02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Mustafa ÖZBEK Türkiyem Topluluğu Sözcüsü yiliksever, hoşgörülü, anlayışlı, güvenilir, vatansever, geleneklerine bağlı, insan sevgisiyle dolu, asker ve bağımsızlığına düşkün… Bu saydığımız özellikler, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türk Halkı’ olarak Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından tanımlanan Türk Milleti’nin özelliklerinin sadece bir kısmı… Ancak, zaman zaman kendi içimizde kendi değerlerimizin ‘hor görüldüğüne’ şahit oluyoruz. Bu durum, Türkiye’nin ‘muasır medeniyet’ , ‘asrileşme’ ‘çağdaşlaşma’ gibi kavramlarla tarif edilen bir tartışma sürecine girmesiyle birlikte iyice kendini hissettirmeye başladı. Özellikle, toplum olarak, bu kavramın ne anlama geldiğini de ihmal ederek kendimizi ‘çağdaşlaşma’ tartışmalarına odaklamaya devam ettik. Türk Dünyası’nın yetiştirdiği değerli sosyologlardan bir olan Merhum Cemil Meriç, 70’li yıllarda ‘çağdaşlaşma’ konusunda, "Çağdaşlaşma mefhumu dünyanın hiçbir dilinde yoktur bizden başka, Biz çağdaşlaşma diye kendimizi idama mahkum ediyoruz" diyerek millet olarak bizleri bilgilendirmeye çalışmış ve bu konudaki görüşlerini açıklarken şunları söylemişti: "Çağ bir daire midir ki, bir kısım insanlar bunun içinde, bir kısmı da dışında yaşasın? Bu, korkunç bir şey. Biz çağdaşlaşmayı kabul ettiğimiz andan itibaren biçareliğimizi, elimizin kolumuzun bağlı olduğunu, efendimizin Avrupa olduğunu kabul etmiş oluyoruz. Çağdaşlaşma diye bir şey yok. Herkes çağdaştır. Yalnız bu çağda endüstrileşmiş ülkeler var, endüstrileşmemiş ülkeler var. Zengin ülkeler var, fakir ülkeler var. Bunun çağla alakası yok." Cemil Meriç’in son derece büyük bir dikkatle yaptığı bu tespit, ne yazık ki topluma yön vermesi gereken kişi ve kurumlar, özellikle de aydınlar tarafından pek rağbet görmedi. Sosyologların bu kavram hakkında gereken bilgilendirmeyi toplumdan esirgemesi sebebiyle, ‘çağdaşlaşma’, genellikle siyasetçilerin diline ‘pelesenk’ oldu. Ülkemizin içinde bulunduğu sorunların odağına yine siyasetçiler tarafından ‘çağdaşlaşma’ kavramı İ Çağdaşlaşma diyerek çağdışılaşma… konuldu… Özellikle Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin ‘şiddetlendiği’ Özal Dönemi’nden sonra, Avrupa Birliği’ne üyeliğin, ‘Türkiye’yi çağdaşlaştıracağı’ ya da AB’ye üyeliğin ‘çağdaş bir ihtiyaç olduğu’ siyasetçiler tarafından vurgulandı. Çağdaşlaşma konusunda önemli bir ‘otorite’ olduğu inkâr edilemez olan Cemil Meriç’in, "benim kanaatimce birçok bakımlardan Avrupa çağ dışıdır. Avrupa insanı bencilliği, katilliği istismar zihniyetiyle hem çağ dışı hem de insanlık dışıdır" şeklindeki uyarıları da ülkeyi idare edenlerin ‘çok bilmişliği’ sebebiyle dikkate alınmadı… Türk Toplumu adeta bir ‘yabani’ gibi görülerek, ‘çağdaşlaşma’ nasihatlerine boğuldu… Türkiye’nin endüstrileşmesi konusunda siyasi reflekslerini ortaya koyamayan iktidarlar, iktidarların inşa ettiği gündemin içinde kısır tartışmalara girmeyi ‘muhalefet’ olarak gören siyasetçiler, bizim ülkemizin hiç de hak etmediği bir ‘çağdaşlaşma’ tartışması içine dalarak, geliştirdikleri gündemle seneler boyu bu ülkeyi gerçek gündeminden, amacından hedefinden uzaklaştırdılar… Türkiye’nin gündemine ‘çağdaşlaşmanın’ girmesiyle birlikte, bu ülkenin siyasetinde ‘para’ ve ‘yalan’ hâkim oldu… Çağdaşlaşma ile birlikte Türkiye, ‘sosyal devlet’ ilkesinden uzaklaştı… 13 milyon insanımız, çağdaşlaşmak için yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Kişi başına milli gelirde 65. sıradayız… En borçlu ülkeler arasında ise dünya beşincisiyiz… Dış borcun milli gelire oranında dördüncüyüz… Dünya ülkeleri arasında refah bakımından 92. sıradayız. Binlerce, on binlerce esnaf, çağdaşlaşma denilen gümrük birliği ile iflas etti… Hastanelerde, dar gelirli insanlarımız çağdaşlaşma uğruna rehin kalıyor… Çağdaşlaştığımız için (!)işsizlik artıyor… Eğitimimiz, çağdaşlaşmayı finanse edebilmek için(!) paralı oluyor. Dış siyasetimizde ‘çağdaşlaşma tartışmaları’ ile birlikte Amerika ve Avrupa’nın belirlediği bir rotaya kendimizi hem mecbur hem de mahkum ettik. ‘Çağdaşlaşalım’ diyerek, bu ülkenin ekonomisini, maliyesini IMF denilen bir sömürü merkezine teslim ettik… Toplumsal yaşamımızdaki dayanışma da çağdaşlaşma tartışmalarının ‘kurbanı’ oldu.. Çağdaşlaşma tartışmaları ile birlikte, doğruluk, iyi niyet, hoşgörü, yardımlaşma gibi hasletlerimizi yitirmeye başladık… Sevgi ve saygı çağdaşlaşma tartışmalarıyla artık ayaklar altına alınmaya başladı.. ‘Asker’ kimliğine sahip bir toplum olan Türk Milletini, bu tartışmalarla en güvendiği yegâne kurum olan Türk Ordusu’ndan uzaklaştırmaya çalıştılar. Demokrasi, çağdaşlaşma C S TRATEJİ tartışmaları ile birlikte yozlaşmaya başladı… Bu ülkede kısa yoldan köşe dönme arzusu, kalleşlikler, hırsızlıklar, ahlaksızlıklar, namussuzluklar çağdaşlaşma tartışmaları ile birlikte kanayan bir yara oldu… Türkiye, Kıbrıs adasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığına ‘çağdaşlaşma’ uğruna çekimser kaldı… Kırmızı çizgilerimizi silen de çağdaşlaşma… İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamlara, döktüğü kanlara seyirci kalmamızın da sebebi çağdaşlaşma… Irak’ın içinde Türkiye aleyhindeki gelişmelere karşı, çağdaşlaşma uğruna çaresiz kaldık. Türk gençliği, hep bu çağdaşlaşma nutukları yüzünden ülkesinden, bayrağından, bağımsızlığından uzaklaştırıldı… Türkiye, Türklüğe hakareti, ‘yeter ki çağdaşlaşalım’ diye sinesine çekti… Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın en temel hükümleri ‘çağdaşlaşmanın’ saldırısına uğruyor… 6 profesör bir odaya kapatılıyor, ‘Anayasa Değişikliği’ adı altında yeni bir anayasa peydahlanıyor.. Millete sorulmuyor, sivil toplum örgütlerine sorulmuyor… Türk Demokrasisi, çağdaşlaşmanın zincirleri arasına hapsediliyor. Milletin onayını alarak iktidara geldiklerini söyleyenler, hazırladıkları anayasa değişikliğini/yeni anayasayı, millet yerine Amerika’ya onaylatmaya hazırlanıyor… Bütün bunların adı ‘çağdaşlaşma’ oluyor. ‘Bilgi ve hikmet’ maskesiyle iktidara gelenlerin, çağdaşlaşmak için (!) servet ve iktidarla kucaklaşması ‘ibretle’ izleniyor. Topraklarımız satılıyor, milli ve stratejik kuruluşlarımız birer birer çağdaşlaşma adıyla ‘vampirlere’ teslim ediliyor. Avrupa’ya, Amerika’ya benzemek mi ‘çağdaşlaşmak’?.. Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de gördük biz bu çağdaşları… Milyonlarca insanın kanını döktü, canını aldı bu çağdaşlaşma… Bu mu çağdaşlaşma dedikleri?... Hayır… Bunun adı olsa olsa çağdışılaşmadır… Söyler misiniz?.. Hangi ülke böyle çağdaşlaştı?.. Hani içeride ve dışarıda ‘İtibarlı Türkiye’, hani nerede?.. Türkiye’de ülkeyi yönetenler, ‘endüstrileşme’ kavramını sevmedikleri için, bunun gereğini yapacak niyet ve yetenekte olmadıkları için kendilerini ‘halka sevdirecek’ bir masal aradılar… Çağdaşlaşma işte bu masalın adıdır… Türkiye, işte şimdi bu masalla uyutuluyor… Anlamından, amacından, hareket noktasından, hedefinden uzaklaşmış bir çağdaşlaşma… Zengin vitrinine Türk insanının ulaşamadığı, nasiplenemediği bir çağdaşlaşma… Nimetlerinden sadece belirli kesimin faydalandığı bir çağdaşlaşma… Oysa Ulu Önder’in söylediği ‘muasır medeniyet seviyesi’ bu değildi… Mustafa Kemal, gelecekte Türkiye’yi yöneteceklere, "Büyük davamız en uygar ve en refaha kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir" diyerek göstermesine rağmen, bu ülkede iktidar olanlar davalarını ‘iktidar ve servet’ noktasına taşıdılar. Üstelik bunu yaparken, bu ülkenin insanlarının iyi niyetini ve masumiyetini de kullandılar. Çağdaşlaşma, bir milletin kendisini, değerlerini ve erdemlerini inkar değildir. Çağdaşlaşma, başka milletlerin boyunduruğuna girmek hiç değildir. Çağdaşlaşma hem devlet hem de millet olarak kalkınmak, gelişmek ve ilerlemektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle