02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Ali KÜLEBİ TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili [email protected] Açık ve örtülü tehditler karşısında Türk dış politikası… C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 11 Ağustos 2008 / 215 S oğuk Savaş’ın ileri karakolu Türkiye’nin geçmişteki rolü öncelikle Sovyetlerin, dolayısıyla komünizmin Ortadoğu’ya inmesini önlemek ve ikincil olarak da güçlü bir ordu ile Varşova Paktı’nın 20’nin üzerindeki tümenini üzerine çekerek bir anlamda Orta Avrupa’nın rahat nefes almasını sağlamaktı. Türkiye bu sistemde NATO, daha doğrusu ABD’nin ileri karakolu ve siyasal çizgide de tam uyumlu ortağı idi. Ne var ki SSCB’nin dağılması ile birlikte Sovyet tehdidinin ortadan kalkması Avrupa’yı rahatlatıp Türkiye ile planlanan AB bağlantılarından vazgeçmesine yol açarken ABD de 1990’ların başında bir süre Türkiye’yi sadece Orta Asya’ya uzanmak için bir araç olarak gördü. Ancak özellikle Tito’nun ölümüyle Balkanlar’da patlak veren kaos, Kafkaslar’daki yeni arayışlar ve bunun sonucunda Çeçenistan’daki karışıklık, Ermenistan’ın Azerbaycan’ın bir kısmını işgal etmesiyle ortaya çıkan kargaşa, Irak’a müdahale ve Saddam rejiminin sürmesi ve Ortadoğu’da tırmanarak çoğalan diğer çatışmalar Türkiye’nin özellikle ABD nezdinde süreç içinde önemini arttırırken bir yandan da dış politikasını gözden geçirmesine neden oldu. Bu bağlamda Türkiye çevresindeki ülkelerle ilgili olarak dış politikasında tabiri caizse bir "balans ayarı" yapma gereği duydu. Çünkü artık ABD ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarının korunmasında Türkiye körü körüne taraf olma durumunda olamazdı. Türkiye komşu milletlerle asırlardır süren komşuluk ilişkilerini pragmatik açıdan da hesaba katmak durumundaydı ve Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran politikalarının ABD ile ilişkilerindeki hassasiyeti artık somut boyutlarda önem kazanmaya başlamıştı. Çünkü bu ülkeler ya asırlarca Türk egemenliğinde kalmış topraklardı ya da Türkiye’nin komşularıydı ve Türkiye ile ilişkileri bunlar var oldukça, söz konusu olacaktı. Kaldı ki ABD’nin 36. paralelin kuzeyindeki oluşuma ve PKK’ya verdiği doğrudan veya dolaylı destekler de ayrıca bilinen gerçeklerdi. Bütün bunlar Türkiye’nin ABD ile geleneksel "evetçi" politikasına Dışişleri Bakanı ters düşüyordu. Yani Babacan’ın tüm bu yaşananlar Türkiye’de ABD’nin ne yurtdışı temaslarından... denli güvenilir bir müttefik olduğunu tartışılır hale getirmişti. Ayrıca Türkiye’deki bazı araştırmacı yazarlar, TürkAmerikan ilişkilerinin yakın geçmişine dair "Sovyet tehdidi kalkanı" bağlamında yaptıkları analizler ile olası bir Sovyet saldırısı durumunda NATO’nun Türkiye’yi korumayabileceği sonucunu da güçlü bir sav olarak ortaya koymuşlardır. Böylesine bir alternatifin söz konusu olması ise süreç içinde ve doğal olarak Türkiye’de, TürkAmerikan ilişkilerinin güvenilirliğine dair Türkiye’nin dünyadaki yeri Türkiye’nin bulunduğu bölgede sağlam bir dış politika yürütmenin zorluğu ortada… Buna karşın Türkiye’nin gelenekleri ve tarihi birikiminin de yeterince değerlendirilebildiği söylenemez. Dış politikadaki çok başlılık içerde tam algılanmasa da dışarıda gözden kaçmıyor. soru işaretlerini artırdı. Kaldı ki Irak’ın kuzeyindeki ABD destekli Peşmerge yönetiminin PKK’ya olan desteği de Türkiye’de ABD’ye olan güvenin dibe vurmasına neden olmuştu. DIŞ POLİTİKA Ancak süreç içinde, ABD destekli bir şekilde iktidara gelmiş olan yönetimin bir yandan bu destek ile iktidarını sürdürürken öte yandan ABD ile çatışma halinde olan İran, Hamas ve hatta Hizbullah gibi devlet ve devlet dışı aktörlerle zikzaklı ilişkiler kurması dış politikamızın belirsizlikler ile dolu bir döneme girmesine neden oldu. AB ile ilişkiler de bir süre iktidarın kullandığı en güçlü söylem olmuş iken bu çizgi öte yandan özellikle Ortadoğu ülkeleri ile ilgili "Stratejik Derinlik" adı verilen yaklaşımlarla kendi çelişkilerini de beraberinde getirdi ve bu bağlamda Türk Dış Politikası 45 başlı bir yönetim tarzı ve bizzat şahısların gündelik politikalarıyla kelimenin tam anlamı ile çorbaya döndü. Ekonomik anlamda ABD’nin yörüngesindeki finans kuruluşlarına bağımlı olan, dış borcu 500 milyar dolara yaklaşmış, menkul kıymetler borsası ve bankalarının yarısından çoğu yabancıların eline teslim edilmiş olan Türkiye’nin ABD’ye mecburiyetleri ortada iken, tutturulan sözde "yeni dış politika anlayışı" ile ABD’nin bölgedeki müdahalelerinden ne ölçüde kendini soyutlayabileceği de önemli bir soru işaretidir. Hiç şüphesiz ki bu noktada Türkiye’yi bekleyen en önemli deneyim, olası bir İran saldırısında Türkiye’nin ABD ve İsrail’in Türkiye’den isteklerine ne denli karşı durabileceği ve kendini bu çatışmadan nereye kadar ve ne kadar soyutlayabileceğidir. Aynı husus Suriye için de geçerlidir. Zira bu ülkenin nükleer/kimyasal/biyolojik çalışmalar yapmak üzere inşa etmekte olduğu iddia edilen bir tesisinin Eylül 2007’de İsrail uçakları tarafından, Türk Hava Sahası kullanılarak bombalanmasından Türkiye’nin, ABDİsrail merkezli olarak Ortadoğu’da oluşturulmaya çalışılan yeni sisteme rıza gösterdiği veya göstermeye mecbur bırakıldığı anlamını çıkarmak mümkündür. Yine bugüne kadar ABD’nin Karadeniz’e rahatça girip çıkmasına engel olabilme çizgimizin de bu çorbaya dönen ve hala büyük ölçüde ABD etkisindeki dış politikamızla daha ne kadar sürdürülebileceği de önem taşımaktadır. İran konusunda ise hiç şüphesiz Türkiye’yi ilgilendiren en önemli konu doğalgaz ile ilgili bağımlılıktır. Yani nasıl borçlanarak ekonomik çarkın dönmesine yardımcı olan finansman tedariki yönünden Batı’ya bağımlıysak, enerji tedarikimiz de İran ve Rusya’ya bağımlıdır. Bu iki ülkenin enerji hammaddelerini silah olarak kullanma politikaları Türkiye’nin yumuşak karnına dönük potansiyel tehditlerdir. Bu bakımlardan Türkiye’nin, ABD’nin İran ve Rusya’ya karşı politikalarında önümüzdeki aylarda çok ustaca davranması gerekecektir. Özellikle Rusya ile ilişkilerimizin ilerde, öncelikle Gürcistan’ın ve ikincil olarak Ukrayna’nın ABD ve NATO ilişkilerinden yara almamasına özen gösterilirken aynı zamanda giderek bir çorba hatta ne idüğü belirsiz bir bulamaç haline getirilen dış politikamızın bu cenahta da bir cambaz gibi ipte kolunun altında birkaç karpuz ile ustaca yürütülmesini gerektirecektir. Yine, İran’ın nükleer güç olma yolundaki ısrarı eğer bir gün gerçekleşirse bölgedeki dengelerin değişecek olması da Türk dış politikasının gelecekte değişmesine yol açabileceği gibi, Türkiye’nin askeri politikası ve gücünün yeniden düzenlenmesi gereğini ortaya çıkaracaktır. Bu noktada Türkiye, esasen şimdiden satın almayı planladığı uzun menzilli füzesavar sistemlerini bir an önce realize etmek durumuna gireceği gibi, denge sağlamak açısından yine caydırıcı olarak nükleer güce sahip olma seçeneğini de ele almak durumunda kalacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle