16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Demokratik açığı kapatmak ve halkın sesine karar verme mekanizmalarında daha fazla yer verebilmek için AB Konseyi toplantılara kamera alınıp, her dilde tercümanlar getirilerek, konuşulanları tüm halka doğrudan iletme düşüncesi aslında bu yönde atılan önemli bir adım oldu. Ama daha önce de gördüğümüz gibi "parlak ve umut vaat eden fikirler," uygulama aşamasına gelindiği zaman Birliğin en önemli sorunu olan "ortak bir ses" oluşturamama engeline takılıyor… ANAYASA’NIN GELECEĞİ 2005 yılında Fransa ve Hollanda referandumlarından çıkan "hayır" kararı, AB Anayasa Projesi’nin belirsizliğine doğru aralanan kapının daha da açılmasına neden oldu. Birliğin, kuruluşundan bu yana varolan ve Birlik genişledikçe artan görüş ayrılıklarının etkisi, Anayasa’nın geleceğine yönelik tartışmalarda daha belirgin bir hal aldı. İngiltere, İrlanda ve Polonya gibi ülkeler, Anayasa’nın, referandumlardan çıkan "hayır" yanıtıyla, zaten "öldüğü" görüşüne sahip. Bu nedenle de, Anayasa’nın onaylama sürecine devam etmenin gereksiz olduğunu, onaylama konusunda isteksizleşerek açıkça ortaya koymaya başladılar. Gerçekten de Fransa ve Hollanda’nın aynı metni ikinci kez referanduma sunmasının bir çözüm getirmeyeceği ve bunun yeni bir ‘hayır’ a neden olacağı, üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta. Zaten bazı üye ülkeler de bu durumun, AB’nin temelini oluşturan demokrasi kavramına ters düşeceği görüşündeler. "Anayasa öldü" görüşünü savunanlar, Anayasa konusunun unutulmasını, Avrupa halkının neler istediği, Birliğin neleri yanlış yaptığı konularının üzerinde durulması gerektiğini ön plana çıkarıyorlar. Uzun zamandır Birliğin gündemini meşgul eden konu da buydu zaten. Anayasanın geleceğine yönelik ikinci bir tartışma da, mevcut olan Anayasa Antlaşması’nın bazı bölümlerinin alınıp daha kısa bir metin hazırlanmasına ilişkin. Böylece bu metnin referanduma sunulmadan, bir antlaşma içerisinde rahatlıkla yürürlüğe girebileceğini Chirac ve Merkel söylüyorlar. Bu seçenek Birliğin en önemli sorununu yine karşımıza çıkarıyor. Üye ülkeler arasında bu kadar çok fikir ayrılığı varken hangi bölümleri seçecekleri konusunda uzlaşmaları hiç de kolay gözükmüyor. Bu fikrin benimsenmesi, ancak büyük ve küçük ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarının çözümlenmesiyle gerçekleşebilir. Üçüncü bir yaklaşım ise yepyeni bir Anayasa hazırlanmasına yönelik. Bazı ülkeler, yapılan araştırmalardan sonra en baştan yeni bir metin hazırlamanın daha doğru olacağı yönünde birleşiyorlar. Ama bu durum, Anayasa sorununu karmaşıklaştırmaktan öteye geçemeyecek gibi gözüküyor. Mevcut Anayasa metni, hâlihazırda 15 üye ülke tarafından imzalanmış bulunuyor. Yeni bir metnin en baştan hazırlanması ve tekrar tüm ülkelerin onayına sunulması, sorunların çözülmesi yönünde atılan adımlarda en başa dönülmesine ve sürecin uzamasına neden olacaktır. AB’nin, anayasasının geleceğine yönelik bu belirsizlikten nasıl kurtulacağı halen tam olarak bilinmiyor. En mantıklı çözüm yolu, var olan Anayasa Antlaşması’nı herkes için kabul edilebilir bir hale getirmek. İlk olarak üye ülkelerin de üzerinde yoğunlaştığı bir konu olan ‘Anayasa’ sözcüğünü ortadan kaldırmak çözüme yönelik atılan ilk adım olarak görülebilir. Gerek halk, gerekse üye devletler, bu sözcüğün kuvvetli etkisinden endişe duyuyorlar. Her ne kadar Anayasa’ya, "Anayasa Antlaşması" adı verilmiş olsa da bu sözcüğün varlığı Avrupalıları rahatsız ediyor. Sosyal güvenceden vazgeçmek istemeyen vatandaşı rahatlatmak adına, metne sosyal haklarla ilgili bir protokol eklenmesi de çözüme yönelik bir başka önemli girişim olacaktır. Hiç şüphesiz, hazırlanan bir metnin cilalanması, en baştan yeni bir metnin hazırlanmasından Blair C S TRATEJİ 23 kolay gerçekleşebilecek bir durum değil. Bu çeşit bir referandumun gerçekleşebilmesi için 25 üye ülkenin ortak karar alması gerekiyor ve bu konuda uzlaşıya varabilmek için önce İngiltere, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin ikna edilmesi gerekiyor. Sürekli planlar yapıp uygulamasını bir sonraki tarihe erteleyen AB liderlerinin, "ev ödevlerini" eksiksiz olarak yerine getirmedikleri, bir yıllık ‘durup düşünme’ süresinin bitimine rastlayan 15–16 Haziran 2006 tarihindeki Brüksel Zirvesi’nde açıkça ortaya çıktı. Bu durumu telafi etmek için, Brüksel Zirvesi’nde öncelikli gündem maddesi olarak, Anayasa krizinden çıkış yolu arandı. "Durup düşünme" süresinin bir yıl daha devam etmesi gerektiğine karar verilirken, buna ek olarak artık "planlama ve öneri" sürecine geçileceğini belirttiler. Bu fikir, "uygulanabilirliği olan" yeni bir plan mı, yoksa AB liderlerinin kendi açıklarını kapatabilmek için yaptıkları bir "günü kurtarma" girişimi mi olduğunu zaman gösterecek. ALMANYA’NIN FARKLI HESAPLARI Brüksel Zirvesi, çok somut adımlar atılmasa da Anayasa krizinden çıkmak için bir takvim belirlenmesi bakımından önem taşıyor. Bu takvime göre, dönem başkanı Finlandiya, anayasa, genişleme ve Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili ön çalışmalara başlayacak. Fakat anayasa konusundaki çalışmaları biraz sembolik olacağa benziyor, çünkü Ocak 2007’de dönem başkanlığını Finlandiya’dan devralacak olan Almanya, Anayasa’yla ilgili çalışmaların kendi dönem başkanlığında başlamasını istiyor. Bu hassas ve zorlu konuda başarıya ulaşmanın, kendilerini "Avrupa’nın lideri" konumuna taşıyacağını düşünüyorlar. AB’nin kurucu antlaşması olan Roma Antlaşması’nın 50. yıl dönümünün de yine Almanya dönem başkanlığına rastlayacak olması, Almanlar için çok büyük bir önem taşıyor. Bu coşkulu günde, Avrupa Anayasası’nın halka sevdirilebileceği düşüncesi, Almanya’nın bu konuda daha emin adımlarla yürümesine neden oluyor. 2007 yılında Fransa ve Hollanda da yapılacak olan seçimlerle yeni yönetimlerin iş başına geçecek olması, az da olsa, Anayasa’nın geleceği yönünde olumlu kararlar alınabileceğinin sinyalini veriyor. Fransa, referandumda halkının "hayır" demesi nedeniyle anayasa çıkmazından kendini sorumlu tutuyor. Ama Jacques Chirac anayasayı halka sevdirebilecek bir lider olarak görülmediği için, Fransa şimdilik, Anayasa konusundaki yoğun çalışmaları Almanya’ya bırakmış durumda. Yine de Anayasa’nın geleceği ile ilgili son sözün, Haziran 2009’daki Avrupa Parlamento seçimlerinden önce, Fransa tarafından söyleneceği bilindiği için gözler aslında halen Fransa’nın üzerinde. Anayasa konusunda düşünme sürecini sürdüren AB üyelerinin getirdikleri öneriler cılız kalıyor. Almanya dönem başkanlığında konuyu çözümlemek istiyor. İngiltere, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin itirazları sürüyor. çok daha kolay olacaktır. Mevcut metin üzerinde ufak değişiklikler yaparak ve bu metni vatandaşa açık ve anlaşılır bir şekilde sunarak, vatandaşın bilgisizliği ve korkuları giderilebilir. Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel’ini Avrupa Anayasası’nı kurtarmak amacıyla 2009 yılında tüm Avrupa ülkelerinde aynı anda referandum yapılması önerisi ise bir başka çözüm yolu olarak görülebilir. Avrupa genelinde düzenlenecek ve tüm üye ülkelerde aynı anda yapılacak referandum, vatandaşların doğrudan anayasa konusuna odaklanarak, arkasına sığındıkları korkuları bir kenara atmalarını sağlayabilir. Fakat Schüssel’in kendisinin de itiraf ettiği gibi bu kapsamda bir referandum yapılması çok da
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle