16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

insani ve hukuki değer tanımayan Lübnan saldırısına yönelik BM ateşkes kararının çıkmasını engellemesi sadece İsrail’in çıkarlarını koruyan ABD refleksiyle açıklanamaz. Bu tavır ABD’nin Afganistan ve Irak sonrası tamamlamak istediği BOP için yeni bir askeri ve siyasi iş iklimi yaratmaya dönüktür. Buna göre amaç; doğrudan İran ve Suriye’ye gerçekleştirilemeyen saldırılar yerine bu ülkelere sıçratılmaya çalışılacak uygun bir savaş ortamını Lübnan’da yapılandırmaktır. Böylelikle İsrail saldırısıyla, Suriye ve İran doğrudan taraf konumuna çekilerek, ABD tarafından müdahaleye açık hale getirilmiş olacaktır. Bu hesap; Irak’ta direnişi durduramayan ABD’nin, yarım kalan BOP’unu tamamlaya dönüktür. BOP’un nihai hedefi ise ülke sınırlarının yeniden düzenlenmesidir. ABD’nin yürütmeye çalıştığı yol, emperyalist kimlikli imparatorluk stratejisidir. Hegemon devlet stratejisinden imparatorluk stratejisine yönelen ABD’nin bu tercihi gönüllü değil, zorunlu bir tercihtir. Çünkü ABD ekonomisindeki hastalığı savaşlarla, işgallerle aşmaya çalışmakta, küresel egemenliğini kalıcılaştırmak, muhtemel rakiplerinin küresel güçlerini artırmalarını engellemek, verimli ve zengin mekanları ABD lehine özelleştirerek, geleceğe hükmetmek peşindedir. Aslında tekelci kapitalizmin bunalımına tanıklık edilmektedir. Bunalım kar daralmasıdır, biriken sermayenin mekansal sıkışıklığıdır. Bunun için, küresel sermayenin kar maksimizasyonunu sağlayabileceği yeni mekanlar bulunmalıdır. Çünkü amaç pazar egemenliğidir, doğal kaynak sömürüsüdür. Bu amaç uğruna ülkelere saldırmak, işgal etmek gerekeceğinden gerçek amaç gizlenerek, yaşatılanları meşru kılmaya dönük araçlar kullanılmalıdır. Bunun için 11 Eylül saldırıları bulunmaz fırsat yaratmıştır. ABD’de bundan yararlanmasını bilmiştir. Saldırılar sonrası önce "küresel terör" kavramını ortaya atmış daha sonra İslam ile terörü birleştirerek bir medeniyetler çatışmasının olacağını söylemiştir. Prof. Huntington’un "Medeniyetler Çatışması" tezini öne çıkartarak, İslam coğrafyasında terör avcılığına soyunmuştur. Oysa Huntington’un tezinin en can alıcı yanı şu sözlerinde saklıdır: "SSCB çöktükten sonra, dünyada insanlar arası farklılıklar ideolojik, siyasal veya ekonomik olma özelliğini kaybetmiştir. Bugünkü dünyada insanlar arası farklılıklar artık esas olarak kültüreldir." Bu sözlerle Huntington, açıkça bir karartma peşindedir. Ekonomik ve siyasal farklılıkların ve çelişkilerin eksilmediği aksine Soğuk Savaş sonrası çok daha şiddetlendiği bir ortamda dikkati başka alanlara çekerek, başta ABD olmak üzere Batı emperyalizminin politik ve ekonomik çıkarları doğrultusunda yürüttüğü sömürü düzenini ve yeni projelerini perdelemektedir. Aslında yapılmak istenen Soğuk Savaş sonrası ABD emperyalizmine düşman yaratmaktır. Çünkü güç stratejisinde sıkça başvurulan bir yöntem olarak bir güç ayakta kalabilmek, sürekli diri ve uyanık olabilmek, egemenliğini sürdürebilmek için karşısında belli bir gücü olan bir karşıtlığa ihtiyaç duyar. Böyle bir düşman yoksa yaratır. Bu düşmanın gücü ise; onu arzuladığı ölçüde diri, ayakta tutabilmeli, egemenliğini pekiştirecek nitelikte ve yeni mekanları egemenliğine katabilmesine imkan sunabilecek düzeyde olmalıdır. Ancak onu aşabilecek kadar güçlü olmamalıdır. ABD için "terör" kavramı bu amacın ürünüdür. Ayrıca bilinmektedir ki, terör bir amaç değil araçtır. Özellikle ekonomipolitiğin aracıdır. Buna göre terör küreselleşmiyor, küreselleşen çıkar çatışması teröre uygun iş iklimi yaratıyor. Böylece terör devletlerin egemenlik aracına, çıkarlarının uzantısına dönüşüyor. Unutulmamalıdır ki, devletlerin çıkar hesaplarından bağımsız bir terör olgusu düşünülemez. PKK terörüyle mücadele ederken bu durumu en iyi bilen ülke herhalde Türkiye’dir. C S TRATEJİ 17 oluşturulmuştu. Bu günde yapılmak istenen aynısıdır. Yapay sınırlar, yeni egemenlik alanları, federatif modeller ve giderek ufalanmış, dağılmış yönetilmesi kolaylaşmış devletçikler. ABD’nin Avrasya egemenliği için yaratmak istediği yeni siyasal atlasta öncelikle yoğunlaştığı pafta Ortadoğu’dur. Bunun için hegemon devlet stratejinden, imparatorluk stratejine yönelmiştir. Hegemon devlet stratejinden farklı olarak imparatorluk stratejisinde ittifakları itaatkarlığa dönüştürmek, gerektiğinde ülkelerin sınırlarını zedelemek, harita değişiklerini öne çıkarmak, tampon coğrafyalar yaratmak esastır. Kukla yönetimler ve ülkeler yaratmak, bağımlı coğrafyaları mekansal ekonomipolitiğe göre üretmek ve böylece emperyalist hedefleri yerleşik kılmak önceliklidir. ABD’nin hem BM’yi hem de NATO’yu itaatkarlığın kulübüne dönüştürme çabası da uygulamak istediği imparatorluk stratejisinin bir parçasıdır. İsrail saldırganlığını kınayamayan, ateşkes kararını çıkaramayan BM’nin aslında uluslararası niteliği kalmamıştır. Küresel imparatorluğun çıkarlarına hizmet eden bir örgüt görüntüsündedir. Aynı şey çok daha fazlasıyla NATO içinde geçerlidir. Dünya bu haliyle bir felaketin eşiğindedir. Tüm değerlerini yitirmiş, güçlünün hukukuna kilitlenmiş bir tablonun, insanlığın ve dünyanın felaketi olacağı açıktır. YENİ JEOPOLİTİK HAT Rice’ın dile getirdiği "Yeni Ortadoğu"da böyle bir ortamın habercisidir. "Yeni Ortadoğu"; "demokrasi" ve "insan hakları" maskeli projelerin yörüngesinde pazarların denetimi ve doğal kaynakların sömürüsüdür. Üniter devletlerin "toprak bütünlüğü" tezinin çökertilmesidir. Milli devletleri dağıtılmış, ufalanmış, etnik çelişkiler yumağına dönüşmüş bir siyasi coğrafya yaratmaktır. Böylece emperyalizmin eskimeyen ve en temel başvuru yöntemi olan "parçala ve yönet" temeline dayalı emperyalizmin hizmetinde yeni yaşam alanları oluşturmaktır. ABD güdümünde bölgenin küçük parçalara bölünmesinin aracı olan İsrail’in vaat edilmiş topraklara dayalı "Büyük İsrail" hevesine imkan tanıyacak, jeopolitik ortamı yaratmaktır. Irak işgaliyle körüklenen mezhepsel ve etnik çelişkileri bu jeopolitik ortamın temel dayanağı kılmaktır. Öncelikle Irak’ın parçalanmasına dayalı olarak "Büyük İsrail" ideali içinde yapılandırılacak olan "Kürdistan" devletini kurmaktır. Böylece ErmenistanKürdistanİsrail jeopolitik hattını oluşturmaktır. Türkiye için Rice’ın dile getirdiği "Yeni Ortadoğu" ise; Türkiye’yi sürekli ikilemler girdabına sürüklemektir. Ya "bölgeni bölerek büyüyeceksin" ya da "bölünerek küçüleceksin" ikilemiyle yüz yüze bırakmaktır. İkinciyle ölümü gösterip birinciyle sıtmaya razı etmektir. ABD egemenliğine dayalı "mızrak ucu" rolünü kabul ettirmektir. Irak’ın kuzeyine Türk Ordusunun PKK’yla mücadele için girmesini engellemek ama Lübnan’a ABDİsrail çıkarları için Asker gönderilmesini planlamaktır. Irak işgalinde başarılamayanı şimdi gerçekleştirmektir. Mehmetçiği Soros’un tanımladığı biçimde kullanmağa kalkışmaktır. Türkiye’yi PKK terörüyle terbiye etmeye çalışmak, buna göre "ithal tehdit algılamalarıyla" kendi güvenliğinden uzaklaştırmaktır. Ulusal bütünlüğünü zedelemek, Anadolu’nun harman yerini dağıtmak, özgüvenini yitirmiş ve sağa sola savrulan hedefsiz bir ülke ve toplum düzeyine düşürmektir. Mustafa Kemal Atatürk’ü unutan, bağımlılıktan kurtulamayan, horlanmayı kabullenen, iradesini yitirmiş bir görünüme tutsak etmektir. Türkiye’ye yönelen bu hesaplara karşı öncelikle yapılacak şey; bin defa ölmek yerine bir defa ölmeyi Bombardımandan kaçan Lübnanlılar Bölgesel kompozisyonda Türkiye’ye sorunlu bölgelerde görev yapacak ‘mızrak ucu’ rolü uygun görülüyor. Tekil yapısını korumak için Irak’ın kuzeyine harekatı engellenen Türk Ordusu, Lübnan’a tampon barış gücü olarak davet ediliyor. EMPERYALİZMİN MİRASI Perdelenen amaçların doğrultusunda Avrasya’ya yayılması istenilen istikrarsızlık, bir başka açıdan da anlam taşımaktadır. Bir mekanın önce istikrarı bozulmalıdır ki, sonra "istikrar" için gidilebilsin. Buna göre; egemenlik çıkarları adına "istikrar" götürmek isteyenler için "istikrarsızlık" kavramının özel bir yeri vardır. Çünkü Soğuk Savaş sonrasında "istikrarsız" olarak tanımlanan bölgeler ve ülkelerin dikkat çeken ortak bir yanı vardır. Topraklarının üstü zengindir çünkü yeni pazar ve piyasa imkanları sunmaktadır, altı da zengindir çünkü doğal kaynaklara sahiptir. Buna göre "istikrarsızlık" aşılmalı, tüm dünya tek pazar yapılmalıdır ama bu pazarın parçaları küçük olmalıdır. Yeni haritalar çizilirken buna özen gösterilmelidir. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’ya bırakılan miras gibi. Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa Merkezli emperyalizm; uluslaşma sürecini engelleyecek etnik çelişkileri kalıcı, sınırları yapay, kendi çıkarlarına hizmet edecek devletler yaratmıştı. Sınırlar öylesine özenle çizilmişti ki, bir ülkeden doğan bir kaynak o ülkede sonlanmamasına dikkat edilerek, sürekli canlı tutulabilecek çelişki ve çekişme unsurları
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle