02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

siyasetçilerine miras olarak bırakmak şimdiki siyasi liderler için daha cazip bir alternatif. AB liderleri açısından yakın geleceğin politikası Türkiye’yi AB’ye fazla yaklaştırmamak ama tamamen de elden çıkarmamak. Bu yaklaşım Türkiye için tanıdık bir tarihsel surecin sonucu olarak da algılanabilir. Geçmişin Avrupa’nın hasta adamını her zaman için kontrol edilebilecek şartlar altında muhafaza etme isteği AB için de kolay bir yol olarak görülebilir. Bu yaklaşımın Türkiye’nin kendi çıkarları için uygun olmadığı ortada. Sürekli kapı eşiğinde bekletilme durumu Türkiye için psikolojik travmalarla dolu yakın tarihin benzer süreçlerini akla getiriyor. Hemen belirtmek gerekir ki bu süreçler ‘iki yüzlü AB zaten Türkiye’yi içine almayacak’ gibi kolaycı bir yaklaşımla durumu açıklama gayretinde olanlarla ayni zihinsel zemini paylaşmıyor. Avrupa’yı biraz yakından tanıyanlar her şeyden önce tek ve bütünleşmiş bir AB olmadığını bilirler. AB içinde de bir çok AB var ve bunların birbirleriyle ilişkileri çoğu kez Brüksel’in Ankara ile olan ilişkileri kadar travmatik ve inişli çıkışlı bir süreç takip ediyor. Dolaysıyla Türkiye’nin ilişkilerini yürüteceği ve kendi çıkarını arayacağı bir çok Brüksel var. AB başkentleri kendi halklarının beklentilerini karşılama mücadelesi verirlerken Türkiye’nin buralarda yürüteceği mücadele önem kazanıyor. C S TRATEJİ 21 kurallarını öğrenme ve uygulama yeteneği kazanmasıyla ilgili olabilir. Üyelikle ilgili çalışmalar ve müzakere sureci Türk devlet yapısının hantal ve işlevsellikten yoksun yapısı için zorlayıcı bir etki yaratıyor. Bu etkiyi doğal olarak diş politikada görmek mümkün. Örneğin geçmiş yıllarda Kıbrıs sorunun çözümü konusunda ortaya atılan 10.000 sayfalık Annan Planı’nın en azından tercümesinin dahi Türk dışişlerini nasıl zorladığını hatırlamak yeterli olacaktır. Metnin Türkçe’ye çevrilmesi için neredeyse tüm dışişleri kadrosu seferber edilmiş, herkese plandan bir kaç sayfa düşmüştü. Rehn ve Babacan... Son katılımların yaratacağı işsizlik sorununu çözemeyen AB için Türkiye’nin üyeliği, ‘kaos’ ile eşdeğer… Türkiye’nin, yorgun ve sorunlarını çözemeyen bir AB’ye üye olmasının zorluğu her geçen gün biraz daha netleşiyor. PAZARLIK ŞANSI Batı’da Türkiye ile ilgili görüş sahibi olanlar SORUNUN ADI TÜRKİYE Türkiye’nin AB yolunda yeterli samimiyeti göstermediğini, örneğin Kopenhag siyasi kriterlerinin hayata geçirilmesi konusunda isteksiz olduğunu belirtiyor. Bu anlamda kimi ilgililer tarafından AKP Hükümeti de görünürdeki çabalarına rağmen sahip olduğu mentalite açısından şüpheyle karşılanıyor. İslami düşünceye sahip bir iktidarın AB kurucu ilkeleriyle ne kadar bağdaştığı sorusu AB başkentlerinde konuyla ilgili her Türk’ün sıklıkla karşılaştığı bir soru. İletişimin hızla geliştiği bir çağda her bir sözün anında kamuoyuna yansıdığı düşünülürse değerlendirmelerin de o denli hızlı ve kesinlikle yapılmaya çalışıldığı görülecektir. Öte yandan Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası coğrafyanın kendine ait koşullarının doğurduğu sonuçlar batılı gözlemcilerin dikkatle izlediği bir konu. Ancak, Batılılar tarafından sıklıkla ortaya konulan bir durum var. Üyesi olunmak istenen bir kulübe kendi koşullarını dayatmanın mümkün olmaması ve oluşturulmuş kurallar bütününe sadık kalınması ortak bir görüş olarak dile getiriliyor. Bu anlamda Türkiye’nin kendi koşullarını müzakerelerde ileri sürme şansı da kendiliğinde ortadan kalkıyor. AVANTAJDEZAVANTAJ DENGESİ Bir tek AB’nin olmayışı Türkiye için avantajları ve dezavantajları bünyesinde barındırıyor. Bu durum avantajlı çünkü Türkiye’ye yönelik ortak politika izleme yeteneği konusunda AB başkentlerindeki farklı görüşler var. AB tarihindeki gelişmeler ile Türkiye’ye yönelik politikaların kesişme noktalarında başkentler arasında gruplaşmalar mevcut. Helsinki’den Lizbon’a, Varşova’dan Londra’ya uzanan eksenler