19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Koralin ve Gizli Dünya (Coraline) Yönetmenliğini Henry Selick’in yaptığı animasyon Dakota Fanning, Teri Hatcher, Jennifer Saunders ile Dawn French tarafından seslendirildi. Bir yönüyle ‘stopmotion’ tekniğine göre çekilen animasyon, diğer yandan izliyicinin daha önce hiç deneyimlemediği ‘stereoskopik 3D’ tekniğiyle tasarlanıp fotoğraflanmış bir ilk film olma özelliği taşıyor. Filmde, Coraline 11 yaşında bir kızdır, Wybie adlı bir çocukla arkadaş olur. Evde gizli bir kapı keşfeder, öbür tarafına geçip esrarengiz bir geçitten yürüyünce kendi hayatının diğer versiyonuyla karşılaşır. Diğer Dünya’ya yaptığı bu fantastik ziyaret kısa süre sonra tehlikelerle dolu bir serüvene dönüşür. Coraline’in evine geri dönüp ailesini kurtarması gerekmektedir. Emre Akay’ın yönettiği ve Tarık Ündüz, Yıldız Asyalı, Hasibe Eren ile Salih Kalyon’un rol aldığı Adabı Muaşeret, 29 Şubat Lisesi’nde kızlar ve erkekler arasında kurulmuş iki ayrı grubun maceralarını konu alıyor. Matematik öğretmeni olan babası Nurettin Bey’le birlikte okul değiştirme rutinlerinin sıklaşması Aykut’u bunaltmaya başlar. Ne var ki bu sefer yapacakları okul ve şehir değişikliği, Aykut’un hayatında bambaşka bir kapı aralayacaktır. Ara tatilde konakladıkları otelde kısa bir an gördüğü güzel kızla yolları, babasının ve kendisinin yeni okulunda kesişir. Zeynep, beş kızdan oluşan “Adabı Muaşeret” adlı kızlar çetesinin lideridir. Adap kızlarına karşı direnen grupsa, okulun asi öğrencilerinden Eko’nun liderliğindeki “Mokokolar” çetesidir. Bu iki çete arasındaki ezeli rekabet, sene boyunca birbirinden eğlenceli atışmalara sebep olur. ? Adabı Muaşeret Peter Chelsom’un yönettiği filmin başrollerini Miley Cyrus, Bill Ray Cyrus, Vanessa Williams ile Lucas Till paylaşıyor. Miley Stewart, gizli popstar kimliği ile okulu ve arkadaşları arasında denge kurma mücadelesi vermektedir. Ancak hızla artan şöhreti ve popülerliği özel hayatına egemen olunca herşeyi oluruna bırakır. Bunun üzerine babası, gerçeklerle yüz yüze gelmesi için onu Tennesse’deki Crowley Corners’taki evine çağırır. O andan itibaren Hannah Montana’nın bile hayal edemeyeceği çapta eğlence, kahkaha ve romantizm dolu bir macera başlayacaktır. ? Hannah Montana: The Movie Dünyanın gidişatı ve ‘Zamanın Ruhu’ Zeitgeist, “zamanın ruhu”na karşılık geliyor. “Zeitgeist the Movie” (2007) ve ardılı “Zeitgeist Addendum” (2008) ise “yeni ALPER dünya düzeni”ni TURGUT sarsıcı ve en çarpıcı biçimde alperturgut.blogcu.com sorgulamayı deneyen, vahşi kapitalizm, emperyalist savaş aygıtı ve kurumsallaşmış din (paganizmden bugüne) üzerine kafa yormayı amaçlıyor. Günümüzde, insanın ruhu paranın, zamanın ruhu ise küreselleşmenin esiri değil mi? Goethe; “kimse özgür olduğunu zanneden köleler kadar umutsuzca köleleştirilmemiştir” der. Ücretli kölelik düzeninin bundan güzel tarifi olamaz. Ekonomik buhranların yaratılması, korku toplumunun inşası ve tam tekmil demokrasi aldatmacası... Her taşın altından çıkan para heyulası ile karanlık güçlerin acımasız hegemonyasına karşı adı geçen belgesellerde dillendirilenler, kuşkusuz düşüncelerinizi kamçılıyor, algı ayarlarınızla oynuyor, beyin jimnastiği yapmanıza yol açıyor. Peki, mitralyöz atışı gibi ardı arkası kesilmeyen ve hiç ıskalamayan zehir zemberek söylemler, gerçek ile ne kadar örtüşüyor. İşte bu tartışılır. Kimi böylesi bir cesareti ayakta alkışlar, kimi komplo teorilerinden dem vurup ucuz bir manipülasyon der geçer. Doğruluk göreceli, yalan ise heryerdedir. Sonuçta; ya inanır, ya da iplemezsiniz. Ancak doğayı ve hayatlarımızı tehdit eden amansız tehlikeler ise mevzubahis, herkes eteklerindeki taşı dökmelidir. Dünyanın çivisinin çıktığına inanıyorsak ve hâlâ ütopyalardan medet umuyorsak yanlış giden bir şeyler yok mudur? Gerçek bizi özgür kılacaksa şayet, Mao’nun dediği gibi bırakalım “yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın”... Yes Men Dünyayı Kurtarıyor Çağdaş Don Kişot “Harvey Milk’in kişiliğine, düşünce biçemine aşık oldum, bende onun gibi bir idealistim” diyen oyuncuyönetmen Sean Penn, The Mystic River’ın (Gizemli Nehir/2003) ardından ona ikinci en iyi erkek ASLI oyuncu Oscar’ını getiren SELÇUK Milk’te 1970’lerde ABD’nde ilk eşcinsel kent denetçisi seçilen Harvey Milk’i başarıyla canlandırıyor. Sinema oyunculuğuna başladığı seksenlerden beri beyazperdede girişimci, tehlikeli, öncü rolleri üstlenen Sean Penn 1960’ta Burbank California’da doğdu. Amerika’nın en karmaşık döneminde, John F. Kennedy ve Martin Luther King cinayetlerinin, ırkçılığın, ayrımcılığın, o ağır Vietnam kırımının gölgesinde büyüdü. Oyuncuyönetmensenarist babası Leo Penn, McCarthy’li yıllarda (194550) hükümetçe karalisteye alındı, oyuncu kardeşi Chris Penn evinde ölü bulundu (24 Ocak 2006). Bu derin yaralarla yol alan Sean ayrıksı kişilikleri, katilleri, saldırgan polisleri, zihinsel özürlüleri, toplumun nerdeyse dışlayıp hasta ettiği kişileri yorumladı, kurtuluş arayan yoksulların yaşamlarını deşip anlattı. “Beni çeken temalar acıma, sevgi ve bağışlama. Bu konulara yöneldiğimde yokolmakta olan, görmezden gelinen türleri savunduğumu duyumsuyorum” diyen Sean Penn 1985’te The Falcon and the Snowman’de casusluktan ötürü suçlanarak hüküm giyen Andrew Lee’nin gerçek yaşam öyküsünde oynadı. Onüç yıl sonra tutukevinden çıkan Lee’nin dışarıdaki yaşama kolayca uyum sağlaması için Penn, Lee’yi yardımcı olarak aldı. karanlık, etkili bir dramdı. Parlak, marjinal oyuncu Amerikan halkını gişeye çekemedi çünkü Penn ünlenmenin geçtiği altın köprüleri reddetti, meslekdaşlarının para hırslarını eleştirdi: “Hollywood yaratıcılık açısından epeydir çürümüşlüğün yaşandığı bir yer. Orada herkes düşlerini gömmek için bir milyon dolara razı oluyor. Oysa kişisel yaratıcılığın değerlerine paha biçilemez. Ben asla bu para oyununun zirvesinde bulunmayacağım”. 1996’da oyuncu Robin Wright’la evlendi, onunla aradığı dinginliği sanki bulmuş gibiydi. Hollywood’un asi delikanlısı onu çevreleyen tüm dünyaya, tüm insanlara olağanüstü duyarlıydı. AMAÇ TEK BİR DÜNYA DEVLETİ Zeitgeist belgesellerini, şu ana dek 100 küsur milyon kişi seyretti. (İnternetten izlenen ve indirilen filmler arasında uzak ara birinci ve ikinci). Belgeseller, öncelikle dinlerin (özellikle tek tanrılılar) safsata olduğunu içeren ve dolayısıyla Hıristiyan sofuların tepkisini çeken şamar muadili sıkı bir girişle başlıyor. Zamanın Ruhu, kitlelerin dizginlerini ele alabilmek adına şiddete maneviyat katan ve Vatikan’la doruğa çıkan Hazreti İsa öğretisinin, Mısır mitolojisinden araklandığını savunuyor. Sonra 11 Eylül saldırılarının, ABD’nin iç operasyonu olduğunu vurgulayan bildik ama yakıcı bir bölüm bizi karşılıyor. Ardından ABD İmparatorluğu’nun birinci ve ikinci paylaşım savaşlarına nasıl da büyük bir hinlik ve sinsilikle katıldığı resmediliyor. Vietnam, Afganistan ve Irak işgalleri ise zaten sömürgeci para babalarıyla ve kana tapan silah tüccarlarının malum oldubitti projesi... “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabının yazarı John Perkins, 1953’te İran,1954’te Guatemala, 1981’de Ekvator ve Panama, 2002’de Venezüella ve 2003’te Irak’ta yaşanan kapitalist darbe ve darbe girişimlerini bir bir sayıyor. Zeitgeist, Amerika, Kanada ve Meksika’nın sınırlarının kaldırılıp Kuzey Amerika Birliği’ni kurma çalışmalarını da (resmen gizli saklı sürdürülüyor, medyada da asla yer bulamıyor) DUYARLI VE PROTEST Irak savaşını protesto etti, idam cezasını kınadı, devlet başkanlarını yerdi: “Benimki de dahil olmak üzere tüm hükümetler halkları denetliyorlar, özgür gereksinimlerine, seçimlerine ulaşmalarını engelliyorlar.” Gerçeği içinden görmek, anlamak için Irak’a, İran’a, Venezuela’ya gitti. Savaş karşıtı aktör, 2002’de 56 bin dolar ödeyerek Washington Post gazetesinde yayımlattığı ilanda başkan Bush’un 11 Eylül saldırılarının ardından başlattığı “Bizimle ya da bize karşı” sloganıyla korkuyu, paniği desteklediğini vurguladı. Bu ilanın hemen ardından da Bağdat’a giderek ABD yasalarını çiğnedi: “Bu korkunç çatışmayı derinden izledim. Bir baba, bir aktör, bir yurtsever olarak gerçekleştirdiğim Irak’a gidişim vicdani sorumluluğumun bana verdiği en doğal uzantıdır”. Irak’taki gözlemlerinin sonunda ondan özür dilemesi beklendi. Özür dilemeyi reddetmesi Amerikalıları öfkelendirdi. 11 Eylül’den ve Bush’un savaşı arasız körükleyen kampanyasından çok tedirgin olan Penn’in onbir yönetmenin yorumladığı September 11’daki (2002) bölümü ödünsüzdü üstelik çok etkileyiciydi. Tek gözlü dairesinde yalnız yaşayan yaşlı adam (Ernest Borgnine) yitirdiği karısından kalan çiçeklerin güneşsizlikten solmasına kederlenir. Bir sabah uykudayken odaya dolan ışıkla uykusu bölünen adam İkiz Ticaret Kuleleri’nin yıkılmasıyla onun gölgesinden sıyrılıp güneşe kavuşan solgun çiçeklerin dirilip açtığını görür. Penn’in eleştirisi hem çok ince hem de çok serttir. 2005’te Katrina kasırgasının ertesi günü New Orleans’a gidip siyahi çocuklara yardım eder. Kimse onun olaylara duyduğu öfkeden, çaresizlikten ötürü ağladığının ayrımına varmaz. Fidel Castro, Raul Castro, Hugo Chavez’le görüşür. Karşı durduğu Amerika’nın baskıcı, ezici politikasıdır. Çıkarlar, dolarlar üstünde yükselen Hollywood’un vahşi sistemini Sean Penn kendi yöntemleriyle insancıllaştırmaya çalışır. O, idealist, düşçü duyarlı, yaratıcı bir kimliktir, adeta değirmenlere karşı tek başına savaşan çağdaş bir Don Kişot gibidir. anlatıyor. Erk sahiplerinin amacı tek bir dünya devleti... Ve tahmin ettiğiniz üzere; komünizmin sınıfsız, sınırsız toplum istemiyle alakası bile yok. Evet, parayı veren düdüğü çalar. Ama unutulmasın ki; aynı zamanda biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar. Zeitgeist belgesellerinin sonunda haliyle işkillenmemize neden olan “Venüs Projesi” adında alternatif bir dünya ve gelecek projesi sunuluyor. Banka iflaslarının sona giden yolun başlangıcı olduğunu savunan proje yürütücüleri, paranın egemenliğinin artık bittiğini, şimdiye dek görülmemiş ekonomik küçülmenin, piramit şeklindeki (altta ezilenler en üstte sömürenler) çağı nihayete erdireceğini iddia ediyorlar. “Sevginin gücü, güce duyulan sevgiyi yendiğinde dünya gerçek barışla tanışacak…” diyen Zeitgeist muhalifleri, izleyicilere şöyle sesleniyor; bankalara para yatırmayın, televizyonda haber izlemeyin (bağımsız internet sitelerini tercih edin), ABD ordusuna asker yazılmayın, enerji şirketlerini desteklemeyi bırakın, politik düzeni reddedin, harekete katılın. (ABD’de 500 bin kişi Venüs Projesi’ne üye olmuş bile) Paranın tamamen ortadan kalktığı, gayet çevreci, teknolojinin nimetlerinden yararlanan, kaynakları insanlarla eşit şekilde paylaşan, petrol dışı enerji seçeneklerinden faydalanan (4 bin yıllık bir enerjiden bahsediliyor) bu proje, hem içimizi ısıtıyor hem de şüphelerimizi körüklüyor. Pirelenmemizin nedeni ise şu soruda yatıyor; Venüs Projesi ile ortaya atılanlar, insanlığın çıkarına mı yoksa birilerinin yeni iktidar sahipleri olması adına mı? YES MEN DÜNYAYI KURTARIYOR 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin NTV Belgesel Kuşağı’nda izlediğim “Yes Men Dünyayı Kurtarıyor” (The Yes Men Fix The World), dünyayı babalarının çiftliği gibi kullanan çok uluslu büyük şirketlere musallat olan zeki, komik ve enerjik bir grubun maceralarını anlatıyor. Grubun elebaşlarından Andy Bichlbaum ve Mike Bonanno’nun (sahte adlar), kâh bir tröstü zora sokmak için kimlik değiştirip 300 milyon kişinin izlediği BBC haberlerine konuk oluyorlar, kâh “Irak Savaşı bitti” başlıklı binlerce sahte “New York Times” bastırıp halka dağıtıyorlar. Onlar, dünyayı yaşanılmaz kılanlara karşı adeta savaş açmışlar ve yaptıkları gerçekten takdire şayan. Dur durak nedir bilmiyorlar ve hür türlü kodaman toplantısına bir şekilde sızmayı başarıyorlar. Sonra şirket adına haksızlığa yol açtıklarından dem vurup toplumdan özür diliyorlar. Tazminat ödeyeceklerini eklemeyi de unutmuyorlar. Ve tahmin edersiniz ki; ortalık bir anda karışıveriyor. New Orleans’ı yıkan Katrina kasırgası mağdurlarına toplu konut sözü vermek, NBC (nükleer, biyolojik, kimyasal) silah üreticilerini küçük düşürmek, Hindistan’da sanayi kazasının ardından ortaya salınan zehirli gazlar nedeniyle binlerce kişinin ölümüne dikkat çekmek... Kahramanlarımız gezegenimizi kurtaramasalar bile hiç olmazsa deniyorlar ve herkesi ellerini taşın altına sokmaya davet ediyorlar. Umarım, NTV bu harikulade belgeseli en kısa sürede ekranlara taşır. MARJİNAL BİR OYUNCU Kötülüğe hiç inanmadı. İnsanın eylemlerinin kötülükten değil değişik güdümlemelerden kaynaklandığını açıkladı. Cinayet işlemeye dek giden insanoğlunun ölüm gerçeğinin ne olduğunu bilmediğini, bilseydi katil olmayı seçmeyeceğini savundu. Seksenlerde At close range, Colors, Casualities of War gibi yetkin çalışmalarda yer alan Penn, “Önerilen, alkışlanan hiçbir şeyle derinlemesine bağlantım yok” diyordu. Aidiyetsizlik, uzlaşmazlık duygularıyla doluydu. Şarkıcı Madonna ile evlendiği gün düğün törenini havadan görüntülemeye çalışan paparazzilere ateş eden Sean bu eyleminden sonra otuzüç gün tutukevine sokuldu. Bu süreçte Montaigne’in Denemeler’ini okudu: “Denemeler’i iki günde bitirdim. Bence tutukevleri birçok konuya yoğunlaşmak için en uygun mekanlar. Montaigne yaşadıklarımı kavramlaştıran en ideal yazar”. On yıllık kamera önü deneyiminden sonra yönetmenliğe karar veren Penn ilk filmi The Indian Runner’ı (1991) çekti. Film, Vietnam Savaşı’ndan sonra ABD’ne dönerek çevrelerine uyum sağlamaya çalışan iki kardeşi yansıtan C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle