17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İnsanlarda hakkaniyet sınırları CEM SUNGUR On binin üzerinde katılımcının böbrek hastalıkları, hipertansiyon ve böbrek nakli ile ilgili konuları tartışacağı bir kongrenin açılış konuşmasını bir ekonomist gerçekleştirdi. Beklentiler konuşmacının sağlık hizmetleri ile ilgili maliyetlerin azaltılması gerektiğini, geleceğin sağlık sisteminin sadece piyasa ekonomisi koşullarına göre şekillenmesini yürekten desteklediğini anlatacağı yönündeydi. Son yıllarda sayısız ekonomik etkenin şekillendirdiği bir hizmet sektörünün çalışanlarına dönüşen doktorlar da konuşmayı merakla bekliyordu. Ancak konuşmanın başlığı, izleyicileri sürprizlerin beklediğini düşündürüyordu. “İnsanlarda Hakkaniyet (ve Sınırları)” adlı konuşmayı Zürih Üniversitesi, Ekonomide Deneysel Araştırmalar Enstitüsü’nden genç bir profesör olan Ernst Fehr yaptı. Milano’da düzenlenen kongrenin açılış töreni için dev salonu dolduran binlerce doktor önce, aslında her gün karşılaştıkları önemli bir sorunun çok farklı bir bakış açısıyla ele alındığını fark ettiler. Sorun böbrek naklindeki arz ve talep dengesizliğiydi. Günümüzde böbrek hastaları için en yeterli tedavi böbrek nakli olmasına karşın, çok az hasta bu mutlu sona ulaşabiliyor. Organ bekleme listeleri uzamaya devam ederken, sağlık sisteminin denetlenmediği ülkelerde daha kolay gelişen bir organ pazarı oluştu. Sadece ekonomik açıdan dezavantajlı olan insanların edilgenlikleri değil, cinsiyet eşitsizlikleri, şiddetin yarattığı göçler gibi etkenler de etik ve yasal açıdan eleştirilen bu pazarı beslemeye devam ediyor. Eğitimini ekonomi alanında sürdürmüş ama piskolojiye de tutkun olan Profesör Fehr, ekonomik, psikolojik ve biyolojik disiplinlerin iç içe geçtiği araştırma yöntemlerinin sonuçlarını paylaşırken “karşılıklı hakkaniyet ilkesi” üzerinde durdu. Konuşmasının başında çok dramatik bir hasta öyküsü sundu. Bir böbreğini, böbrek hastası kızkardeşine bağışlayan ve 8 yıl sonra diğer böbreğinde kanser gelişmesi sonucunda böbrek nakli olmak için başvuran bir Alman’ın öyküsüydü. Daha önce bir böbrek bağışlamış olması ona hiçbir avantaj sağlamamış ve hayatını kaybetmişti. Bu tür örneklerin insanların böbrek bağışlaması açısından ne kadar olumsuz etki göstereceği açıktı. Profesör Fehr, birçok ekonomistin tersine insanların, ekonomik işbirliği konusunda sadece bencillik dürtüleri ile hareket ettiğine inanmayan bir akademisyen. Yaptığı deneyler, insanların özveriye ve paylaşıma dayanan işbirliklerini sürdürememelerinin temel nedeninin “bedavacılar” olduğunu kanıtlıyor. Bütün insan topluluklarında yüzde 3040 oranında bedavacı var. Bu grubun bencil davranışları, yüzde 60’lık çoğunluğun özverili davranışlarını çok kısa bir süre içinde yok ediyor ve bütün topluluk aynı olumsuz davranış şeklini benimsiyor. Bedavacıları açığa çıkaran ve olumsuz davranışlarını cezalandıran yöntemlerin uygulanması, grubun dengelerinin kurulmasına ve özveriye dayalı davranışların yeşermesine neden oluyor. Son araştırmaları ise beynimizin alın bölgesine yakın bir merkezin sorunlu olması halinde, bir eylemin hakkaniyetli olup olmadığını anlayamadığımızı ve bu nedenle doğru davranışı göstermediğimizi kanıtlıyor. Profesör Fehr’in önerdiği ve karşılıklı hakkaniyet ilkesine dayalı çözümlerin dünyada organ nakli için uzun bekleme sıraları oluşturan hastalar için bir çözüm olacağı düşüncesiyle açılış konuşması kendisine verilmişti. Öte yandan geliştirdiği kuram ve önerdiği çözümler, günlük yaşantımızın tümünü anlamlandıracak kadar ilginç ve gelecek için umut vericiydi. [email protected] figenatalay?yahoo.com 30 MAYIS 2009 CUMARTESİ 5 Her çocuk iyi bir başlangıcı hak eder Düşük gelirli ailelerin çocuklarına, okul öncesinde kaliteli eğitim verilmesi durumunda eğitimde fırsat eşitliği sağlanabilir. Ancak FİGEN ne yazık ki Türkiye’de ATALAY durum bunun tam tersi. Kaliteli okul öncesi eğitime yalnızca yüksek gelirli ailelerin çocukları ulaşabiliyor. Yoksul çocukların büyük çoğunluğu ise en kıymetli dönem olan 06 yaş arasını neredeyse “boş” geçiriyor. “Kariyerin Küçük Adımları” eğitim platformu, okul öncesi eğitimin önemini ve geleceğe katkılarını vurgulamak amacıyla 2005 yılında başlatılmıştı. Bu platformun dördüncüsü, geçen günlerde, Bahçeşehir Kolejleri, BJK Kolejleri ve Harvard Üniversitesi işbirliğinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlendi. Erken Çocukluk Eğitim Zirvesi’nde konuşan Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Genel Müdürü Remzi İnanlı’ya göre, erken çocukluk eğitim yaşı aslında 08 yaş aralığı. Bu nedenle de ilköğretim 1, 2 ve 3. sınıflar ile anaokulu birleştirilmeli. Çocuklara 4 yaştan itibaren okumayazma çalışmaları yaptırılmasını doğru bulmadığını söyleyen İnanlı, bu dönemde yabancı dil eğitimi verilmesinin de önemini vurgadı. Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları Başkanı Enver Yücel, Türkiye’nin kalkınması için öncelikle okul öncesi kaliteli eğitimin yaygınlaşması gerektiğine dikkat çekti ve önümüzdeki yıl “Dünya Erken Çocukluk Eğitimi Zirvesi”nin İstanbul’da yapılacağını duyurdu. uygulanması ve değerlendirilmesi hedefleniyor. Projenin odak noktası, çocuklarda dil ve okuryazarlık becerilerini geliştirirken aynı zamanda sağlık sorunlarıyla ilgilenmek, sosyal ve duygusal gelişimlerini artırmak ve ailelerin bu eğitime dahil olmasını sağlamak olarak belirlenmiş. Bu çerçevede 36 yaş çocuklarını eğiten anaokulu öğretmenlerine ve anaokulunda görev alan tüm personele eğitim ve sağlık konusunda becerilerini geliştirmek için eğitimler verilmesi planlanmış. Şili Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının da desteklediği bu proje, 2007 yılında Şili’de Penalolen Belediyesi’ne bağlı dört ayrı merkezde 26 sınıfta uygulanmaya başlanmış. 2008 yılında 6 okulda uygulanan ve 2011’e kadar da 60 anaokulunda uygulanması ve dünyada örnek bir model olması hedeflenen projenin başlamasıyla birlikte Harvard Üniversitesi’nden birçok akademisyen Şili’yi ziyaret etmiş. Eğitim ve sağlık birlikte... Zirvenin birinci oturumunda Prof. Dr. Hirokazu Yoshikawa, erken çocukluk eğitiminde kalite uygulamalarını Amerika, Meksika ve Şili’den örneklerle anlattı. Okul öncesi kaliteli eğitimin düşük gelirli ailelerin çocuklarına verilmesi durumunda eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanabileceğini vurgulayan Dr. Yoshikawa, erken çocukluk eğitiminin etkili olabilmesi için ailelerin de bu eğitime dahil olması, öğretmen eğitimlerinin yapılması, sağlık kuruluşları ile bağlantılı çalışılması, çocukların motor becerilerini, sanatsal aktiviteleri ve okuma yazma çalışmalarını yapabilecekleri zengin eğitim materyallerinin sağlanması gerektiğine dikkat çekti. Dr. Yoshikawa, UNICEF’in araştırmasına göre az gelişmiş ülkelerde okul öncesi eğitimin arttığının ancak kalitesinin yeterli olmadığının ortaya çıktığı, kalite yatırımı yapmadan hızlı bir şekilde büyümenin aynı etkiyi yaratmadığını belirtti. Erken çocukluk eğitiminde sağlık uygulamaları hakkında konuşan Harvard Tıp Fakültesi’nden Dr. Mary Catherine Arbour, eğitim ve sağlığın birlikte düşünülmesi gerektiğini, çocukların bilişsel gelişimi ile sağlıklarının birbiriyle bağlantılı olduğunu vurguladı. Barış’ın resmi Londra’da yaşayan, 6,5 yaşındaki Barış Keçeci, 23 Nisan Çocuk Eki’miz için bu güzel resmi yapmış, annesi de postayla gazetemize yollamış. Ancak postada gecikme olunca resim elimize yeni ulaştı. Barış’ın resmi o kadar güzel ki, önümüzdeki yılın Çocuk Eki için beklemeyelim, sayfamıza koyalım, herkes görsün istedik. Dil becerileri Toplantıda, Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden gelişim psikoloğu Prof. Dr. Hirokazu Yoshikawa ve Harvard Tıp Fakültesi’nden Dr. Mary Catherine Arbour, okul öncesi eğitim için geliştirdikleri “İyi bir başlangıç” adlı projeyi sundular. Şili’deki devlet anaokullarında uygulanan bu projeyle, düşük gelirli ailelerin çocuklarına başarılı bir okul öncesi eğitim programı geliştirilmesi, Sokak Kedilerinin başına iyi şeyler gelmiş DENİZ ÜLKÜTEKİN Küçük yaşta evden kaçmış, henüz 8 yaşındaymış sokaklarda yaşamaya başladığında, yirmili yaşlarına kadar üzerine yorgan yerine gazete örtmüş, evine değil de bir saçak altına ya da apartman boşluğuna sığınarak yaşamış. Sonra bir şekilde yeteneklerini geliştirip, kendine bir hayat kurmuş. Bununla da yetinmeyip geride kalanlar için birşeyler yapmaya çalışmış. Kolay görünmüyor değil mi? Ama hikaye gerçek, kahramanı da Gökhan Yurdunmalı. Sokak Kedisi isimli dergide çizerlik yapıyor. Sokaktan kurtuluşunu da biraz buna borçlu. Elbette saf yetenek değil, uzun süre çalıştığı medya sektöründe aldığı bağımsız eğitimler de kendisine yardımcı olmuş. Sadece çizerlik değil kendi geçtiği yoldan gidenleri durdurmak için de çabalıyor. Elbette bu iş zorla olmaz, çünkü sokakta yaşayan ve kalabalıkla çok da haşır neşir olmamış birini yeniden topluma kazandırmak hiç de kolay değil. Gökhan Yurdunmalı’nın kendi hikâyesi yaptığı genellemeden farklı. “Kültürlü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim” diyerek anlatmaya başlıyor. Ancak ailevi sıkıntılar pek kültür seviyesi dinlemiyor anlaşılan. Altı yaşında ağabeyiyle birlikte yurda verilmiş Yurdunmalı. Sonra babası tarafından Adana’ya götürülmüş. Ancak Adana’daki yaşamı alkolik babasının kendisine ve üvey annesine devamlı şiddet uygulaması yüzünden kısa sürmüş, annesine geri dönmek için yine ağabeyiyle birlikte İstanbul’a kaçmış. Tekrar evlenen anne de çocuklarını almaya pek gönüllü olmayınca, yeniden sokakta bulmuş kendisini. Sonrasında sokaktan kurtulup çizer olarak isimini de duyurmaya başlayınca ailesi yeniden temas kurmak için girişimlerde bulunmuş. Çünkü Yurdunmalı kendisine sorulduğunda geçmişini anlatmaktan hiç çekinmemiş ve bir anlamda aile kendisiyle iletişim kurmaya mecbur kalmış. Şimdiyse ayda bir iki defa anne ve babasıyla telefonda konuştuğunu söylüyor. Ancak en zor anlarında bile gidip onlardan yardım istememiş. “Şimdi yolda bir sokak çocuğu gördüğümde sadece geçmişteki ben aklıma geliyor” diyor Gökhan Yurdunmalı. O çocuğu, diğerlerini ve kendini kurtarmak için elinde bir şans var. Kendine Yardım Projesi’nde sokak çocukları sokaktan alınıyor, rehabilite ediliyor ve topluma kazandırılıyor. Projenin en önemli ayağı da sokak çocuklarının kendi olanaklarıyla çıkardığı Sokak Kedisi isimli dergi. Fotoğraf: VEDAT ARIK En önemli sebep göç Şu meşhur Habitat konferansını hatırlıyor musunuz? Hani İstanbul’a modern umumi tuvaletler ve düzgün kaldırımlar kazandıran organizasyon. Gökhan o sırada Belgrad Ormanı’ndaymış. Gezmek için değil; yetkililer kendisine ve bir grup arkadaşına orayı uygun görmüşler, kimisi Kağıthane Deresi’nin oraya kimisi de Eskişehir’e bırakılmış. Yabancı konukların gözünden kaçırılmak istenen toplumun ayıpları bir zaman sonra yine Beyoğlu’na, Beşiktaş’a geri dönmüşler. Evlerine değil sokaklara. Organ mafyasının, uyuşturucu mafyasının, sapıkların kol gezdiği... Dönecek bir evimiz, arayıp soracak tanıdıklarımız olduğu için bize pek bulaşmayan ama orada yaşayan çocukları gözüne kestirmiş tehditlerin olduğu sokaklara. Kurtuluş yok mu? Yurdunmalı’na göre şanslı olanlar için var: “Bir gruba dahil olmak ve onlara ayak uydurmak zorundasınız. Böylece kullandıkları maddeleri kullanmaya başlıyorsunuz. Dahil olduğum grup içinde birbirimizi koruduğumuz için bugüne kadar gelmeyi başardım. Ancak çoğu arkadaşım da yaşamıyor. Kimisi vuruldu, kimisinin başına ise başka şeyler geldi. Çocukların sokağa düşmesinin en önemli sebebi göç. İstanbul’a yeni gelen bir ailede anne baba devamlı kavga edince, geçim sıkıntısı da varsa çocuk için sokakta yaşamak cazip hale gelebiliyor.” Sorunlar biterse paralar da kesilir Tüm bu yaşadıklarının üzerine bir de evlilik yapmış Yurdunmalı. Üstelik kızın ailesinin rızasını da alarak. Ancak ailenin gösterdiği anlayışı kendi eşinden görememiş. “Toplumdan kız aldığınızda bir süre sonra farklı açılımlar da ortaya çıkıyor. Düşünsenize bazen eski eşim bile benim geçmişimdeki gerçekleri yüzüme çarptı” diyor. Belki de ne kadar çabalasa hiçbir zaman içinde bulunduğu toplumun bir ferdi olarak görülmeyeceğini düşünüyor. Tıpkı Sokak Kedisi dergisinin satışlarında yaşadığı sıkıntılar gibi. “Dergiyi satmaya çıktığımda ‘başkasının paçasına yapış’ diyen de oluyor. Oysa biz sosyal sorumluluk anlamında iyi birşey yapmaya çalışıyoruz” diyor. Ancak Yurdunmalı, Umut Gönüllüleri Vakfı’yla birlikte yürüttükleri Kendine Yardım Projesi’yle (KEYAP) ortadan kaybolanların başına iyi şeyler gelmesini sağlamış. Projenin dergi dışında iki ayağı daha var. Posta Kedisi ve Pazar Kedisi. Posta Kedisi’nda çalışanlar kuryecilik yapıyor. Pazar Kedisi ise kurulan standlarda ihrac fazlası tekstil ürünlerinden yapılan kıyafetlerin satılması projesi. Çalışmaya başlayanların kimisi ailelerinin yanına dönmüş, kimisi yurtta kalıyor. Tüm dışlanmalara ithafen, kendilerine yakıştırılan “tinerci” sıfatını da büyük bir olgunlukla üzerine almış. Artık sokak çocukları mesela Ataköy’den Cihangir’e yaptıkları 25 kilometrelik koşu yarışı gibi organizasyonlarını dikkate alacak bir mecraya sahipler. “25 Kilometrelik Tinerci Dehşeti” başlığıyla kullanılabiliyor bu haber. Ancak bir sıkıntı belki de hep varolacak. Başında bahsettiğimiz sokak tehditleriyle mücadele için bir baskı platformu oluşturmak gibi bir misyonu olmayabilir derginin. Çünkü; “Kendi adıma hiçbir çekincem yok. Ancak derginin bir şekilde devam etmesi ve gelecek kuşaklara da kalması gerekiyor. Bu yüzden yetkilileri karşımıza almak istemiyoruz” diyor Yurdunmalı. Peki Yurdunmalı kendi deneyimlerine dayanarak yetkililerin sokaktaki tehlikelere göz yumduğunu söyleyebilir mi? “Bunu sadece bir elips içine alalım” diyerek cevap veriyor ve devam ediyor; “Bugün Sosyal Hizmetler’e ya da ilgili diğer kurumlara dünyanın önde gelen finans merkezlerinden dahi önemli bütçeler akıyor. Eğer sorunlar biterse paralar da gelmez.” Zaten tüm bunları göz ardı ettiğinizde bile sokak çocukları için hayatın kolaylaştırıldığı söylenemez. Kendilerine tinerci süsü veren kapkaç çeteleri bile sıradan kalabilir. Yurdunmalı kendi gözü önünde yaşanan bir olayı aktarıyor: “Seray Sever’i birkaç sokak çocuğu taciz etmişti. Medya bunu tinerci dehşeti olarak günlerce yayınladı. Oysa ben Sever’in kendisini taciz etsinler diye çocuklara para verdiğini gördüm.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle