23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 MAYIS 2009 CUMARTESİ 7 ‘Babıali’ halkla buluşuyor 1 Haziran’da Sultanahmet Meydanı’nda şenlik var. Hemen tüm medya kuruluşları açılacak standlarda okurla yüz yüze gelecek. Sorunlar tartışılacak, paneller, konferanslar ve söyleşiler yapılacak. Adı şenlik ama Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç‘in dediği gibi, “Şenlik ama oraya eğlenmeye gitmiyoruz.” Babıali ruhunu orada yaşamış bir gazeteciden dinlemek lazım. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Orhan Erinç için Babıali eskilerde kalmış nostaljik bir özlemden çok fazlası. Oradaki biraradalığın kaybını DENİZ medyanın kaybı olarak Çünkü özeleştiri ÜLKÜTEKİN görüyor. kaybı ve rekabet yoksunluğunun belki de kendisini en çok eleştiren meslek grubu olan gazeteciliği geriye götürdüğünü düşünüyor. Tüm bu konuşmalarının sebebi ise 1 Haziran’da Sultanahmet Meydanı’nda başlayacak Babıali Orhan Şenlikleri. Erinç Organizasyonun en belirgin amacı medya kuruluşlarının yeniden halkla buluşması. Şimdi bir düşünün. Gazeteci evinden çıkıyor, gazetenin servisine ya da kendi aracına atlıyor ve İkitelli’deki plazalardan birine gidiyor. Erinç’e göre bu “medyanın halktan kopuşunun” başlangıcı; ve soruyor “İşine halkla bir arada gitmeyen, insanların yaşadığı sıkıntılara bire bir şahit olamayan, sadece özel haberler için kente uğrayan gazeteci gerçek sorunlara nasıl değinecek?” Cevabı da kendisi veriyor; “işte o zaman somut değil de soyut veriler üzerinden haber yapılmaya başlanıyor.” Bu yıl ikincisi düzenlenecek ve önümüzdeki yıllarda geleneksel olması hedeflenen Babıali Şenlikleri, basındaki sorunları tartışmak için bir platform olabilir mi? Bu sorunun yanıtını vermek oldukça zor. Çünkü yılda birkaç gün okuyucularla buluşmak Erinç’in anlattığı yılları geri getirmez. Ancak Erinç, “Şenlik dediysek oraya eğlenmeye gitmiyoruz” diyor. Eski Babıali’den sırf gazetelerin toplandığı yer olarak söz etmek çok da doğru değil. Orhan Erinç, 60’lı yılları hatırlatıyor. Ülke çapında yayın yapan dokuz gazete ve yayın evlerinin varlığıyla Babıali’yi Türkiye’nin “kültür ve fikir kaynağı” olarak gösteriyor. Oradaki yok oluş, daha doğrusu gazetelerin kent dışına taşınması da basındaki tekelleşmeyle paralel giden bir tarih. Yeni öneriler bekliyoruz Basında geçmiş ve gelecek 90’ların başında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde Genel Sekreterlik yapan Orhan Erinç, uzun süre karşı çıkmış gazetelerin Cağaloğlu’ndan taşınmasına. Ancak hikâyeyi çoğunuz biliyorsunuzdur. Ansiklopedi çılgınlığıyla birlikte bir milyona dayanan tirajlar, yüksek baskı sayılarını karşılamak için geliştirilen matbaa makineleri, promosyon devrinin bitişiyle 300 bin civarına düşen tiraj rakamları, boşta kalan matbaaları işletmek için kurulan yan gazeteler ve artan haber ihtiyacını karşılamak için kurulan haber havuzları. Günümüzde yazılı basının geldiği noktanın kısa özeti bu işte. Bugünü ve geleceği değerlendirirken Orhan Erinç, olabildiğince objektif: “Bazı arkadaşlarımız İkitelli’ye ‘Babıtelli’ dediler. Biz o zaman en azından ‘gazetelerin yazı işleri Cağaloğlu’nda kalsın’ diye ısrar etmiştik. Ancak o da gerçekleşmedi. Bir gazetecide Celal bulunan en Toprak önemli özellik kıskançlıktır. Haber atlatmayı kabul ediyorsanız, atlatılmayı da kabul etmeniz gerekir. Biz Cağaloğlu’na giderken otobüste ya da vapurda her bir araya gelirdik, karşılıklı birbirimizi değerlendirme olanağı bulurduk. Şimdiki durum belki üretim tasarrufu açısından iyi ama gazeteci emeği ve halkın ihtiyaçlarının dillendirilmesi açısından savunulacak bir tarafı yok. Aynı havuzdan beslenen gazetelerin de birbirinin kopyası olması kaçınılmaz son. Üstelik o zaman bir haberi yapan kişinin emeğini birkaç kişi kullanmış oluyor. Oysa bu durum kanunda ‘ek iş’ kapsamına girer.” Orhan Erinç’in anlattıkları üzerinde durulması gereken konular. TGC’nin şimdiki Genel Sekreteri Celal Toprak da şenliğin eskileri yadetme dışında o günlerde edinilen doğruları günümüze uyarlamak gibi bir misyonu da olduğunu söylüyor. Katılım ise beklediklerinden çok daha fazla olmuş. Bir hafta boyunca kurulacak standlarda okuyucularla buluşmak, raydo programcılarının yapacağı söyleşiler ve Karikatürcüler Derneği’nin ön ayak olduğu paneller, yapılacak etkinlikler arasında. Toprak, şenliğin önümüzdeki yıl da yapılması halinde artık kurumsal hale geleceğini düşünüyor. Ancak konferanslar hakkında ilginç bir soru da akla gelmiyor değil. Acaba yazılı ve görsel tüm medya kuruluşlarına açık olan bir organizasyonda yapılacak konferanslar, tekelleşme ve oto sansür gibi konularda yeterince sorgulayıcı olacak mı? Celal Toprak öyle olacağından fazlasıyla emin; “mesleğin dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili sorgulayıcı etkinlikler öne çıkacak. Konferansların mesleğin önünü açmasını, gazetecilere yeni açılımlar getirmesini umut ediyoruz. Hâlâ yeni öneriler bekliyoruz. Zaten bu yıl neredeyse bütün medya kurumları şenliğe katılacak. Artık iş bizden çıktı, bütün medyanın sahiplendiği bir organizasyona dönüştü” diyor. Fotoğraf: UĞUR DEMİR ‘Gazetecilik refleksi tüm dünyada zayıflıyor’ verirdiniz? Sedef Kabaş’ı televizyonlardan tanıyoruz... Bugüne Televizyon röportajlarımı çok hazırlık yaparak yaptım. kadar pek çok söyleşi/röportaj programına imza atan Kabaş Zira konuğunuzla karşı karşıya geldiğinizde onunla ilgili halen TRT2’de Medya her şeyi biliyor olmanız lazım, orada sorarak birşey Medya adlı programı DENİZ öğrenme, yanlışınızı düzeltme, anlamadığınız bir şeyi hazırlayıp sunuyor. Ancak tekrar sorma şansınız yok, hele ki canlı yayında. Yazılı YAVAŞOĞULLARI onunla bu söyleşimiz; basında büyük bir hazırlığa gerek olmayabilir. Örneğin siz programı değil, Doğan bana yanlış bir şey sorarasınız, ama yazıya geçirirken Kitap’tan çıkan “Soru düzeltirsiniz. Televizyonda, karşınızdaki kişinin Sorma Sanatı: Dünyada ve Türkiye’de röportaj psikolojisini ve kendi psikolojinizi yönetebilmek de çok Geleneği” adlı kitabı üzerine. Kitap, söyleşi ve röportajın önemli. Dolayısıyla televizyon gazeteciliği, başarı oranının farklarını, etkili bir söyleşi yapmanın aşamaları konusunda daha düşük olduğu bir alan... bilgileri ve Türk basınından söyleşi/röportaj yapanların konuya dair görüşlerini içeriyor. Kitapta Kabaş’ın görüş aldığı kişiler arasında, Leyla Umar, Nilgün Cerrahoğlu, Bugüne kadar pek çok Bu kitaptan sonra, söyleşilere bakış Halit Kıvanç, Kürşat Başar, Emin söyleşi/röportaj açınız değişti mi? Bir söyleşi okurken Çölaşan, Ayşe Arman, Mehmet programına imza atan eskisi kadar keyif alıyor musunuz? Barlas, Zeynep Oral, Yalçın Pekşen Sedef Kabaş “Soru Sorma Gürel Aykal’la yaptığım bir söyleşide ve daha pek çok önemli isim yer Sanatı: Dünyada ve “siz nasıl müzik dinleyebiliyorsunuz?” alıyor... Kabaş’la söyleşi yapmaya Türkiye’de röportaj diye sormuştum, çünkü orkestra gittiğimde çok tedirgindim, adeta sınava şeflerinin en büyük özelliklerinden biri Geleneği” adlı bir de kitap giriyor hissine kapıldım. Sonuçta, de en ince tınıları bile duyuyor olmaları, çıkardı. Kitap etkili soru karşımda “Soru sorma sanatı” başlıklı o da “çok zor” demişti. Bu mesleki bir kitabın yazarı duruyordu ve ben de ona sormanın nimetlerinden “algıda seçicilik”. Ama bu keyif almamı soru sormaya gitmiştim! Bu hissiyatımı faydalanmak isteyenlere ona açıklamadan; “biliyor musun, bir kaynak niteliğinde, Türk önlemiyor. Özellikle zeka ürünü sorularla bezenmiş söyleşilerde normal bana soru sormaya çekiniyorlar!” basınından önemli bir izleyiciden çok daha fazla keyif dedi, demek ki yalnız değilmişim. Sebef isimlerin konuya dair alıyorum. Kabaş’la söyleştik... görüşlerini de içeriyor. Geçmişte, bir röportajınızda Leyla Tavşanoğlu, Nilgün Cerrahoğlu, Nuriye Akman, Neşe Düzel’in söyleşilerini sevdiğinizi söylemişsiniz, bu kanınız hâlâ Doktora teziniz de röportaj, söyleşi ve soru sorma geçerliyse onların söyleşilerinin hoşunuza giden yanları üzerine... Sorulara, soru sormaya ilginiz nereden neler? geliyor? Yaptığım iş o. Daha gerilere gidersek, okulda da soru Biz bu ülkede yaşayan gazetecileriz, Danimarka’da yaşasak soran bir öğrenciydim, hatta çok soru sorduğu için belki çok daha farklı konular üzerine gidebilirdik. Ancak çekinilen bir öğrenciydim. Türkiye’de yaşıyoruz, ciddi sorunları olan bir ülke burası, Soru sorma sanatını yazdıktan sonra, geriye dönüp buna rağmen ülke sorunlarını sıcak haber çerçevesinde baktığınızda yaptığınız söyleşileri eleştirdiğiniz oldu sınırlıyoruz. Sorunlarla ilgili sorumlu kişilere halk adına mu? sormamız gereken soruları sormuyoruz. Bunun birçok nedeni Soru Sorma Sanatı’nın kapsamı televizyon söyleşilerini var; gazetecilerin sorumluluk duygusu, gazete yönetiminin bu almıyor. Özellikle almıyor, çünkü eğer kendi yaptığım iş tip soruları riskli görmesi veya haber kaynaklarının bu tip üzerine yazsaydım subjektif olurdu. soruları sorabilecek gazetecilerin önüne çıkmaması. Kitapta gazetecilere sorduğunuz sorulardan biri de Dolayısıyla kim daha fazla cesaret gösterip yüzleşmemiz “gazete ile televizyon söyleşisi arasında farkı nasıl gereken soruları gündeme getiriyorsa, o kişilerin söyleşilerini yorumluyorsunuz?”du. Bu sorunun yanıtını siz nasıl okumaktan keyif alıyorum. Sormayan toplumlar gelişemiyor Birşey daha dikkatimi çekti, bu isimlerin hepsi kadın, bu bir tesadüf mü? Evet, bu ilginç. Günümüzde söyleşi yapan kadın sayısı erkeklerden daha fazla. Belki söyleşi sürecini bir sohbet havasına çevirme yetenekleri daha yüksek olabilir. Ancak cinsiyetçi bir yaklaşımla “kadınlar daha başarılı” demek doğru olmaz. Kitabınızda, Türkiye’deki gazeteciliğin, sorunların çözümüne yönelik konulardan ziyade gündem yaratacak konuları ele aldığını yazmışsınız. Sizce bahsi geçen nitelikte bir gazetecilik yapılması için nelerin değişmesi gerekiyor? Bu dünya için de bir sorun. Gazetecilik refleksi zayıflıyor. Artık gazeteleri gazeteciler değil, çok uluslu şirketler yönetiyor. Medya mecraalarının ticari bir mekanizma olarak kabul gördüğü ve bu anlamda kullanıldığı bir dönemdeyiz. Türkiye’ye de yansıyor bu durum. Televizyon, görsel kültür de toplumu çok etkiliyor. Okumak bireyi etken yapar, izleme sürecinde ise birey edilgendir; sadece kabul eder, çünkü herşey karşısındadır. Televizyonda sakinlik, derinlik yoktur. Herşey hızlı tüketilir. Bu kültür yazılı basına da yansıyor. Özel hayatını deşifre edenler, sansasyonel söylemler öne çıkıyor. Artık herşey az yazılı, bol görselli. İnsanların talep ettiği de bu. İzleyici medyaya, medya da izleyiciye göre yönleniyor. Bu bir paradoks değil mi? Çok seslilik anlamında bazı tohumlar atıldı. İnternet burada önemli bir unsur, ama orada da çok fazla yalan haber dönüyor. Hiçbir kontrol mekanizması yok. Bunun yanı sıra herkesin düşüncesini özgürce ifade edibildiği bir ortam. 21. yy’ın şekillenmesindeki en önemli unsurlardan biri de bu sanal ortam. Bilgi çok, ama sorun seçim yapmada. İnsanlarımız neyi tercih ediyor? İnternet Türkiye’de en çok kumar ve seks siteleri için kullanılıyor. Bunları sorguladığımızda ciddi bir paradoksun olduğunu görüyoruz, ki sorgulamalıyız. Sormayan toplumlar gelişmiyor. Riskli sorular Demode eğitim anlayışı Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz, yeni nesille iletişim halindesiniz, onları nasıl buluyorsunuz? İhtilal görmemiş nesil çok farklı. Emek sarf etmeden, zaman kaybetmeden hedeflerine ulaşma gayretlerindeler ve bu çabaları da beyhude. Bunlar çok ciddi hayal kırıklıkları yaratacak ve yaratıyor da. Tüm suç gençlerde değil. Eğitim sistemini de sorgulamak gerekiyor, demode bir öğretim anlayışı söz konusu. Oysa ki öğrenciye merak duygusu aşılanmalı, ancak böyle olduğunda o bilgiyi içselleştirebilir. Soru soran bir öğrenciydim C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle