17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayrılmak... SİYAHKALEM Şebnem Sönmez Gereklidir! İnsana nereye ait olduğunu hilafsız gösterir. Ayrılmak, bir bütüne niyetlenip gerçekleştirmişlerin bütünlenmeden terki demektir. Terk, bütünü parçalara böler. Parçalar, zamanın katkılarıyla içerdikleri anlamları artırdıkça bağlar kuvvetlenir; parçaların kendi asıl anlamları değişmeye başlar, gelişmeye yönelir, anlamlar yüklenildikleri yerden öteye geçer, taşınmaz olur belki de. Aslında hep aynı yerdeyiz. Nereden başladıysak hep oradayız, yüklü ya da hafif. Ait olduğumuz yer tektir. İnsan yalnız kendisine aittir. İnançları, arzuları, fikirleri, özledikleri kendisidir; sahip oldukları değil. Sahip olunanlar dışarıdan gelirler, edinilirler ve kolayca kaybedilebilinir hatta unutulabilinirler. Ait olmakla sahip olmak arasındaki fark aynı yerde ayrılır yine: İnsanın kendisinde! Kapsayan kapsanandan kudretlidir. İnsan yalnız kendine aitse kuvvetlidir, kapsadıklarıyla güzelleyebiliyorsa kendini ve ötesini. Değil ise bu böyle, yani güzelleyemiyorsak hayatı hükmümüzü kaybetmişizdir kendimize. İçerdiklerimizin aşkınlığı ile dengemizi yitiriveririz eğer şanslıysak. Talihsizlikle yoksa basiretsizlikle mi demeli?yokoluvermemiz bile mümkündür son nefesimizi tüketmeye daha çok varken. Ait olmak gereklidir! Terkedebilmek için. İnsanın vazgeçebilme gücünü sınar. Nelere, nasıl ait olduğumuzun hiçbir önemi yok ki! Öfkemize ait olmamız sevme gücümüze ait olmaktan daha kolay görünür ama hangisinin bizi içine alması gerektiğine karar getirmekle sahibi olduklarımızdan ayrılabiliriz huzur içinde. Sahip olunanlar dışarıdan gelirler, asla içeriye eremezler. Onlar sayılabilir olanlardır, gözle görülebilen, tutulabilen, duyu organlarımızın tanımlayabileceği kadar somut ve ömürlü. Aidiyetimizin unsurları ise zor tanımlanırlar. Daha çok hissedilir ve yaşanır onlar. Sevebilme yeteneği gibi, arzu duymak gibi, inanmak gibi, adalet duygusunun hukuka dönüştürülmemiş ham hali gibi. Her biri ve daha eklenebilecek birçok değer insanın kendinde bulduğu güzelim dünyasının açıklanamaz algılananları değil mi? İçimize ve dışımıza baktığımızda anlayabileceğimiz kadar kolay, kabulleneceğimiz kadar zor olan da zaten ne’yi seçeceğimizdir. Vazgeçebilmek gereklidir. Kararın karar mı, zarar mı olduğunun yangılı da olabilen algısını gitmeye doğru bir yeteneğe dönüştürebilir. Seçtikçe vazgeçeriz, vazgeçtikçe de seçeriz. Yaşamlarına kapsadıklarıyla yol veren insanların sahip oldukları hiçbir şey sayılamaz. Onlar bir şeylerden mutlaka ayrılmışlardır. Bir yerlerden, bazı fikirlerden, birilerinden, kendilerinden, egemen olduklarından. Daha önce tamamlandıklarını düşündüklerinden. Zamanın eklentilerini özümsemiştir onlar ve tüm itici güçlerini doyurarak inançlarının yönündeki rüzgâra sırtlarını verip yürümektedirler aralıksız. Neden? Neden habire çalışır dururlar onlar? Nedir asıl amaçları ve neden aslolana kenetlendikleri hal içinde önlerindeki her çöpü de temizlemeye didinirler kendilerini daha fazla yorma ve oraya biraz daha sonra ulaşma pahasına? Kapsayanların gücü olmalı sebep. Ait olduklarının bilinciyle yaşayan insan mutlu insandır. İnançlarımız bizleri kapsar ve edimlerimizi de onlar belirler. Ve hiç kimse eğer bir yere ya da bir şeye ait değilse hiçbir gidiş terk ediş sayılamaz. Sahibi olduğumuz değerleri, bizlere katkıları tamamlandığında terk etme kuvvetini bulmak zorundayız ki yeni değerlerlerin tanışıklığıyla olgunlaşabilelim; ait olduklarımızın mecburi istikametinde tazelenelim. Can Yücel diyor ki “Bağlanmayacaksın” şiirinde; Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın (…) İlle de bir şeyleri sahipleneceksen Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Düşlerimiz oralarda dolaşır ve bizden ayrılanlar düşlerimizin gezindiği yerlerden geçerler. Dünyayı gerçek anlamda terk edenler eğer erişmişlerse düşlerine, ait oldukları yerden yükselirken çatıların gökyüzüyle birleştiği yerlere geldiklerinde sanırım hafifleyecektir tüm yükleri ve biraz durup seyredeceklerdir vazgeçtiklerini… Yaşamını incecik nakışlamış, bambaşka yaşamlar inşa etmeye gönüllenmiş, adımlarını temiz tutmuşların yüzü suyu hürmetine soluk aldığımız dünya parçasında, bu dünyanın bize değil bizim ona ait olduğumuzu bir an önce anlasak!.. O zaman rahat bir nefes alacağız hep birlikte. Güle güle Türkan Saylan! Aramızdan ayrıldınız. Sahip olduklarınızı terk ettiniz. Ait olduklarınıza aitsiniz. Yaşamımızı çağdaşlaştırmaktan, eğitimimize gönüllü olmaktan vazgeçtiniz. Biz henüz çatılarla gökyüzü arasına erişemediğimizden yola devam ediyoruz ama gözümüz oralarda merak etmeyin. 2 30 MAYIS 2009 CUMARTESİ Merhaba Genç kız ayrı bir evde kalan arkadaşına ‘gel birlikte aynı evde oturalım’ diyor. Film, ‘komün yaşama teşvik’ten sansür kuruluna takılıyor. Ajda Pekkan ile Ayhan Işık, muhtemelen bir aşk filminin romantik sahnesinde Boğaz’dalar... Hiç olur mu öyle bir şey, ‘Boğazın stratejik noktaları düşmana gösteriliyor’. Çok değil 30–40 yıl öncesinden söz ediyoruz. Sansür kurulu, hemen her filme böyle yaklaşıyor. Düşünün nereden nereye gelmişiz. Filmlerde; öpüşmeyen, sevişmeyen, çalışmayan, süslenip püslenip evinde erkeğini bekleyen kadınların “iyi”, hayata karışan kadınların ise “kötü” gösterildiği yıllar. Deniz Türkali ve Burçak Evren anlatıyor o dönemleri. Atıf Yılmaz’ı anma etkinlikleri için Mersin’deyiz. Evet, zaman değişti ama kimi bakış açıları hala değişmedi. Ne yazık ki; kadınlar hala tabuları zorlamak zorunda... Hem de kimi zaman en yakınındakilere karşı. Burçak Evren, dönemin sinemasının melek ve şeytan kadınlarını anlatırken, Türkan Şoray’ın ilk kez “Mine” filminde Cihan Ünal ile yatağa girdiğini söylüyor ve ekliyor, “Yatağa girdiği adamla evlenip olayı meşrulaştırdı“. Deniz Türkali’nin ‘haksızlık’ çıkışı üzerine sonunda ‘latife’ yaptığını söylemek zorunda kalıyor Burçak Evren. Bir başka bakış açısı, bugünden... Bir erkek dinleyici soruyor Türkali’ye: “İki önemli soyadını birden taşıyorsunuz. Ne kattı size bu soyadları?” Atıf Yılmaz’ın soyadının Batıbeki olduğunu anımsatıyor Türkali ve kendisinden beklenen yanıtı veriyor: “Ben, onlara çok şey öğrettim, onlardan da çok şey öğrendim. Kimse kimsenin altında ezilmedi.” Hani o sinemadaki iyi kadın kötü kadın ayrımına da farklı bir bakış açısı getiriyor Deniz Türkali. Süslenip, püslenip evde oturup erkeği bekleyen güya melek kadının son derece sıkıcı bir hayat yaşadığından dem vuruyor. Birlikte olacağı adamı seçtiği, çalışıp, gezdiği için kötü olarak gösterilmeye çalışan kadının ise aslında son derece hayatın içinde yer alan gerçek kadını anlattığını söylüyor. Türkali böyle dese de gerek sinemada çokça da dizilerde hala ‘iyi kadın’ karakterinin kişiliksiz, silik, masumluk maskesi altında hayatın dışında gösterildiğinin bilmem farkında mısınız? Ah bu Ergenekon! Mersin’de de karşımıza çıkıyor. Paneli dinleyen biri soruyor; “Atıf Yılmaz yaşasaydı Ergenekon’dan içeriye girer miydi?” Deniz Türkali, “girmezdi” diyor ya, ancak asıl mesele ondan ziyade, herkesin kafasında bir Ergenekon sorusunun yatmasında değil mi? İyi hafta sonları... Sergi açılışına çok sayıda sanatsever katıldı... Galeri Nev’in 25 Yıllık Öyküsü Türkiye’de kapsamlı bir galericilik tarihi henüz yazılmadı. Aslında galeriler sanat tarihimizin en ilginç, en araştırılmaya değer konularından birini ESRA oluşturuyor. Galerilerin çıkışı, özellikle ALİÇAVUŞOĞLU ortaya kültürel alandaki esraali?yahoo.com gelişmelere ister destek, ister tekel olarak diyelimyön veren “devletin” sanattan elini 1950’lerden sonra çekmesiyle hemen hemen aynı döneme rastlıyor. İşin ilginç tarafı, günümüzde alternatif sergileme alanları olarak tanımladığımız kitapçılar, halkevleri, lokantalar ya da Müstakiller’in yaptığı gibi bazen bir bar, bazen ise eski bir tiyatro o yılların yegane sergileme alanları, “galerileri” olarak karşımıza çıkıyor. Serginin sadece “sergileme” olduğu bu dönemi bir tarafa koyarsak profesyonel anlamda galericiliğin ilk izlerini 1945 yılından itibaren seramik sanatçısı İsmail Hakkı Oygar’ın atölyesini bir galeriye çevirmesiyle görüyoruz. Tahmin edileceği üzere burası alışık olduğumuz ya da olması gereken bir galeriden çok, sanatçıların yapıtlarını sergilediği ama en önemlisi sanat ortamının sosyalleştiği bir mekandan öteye gidemiyor. 195055 yılları arasında galericilik tarihinin en önemli Osman Kerkütlü isimlerinden biri olan Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi açılıyor. Burası elbette Oygar’ın galerisinden daha çok galeriye benziyor, dönemin ve tarihimizin pek çok önemli sanatçısı yapıtlarını sergiliyor, ayrıca sanat ortamının buluşma mekanı olarak Oygar’ın geleneğini de devam ettiriyor. Artun ve Haldun Dostoğlu tarafından 1984’te önce Ankara’da kurulan, 1988’de ise İstanbul’da açılan Galeri Nev’in sanat piyasasının yapı taşı olan galerilerin salt ticari kaygılarla yürütülen işleyiş mantığından öte bir anlayışı var. Yukarıda da değindiğimiz gibi tıpkı açılan ilk galerilerde görülen hem sanatın izlendiği, hem tartışıldığı, hem de kuramsal çalışmalara olanak veren bir örneği temsil ediyor. Geçen 25 yılda 300’ü aşkın sergi düzenleyen Galeri Nev’in çağdaş sanatlar müzesi olmayan bir ortamda açıldığı ve bu süre içinde yayımladığı 200’den fazla kitap ve katalog dikkate alınırsa sanat ortamındaki farklı duruşu daha kolay algılanabilir sanırız. Açıldığı yıllarda sanat ortamının durumunu, işin teorik kısmındaki eksiklikleri görerek yola çıkan Galeri Nev’i bu çerçevede sadece ticari bir galeri olarak görmek yanlış olsa gerek. Picasso, Pierre Bonnard, Roman Cieslewicz, Antonio Sauro gibi 20.yüzyılın önemli sanatçılarının özgün baskılarını sergileyen, kuruluşunda etkin olduğu Sanart ile 1992’de ünlü Cobra grubunun sergisini gerçekleştiren Galeri Nev, sanatın tarihsel yönüne de ağırlık veren bir yaklaşımla karşımıza çıkıyor. Örneğin, galerinin 20. yılında bastıkları “Resme Bakan Yazılar” ile farklı yazarların sergi eleştirileri yayımlanmış; 2000 yılı dolayısıyla ise “19502000 Türkiye’de Çağdaş Sanat MüzeKitap” ile Malraux’nun Hayali Müzesi’nden yola çıkıp röprodüksiyonları derleyerek bir modernizm okuması gerçekleştirmeyi amaçlamışlardı. 25. yıla kutlama İlk sergisini 1 Mayıs 1984’te Abidin Dino ile açan galeri bu süre içinde Mübin Orhon, Erol Akyavaş, Selim Turan, Canan Tolon, İlhan Koman, İnci Eviner, Murat Morova, Hale Tenger gibi Türkiye’deki modern ve çağdaş sanatın önemli temsilcilerinin yapıtlarını sergiledi. Galeri, 25. yılını ise farklı bir biçimde kutluyor. “Nev Nesil Kayıp Gerçekliğin İzinde” başlıklı 25. yıl sergisi, çoğu Galeri Nev’in kurulduğu yıllarda doğan genç kuşağın yapıtlarını içeriyor. Sergide Murat Akagündüz, Ercan Akın, Lale Delibaş, Volkan Diyaroglu, Şebnem Dönmez, Mustafa Duymaz, Karolin Fişekçi, Hayal İncedoğan, Semra Karahan, Mustafa Karasu, Osman Kerkütlü, Birtan Oran, Ferhat Özgür, Burcu Perçin, Barış Sarıbaş, Mehmet Ali Uysal’ın eserleri yer alıyor. Sanat tarihimizin önemli temsilcilerini sergilerken, günümüz sanatının yeni isimlerini de destekleyen Galeri Nev’in 25 yıllık tarihi ülkemizdeki kültürel ortama dair çok önemli ipuçları sunuyor. Galeri Nev’in tarihçesini, sanatçılarını, sergilerini, yayınlarını ve Ali Artun’un editörlüğünü yaptığı İletişim Yayınları tarafından basılan SanatHayat dizisini www.galerinev.com’dan izleyebilirsiniz. Nevnesil 25. Yıldönümü Sergisi Kayıp Gerçekliğin İzinde, Ankara’da 30 Haziran’a kadar pazar günleri hariç 10.0019.00 arası izlenebilir. Gezegen Sokak No. 5, Gaziosmanpaşa 06700, Ankara Tel: 0312 437 93 90 Kırılgan ve kaygan ortam Maya Sanat Galerisi’ni İstanbul’da Galeri 1, Melda Kaptana Sanat Galerisi, Küçük Galeri; Ankara’da ise Milar Sanat Galerisi ve Doğuş Galerisi izliyor. Bu saydıklarımız içinde Melda Kaptana Sanat Galerisi’nin önemli bir özelliği var; yakın döneme dek “Nişantaşı Galerileri” fenomenini yaratan da bu galeri. 1970’lerin başından itibaren bu bölgede açılan galerilere de önderlik ediyor. 1970’lerin iki önemli galerisi ise Galeri Baraz ve ilk kez bir galeri mekanı olarak tasarlanan Maçka Sanat Galerisi... Sanat piyasasının oluşmasında belki de ilk kıvılcımı yakan bu iki galerinin farklı hedeflerle ilerlediklerini ayrıca vurgulamak gerek... 1980’lere gelindiğinde her alanda olduğu gibi sanatta da büyük bir değişimin, algılama farklılıklarının baş gösterdiğine tanıklık ediyoruz. Galericilik ise tartışılır pek çok yanıyla, oluşan ya da daha doğrusu oluşturulan piyasasıyla büyümeye devam ediyor. Bu denli uzun bir girişe aracılık eden, 1980’lerin kırılgan, kaygan ortamında açılan ve süreklilik içinde, hedef sapması yaşamadan günümüze kadar gelen Galeri Nev’in 25. yılı... Galeri Nev’in kurulduğu yıllar ne denli tartışılır olursa olsun, galericilik tarihinin önemli modellerinden birini oluşturuyor bu galeri. Ali hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Eylem Çevik Tuna Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle