02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ Emekli Büyükelçi Başkent Üniversitesi Öğretim Görevlisi ıbrıs’ta Hristofyas’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Başkanlığı’na seçilmesiyle başlatılan "yeni sürecin" ortaya çıkan somut hedefi, anayasal düzenlemelerle Rumların işgali altındaki yıkılmış "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin meşruluğunu Türkiye’ye de kabul ettirmek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) Türk tarafının "rızasıyla" son verdirmektir. AKP Hükümetleri döneminde, KKTC’nin yaşatılması, tanıtılması ve Türkiye ile bütünleşme politikalarından, KKTC ile yapılan anlaşmalara, yayınlanan Cumhurbaşkanları Bildirgelerine ve TBMM kararlarına karşın, AB yaklaşımları nedeniyle vazgeçilmiştir. Annan Planı ile birlikte AKP Hükümetleri, bir RumYunan tezi olan "Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi"ni yeni strateji olarak benimsemiştir. Kıbrıs sorununda yeni görüşme süreci… C S TRATEJİ eşitliğinden ve iki devletli çözüm isteğinden vazgeçtiği yorumunu, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve KKTC Cumhurbaşkanı ve Hükümeti hala reddetmemiş ve uluslararası düzeyde KKTC’ne sahip çıkmamıştır. Türk tarafının BM’nin ve ABD’nin yorumunu sessizlikle geçiştirmesi, Türk tezlerine ve KKTC’ne hukuki ve siyasi zemin kaybettirmektedir. Böyle bir durumun ağırlığının yaşandığı bir zeminde, bugün izlenen tavize açık politika, Kıbrıs’ta Türk varlığını, hak ve çıkarlarını, geleceğini belirsizleştirmektedir. Bu belirsizlik, ABD’nin, AB’nin ve "Garantör(!)" İngiltere’nin yönlendirme ve girişimleriyle başlatılan TalatHristofyas görüşme sürecinde, KKTC’nin yok edilmesi hedefi yönünde açıklık kazanmaya başlamıştır. Arşiv kaynaklarıyla belgelenen gerçek, Kıbrıs uyuşmazlığının başından beri ABD, Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesini öngörmektedir. Türkiye’yi kırmadan bunun gerçekleştirilmesini istemiştir. ABDİngiliz ortak çıkarlarının bir gereği olarak izlenen bu politika, Kıbrıs uyuşmazlığının halledilmesini önlemiştir. Bugün onlara göre Kıbrıs uyuşmazlığının sonuçlandırılması için zaman, en uygun zamandır. Türkiye’deki, KKTC’deki ve GKRY’deki siyasal iktidarların yarattıkları "iç dinamikler" meselenin halledilmesi için en uygun ortamı sağlamıştır. Bu ortamı güçlendiren temel bir unsur Türkiye’nin, AB üyelik(!) sürecinde Kıbrıs meselesini RumYunan tezlerine uygun olarak halletmesi, ön koşuludur. Başlatılan TalatHristofyas görüşme sürecinde ulaşılması planlanan sonuç, gerçekte ABDİngiltereAB’nin oluşturduğu modele göre düzenlenmiştir. TalatHristofyas görüşme sürecinde ortaya konan ve AKP hükümetinin sessizlikle izlediği, ancak perde gerisinde desteklediği uzlaşma modeli "Kıbrıs’taki var olan geçeklere" dayanmayan, RumYunan ikilisinin tezlerini destekleyen, ABDİngiltereAB stratejilerine uygun olan, "BM kararları ve AB kuruluş ilkeleri"ni esas alan bir "çözüm" ve Türk tarafını "çözme" modelidir. Bunun doğal sonucu, KKTC’nin ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin Kıbrıs ile bağlarının koparılmasıdır. Bu sonucu bugüne kadar önleyen temel ve kesin unsur Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü ve KKTC’nin varlığıdır. Oysa TalatPapadopulos mutabakatı ile başlayan 8 Temmuz 2006 Gambari Süreci, 21 Mart 2008 TalatHristofyas görüşmesinde oluşturulan zemin ve 23 Mayıs 2008 TalatHristofyas Mutabakatı ile belirlenen "ortak vizyon"nun öngördüğü "çözüm", KKTC’nin ortadan kaldırılması, Kıbrıs Türk halkının, K ANNAN’IN RAPORU VE GERÇEKLER Türk Hükümeti’nin Kıbrıs politikasındaki değişiklik ve etkileri, BM Genel Sekreteri Annan’nın 28 Mayıs 2004 tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunduğu Kıbrıs Raporu’nda da ortaya konmuştur. Annan, Raporu’nda "Rum tarafı Kıbrıs sorununun iki toplumlu, iki bölgeli federasyon temelinde çözümlenmesini isteseydi oylamada bunu gösterebilirdi. Bu oylama ile Kıbrıs Rumlarının iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon çözümüne hazır olmadıkları ortaya çıktı" değerlendirmesini yapmıştır. O gün Annan Planı’na hayır kampanyasına katılan Hristofyas, bugün böyle "çözüm" istediğini söylemektedir. Peki, ne değişti? Değişen husus Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması korkusunun Rumlara verilmesi ve Rum tarafının, Türkiye’nin Garanti hakkından ve Türk askerinden kurtulmanın yolunu bunda görmesidir. Annan, Raporu’nda, Kıbrıs Türk liderliğinin ve Türkiye’nin "iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyonla Kıbrıs’ın birleştirilmesine" onay verdiğini ifade etmiş; "Kıbrıslı Türklerin evet oyu ile 1983’ten beri sürdürülen eski politikaların kırıldığını, verilen evet oyu ile Kıbrıs Türk tarafı, BM Güvenlik Konseyi’nin 1983 tarihindeki 541 sayılı ve 1984 tarihindeki 550 sayılı kararlarında olduğu gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de onaylamadığını gösterdiğini" belirtmiştir. Annan, Plan’ın ağırlıklı olarak Rum tarafının isteklerine göre sonuçlandırıldığını ve öngörülen çözümün iki anayasal devleti içermediğini, sadece belirlenmiş güçlerin politik eşitliğini içerdiğini ifade etmiştir. Annan, Kıbrıs çözüm sürecinde yaşanan önemli gelişmelerden birinin "13 Şubat 2004 uzlaşmasına(1) giden yolda, özellikle Türk Hükümeti’nin Kıbrıs Politikasını değiştirmesinin önemli bir rolü olduğu" değerlendirmesini yapmıştır. Annan Raporu’nda, "24 Ocak 2004 tarihinde Davos’taki zirveye katılan Başbakan Erdoğan Türkiye’nin görüşmeler sürecini hiçbir koşul öne sürmeden destekleyeceğini ve 1 Mayıs 2004 tarihinden önce ana konularda bir uzlaşma sağlanmasını istemişti. Ayrıca Başbakan Erdoğan, tarafların anlaşamadığı konularda boşlukların BM Genel Sekreteri tarafından doldurulmasını da kabul ettiğini ifade etmişti. Kısaca bu durum bir adım önde olma politikasıydı. Annan, "…Türkiye’de Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül, Plan’a EVET denilmesi konusunda açıkça desteklerini belirttiler. Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere Davos Zirvesi’nden itibaren Türkiye ve Türk tarafı bu sürece bütün gücüyle olumlu destek Kıbrıs sorununda ‘çözüm’ arayışlarının yeniden başlaması yine Türk tarafının aşırı ödünler vermesi noktasına getirildi. Annan Planı ve referandumdan istenen sonucun alınamaması, ABDİngiltereAB’nin strateji değişikliğini gündeme getirdi. verdiler" demektedir. Annan’ın Raporu’nda ortaya koyduğu görüş ve değerlendirmeler, Başbakan Erdoğan ve Hükümeti’nin Kıbrıs konusundaki teslimiyetçiliğinin ve ulusal politikadaki değişikliğin hangi boyutlara ulaştığını ve kırılmanın derinliğini göstermektedir. Bu gerçeği daha çarpıcı biçimde Başbakan Erdoğan’ın Avusturya'nın haftalık Profil dergisine verdiği demeçte, "Annan ile Davos'ta yaptığım görüşmede, Kıbrıs'ta yeniden birleşme sürecini başlatmasını rica ettim. Annan’ın yeniden birleşme Planı’nda bazı noktaların Kıbrıs Türklerinin çıkarlarına aykırı düşmesine rağmen onları evet oyu kullanmaya ikna ettik. Niye? AB’ye verdiğimiz söze sadık kaldık.(2) Başbakan’ın bu açıklaması, ulusal Kıbrıs davasında, dış güçlerin isteklerine göre ulusal çıkarlara ters düşen bir politika izlendiğini açıkça göstermektedir. Hedef KKTC’ye son vermek REFERANDUM YORUMU KKTC halkının dıştan dayatmalar ve diğer çeşitli faktörlerin etkisiyle Annan Planı’na evet demesinden sonra BM Genel Sekreteri’nin, ABD’nin, İngiltere ve AB’nin, Türk tarafının artık egemenlik hakkından, halkların ve Hristofyas ve Talat... devletlerin egemen siyasal
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle