02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hizbullah’ın gerilla taktiklerinin İsrail’e karşı geçmişte başarılı olduğuna ilişkin örnekler de vardır. Bu nedenle, son iki yılda açıkça ABD tarafından savaşla tehdit edilen İran ve Suriye’nin ABD ve onun bölgedeki jandarması olarak algılanan İsrail’e karşı söz konusu örgütleri harekete geçirmek istemeleri ise kuvvetle muhtemeldir. Ancak bu örgütlerin İran ve Suriye’nin emrinde olduğunu iddia etmek gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Hem Hizbullah’ın hem de Hamas’ın kendi siyasi gündemleri ve askeri amaçları vardır. Ancak parasal kaynak, siyasal, lojistik ve silah desteği sağlama gibi konularda ise İran ve Suriye ile işbirliği yaptıkları da doğrudur. Açıkçası, bu işbirliği göründüğünden daha karmaşık bir simbiyotik ilişkiler ağına sahiptir. Son olaylar ise İran’ın nükleer faaliyetlerinden kaynaklanan ABDİran gerginliğini geçici bir süre için de olsa unutturması açısından elbette bu çatışmalar Tahran’ın işine geliyor. Öte yandan Hizbullah’ın hareketi aynı zamanda İran açısından gerektiğinde bölgedeki Şia toplumsal gücünün ABD çıkarlarına karşı mobilize edilebileceğine ilişkin güçlü ve somut bir uyarı niteliği de taşımaktadır. Bu anlamda son olaylar, İran ve ABD’nin Lübnan üzerinden dolaylı bir güç gösterisi olarak da değerlendirilebilir. İSRAİL’İ TERÖRDEN KORUMAK Türkiye’nin ise bütün iyi niyetli girişimlerine ve insani yardım çabalarına karşın, bölgesindeki sıcak çatışmaları durdurma konusunda tek başına sonuç alması mümkün değildir. Zira Ortadoğu’da sorunlar son derece karışıktır ve derin tarihsel ve toplumsal köklere sahiptir. Tek bir bölgesel güçün inisiyatifiyle çözülme olasılığı da yoktur. Türkiye bu süreçte bölgedeki tüm tarafların güvenini sağlayan tek ülke olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda sonuç alamasa da, izlenen barışçıl ve dengeli dış politikanın Ortadoğu halkları ve Batılı ülke hükümetleri nezdinde takdir edildiği söylenebilir. Kurulması muhtemel barış gücünde ise Türkiye’nin koordinasyon dışında görev üstlenmemesi yerinde Saldırılarda evini yitiren ve arabada olacaktır. Zira yaşamaya çalışan Lübnanlı bir aile... bölge Türkiye’nin Arap halklarıyla yaşadığı tarihsel terörle mücadele ederken, İsrail’i terörden koruma geçmiş tecrübe açısından oldukça adına sıcak çatışmaların merkezi olan Lübnan’a sorunludur. Lübnan Ermeniler de asker göndermesinin riski hayli yüksektir. Zira dahil olmak üzere Ortadoğu’nun tüm orada Türk askerinin kendisinin de kısa sürede etnik ve dini unsurlarını içinde hedef olma durumu vardır ki, bu da Türk barındırmaktadır. Türkiye’nin kendi ülkesinde kamuoyunu tedirgin edecektir. C S TRATEJİ 11 İsrailHizbullah çatışması, ABD’nin Ortadoğu için gündeme getirdiği ‘insan haklarıdemokrasi’ yaklaşımının bir anlamda başarı şansını da ortaya koydu. Terörle mücadele eden Türkiye, bir yandan da ‘İsrail’i terörden koruma’ görevi üstlenmemeli. EN KARLI İSRAİL Çatışmalar ne yönde seyrederse seyretsin bölgedeki son birkaç yıllık olaylar incelediğinde gelişmelerden stratejik olarak en karlı çıkan ülkenin İsrail olduğu görülüyor. Öncelikle, Saddam rejiminin devrilmesiyle birlikte, İsrail bölgedeki kendi güçlü rakiplerinden birinden kurtuldu. Üstelik bu ülke, kendi stratejik ortağı ve hamisi olan ABD’nin denetimine girmiş durumda. Ardından Refik Harriri suikastı sonrasında uluslararası baskılar nedeniyle Suriye Lübnan’daki askerlerini geri çekmek zorunda kalmıştır ki bu da İsrail adına tehdidin azalması demektir. Artık İsrail bölgede kendisine yönelik küçük silahlı gruplara karşı daha kolay bastırıcı ve caydırıcı güç kullanabilecek siyasi ve askeri konjonktürü yakalamıştır. Lübnan’a yönelik son saldırıların ABD’nin İran’a yönelik baskısının en yoğun olduğu bir dönemde gerçekleşmesi de tesadüf olmasa gerektir. Zira Ahmedinejadın "İsrail yeryüzünden silinmelidir" yönündeki açıklamaları hem ABD siyasi elitlerinin hem de dünya kamuoyunun İsrail lehine destek vermesinin garantisi gibidir. Çatışmaların İsrailİran ve Suriye arasında tam bir savaşa dönüşme riski olmakla birlikte, ABD’nin kısa bir süre sonra ateşkes sağlanması için dünya kamuoyunu harekete geçirmesi kuvvetle muhtemeldir. Zira Irak’ta neredeyse iç savaşa varan çatışmalar devam ederken, Amerika’nın ikinci bir savaşa girmesi mümkün değildir. Ama ateşkes için İsrail’in Hizbullah’a karşı bazı stratejik kazanımlar elde etmesi ve bu kazanımları koruyacak bir uluslararası güç oluşturulması gerekecektir. ‘Lübnan'da tarih tekerrür ediyor’ H amas militanlarının ardından Hizbullah tarafından iki askeri rehin alınan İsrail, Beyrut havaalanını ve bir televizyon istasyonunu vurdu. İsrail bakanlar kurulu, Hizbullah’a karşı topyekün savaşla cevap verilmesini kararlaştırdı. Son gelişmelerle ilgili DW’den Peter Philipp’in yorumu... "Lübnan’ın güneyinde yaşayanlar bugünlerde kendilerini zaman tüneline girmiş gibi hissediyor olmalı. Yıllar öncesinde de İsrailLübnan sınırı karşılıklı saldırılara sahne oluyor, bölge halkı güvenlik arayışında, kuzeye, başkent Beyrut’a yöneliyordu. Ancak bir süre sonra İsrail saldırıları Beyrut’a da uzanıyor, güvenliğin burada da kalıcı olmadığı ortaya çıkıyordu. İsrail, tarihi tekerrür ettirdi ve Lübnan’ın güneyine girdikten sonra Beyrut havaalanını da bombaladı. Gazze Şeridi’nde iki haftadır devam eden askeri harekata benzer şekilde, Lübnan hükümeti üzerinde de baskı kurularak, kaçırılan İsrail askerlerinin serbest bırakılması hedefleniyor. Altyapı vurularak Lübnan halkına, "hükümetiniz Hizbullah saldırılarının önüne geçmedi, ama olan size oldu, siz mağdur oldunuz" mesajı verilmek isteniyor. İsrail’in mantığı ilk bakışta mantıklı geliyor: Lübnan’ın komşu ülkenin egemenlik sahasına kendi toprakları üzerinden yapılan saldırıları engelleme sorumluluğu var. Lübnan hükümeti, Hizbullah saldırılarıyla ilişkisi olmadığını vurguluyor. Oysa hemen akıllara, bundan daha birkaç ay önce Lübnan Başbakanı Fuat Sinyora’nın BM’de yaptığı bir açıklama geliyor. Lübnan Başbakanı, ‘Hizbullah’ın parlamentoda ve bakanlar kurulunda temsil edildiğini, Lübnan’ın Hizbullah’ın konumuna saygı duyduğunu’ ifade etmişti. Aslında Lübnan hükümetinin eli kolu bağlı durumda: Hizbullah, geçen yıl yapılan genel seçimlerde başarılı oldu; meclise, Lübnanlı Şiiler’in meşru temsilcisi olarak girdi. Hizbullah aynı zamanda Lübnan devletinin bir parçası. BM Güvenlik Konseyi’nin de ısrarla talep etmesine rağmen Hizbullah milislerinin silahsızlandırılması çabaları sonuç vermedi. Şeyh Seyyid Hasan Nasrullah liderliğindeki Hizbullah milisleri, Suriye ve İran tarafından kollanıyor; talimat alacaklarsa da Beyrut’a değil, Şam ya da Tahran’a kulak veriyor. Meselenin çözümünü zora sokan en önemli nokta işte Hizbullah’ın bu yanı. Beyrut, İsrail saldırılarını BM’ye şikayet etti. Uluslararası kurumun sorunun üstesinden gelmesini beklemek mümkün değil. Amerika Birleşik Devletleri’nin süper güç olarak devreye girmesini talep eden çevreler var. Ancak Washington yönetiminin Hizbullah ya da Hamas ile teması yok. Geriye Şam ile Tahran kalıyor, ki onların çıkarları da şimdilik gerginliğin devam etmesinden yana. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, tam da böyle gergin bir aşamada devreye girerek Hizbullah ve Hamas liderlerini ikna edebilse, uluslararası toplum nezdinde itibar toplayacak. Şam’ın atacağı adım, İsrail’i de Filistinli mahkumları serbest bırakmaya zorlayacak. Geçmişte İsrail, askerlerinin cesetleri karşılığında dahi mahkum salıverirdi. Kaçırılan askerler hala hayattayken ilgili bütün taraflar harekete geçmeli..."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle