17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 USİAD Sanayi ve Teknoloji Politikaları Çalışma Grubu E ndüstri devrimi ardından, gelişmiş ülke diye adlandırılan ülkelerin ulusal politikalarında, ağır sanayi odaklı ve ulaşımdan hizmete diğer pek çok alanı etkileyen lokomotif sektörlerin ağırlık kazandığını ve büyük üretim ölçekleriyle bu üstünlüklerini sağladıklarını görürüz. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu gerçek görülür ve tüm yokluk ve olumsuzluklara rağmen, bağımsızlığını koruyabilmek ve medeniyeti yakalamak için bu politikalar Türkiye’de de büyük bir başarıyla uygulanır. Neredeyse sıfırdan başlanır ve endüstriyel atılıma paralel olarak halkını ileri yaşam olanaklarıyla da tanıştırmak gibi iki koldan atılımı gerçekleştirmek gibi bir hedefe ulaşılması amaçlanır. Bu dönemde politikalar, hem sanayi ve hem de tarımda verimli üretim koşullarını oluşturmaya ve bununla aynı zaman diliminde halkın en ileri medeniyet imkanlarıyla tanışmasına odaklanmış ve bu amaç için tüm güçler seferber edilmiştir. Gelişmeler görüldükçe ulusal kıvanç ve inanç artmış, yenilerini yapmak gücü böylece artmıştır. Dünya’da 1960’lara kadar süren üretim üstünlüğü ile rekabet ortamında Türkiye’nin de yeterli birikim ve altyapı oluşturarak tam yarışa katılmaya başlayacağı zaman, 1950’lere doğru ulusal politikalar tersine değişmeye başlar. Bundan sonra ülke uzmanlarının birikim ve yeteneklerinin göz ardı edildiği, dış yönlendirme, danışmanlık ve bağımlılığın giderek artan bir şekilde etkili olmaya başladığı gözlenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kendi gücüyle ve sürdürülebilir bir şekilde çağdaşlaşmaya başladığı bir dönemi sağlayan yaklaşım, politika ve uygulamalar bugünkü olumsuz koşullara zorunlu olmadığımızın anlaşılabilmesi için çok önemli bir referans oluşturmaktadır Ekonomiye ulusal strateji Cumhuriyetin kuruluşu aynı zamanda bir kalkınmanın destansı öyküsüdür. Tükenmiş Anadolu’nun ve insanının ayağa kalkışıdır. Gerçek anlamda modernleşmedir, üretimdir. üretmek öbür yandan çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak gerekiyordu. Uzun süren savaşlardan azalmış, yorgun, yoksul, kişi başına 45 dolar milli gelirli, çoğu köylü 12 milyon kadar Anadolu insanı, Osmanlıdan kalan borç, kırık dökük birkaç fabrika ve imar edilmeyi bekleyen bağımsız bir cumhuriyet ile tekrar ayağa kalkmaya çalışacaktı. Onlarca yıl süren savaşlar sonrasında Anadolu’daki durumu Falih Rıfkı Atay şöyle tanımlıyor; ‘Anadolu’nun tenhalığı bu halkın canlılık noksanlığından değildir. Devlete karşı üç kıta üstünde harp için tüm gençlerini kurban vermiştir. İsyanları bu hesaba katmıyoruz. Yıllarca tarlalar boş kalmıştır, ocaklar tütmemiştir, cumhuriyet kurulana kadar savaş edilmeyen tek şey sıtma ve diğer salgınlar olmuştur. Doğanların büyümesine, büyümüş olanların yaşamasına imkan veren şartlar ancak Cumhuriyet idaresi ile varlaşabilmiştir.’ Elimizde kalanlarla ilgili olarak Türkiye’nin ilk Metalürji Mühendisi Selahattin Şanbaşoğlu anlatıyor; ‘Birinci cihan harbinde eldeki az sayıdaki tesisler tüm güçleriyle çalıştı. Mütareke geldiği vakitte hepsi harap oldu. Ve Türkiye Cumhuriyeti teşekkül ettiği vakit 1923’de elinde ufak pik dökümhanelerinden ve az sayıda dokuma tezgahından başka hiçbir şey kalmamıştı.’ Üretim odaklı kalkınma yaklaşımı bugün de örnek alınmalı… C S TRATEJİ Osmanlı dönemindeki dış açıkların ülkeyi nereye getirdiğini bilen Cumhuriyet yönetimi, yeni iktisat politikalarında bu konuda çok hassastır. 1931’de İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey ki kendisi Prof. Bilsay Kuruç’un haklı tanımıyla Cumhuriyetin unuttuğumuz en önemli değerlerinden biridir şöyle demektedir; ‘Eğer bir millet üretim hususunda geri ise teknik güçler hususunda ilerlememiş ise, o memleketin dengesini vücuda getirmeyi uluslararası piyasanın düzenleyişine terk etmek o memleketin yıkılışına göz yummak olur. Her sene bilanço açığını milletin öteden beri toplamış ve asırlardan beri biriktirmiş olduğu menkul kıymetlerle ödemek mecburiyetine düşer. Açık, senelerce devam ettiği takdirde memleket dahilinde mücevherat ve değerli eşyalardan, ev ağırlıklarından başlayarak, nihayet o memleketin şimendiferlerinin, bankalarının, sınai ve ticari teşebbüslerinin, arazinin ecnebilere geçmesine kadar varabilir.’ Mustafa Şeref Bey 2000’leri sanki o günden görmüştür. ‘Bu memlekette bir vakitler şimendiferler, bankalar, ticaret, sanayi, milli şirketlerin hisse senetleri, hatta en iyi tarlalar ve şehirler dahilindeki en iyi emlak Türklerin değil ecnebilerin elinde idi. Bu memleket tarihinde milli iktisat namıyla hiçbir kavram kavrayamamıştır. Milli iktisattan bahsetmek bir zamanlar bir kabahat, bir zamanlar da bir bilmeceden bahsetmek gibi bir şeydi.’ Bu dönemlerdeki kararları ve kararlılığı Prof. Dr. Bilsay Kuruç, bu yazıda pek çok alıntının yapıldığı ‘Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi’ kitabında şöyle tanımlıyor; ‘Çağın sanayi ancak hızlı bir koşu ile yakalanabilir. Cumhuriyet yönetimi, sanayileşeceğiz derken ufak ve hafif sanayilerle, geleneksel çalışma koşullarıyla, eskimiş teknolojilerle uğraşmayı, ikinci veya üçüncü sınıf bir sanayi ülkesi kalmakla yetinmeyi düşünmüyor. Yönetimin güçlü arzusu, doğruca günün ileri sanayi kollarını kurabilmektir. Sanayinin uygarlığa doğru açacağı kapı bu kollara yönelmeye bağlı olacaktır. Sanayinin çağdaş işbölümünü öğretecek ve düşünce yapısında devrimler yapacak nitelikleri ancak böyle kazanılabilir. Yoksa, sanayinin ikinci, üçüncü derecede işleri yapmaya aday olmak, toplumu ileri götürmeyecektir. Anadolu toprağını sarsıp değiştirebilmek, sanayinin özünü iyi kavramaya ve tam bu noktada samimi olmaya bağlıdır.’ İLK İKTİSAT POLİTİKALARI Sakarya Savaşı sonrası Ankara'ya gelen ve Mustafa Kemal Paşa ile de görüşen FRANSIZ gazeteci ve yazar George Gaulis izlenimlerini gazetesine şöyle yazmıştır: "Ankara ve cephelerdeki yarısı nizami, gerisi sivil kıyafetli gençler, ismini bilmeseler bile İstanbul ve Osmanlı için değil, kendilerinin hayatları pahasına kurulacak yeni bir devletin, Cumhuriyet'in uğruna öldüklerini biliyorlar. Onlar Sakarya'da, İnönü'de kuracakları devlet için, gelecekteki Cumhuriyet'in saadeti için canlarını verdiler." İlk Cumhuriyet hükümetleri de yeni bir devlet var etmek için uğraşırlarken, bunu hep hatırladılar. Mustafa Kemal, Sümerbank Merinos fabrikasının açılışında şeref defterine şunları yazmıştı: ‘Bu çok kıymetli fabrika milli sevinci artıracaktır.’ İstiklal savaşı sonrasında yoktan var edilen bağımsızlığın ardından hem bu bağımsızlığı kalıcı kılmak, hem de halkını daha önce hiç tanışmadığı yaşam koşullarıyla tanıştırmak için bir yandan CUMHURİYETİN İLK UZMANLARI Ekonomik gelişme için bağımsız strateji ile ulusal bağımsızlık eşdeğerdir. Bunun ilk koşullarından biri de her alanda kendi uzmanına sahip olmaktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında pek çok konuda kendi uzmanını yetiştirmenin önemi ve gerekliliği görülmüş ve yurtdışına önce devlet sonra da yaratılan Sümerbank, Etibank, MTA gibi kuruluşların desteği ile çok sayıda öğrenci gönderilmiştir. Prof. İlknur Güntürkün Kalıpçı Anıları’nda Cumhuriyet’in bu konudaki yaklaşımını anlatıyor; Yurtdışına gönderilen Mahmut SADİ; "Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle