kertenkele değil, renktenkele demek daha uygun düşer. Öylesine alaca... Zimbabwe, ünlü Victoria şelalelerinin bulunduğu ülke. Öyle bir şelale ki, bin 700 metreyi bulan bir genişlikte 100 metreyi aşan yükseklikten akan su... Bir Harare dışı geziden sonra kente dönerken, kör bir kuyuda su çıkarmaya çalışan onlarca çocuğu görünce aklıma ister istemez o şelaleler geldi... Çocukların fotoğrafını çekerken söylenmeden edemedim: Boşa akarsa şelale... Susuz kalır sülale... Gezekalın... 1 milyon kitap Foyles savaş boyunca 1 milyona yakın kitabın hava bombardımanları yüzünden yanıp parçalanarak yok edildiğini yerleştirilen Büyük Atatürk’ün atlas bayrağa sarılı tabutu önünden geçen binlerce İstanbulluyu ağırlamıştır. RokokoBarok karışımı Ampir tarzında yapılmış sarayın içinde yer alan birbirinden değerli yüzlerce tablonun arasında Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Avni Lifij gibi Türk ressamların yanı sıra, ünlü ressam Ayvazoski, Maltalı Kont Amadeo Preziosi, İtalyan Fausto Zonaro, Fransız Gerome, Fromentin, Boulanger gibi ressamların eserleri bulunmaktadır. Paris Operası’nın ünlü dekoratörü Sechan tarafından tezyin edilen salon ve odalardaki ipekli perdelerden mobilyalara saatlerden müzik aletlerine, hanım sultanların yataklarından depolara kadar sarayın zeminini kaplayan, işçilik harikası parkelerde akaju, gül, sedir gibi ağaçlar kullanılmış; Hünkar Hamamı, Mısır’dan getirilen su mermerleriyle kaplanmıştır. Dolmabahçe Sarayı’nın en önemli odalarından biri de, Atatürk’ün gözlerini yaşama kapadığı odadır. Her 10 Kasım sabahı, saat dokuzu beş geçe, bu odaki üzeri al bayrakla örtülü yatağın başında, Ulu Önder’in ölümsüz hatırası anılarak; laikliğe, çağdaşlığa, Cumhuriyet ve demokrasi değerlerine gösterilen bağlılık andı yenilenir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle