02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Prof. Dr. Nadim MACİT TUSAM Danışman vrupa Parlamentosu’nda konuşan Dışişleri Bakan Ali Babacan’ın "Türkiye’de sadece azınlıkların değil, Müslüman çoğunluğun inançlarına bile baskı yapılıyor" sözü belli bir duruma ve yeni bir tespite bağlı olarak söylenmiş bir söz değildir. Kaldı ki bu ifade yeni de değildir. Bu sözün yeni olan tarafı Türkiye’yi temsil etme ve çıkarlarını savunma yükümlülüğü bulunan bakan tarafından söylenmiş olmasıdır. Nerede ise benzer kalıpla bu görüş Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin özgürlük projesi içinde geliştirdiği Din Hürriyeti Komitesi ve bunun bütün AB’ye yayılan temsilcileri tarafından dile getirilmiştir. Ne var ki anılan komitenin ve temsilcilerinin ülkemize yönelik faaliyetleri entelektüel merakın sınırlarını aşarak basınyayının ilgisini çekmemiştir. Bu gösteriyor ki Türkiye en hayati meselelerini siyaset üzerinden, yani iktidarmuhalefet karşıtlığı üzerinden tartışıyor. Ülkemizle ilgili meseleleri kırılmaya uğratan bu tutum, meseleleri ciddi anlamda analiz etme imkânını elimizden almaktadır. Babacan’ın yakınması ve Batılı yaklaşımlar ışığında C S TRATEJİ sorunun cevabını aramamız gerekir: Gerçekte ülkemizde din hürriyeti sorunu mu yoksa bir kuşatma sorunu mu söz konusudur? Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dini ve dini kurumları kontrol altına almak batı politikasının temel unsurlarından biridir. Öyleyse konuyu aydınlatmak için biraz geriye gitmek ve günümüzle irtibat kurmak önem arz etmektedir. Teopolitiğin icadı, inanç ve kültür coğrafyasının/havzalarının siyasi dile dökülerek güç oluşturma mantığına eşlik eden sürece denk düşer. XIX. Yüzyılda dünyaya hâkim olma politikası ideolojik cepheleşme üzerinden sürdürüldüğü halde dinin güç cephesi oluşturmak için kullanıldığı bir gerçektir. Kutsal cephe oluşturma stratejisinin en önemli öncülerinden birisi William Christian Bullitt’dir. 19331936 yılları arası ABD’nin Rusya Büyükelçiliği görevinde bulunan, daha sonra Fransa’da elçilik görevi yapan Bulitt; SSCB’ye karşı kutsal cephe oluşturma fikrinin mimarıdır.(3) Geliştirdiği stratejinin özeti şudur: SSCB Doğu Avrupa’nın büyük bir kısmını kontrol etmektedir. Orta Avrupa’da askeri gücü zayıf olmasına karşın, bu durum, Batı Avrupa ve İngiltere’yi az da olsa tehdit etmektedir. Bu tehdit eninde sonunda ABD için de geçerlidir. Avrupa ülkelerinde demokratik federasyonu oluşturmadaki eylem, elbette ki SSCB kontrolündeki birçok ülkeyi içine alacak ve onları özgürleştirecektir. ABD ve İngiltere aynı dinikültürel köklere sahiptir, enerji havzaları ise Ortadoğu’dadır. Sovyet yayılmasına bir son vermek için dini cephe oluşturulmalı ve mücadele, ortak cephenin konusu olmalıdır. Bu ortak mücadele zemininde ABD’nin öncelikli politikası enerji hatlarını ele geçirmek ve dünya devleti olmanın yolunu açmaktır.(4) Geliştirdiği stratejinin ekonomik ve politik çizgilerini belirleyen Bullitt, stratejisinin temel kodunu da şu sözlerle açıklar: "Tanrı’dan başka efendi tanımayan biz Amerikalılar birleşelim, diğer milletleri bizimle birlikte hareket etmeye zorlayalım; bu yolda kullanılacak en meşru manevi silah dindir."(5) Görüldüğü üzere din, Soğuk Savaş’ın cepheleşme mantığına bağlı olarak geliştirilen stratejinin ana unsurlarından birisidir. A Tanrı’nın stratejisi DİN HÜRRİYETİ KOMİTESİ Soğuk Savaş dönemindeki mücadelede din Batı, özellikle de ABD tarafından başarılı bir şekilde kullanıldı. Sovyetlerin güneye yayılması Türkiye’nin de tanık olduğu ‘yeşil kuşak’ yaklaşımlarıyla engellendi. Gündemde ‘Bin yıllık iktidar’ hedefi doğrultusunda çalışmalar sürüyor. Hürriyeti Komitesi 1980’den itibaren faaliyet göstermektedir. Kasım 1996’da ABD’nin devlet sekreteri Warren Christopher, "din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmak ABD’nin çıkarlarının artırılmasını sağlayacak" diyerek ACRF’yi (Advisory Comittee on Religious Freedom Abroad/Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) oluşturdu. Daha sonra devlet sekreterliği görevine getirilen Madeleine Albright, Şubat 1997’de komiteyi açıkladı. Dünyanın temel dinlerinin geleneklerini temsil eden önderler ve hocalardan oluşan komitenin görevi "dış ülkelerde din hürriyetinin geliştirilmesi, korunması ve tanıtılması; bu konularda Devlet Sekreteri’ne önerilerde bulunması" olarak belirtti.(1) Öyleyse Din Hürriyeti Komitesi’nin amacını komitede yer alan temsilcilerin çeşitli ülkelerle ve özellikle Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri dikkate alınırsa, daha doğrusu bir arkaplan çözümlemesi yapılırsa ve ayrıca Özgürlük Projesi’nin dünyaya yayılma biçimine bakılırsa Bakan’ın vermek istediği mesaj anlaşılabilir. Küresel güç olduğunu, yani imparatorluğunu ilan eden ABD’nin geliştirdiği Din Hürriyeti Projesi, hem imparatorluk politikasını hem de bütün dinleri kontrol ederek uyguladığı politikaları engelleyebilecek direnç noktalarını kaldırmaya yönelik çok boyutlu ve dönüştürücü projedir. İşte Bakan, ABD’nin geliştirdiği ve bütün Batı dünyasına yaydığı projenin içinden konuşuyor. Hem yeni dünya sisteminin mantığı açısından hem de iç siyasetin durumu açısından bakılırsa Bakan’ın mesaj vermek için seçtiği sözün oldukça "ustaca" olduğu söylenebilir. Avrupa Parlamentosu’nda verilmek istenen mesaj şudur: Türkiye’de bırakın azınlıkların din özgürlüğünü, ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanların bile inanç özgürlüğü yoktur. Bize muhalefet eden ve cumhuriyeti koruma adına küresel sisteme dâhil olma girişimimizi engelleyen "güçler" özgürlükleri yok ediyor. Durum bu kadar vahimdir. Öyleyse Yeni Dünya Sistemi’nin gereği ve anlaşmalarımızın, vaatlerinizin bir sonucu olarak elinizi uzatın. Din Hürriyeti Komitesi’nin ülkemize yönelik faaliyetlerine ve bir şekilde bu komite ile ilişkisi bulunan kişilerin değerlendirmelerine bakılırsa durum daha da netleşir. Zaten "Demokrasi Projesi İçinde Uluslararası Din Hürriyeti Senaryosu" başlığı altında(2) meselenin bu yönü tartışılmıştır. Öyleyse teostratejik kuşatma deyimi altında şu Bilindiği üzere küreselleşme ve terörizm, Yeni Dünya Sistemi’nin iki temel niteliğidir. Bu iki temel niteliğe dayalı olarak geliştirilen Özgürlük Projesi’nin içinde yer alan Din DİNİN ROLÜ Din, kendi özgünlüğü ve amaçları eşliğinde insanın dünya kurma etkinliğine katkı sağlar. Fakat insani ilişkiler ve güç dengeleri ağında din, her zaman bu sınırda kalmaz. Aynı zamanda din; öteki oluşturma ve yönlendirme stratejileri açısından okunur ve kullanılır. Nitekim 1952’de Amerika Milli Güvenlik Kurulu için hazırlanan Amerika’nın Arap ve İsrail ülkeleri ile ilgili hedef ve politikaları (A Report to The National Security Council "United States Objectives and Policies With Respect To The Arab States and Israel) başlıklı raporda şu ifadeler yer almaktadır: "Bölgedeki üç hâkim din, Marksist doktrinin ateizmine karşı ortak bir karşı duruşa sahiptir. Bu faktör, bölgede batı çıkarlarını korumada önemli bir araç olabilir."(6) Üç dini kontrol altına alarak kendi çıkarı ve dünya egemenliği için kutsal cephe oluşturan Batı’nın dine bakışı ve dine yüklediği anlam budur. Dini politikstratejik amaçlar için kullanan ve bu konuda başarılı olan Batı’nın yeni din projesi "Din Hürriyeti" adı altında devam etmektedir. Fakat bu kez hedef, "öteki ilan ettiği/boşlukta gördüğü entegre edilmemiş dediği" coğrafyadır. Yani Din Hürriyeti Projesi, dünya hâkimiyeti ideolojisinin bir parçası olarak uygulanmaktadır. Kabul etmek gerekir ki politik amaçlar nedeniyle bazen din, insanların inanç ve düşüncelerine yönelik baskı ve sindirmede, bazen de düşünme ve anlama yeteneği olan aklı askıya alma yönünde kullanılabilir. Böyle bir alana taşınan din, hayatın tutunma noktalarını tahrip eder. Elbette ki tahribatın düzeneğine uydurulmuş din; din olmaktan çıkar, politik aygıta dönüşür. Misyonerliğin tarihi bu dönüşümün kendisidir. Çünkü misyonerlik sadece dini bir faaliyet Babacan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle