Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 30 MAYIS 2009 CUMARTESİ Sergi Osmanlı Donanmasının Seyir Defteri Pera Müzesi beşinci yaşına girerken çok özel bir sergiyi konuk ediyor: Osmanlı Donanmasının Seyir Defteri: Gemiler, Efsaneler, Denizciler. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Deniz Müzesi’yle işbirliği içinde gerçekleştirilen sergi, 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başına uzanan bir zaman diliminde Osmanlı denizcilik tarihine ışık tutuyor. Küratörlüğünü İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Osmanlı Araştırmaları Bölümü Yöneticisi Ekrem Işın’ın yaptığı sergi, birbiriyle bütünleşen üç farklı deniz mitolojisini iç içe geçiriyor. Osmanlı denizcilik tarihinin zihinlere kazınmış gemileri, katıldıkları savaşlar ve bu savaşlarda efsaneleşen kahramanlar, tarihsel boyutuyla uygarlık sahnesinde yerlerini alıyorlar. (Tel: 0 212 334 99 00) ‘N’ayır, n’olamaz’ın bir nedeni var Safa Önal’ın ‘Ne kadar gamlı bir akşam vakti’ başlığıyla İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan nehir söyleşisi, Türk Sineması’nın “altın çağı” olarak nitelenen dönemine ışık tutuyor. Üç buçuk yıl önce töre cinayetleriyle ilgili bir belgesel yapmak istediğinde, senaryo yazması gerektiğini ve bunun için bir ön çalışma yapmaya ihtiyacı olduğunu fark edince Yasemin Arpa’nın GAMZE hayatında yeni bir pencere açılmış. Gazetede SENDER’in bir ilanını ERBİL görerek başvurduğu senaryo kurs programında Macit Koper, Ümit Ünal, Kürşat Başar gibi isimlerin yanında Safa Önal ile tanışmış. “Normalde tam gün kapalı kalarak dinlenen derslerin çok sıkıcı olması gerekirken Safa Hoca’yı dinlemeye doyamıyordum. Sadece sinema değil, edebiyata ilişkin başlıkları da o kadar güzel anlatıyordu ki”... Safa Önal’ın bu birikimini herhangi bir şekilde kayıtlara geçirmediğini öğrendiğinde de, “Beni bu kadar heyecanlandıran, edebiyat dünyasına, sinemaya ilişkin bu kadar önemli tanıklıklar, bu kadar keyifli bir anlatım mutlaka başkasına da ulaşmalı diye düşündüm” diyor Yasemin. Sonra İş Bankası Kültür Yayınları’nın nehir söyleşileri grubuna Safa Önal Kitabı’nın katılmasıyla sonlanacak üç yıllık bir serüven başlamış. Yasemin Arpa ile Safa Önal’ı, kitabı ve dönemin Yeşilçam’ını konuştuk. O insanlık, o sıcaklık... Fotoğraf: UĞUR DEMİR O dönemin filmlerinin bugün de TV kanallarında hâlâ yer tutuyor olmasının nedeni ne olabilir? “Sinemanın altın çağı döneminde üretilen filmler insanlığın daha saf olduğu, çocuksu taraflarının olduğu bir dönemi anlatıyor. Daha insani yaşantıların olduğu, maddenin bu kadar madde olmadığı, doğanın daha az kirlendiği bir dönemi. Eski İstanbul’u görüyorsunuz, nostalji var. İnsanı günün sıkıntılarından uzaklaştırıyor. Ben izliyorsam bunun için izliyorum; eski İstanbul, eski hayatlar, onların aşk ilişkileri nasıl yaşanmış, hüzünleri nasıl yaşanmış?.. Dostluklar, paylaşımlar, mekanlar... bir daha hiç yaşanmayacak güzellikte. O işin kıskanılacak tarafı. Türk filmlerini geriye dönüp izlememize neden olan şeyler o mekanlar, o insanlık, o sıcaklık...” Uzak Renkler Eleştirirken bilmek gerek Başlangıçta altı aylık bir sürede tamamlanması öngörülen kitap “dokundukça ortaya dökülen hazine” nedeniyle üç yılın sonunda hazır hale gelmiş. Üç yıllık hazırlık süreci nasıl geçti? “Ben bu kitapta, hocanın deyimiyle, bir tür tetikçilik yaptım. Safa Önal gerçekten olağanüstü bir anlatıcı. Ciddi bir şaşkınlık yaşıyordum. Çok güçlü bir bellek ve dilin bütün zenginliğiyle, tüm duygularıyla, sizi de o anın içine hapsederek anlatıyor. Bir felsefeci, bir yazarla konuşurken konuşabileceğiniz herşeyi bütün duyarlılığıyla onda bulabilirsiniz. İki yıl boyunca konuştuk ve o iki yılın nasıl geçtiğini anlamadık. Sonra da hocanın çok titizlendiği bir çalışma dönemi oldu.” Kitabın bir dönemin Türk Sineması’nın öyküsünü anlatan sağlam bir kaynak olduğu söylenebilir mi, Safa Önal döneminin tipik temsilcilerinden biri gibi... “Benim bunu iddia etmem doğru olmaz ama söyleşi öncesinde ve sırasında sinemayla ilgili pekçok kaynak taradım. Safa Hoca’nın tanıklığı önemli. Hem senarist, hem yönetmen aynı zamanda Babıali’yi de biliyor. Çok iyi bir aktarıcı olduğunu sanıyorum, boşluk doldurma, bir döneme tanıklık etme rolünü rahatlıkla üstlenebilir diye düşünüyorum. Geniş bir yelpazeden çok insanla dirsek teması içinde bulunmuş, yakın arkadaşlıklar yaşamış. Kitabın indeks bölümünde 800’e yakın isim olduğunu düşünürseniz...” 400’e yakın senaryo yazarak Guinness Rekorlar Kitabı’na “en çok senaryosu filme çekilen senarist” olarak girmiş Önal. Onun dönemindeki Türk filmleri özensizlikle eleştirilir çoğu zaman. Bu konudaki değerlendirmelerini öğrenebilir miyiz? “Sinemayı teorik olarak incelemiş biri değilim. 67 Arada çapkınlık yapardık O dönemin starlarının, sinema insanlarının çok sıradan aile yaşantıları olduğunu aktarıyor Safa Önal, bu da ilginç. “O kadar büyük bir çevre değil öncelikle. Hepsi iç içe, çok yakınlar, ailece görüşüyorlar. Safa Hoca, Ayhan Işık’la Nişantaşı Ortaokulu’ndan arkadaş, bir başkasıyla Babıali’de birlikte çalışmış. Arada ‘çapkınlık yapardık’ diyor, kitapta da var. O hayatı da öyle yaşamışlar işte. ‘Kendini nasıl bilirsen, başkalarını da öyle bilirsin’ denir ya, belki de öyle düşünülmeli.” Yıl 1971, Şile Plajı’nda Sadri Alışık, Zeki Müren ve Safa Önal (soldan). Fotoğrafı çeken ise Çolpan İlhan... doğumluyum, dolayısıyla o altın çağın sonlarına yetişen kuşaktanım. Dayımın küçük bir yerde, yazlıkkışlık iki sinema işletiyor olması sinemanın içinde, onu duyarak, onun sıcaklığıyla yetişmiş olmamı sağladı. Safa Bey’i tanıyana dek ben de izleyici gözüyle bakan herkes gibi dilimize pelesenk ettiğimiz kusurlar üzerine konuşurdum. Bu altın çağdaki seri üretim, özensiz yazılan senaryolar vs. üzerine de bir şeyler okumuştum. Ama hocayla konuşurken neyi yaptıklarını değil, nasıl yaptıklarını da konuştuğumuz için ve bunları ne gibi yoksunluklar, olanaksızlıklar içinde ürettiklerini dinlediğimde daha adil olma zorunluluğu ortaya çıktı. Örneğin o çok alay konusu edilen ‘N’ayır, n’olamaz’ların seslendirme konusundaki kısıtlardan kaynaklandığını, ses stüdyolarındaki yoğunluk sonucu, insanların ağır koşullarda çalışmasının sonucu dillerinin kaymasından o hale geldiğini bilmek lazım. İbrahim Ethem Temo, beş yıldan uzun süredir on bir ülkede çektiği insan, kültür ve doğa fotoğraflarından oluşturduğu ilk kişisel sergisi “Uzak Renkler” ile Beşiktaş Sanat Galerisi’nde fotoğrafdeverlerle buluşuyor. Amerika’dan Asya’ya, değişik coğrafyalarda yaşayan halkların portrelerini çeken İbrahim Ethem Temo, fotoğraflarında doğa kesitlerine de yer veriyor. Fotoğrafçının objektifine takılan kareler arasında Peru’nun çocukları, çobanları, Tayland’ın kadınları, Kamboçya kırsalının çocukları, İnka gençleri, Amerika’da bir düğünde gelindamat ve nedimesağdıçları, Küba’nın delikanlıları bulunuyor. Ayrıca sergi fotoğraflarından ve fotoğrafları anlatan kısa notlardan bir kitap oluşturan İbrahim Ethem Temo, kitabının satışından elde edilecek tüm geliri Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’ na bağışlayacak. Uzak Renkler fotoğraf sergisi 12 Haziran’a dek izlenebilir. (Tel: 0 212 351 93 90) Tiyatro İstanbullulara bir soluk Yavuz İşler Sanat Evi’nin Ortaköy Kuzay Art Studio’da açtığı “Bir Hafta Soluklanmak” adlı karma resim ve heykel sergisi, tüm İstanbulluları soluk almaya davet ediyor. Gittikçe hızlanan dünyada, sistemin içinde gündelik yaşamın rutinlerine hapsolan, insan ilişkilerinin gittikçe zayıfladığı bir ortamda bir an soluklanıp insanın kendine ve dünyaya bir bakış atmasını sağlayan duraklardan biri bu sergi. Yavuz İşler, çalışmalarında genellikle sevgisizliğin egemen olduğu dünyaya bir tepki mesajı veriyor. Daha çok ikili ilişkilere dokunan, aşk ve sevgi teması üzerine çalışan İşler’in yapıtlarında çok renkliliği görmek mümkün. Bunun nedenini de “İçimdeki sevginin, hayallarimin coşkuyla renklere yansıması” olarak tanımlıyor İşler. Dünyanın, sevgisizliğin egemen olduğu bir gezegene dönüştüğünü söyleyen İşler, içindeki sevgi ve aşkı bir sitem olarak sunuyor resimlerinde; dünyanın gidişatına dair... Bugün son bulacak sergide yalnızca Yavuz İşler’in değil, pek çok sanatçının da yapıtları yer alıyor. Sergi kapsamında, Arzu Karaduman, Güney Kuzay, Seran Tepeoğlu, Emine Alışık, Çiğdem Öztürk, M. Kemal Çetinel, Nimet Koçak, Zehra Ferda Bigat, Nazan Pektaş, Maria Kılıçoğlu, Nurhayat Altuncuoğlu, Demet Akın Çaha, Ceylan Mutlu, Nursel Bayram, Neslihan Gül, Neriman Küçükbeycan, Özgen Ulukutlu, Levent Gülcü, Alaaddin Ünal, Selma Alper, Serhan Kerestecioğlu ve Hacer Ceren Alptekin’in yapıtlarıyla sanata ve renklere aşık sanatseverler bir soluk alma imkanı bulacak. Figaro’nun Düğünü Beaumarchais tarafından yazılan ve ilk kez 1784 yılında Paris’teki Odeon Tiyatrosu’nda perdesini açan, Figaro’nun Düğünü ikiyüz yılı aşkın bir süredir onlarca ülkede, yüzlerce tiyatroda, milyonlarca seyirciye ulaştı; kahkahası da, alkışı da hiç eksik olmadı. Hakan Altıner’in sahneye koyduğu bu yaz oyunu için dev bir kadro Tiyatro Kedi çatısı altında buluştu. Nedim Saban, Füsun Önal, Atılgan Gümüş, Yeşim Alıç, Ergün Demir, Eda Gülten, Erez Ergin Köse, Sanem İşler’in rol aldığı komedi de, ekibe Tarık Papuccuoğlu ve Mehmet Ulay eşlik ediyor. Oyun 5 Haziran’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 212 257 79 36) Izİzlenim ? ÜMRAN BULUT umranbulut@gmail.com Baskı resimde karmaşa, kargaşa Sanat insanla var olan bir olgudur. Ondan kesinlikle ayrı düşünülemez. Çizgi, desen, resim değil midir, insana ilk yardımcı olanlar? Yeme içmeye yani yaşamaya koşut gelişmiştir ilk alet edavat kullanımı ya da ilk çizimler… Resim, heykel, tiyatro, sinema fark etmez; dönem ise hiç. Sanatçı, ya düşünür üretir; ya da hisseder üretir: Sonuç onun tinselliği ve yaşadığı ile bağlantılıdır. Krallıkların, imparatorlukların, kahramanlıklarının altını sanat çizer; kavganın, şiddetin, savaşın olumsuzluklarının da... L. Da Vinci’den J. L. David’e, F. Goya’dan O. Dix’e ve Picasso’ya, ya da L. Golub’dan J. Carvalho’ya sanatçılar bize sanat dili ile uzanırlar ve beyinlerimizde onun unutulmaz görüntüleri ile yer edinirler. Konuya çok genel bakışla değinmek bile bugün izlediğimiz birçok sanatçının uğraşısını özetler gibi. Acı var, karmaşa var, daha doğrusu savaşlar var. O halde farklı tekniklerde ama her yerde onu anlatan sanat da var. Örneğin, bir Türk sanatçı olarak Müjde Ayan baskı resimleri ile son yılların toplumsal çıkmazlarını, karmaşalarını anlatıyor. Eminim şu anda birçok sanatçı eski ve yeni anlatım biçimleri, farklı teknikler ile eserler üretiyorlar, düzenlemeler yapıyorlar ve gene sanatla insan ilişkisinin vazgeçilmez birlikteliğinde toplumsal kargaşaya dikkat çekiyorlar. Sanatsal dil insanların anlaştıkları ortak dil sonuçta… M. Ayan’ın İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi’ndeki kişisel sergisinde 46 tane baskı resim var. Yaşanan ve yaşanmakta olunan anlamsızlıklardan, soykırımlardan, kimliksizliklerden, yozlaşmalardan yorumlamalar linol, ağaç baskı, gravür, taş baskı, serigrafi tekniklerinde üretilmişler. “Sayfa sayfa aç; sayfa sayfa düşün” diyorlar. İçerik yüzyıllar öncesinin ya da yakın zamanın olumsuzluklarının karşısında üretilmiş barışcıl düşüncelerden çıkmış. ‘Gergedan Olmayalım’, ‘Bilinçaltı’ ‘Yanlış Hedef’… Sergi özellikle 20. yüzyılda politik imgelerin çokça yorumlandığı sanatsal dilden bahsetmemizi gerektiriyor. 1. ve 2. Dünya Savaşları ve yakın tarihsel gelişmeler sanatçıların duygu ve düşüncelerinde ve ilgilendikleri konularda halen belirleyici oluyorlar. Hiroşima unutulmuyor, Irak savaşı “Buradayım” diyor, Afganistan ekleniyor ve diğer felaketler… A. Behramoğlu’nun 23 Mayıs 2009 tarihli yazısında belirttiği “karşıinsanlık” her yerde ve hep gündemde velhasıl. İnsanın çılgınca giriştiği acımasızlıklara, vahim durumlara karşı duruşu destekleyen sanat üretiminde insanı bilgilendirme, etkileme ve yönlendirme hep vardır. Zaman zaman abartılı bir dil, ironik yaklaşım, zaman zaman da pek tanımlanamayacak biçimsellik kullanılabilinir. Soyut bir fırça darbesi de, şematik ve anlatımcı eğilimler de hep aynı kaygıyı biçimlendirenlerdir. Estetik duyarlık kuşkusuz sanatçı bireyselliği ile özdeştir. Bu anlamda sadece anlatım aracı olarak tanımlanan teknik, bir araç olmakla birlikte sözün yansıtılmasında sanatçı özgünlüğünün belirtgeci, işin sonuçlandırıcısıdır. M. Ayan sosyal ve politik durumun etkisiyle ürettiği baskılarında şiddete olduğu kadar masumiyete de göndermelere ilgi gösterip farklılığını kendi sanatsal tekniği ile olgunlaştırmış. Tıpkı resim sanatında hayranlıkla izlediğimiz onca örnek gibi… Sergi 31 Mayıs 2009 tarihine kadar açık. Naapmışsın Sen Ceyhun Fersoy, Fatih Gülnar’ın yazdığı, Murat Aygen’in yönettiği Tiyatro Maan’ın yeni oyunu Naapmışsın Sen’de Ceyhun Fersoy ve Fatih Gülnar ve seyircilerin arasından seçilecek bir kişi rol alıyor. Emniyet Müdürlüğü ve Tiyatro Maan’ın ortaklaşa aldığı bir karara göre, bundan sonra komedi yeteneği gelişmiş sempatik suçlular, yapmış oldukları suçları halk jürisi (seyirci) önünde çok iyi bir şekilde canlandırırlarsa, emniyet onları affedecektir. Oyun, bugün, tiyatro Maan (Tel: 0 212 245 25 06) sinemdonmez@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B