17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 MAYIS 2009 CUMARTESİ 3 Cumartesi Şairi Eşeğin aklına düştü Karpuz kabuğu Gitti bütün karpuz Tarlalarını özelleştirdi Dolar üzerinden Taksitle Son taksit Son nefeste.. UĞUR BİLGE Ayağımızı projelere göre uzatacağız İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın yeni Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, AKB’de çok yetkin bir mekanizma oluşturduklarını vurguluyor ve sorunların daha çok proje başvurularının yoğunluğundan kaynaklandığını belirtiyor. Ona göre bu biraz da ajansın kamuoyunda oluşmuş eksik algılanışı ile ilgili. Avdagiç, göreve geldiğinde kendisine “Kültür sanat faaliyetlerine fon veren kuruluşun başına atanmışsın” şeklinde tebrik mesajları geldiğini söylüyor. Bütçenin büyük kısmı sponsorlardan AKB’nin tartışmalara konu olan bir diğer yönü de bütçesi. Toplam bütçeniz nedir? Kaynaklar nerelerden geliyor. AB’nin katkısı nedir? Bu kurumun bütçesinin çok büyük kısmı sponsorluklardan sağlanıyor. Onun dışındakilerin tamamı kanunumuz gereği Maliye Bakanlığı merkezi bütçesinden geliyor. Bir de, büyükşehir belediyesi il genel idaresi, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Odası cüzi bir katkıda bulunuyorlar. Geçen sene finansal kriz başlamadan evvel bize tahsis edilen bütçe 800 milyon TL idi. Koordinasyon Kurulu’nca onaylanan bu bütçenin tamamını talep edeceğiz. Bu göreve atandığım zaman finans dünyasından üst düzey bir arkadaşım beni aradı. “Hayırlı olsun” dedi, “kültür sanat faaliyetlerine fon veren kuruluşun başına atanmışsın.” Yani burası para dağıtan bir kurum olarak algılandı. Belki bizim de ajans olarak bu konuda bazı eksikliklerimiz var. Biz şu an zaten proje kabulüne ara verdik. Elimizdeki bütün projelerin değerlendirmesini tamamlayacağız. 2009 yılı programını buna göre netleştireceğiz. Dolayısıyla bundan sonra ayağımızı projelere göre uzatacağız. Espirisentır 2010’a az zaman kala, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı medyada daha çok GAMZE tamamlanamayan projeleri, tartışmalı bütçesi ve yürütme ERBİL kurulundaki istifalar ile yer tutuyor. Atatürk Kültür Merkezi’nin 2007’de çıkan ajans yasasında güvence altına alınmasına rağmen 2010’a yetişmesi mümkün görünmeyen renovasyon projesi de tartışmalı konular arasında. Yürütme Kurulu’nun yeni başkanı Şekib Avdagiç‘e bu konuları sorduk. Avdagiç AKB’nin kamuoyunda bugüne kadar eksik ve yanlış algılanıldığını düşünüyor. “Kültür sanat faaliyetlerine fon veren kuruluş” algısının sonucu, yaşanan proje patlaması ve bunun sonunda ortaya çıkan tartışmalı durumlara farklı bir cepheden bakılması gerektiğini vurguluyor Avdagiç. Yine AKM’nin 2010 başına olmasa da sonuna yetişebileceğini söylüyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu başkanlığı görevine atanmanız nedeniyle biyografiniz, sanata ilginiz daha fazla merak ediliyor. Bize biraz bundan bahsedebilir misiniz... Ben projeye İstanbul Ticaret Odası’nı (İTO) temsilen geldim. Biliyorsunuz 2007 yılında ajans ile ilgili kanun çıktı ve 2008 başında da organlar oluşturuldu. Kanun gereği İTO’dan da bir kişinin atanması gerekiyordu. Ben de bu kapsamda projede görev aldım. Daha sonra 20 Şubat 2009’da İTO seçimleri nedeniyle görevi bıraktım, usulen biz seçim olunca görevlerimizi bırakıyoruz. Sonra yeni dönemde hem Yürütme Kurulu’na atandım, hem de Koordinasyon Kurulu Başkanımız Hayati Yazıcı, Yürütme Kurulu içinden Yürütme Kurulu Başkanlığı görevini bana tevdi etti. 2010 SONU Sizi bu göreve getiren Ticaret Odası temsiliyeti yani. Peki bu göreviniz kendi mesleki faaliyetlerinizi nasıl etkiliyor. Artık burada tam zamanlı görev yapıyorsunuz... Yok, tam zamanlı değil. Kendi işimizle ilgili de bir vakit ayırmak durumundayız. Ben sabahları kendi işime vakit ayırıyorum. Öğleden sonraları da gecenin ilerleyen saatlerine kadar burada oluyorum. PROJE BOLLUĞU 2010’a az zaman kaldı, medyada daha çok iptal edilen projeler yer tutuyor. Bu ajansın algısını hep birlikte biraz değiştirmemiz lazım. Burada şu ana kadar 1660 tane proje sunuldu. Zannediyorum bu işin içindeki en birikimli insanlara bile “ajans kurulduktan sonra bir yıl içinde 1600 proje sunulacak” denseydi, “hadi canım” derlerdi. Ama şu anki realitemiz bu. Sunulan 1600 proden 160’ı kabul görmüş, 100 kadarı işlem aşamasında, kalanların da kabul ve red süreçleri devam ediyor. Böyle bir durumda, size gelen projelerin kategorik olarak 10 tanesinden 8 tanesini reddetmek durumundaysanız, bence o reddedilen yüzde 80 projeyle ilgili değil, kabul edilen projelerle ilgili, onların bu şehrin kültür ve sanat hayatına ve tarihi mirasına yapacağı katkıyla ilgili konuşmak çok daha faydalı olacaktır. Niye böyle çok proje sunuldu? Biraz onlardan bahsedelim, 2009 takvimi nasıl gidiyor? Gayet iyi gidiyor. AB’ye taahhüt ettiğimiz projelerimizi realize ediyoruz, diğer taraftan burada ilgili yönetmenlerimizin yürüttüğü projeler var. Yine sivil toplum kuruluşlarından ve dışarıdaki bazı kurum ve kuruluşlardan gelen projelerden kabul ettiklerimiz var. Bildiğiniz gibi iki konumuz var. Bir kültürsanat projelerini yürütüyoruz, ikincisi de kentsel dönüşüm ve tarihi eserlerin renovasyonu, restorasyonu ile ilgili projeler. Bunlar için Koordinasyon Kurulu’ndan onaylanan bütçemizi yüzde 30 ve yüzde 70 oranlarına uygun olarak kullanıyoruz ve projeleri hayata geçiriyoruz. Sizinle paylaşmak istediğim Atatürk Kültür Merkezi (AKM) projesi var. AKM birkaç yönden önemli bir projedir. Ajansın burada katalizör ve organizatör olarak çok büyük emeği ve katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu proje bugüne dek toplumun çok farklı kesimlerinin çok farklı çözüm önerileri getirdiği bir projeydi. Kimisi yıkalım diyordu, kimisi dokunmayalım diyordu. Yani iki ekstrem uç ve bunun arasında geliştirilen alternatifler vardı. Ajans burada ortak bir akılla, bütün bu fikir sahiplerinin yüzde yüz olmasa da kerhen bir konsensusunu oluşturdu. Bu oluşum bütün merhaleleri katetti. AKM’nin umut ediyorum ki birkaç hafta içinde renovasyon projesi ihale aşamasına gelecek. İhale birkaç hafta içinde olursa, projenin tamamlanması ne zaman mümkün olabilecek? Pratik olarak bunun yetişmesi mümkün gözükmüyor. Büyük ihtimalle 2010 sonunda bu güzide mekanımız kültürsanat severlerle buluşacak ve ondan sonra çok uzun süre hizmet edecektir. Argodan al haberi HASTANE: Stadyum ZOKAYI YUTMAK: Aldatılmak NATOKAFA: Kalınkafa Haber saati Veee evlat en sonunda bütün dakkalar son dakka oldu. THE SON!.. Acil ikinci önlem paketi New Makarna New Bulgur New Deterjan New Kömür Ekonomik beklentiler İŞÇİ: İşsiz kalırsam vergi cennetine gider miyim acaba?.. İŞVEREN: Attım..Tuttu!.. Venedik Bienali’nde ‘dil sürçmeleri’ Bu yıl 53.’sü yapılan Venedik Bienali, karşısına çıkarılan farklı modelli bienaller ve alternatif etkinliklere karşın uluslararası sanat ortamının en önemli organizasyonlarından biri olmaya devam ediyor. Venedik ESRA Bienali’nin ALİÇAVUŞOĞLU özellikle bizzat esraali?yahoo.com ülkeler tarafından bu denli önemsenmesinin temel nedeni, bildiğiniz gibi, ulusların günümüz sanatı bağlamında görünürlüğüne imkan sağlayan en kurumsal sanat etkinliği olması... Modelini eleştirip, kimi zaman artık eskimiş bir etkinlik olarak anılsa da günün birinde Venedik Bienali’ne katılmak hâlâ her sanatçının düşü... İnkar edilebilir mi bilinmez ama özellikle son üç Bienal’de Türkiye Pavyonu’nun küratörü olmanın da pek çok kişinin ağzını sulandırdığı söylenebilir. Uzun yıllar Türkiye pavyonunun küratörlüğünü Beral Madra üstlenmişti. Maddi sıkıntılar, Dışişleri Bankanlığı’nın sözde desteği, serginin ancak çeperinde kiralanan pavyonlar ve tabii bunların sonucunda çok az izleyicinin görebildiği sergi mekanları ile çok da günlük güneşlik olmamıştı Venedik Bienali serüvenimiz. 2005’te Hüseyin Çağlayan gibi uluslararası sanat ortamında geniş bir tanınırlık ve bilinirliğe sahip bir isimle Venedik serüveninin farklı bir yola girdiğini iddia edebiliriz. Gerçekten de hem Hüseyin Çağlayan hem de Tilda Swinton gibi hemen herkesin tanıdığı bir sanatçıyla birlikte iş üretilmesi Venedik Bienalleri içinde en ses getiren yıl olmasına neden olmuştu. Aslında bu da gösteriyordu ki, Venedik Bienali’ne katılmak kişisel çabalarla eli yüzü düzgün bir pavyon düzenlemekten çok daha öte stratejik planlamalar gerektiren bir “iş”miş... Medya planlaması, tanıtım ve özellikle de serginin nerede kurulduğu çok ama çok önemliymiş; kişisel çabalarla bir yere kadar başarılı olunabilirmiş. Küratörün ve sanatçıların tanıtılmasının ayrı bir havası da vardı bu yıl. The Marmara’da kurabiye çay eşliğinde düzenlenen basın toplantısı ile değil Babylon Lounge’da düzenlendi tanıtım. (İKSV’nin bu yılki İstanbul Bienali’nin küratörlerini ve kavramsal çerçevesini duyurduğu Ses Tiyatrosu’ndaki basın toplantısını da unutmamak gerek... ) Pet şop Doktorunuz diyor ki MEDICE, CURA TEİPSİM: Ey hekim, kendi kendini tedavi et!.. Misafir Çizer Oktay Ekinci Üç ot üç görüş MAYDANOZ: Köfte bulsam önce ben maydanoz olcam.. BROKOLİ: Köfte bulamadıysan ‘TEXAS ET SOTE’ dene.. FRENKÜZÜMÜ: Hadi iyisin gene.. 17 Haziran – 22 Kasım 2009’da yapılacak olan Venedik Bienali’nin Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü Başak Şenova üstleniyor; sanatçılar ise Ahmet Öğüt ve Banu Cennetoğlu... Önce küratörden başlarsak Başak Şenova özellikle 2000’li C MY B C MY B OKULLU BİR KÜRATÖR yıllardan sonra günümüz sanat ortamında başarılı sergilere imza atan okullu bir küratör; sergi düzenlemeyi iyi biliyor, bir serginin sadece sanatçı seçmek ve duvara yapıt asmaktan ibaret olmadığını başlı başına bir tasarım işi olduğunu daha önceki çalışmalarında da göstermiş bir isim. Dolayısıyla bu yıl Venedik’te de sergi tasarımındaki farklı yaklaşımını göstereceğini umut ediyoruz. “Arsenal’deki Türkiye Pavyonu sade ve bağımsız bir yapı olarak tasarlandı. İskele sisteminden oluşan bu bina, yapıtların hem ayrı tutulduğu hem de birbirlerine bir ölçüde müdahele etmelerine olanak tanıyan bir arayüz işlevi gösterecek” derken tasarıma ayrıca önem verdiğinin altını çiziyor Şenova. Ayrıca, Ahmet Öğüt ve Banu Cennetoğlu küratörün diline yakınlığı olan, Şenova’nın da daha önce çalıştığı isimler. Küratörün sergi için ele aldığı başlık da ilgi çekici; “Lapses/*”. Freud’un “dil sürçmesi” olarak literatürde sıkça kullanılan bir terim haline getirdiği bu kelimeyi Şenova, çevremizi kuşatan türlü veriler ve medya tarafından yapılandırılan ortak bellekteki atlamalar, sekmeler, ya da sıçramalar üzerinden, olayların ne kadar farklı şekillerde algılanabileceğini ve dolayısıyla farklı tarih anlatılarına yol açabileceğini göstermesi bağlamında seçmiş. Cennetoğlu’nun ‘Katalog’ ve Öğüt’ün ‘İnfilak Etmiş Şehir’ işleri “Lapses/*”in bu farklı anlam katmanlarına işaret ediyor. ÜÇ CİLTLİK SERİ Beral Madra ve Vasıf Kortun’dan sonra Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nun üçüncü küratörü olan Başak Şenova’nın “Lapses/*” projesine üç ciltlik bir kitap serisi eşlik ediyor ayrıca. Birinci cilt, projenin kataloğu işlevi görmesinin yanı sıra kavramsal çerçeve, yapıtlar ve genel süreç hakkında notlar içeriyor. Jalal Toufic’in editörlüğünü yaptığı ikinci ciltte, William C. Chittick, Jalal Toufic ve Paul Virilio’nun da aralarında bulunduğu 20’yi aşkın yazarın lapses kavramına farklı açılardan yaklaşımlarını içeren metinleri yer alıyor; üçüncü ciltte ise dört farklı proje, kavramsal çerçeve dahilinde tartışmaya açılıyor. Serginin koordinasyonunu İstanbul Kültür Sanat Vakfı üstleniyor. Bu arada, 2007’deki Bienale, Vasıf Kortun küratörlüğünde Hüseyin Alptekin “Şikayet Etme” başlıklı yerleştirmesiyle katılmıştı. 2008’de aramızdan ayrılan Alptekin’in ölümünden sonraki en kapsamlı sergisi şu günlerde “Küresel Güldürü” başlığıyla XXL Lille 3000 Lille Bienali çerçevesinde sergileniyor. Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi tarafından gerçekleştirilen ve Maison Folie de Wazemmez’in tümünü kaplayan sergide Alptekin’in Heterotopya, Winter Depression, Karakum gibi yerleştirmeleri, 2007 Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda yer alan fotografik sekansların ardarda getirilmesinden oluşan Incidents gibi videoları yer alıyor. kamilmasaraci?gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle