Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MACERA 7 hatları vapurlarından biri Karaköy iskelesinden kalkmış manevra yapıyordu. Aslında pek de temiz olmayan Haliç’in sularında bıraktığı beyaz köpüklere kısa bir süre de olsa dalmışım. Burada şehir çok yoğundu, görülecek yüzlerce nesne vardı ve küçük uçağımız bile çok hızlı kalmaya başlamıştı. Topkapı Sarayı, tarihi yarımada, ‘‘Orient Express’’in son durağı Sirkeci Garı, Ayasofya TAKSİM MEYDANI EGE’NİN İMBATI Serdar Kızık serdarkizik?cumhuriyet.com.tr tur. Yavaşça batıya döndük. Kıyısına bağlı yatlarıyla Bebek sahiline vardık. Hemen arkada da Boğaziçi Üniversitesi duruyordu. Dönüp şimdilerde Manhattan’a özenen ve Türkiye’nin en yoğun yüksek yapılaşmasını barındıran Levent’e geldik. Bunlar basbayağı gökdelendiler. Aşağıdan bakıldıklarında insanı ezen bir halleri varken yukardan oldukça mütevazı ve sevimli duruyorlardı. ŞİRİNCE Ege’de bir mübadele köyü daha... Anadolu’nun emperyalist işgalden kurtuluşuyla birlikte iki kıyı arasında yaşanan karşılıklı göçler. Şirinceli Dido Satiriou’nun ‘‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya’’ kitabında yazdığı gibi, keskin bir değişimin, büyük bir sarsıntının, kurtuluşun, sevincin, ayrılığın, hayal kırıklığının, hüznün, acının birbirine girmiş izlerini taşıyan bir göçün sevimli köyü... Selanikli Türkler buraya, Şirince’deki Rumlar adalara... Böylesine büyük bir çalkantıdan belki, adındaki bu keskin değişim. Çirkince’den Şirince’ye... Selçuk’un 7 kilometre uzağında, tepelerde kurulmuş şirinlik. Taş ve ahşap ağırlıklı özgün mimarisiyle, çevresindeki bağlarla, geleneksel dokusunu korumasıyla ve elma, vişne, şeftali, çilek şaraplarıyla görülesi, gezilesi bir değerimiz. Şaşıracağınız sürprizleri, bazıları harap 200 haneli köyün kentsel SİT alanı ilan edilmesi sağlıyor aslında. İyi ki de böyle olmuş. Yoksa aklı evvel birileri beton evleri dikmişti çoktan. Kim bilir taş döşeli dar sokaklara açılan avlulu, saçakları ve pencereleri kuş motifli, kapıları sardunyalı, bahçeleri asmalı, yaseminli, hanımelili, güllü ve birbirlerinin güneşini, havasını kesmeyen kagir evlerden kaçı yitip gitmişti bugün? ‘‘Çoluğumuza çocuğumuza, kendi arsamızda ev bile dikemiyoruz’’ diye geçmişte yakınan köylüler bugün ‘‘İyi ki köyümüz bozulmamış’’ diyorlar, gelen giden turistlere bakıp. Öyle ya köy meydanına kurulan pazardan, evlerin önündeki küçük tezgahlardan bereket akıyor. El işi dokumaları, kokulu sabunları, doğal salçaları, tarhanası, eriştesi, köy ekmeleri, nefis gözlemeleri, zeytinyağı, çeşit çeşit otları ve ev şarapları olağanüstü bir doğa güzelliğin içinde, bereket tanrıçasını bile kıskandırıyor. Hele de el emeğiyle göz nuruyla can bulan iğne oyalı yazmalar, mendiller, örtüler, çeyiz sandıklarının kıymetli hazineleri... Ege’nin bir başka açık hava müzesi Şirince, yaz kış gidip görebileceğiniz, yaşamın güzelliklerini paylaşabileceğiniz ve düşsel bir yolculuktan dönerken de geride bıraktıklarına biraz hayıflanacağınız keyifli seçenek. Iskalamayın derim.... Taksim Meydanı İstanbul’un kültür ve eğlence merkezi sayılabilecek Taksim’e vardığımızda ise en eski ve en köklü caddesinin, yani Beyoğlu’nun bu kadar küçük kalmasına hayret etmekten kendimi alamadım. Oysa Atatürk Kültür Merkezi ve diğer büyük oteller tahmin ettiğim boyutlardayken, o meşhur cadde ince uzun bir gölgeden başka bir şey değildi. Yaşadığımız mekanların boyutlarının bir bölümünü de sanırım kendi içimizde tanımlıyorduk, eski bir Osmanlı minyatüründe olduğu gibi önemli nesneleri kafamızda olduklarından daha büyük çizebiliyorduk. Tophane’nin üzerindeyken İstanbul’a gerçek karakterini veren şehir Müzesi ve tabii onca tarihi cami. Hangi birine bakacağımı şaşırmış, motor gürültüsünden beynim uyuşmuş, elimle önce Topkapı Sarayı’nı gösterip sonra bir daire çizdim. Uçak da aynen böyle yaptı. İstanbul’un tarihi kent siluetinin en önemli parçalarının üzerindeydik. Meşhur Kapalıçarşı’yı yukardan zorlukla tanıyabildim. Hemen arkasında Haliç duruyordu. Yabancıların dediği şekliyle ‘‘Altın Boynuz’’un boynuza benzediği doğruymuş da altınlığı söylentiden ibaretmiş. Alçalmaya başladık, kalkış için bekleyen dev kuşların yanından geçerek piste konduk.Çocukluk hayallerim gerçekleşmişti. haydingun?com