silsilesinde her bir ülkenin özel şartlarına uygun koordineli bir dış politika yürütülmesinin zorluğu ortada. AB içindeki farklılıkların iyi değerlendirilmesi durumunda Türkiye’nin etkili bir müzakere süreci yürütebilmesi imkan dahilinde. Ancak öte yandan, bölünmüşlük içindeki bu avantaj, Türkiye’nin kendi diş politika kaynaklarını akılcı bir şekilde kullanamaması durumunda hızla ve dramatik bir şekilde dezavantaja dönüşecektir. Çünkü farklı ülkelerin başkentlerinde yürütülecek uzun ve sabırlı bir diplomatik müzakere surecine Türkiye’nin ne kadar hazırlıklı olduğu ve bu konuda göstereceği irade soru işaretleriyle doludur. Konu Türkiye gibi yakın geçmişinde istikrarlı dış politika izleme konusunda ciddi şüpheleri bünyesinde barındıran bir ülke olunca başarı konusunda endişeler de artıyor. ÜYELİĞİN CAZİBESİ Bu durumda Türkiye ile ilgili değişik bir görüş de ileri sürülüyor. Bu kendi içindeki sorunları nasıl halledeceği konusunda ortak bir politika belirleyemeyen AB’ye üyeliğin Türkiye açısından cazibesini kaybettiği görüşü. Ankara’dan bakıldığında AB’nin bir cazibe merkezi olduğu ortada. Ancak Avrupa’da işler göründüğü gibi değil. Batılı gözlemciler AB’nin ekonomik ve sosyal açıdan dinamizmini kaybetmiş olduğu konusunda neredeyse hemfikir. Son genişleme hamlesiyle kendilerinin ihmal edildiğini düşünen eski üye ülke halkları yerel hükümetleri üzerindeki baskılarını artırıyorlar. AB’nin varlık nedeni kurucu ülkelerde dahi ciddi bir tartışma konusu. Bu şartlardaki bir birliğe üyeliğin Türkiye’ye ne kazandıracağı ise kuşkulu. AB müzakereleri konusunda Türkiye’nin belki de en büyük kazancı Bati ile ilişkilerinde oyunun Avrupa cephesinden ilgililerle konusunca Türkiye konusunda ortaya net bir görüş çıkıyor. Görünen zaman içinde Türkiye’nin, yorgun ve kendi sorunlarını çözmekten aciz bir AB’ye üye olmasının imkansızlığı. AB açısından bundan böyle en küçük ülkenin dahi üyeliğinin ciddi sorunlar doğuracağı ortada. Kaldı ki, Türkiye gibi bir ülkenin "AB’nin Gordion Düğümü"ne fazladan bir düğüm atması kaçınılmaz. Çözümsüzlük yumağına katkı yapacak bir Türkiye ise AB üyesi ülkelerin siyasi liderlerinin korkulu rüyası. Bugünün koşullarında en ılımlı siyasi lider dahi Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye olumlu katkı yapacağı yönündeki görüşü kamuoyu önünde kullanamaz. AB açısından nerden bakılırsa bakılsın Türkiye, mevcut sorunlara çözüm getiren değil sorunsuzluğu ve kaosu artıran bir unsur olarak değerlendiriliyor. Bu anlamda Türkiye’nin temel argümanlarından olan Doğu ile Batı arasındaki tarihsel köprü olma yönündeki tez ise çok anlam kazanmıyor. Çünkü bugün AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin köprü olma görevi gördüğünü iddia ettiği coğrafya ile ilişkileri Türkiye’den daha yoğun ve iyi bir düzeyde. AB tarafından bakınca Türkiye’nin olası bir üyeliği halinde AB’nin bu coğrafya ile de sorun yaşamaya başlaması muhtemel olacaktır. Buradaki temel argüman Türkiye’nin kendi coğrafyası ile ilgili sorunlara çözüm bulma yeteneği ve kapasitesi ile ilgilidir. Türkiye, AB müzakereleri konusunda kendisine haksızlık yapıldığı, AB’nin kendisine cifte standart uyguladığı yönünde hakli bir endişe taşıyor olabilir. Ancak uluslararası arenada bu endişelerin geçerliği yoktur. Türkiye’nin devlet olarak bu endişelerden doğan saiklerle hareket etmesi mümkün değildir. Esas nokta, Türkiye’nin çıkarlarını koruyabilecek istikrarlı ve dirayetli bir tavır ve bu tavra uygun politika yeteneğidir. Bir değerlendirme olarak AB surecinde her iki taraf da müzakerelere başlanması ile önemli bir psikolojik eşiği geçmiştir. Bu anlamda Türkiye açısından köprü başı atılmıştır ve esasen bu köprü başının korunması önemlidir. AB açısından ise Türkiye’ye kapının dışında kalmaması için bir fırsat tanınmıştır. Üyeliği isteyen Türkiye’dir ve müzakere oyununda eli daha güçlü olan taraf AB’dir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle