02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası [email protected] Suudi Arabistan elçisini çekti, Mübarek uyardı… C S TRATEJİ daha vurucu, daha sarsıcı bir şekle ve şemale sokmaya çalıştığını söylemek hiç de abartılı olmasa gerek. Hatta görünen o ki ABD ve beraberindekiler Suriye’yi pasifize etmek için kolları çoktan sıvamış görünüyorlar. Her şeyden önce güncelleştirilmiş bir sistematikle Suriye adım adım bölge ülkelerinden, daha doğru bir ifade ile Arap dünyasından izole edilmeye çalışılıyor. İlk büyük adım ise Şubat sonunda Suudi Arabistan’dan geldi. Riyad yönetimi, Suriye’nin Lübnan krizindeki rolü nedeni ile Şam büyükelçisini geri çektiğini açıklayarak Suriye’nin etrafındaki çemberin bölgesel anlamda giderek daha da büyük bir hızla daralmaya başladığını gözler önüne sermiş oldu. Riyad’ın hemen ardından Kahire’den, Hüsnü Mübarek’ten gelen "Suriye Lübnan’daki krizin bir parçasıdır" sözleri Suriye üzerindeki baskının ne denli yoğunlaşmaya başladığını açıkça gösterdi. Oysaki Şam’ın 2008 yılı "Arap Kültür Başkenti" ilan edilmiş olmasını da kullanarak Mart ayı sonunda geniş kapsamlı bir "Arap Dünyası Zirvesi" düzenlemek isteyen Suriye yönetimi, öteden beri çok sıcak ilişkileri olmayan son dönemde de ilişkileri iyice gerilen Arap ülkeleri ile arasını düzeltmeyi amaçlıyordu. Görüldüğü üzere ABD’den/Batı’dan gelen baskının yanı sıra Arap dünyasından da gelmeye başlayan ve gün geçtikçe yoğunlaşan ve derinleşen izolasyon politikasının çıkış noktası Beyrut. Zira Suriye uzun süredir olduğu gibi Beyrut merkezli olarak baskı çemberine alınmış durumda. Yukarıda ifade edildiği üzere Hariri suikastı ile başlayan sürecin her kademesindeki "zanlı" olarak nitelendirilen Şam yönetimi, şimdi de Ortadoğu’nun, özellikle de Arap dünyasının yeni sorun üssü olan Lübnan’daki siyasi krizi derinleştirmekle açıkça suçlanıyor. Arap dünyasındaki mevcut birçok sorunda özellikle Lübnan, Filistin ve Irak’ta yaşanan ulusal ve bölgesel sorunlarla ilintili olarak, son derece kabarık ve kapkara bir sicile sahip olan Suriye’nin bugün gelinen noktada sütten çıkmış ak kaşık olduğunu hiç kimse iddia edemez. Ancak Suriye’ye karşı izlenen baskı politikasının uygulanış biçimine, kullanılan söylemlere bakıldığında ABD’nin Suriye’nin bu kötü geçmişinden alabildiğine faydalandığı yorumunu yapmak da mümkün pekala. Hani bir deyim vardır ya "adı çıkmış 9’a inmez 8’e" diye, işte Suriye’ninki de aynen bu hesap. Bir ülke bu denli karanlık bir geçmişe sahipse, illegal işlerle bu kadar içli dışlı olmuşsa herkesin aklında her daim şüpheler olması son derece doğal… Ancak şu an gündemde olan Lübnan krizinde ve adı geçen diğer tüm meselelerde parmağı olan tek isim Suriye değil. Suriye’yi kendi emelleri doğrultusunda köşeye sıkıştırmaya çalışan başta ABD olmak üzere İsrail, Fransa, Suudi Arabistan ve genel anlamda Suriye’ye karşı ABD tarafından oluşturulan "Şam karşıtı Arap cephesi"ndeki tüm ülkeler de az ya da çok bir şekilde tüm bu sorunların içindeler. Yani öylesine karmaşık, öylesine kaotik bir olaylar zinciri var ki karşımızda gerçeklerle, doğrular o kadar iç içe girmiş ki olay örgülerini görmek de, olay ve olguları çözmek de inanın çok ama çok zor. Çıplak gözle görünen tek bir şey varsa o da Şam’ın etrafındaki çemberin giderek daraldığı… P olisiye filmlerin olmazsa olmazı haline gelmiş meşhur bir repliği vardır. Senaryosu birkaç ayrıntı ve mekan dışında neredeyse hiç değişmeyen, konusu ne olursa olsun girişgelişme ve sonucu hep aynı olan bu filmlerin sonuna doğru dedektif çıkar ve şu cümleler dökülür ağzından "çember daralıyor". Karanlık ilişkiler, iyi polisler, kötü polisler, olağan şüpheliler, karşılıklı restleşmeler ve çok bilinmeyenli denklemlerle örülü cinayetler anlatılır bu filmlerde. Ancak bu sayılanlar sadece filmlerde olmuyor elbette. Hatta yukarıdaki unsurların hepsini bir araya getirip sonuna da "çember daralıyor" repliğini eklediğimizde Suriye’nin son dönemdeki durumunu ortaya koyan bir film senaryosu ortaya çıkıyor. Filmin yönetmenliğini ise kuşkusuz ki ABD yapıyor. Yardımcı yönetmen koltuğunda oturan isimler ise çeşitli, İsrail, Fransa, Suudi Arabistan ve kısmen de olsa Lübnan’daki mevcut iktidar… Peki neden Suriye? Görünürdeki cevap aslında çok basit ve son derece klişe. ABD’nin Irak’ın işgalinden bu yana yani Mart 2003’ten bu yana dillendirdiği "Suriye gerekçeleri" başlangıçta Saddam Hüseyin’in Irak’ına karşı ortaya konulan gerekçelerle birçok yönden paralellik gösteriyordu. Nitekim eldeki Suriye karşıtı argümanlara dayanarak 2004 yılında Suriye’ye karşı zaman zaman daralan zaman zaman da genişleyen bir şekilde siyasi, ekonomik ve askeri ambargolar uygulanmaya başlanmıştı. ABD’nin Suriye üzerindeki ambargosu devam ederken bir yandan da Suriye’nin kabahat listesi uzadıkça uzamaya başladı. Irak’taki teröre destek vermek, sınır geçişlerini kontrol etmemek, kitle imha silahları geliştirmek, askeri amaçlı olarak nükleer ve biyolojik çalışmalar yapmak, muhalif grupları hapse atmak suretiyle susturmak, Hamas’ı barındırmak, Hizbullah’a siyasi ve askeri Esad destek vermek, Lübnan’da asker ve istihbarat elemanı bulundurmak ve Lübnan siyasetini her açıdan ipotek altında tutmak Suriye’nin söz konusu kabahat listesinin önemli maddeleri olarak sıralanıyordu. ABD’nin zaten çok önceden beri "şer ekseni"nin önemli sacayaklarından biri olarak nitelendirdiği Suriye, en çok da 2005 yılındaki Refik Hariri ve ardından gelen diğer onlarca suikastın "olağan şüphelisi" olarak Lübnan konusunda "topa tutuluyordu". Şam’ın çemberi daralıyor Geçen yılı Irak’taki gelişmelerle uğraşarak geçiren ABD yönetimi, yıl sonunda dikkatlerin yeniden Suriye’ye çevrilmesine neden oldu. Irak sınırından geçişlere göz yumduğu, Lübnan’da istikrarı bozuğu gibi bilinen nedenlerle Bush, ‘sabrımız zorlanıyor’ uyarısı yaptı. Bush’un Arap dünyasındaki ortakları da hemen kendisine eşlik ettiler… tükenmiştir" ifadesini kullanmıştı. 2008 yılı ile birlikte ise ABD’nin Suriye’ye ilişkin söylemleri de eylemleri de daha bir sertleşmeye başladı. Hatta ABD’nin bu defa Suriye’ye yönelik politikasını SURİYE İZOLE EDİLİYOR Suriye, 2005 yılında yoğun baskılar sonucunda Lübnan’daki askerlerini çekmiş olsa da fiili olarak Lübnan’daki varlığını sürdürdüğü ve en son olarak Lübnan siyasetini aylardır kilitleyen cumhurbaşkanlığı krizindeki rolü nedeniyle 2007’nin sonlarına doğru yeniden ABD’nin gündemine oturdu. Ancak bu defa durum biraz daha farklıydı. Çünkü tüm bunların üzerine Suriye giderek İran ile safları sıkılaştırmış hatta Washington’un penceresinden bakıldığında Suriye ve İran ABD karşıtı bir cephe oluşturmuşlardı. Hal böyle olunca Suriye’ye karşı bilenen ABD iyiden iyiye çileden çıkmış olmalı ki ABD Başkanı George Bush 2007 yılının değerlendirmesini yaptığı konuşmada sert bir ses tonu ile "Suriye’ye karşı sabrımız tükenmiştir. Hem de uzun zaman önce
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle