Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Gabor Csupo’nun yönettiği ve Ioan Gruffudd, Dakota Blue Richards, Tim Curry ile Natascha McElhone’un oynadığı Ay Prensesi, Elizabeth Goudge’in ‘The Little White Horse/Küçük Beyaz At’ isimli çocuk klasikleri kitabından uyarlama. 13 yaşında bir yetim olan Maria, amcası Sir Benjamin ile yaşamak üzere gizemli bir yer olan Ayışığı Malikanesi’ne gönderilir. Malikanede pek çok sihirli olaya şahit olan ve aslında Ay Prensesi soyundan geldiğini keşfeden Maria’nın, yüzyıllardır Ayışığı Vadisi’nin peşini bırakmayan laneti geri çevirmek ve vadiyi yok olmaktan kurtarmak için bir sonraki dolunaya kadar vakti vardır. ? Ay Prensesi (The Secret of Moonacre) Yönetmenliğini Harald Zwart’ın yaptığı filmin başrollerini Steve Martin, Jean Reno, Alfred Molina ile Emily Mortimer paylaşıyor. 2006 yılında komedi serisini yeniden dirilten Pembe Panter, ikinci filmle devam ediyor. Steve Martin, sarsak Fransız polis dedektifi Müfettiş Clouseau olarak bir kez daha karşımıza çıkıyor. Aralarında paha biçilmez Pembe Panter Elması’nın da olduğu efsanevi hazineler dünyanın dört bir yanında çalınmaya başlayınca Başmüfettiş Dreyfus, Clouseau’yu, hırsızı yakalayıp çalınan şeyleri geri getirmekle görevli bir uluslararası dedektifler ve uzmanlar ekibine tayin etmek zorunda kalır. ? Pembe Panter 2 (Pink Panther 2) ? Devlet Oyunları (State of Play) Kevin MacDonald’ın yönettiği ve Russell Crowe, Ben Affleck, Rachel McAdams ile Jason Bateman’ın oynadığı Devlet Oyunları, birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen cinayetler davasına karışan bir kongre üyesiyle bir araştırmacı gazeteciyi konu alan politik gerilim türünde bir film. Stephen Collins, savunma harcamalarını denetleyen komitenin başkanıdır. Asistanı ve metresinin vahşice öldürülmesi üzerine sırlar ortaya çıkmaya başlar. Stephen’ın eski arkadaşı, gazeteci McCaffrey olayla ilgilenmeye başladığında acımasız editörü de olayı araştırmasını ister. Katilin kimliğine yaklaştıkça ülkenin güç dengelerini sarsacak bir tehdit oluşmaya başlar. Beyaz Kontes Aklını başına al... Aşka ve farklı olana (yok aslında birbirimizden farkımız) yasak koyan yaman bir coğrafya... Zorunlu ayrılığın gölgesinde buz kesen, solan ve sararan sevdalılar... “Deli Deli Olma”, 130 yıl önce Ruslar tarafından ALPER Kars’a sürülen ve sarmaşık olmak isterken TURGUT ayrık otu muamelesi gören Malakanlar’a dair iç acıtan bir film. Genel izleyiciye uygun alperturgut.blogcu.com ancak çok iyi kotarılamamış bu yapımı, mutlaka seyredin diyemem, “Kız Kardeşim” (Mommo) ise hem çocuklara hem de büyüklere hitabeden ve üstelik insanı yüreğinden yakalamasını bilen saf, duru ve şiir gibi bir seyirlik. Kaçırmayın. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” kazanan, senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı, Erden Kıral’ın başlayıp, Şerif Gören’in bitirdiği “Yol” filminde oynayan Tarık Akan ve Şerif Sezer, 28 yıl aradan sonra Deli Deli Olma ile tekrar kamera karşısına geçtiler. Deli Deli Olma, Kars’ta “aklını başına al”a denk geliyormuş. Fransız şair Antoine Bret, 250 yıl önce boşuna dememiş, “Aşkın gelişi aklın gidişidir” diye... Hele de kara sevdaya düşmüşse insan, usundan bihaber olmaz mı? Burada noktayı koyalım ve daha fazla detaya girmeyelim. sadece fon olarak kullanmasıydı. Sürgün belasının yersiz yurtsuz bıraktığı, nereye giderlerse gitsinler kök salamayan nice kavme, Malakanlar adına ta yürekten bir selam çakabilseydi. ASIL “MOMMO” HAYATIN GERÇEKLERİDİR Kız Kardeşim, çektiği reklamlarla tanınan (300 kadar) Atalay Taşdiken’in ilk sinema filmi. Öksüz iki kardeşin yaşama sarılışlarını ve ayrılık denen illet karşısında çırpınışlarını dile getiren filmin senaryosu da Taşdiken’e ait. Kız Kardeşim’in görüntü yönetmenliğini Ali Özel üstlendi. Filmin müzikleri ise üstat Erkan Oğur’un ellerinden çıkma... Kız Kardeşim’in başrolünde; hayatlarında ilk kez sinemaya Berlin Film Festivali’nde giden çocuk oyuncular Elif Bülbül ve Mehmet Bülbül var. Mete Dönmezer, Mustafa Uzunyılmaz, Mehmet Usta, Ali Bakır ve Mehmet Çiğdem ise filmin diğer oyuncuları... Not; filmde oyunculuk anlamında sırıtan hiç kimse yok ancak sekiz yaşındaki Konyalı Elif Bülbül’ü (Ayşe) ayrı bir yere koymak gerek o nasıl bir sadelik ve etkileyicilik, 40 yıllık aktörlerden istemeden de olsa rol çalıyor. Kız Kardeşim, Bitlis’te geçen çoğu gerçek, kalanı hayali bir hikâye... Hatta yönetmen, dramatik unsurları budayabildiği kadar budamış. Dokunaklı olsun ancak sulugöz olmasın diye... Ayşe ve Ahmet’nin anneleri ölünce, mendebur ve ezik bir tip olan babaları Kazım, tek çocuğu olan kötülük timsali bir kadınla evlenir. Ayşe ve Ahmet de, felçli dedeleri Hasan’ın yanına yerleşirler. Kardeşlerin köydeki tek dostları ise İstanbul’da tutunamayınca geri dönen uzaktan akrabaları bakkaldır. Küçük bilge Ahmet, masum ve savunmasız Ayşe’nin herşeyidir, Ahmet’in yaşı küçüktür ancak bacısına kol kanat germeyi bilmiştir. Bir de çocukların korktuğu bir tür umacı olan Mommo vardır. Ancak onların küçük yürekleri henüz bilmez, asıl korkulması gereken hayali canavar değil hayatın acımasız gerçekleridir. Altın kalpli dedenin gözyaşlarıyla resmedilen çaresizliği, öz oğlu ayrı bir vaka olan suratsız üvey annenin gadri, yaşını başını almış lakin kişiliği oturmamış babanın iki arada bir derede kalmışlığı... Ve lanet olasıca zaman, etle tırnağı birbirinden ayırmak üzeredir. Sonrası çocuk dünyasını yıkan amansız bir hüzündür. Trajik bir veda Sinema ve tiyatro oyuncusu Natasha Richardson (11 Mayıs 196318 Mart 2009) trajik bir kaza sonucunda yaşamını yitirdi. 16 Mart’ta ASLI Quebec’teki MontTremblant merkezine oğulları SELÇUK kayak Michael (14) ve Daniel’la (12) giden oyuncu, iyi bir kayakçı olmadığını, gergin olduğunu açıklayarak görevlilerin üstelemesine karşın kask giymeyi reddetti. Yeni başlayanlar pistinde kayak eğitmeniyle kayan Natasha düştü, görünürde bir yara izi yoktu, eğitmen hemen sağlık devriyesiyle cankurtaranı çağırdı fakat o araca binmeyi istemedi. Olay yerine saat 13.00’te gelen ambülans böylece boş döndü. Eğitmen otel odasında oyuncunun başında bekledi, düşüşten iki saat sonra Natasha’da şiddetli başağrıları başladı. Oyuncu önce SteAgathe’daki hastaneye götürüldü. Toronto’da çekimde olan aktör kocası Liam Neeson oraya gelerek kritik durumdaki karısını Montreal’deki Sacré Coeur hastanesine taşıdı. 17 Mart’ta Kanada’yı doktorlar eşliğinde özel bir uçakla terkeden çift bu kez New York Manhattan’daki evlerine yakın Lenox Hill hastanesine geldiler. Yaşam ünitesine bağlanan Natasha’nın yanında kocası, oğulları, annesi Vanessa Redgrave, kızkardeşi Joely Richardson, teyzesi Lynn Redgrave, dostları Lauren Bacall bulunuyordu. Düşmeden ötürü beyin sarsıntısı geçiren, beynin geniş bir bölgesinde kanın pıhtılaşmasından dolayı yaşama umudu kalmayan Natasha’ya annesi ve yakınları A Sound of Music’ten (Neşeli Günler) Edelweiss şarkısını söyleyerek veda ettiler. Kazayı ciddiye almayan, sağlık görevlilerin yardım önermelerini umursamayan Natasha, o kritik iki saatin içinde tedavi görseydi yaşamını yitirmiyebilirdi. ALMA, MİŞKA VE ESKİ BİR PİYANO Deli Deli Olma, geçen yıl “120” ve “O… Çocukları” filmlerine imzasını atan Murat Saraçoğlu tarafından Kars’ın Eşmeyazı Köyü’nde 10 ila 33 arası değişen soğuklarda çekildi. Filmin senaryosu Hazel Sevim Ünsal’a ait. Deli Deli Olma’nın görüntü yönetmenliğini Mustafa Kuşçu, kurgusunu Mustafa Preşeva, müziklerini ise Mehmet Erdem ve Özgür Akgül üstlendi. Başrolleri paylaşan Akan ve Sezer dışında, Levent Tülek, Zuhal Topal, Korel Kız Kardeşim Cezayirli, Havin Funda Saç, Murat Aydın, Yeşim Ceren Bozoğlu, Cemile Nihan Turhan ve Ozan Erdoğan geniş oyuncu kadrosu içinde göze batan isimler... Filmde, Tarık Akan’ın gençliğini oğlu Barış Üregül, Şerif Sezer’inkini ise kızı Deniz Arna canlandırdı. Kars’ta kar altında bir köy ve içinde büyük kentlere göç etmemiş bir avuç insan... Terekeme ağzıyla konuşan Alma ve Tavşan adlı iki çocuk, öfkesinden herkesin çekindiği neneleri Popuç’a inat köyün yaşayan tek Malakan’ı Mişka ile dostluk kurarlar. Köylülerin “Yeki Kişi” (koca adam) dedikleri eski değirmenci Mişka ve köyün belalısı Popuç’un kimsenin bilmediği ortak bir geçmişleri ve asla kapanmayan yaraları vardır. Mişka’nın baba yadigârı piyanosuyla yetenekli Alma’ya ders vermesi, Popuç’u hepten çileden çıkarır. Papuç’un herşeye karşın neşesini kaybetmeyen kalabalık ailesi, köyün yardımsever öğretmeni, kış gecelerini ısıtan saz âşıkları ve Mişka’nın yalnızlığı... Ve ardı sıra yaşanan komik olaylar, ağır ağır ortaya serpilen üzücü gerçekler ve beklenen hesaplaşma... Keşke yönetmen, Mişka’yı içlerinden cımbızla çekip, Malakanlar’ı alan Natasha Richardson 1985’te Londra’da sahnedeydi. Çehov’un Martı’sında Arkadina’yı oynayan annesinin karşısında Nina’yı canlandırdı. Gothic (Ken Russell/1986) filminde Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’yi oynadı. Doksanların başında Redgrave’leri hiç kimsenin bilmediği bir kent olarak tanımladığı New York’a yerleşen sanatçı “İngiltere’de ne yaparsam yapayım hiçbir zaman gerçek bir Redgrave olarak kabul edilmeyeceğimi biliyorum” diyerek kırgınlığını dile getirmişti. 1993’te Broadway’de Eugene O’Neill’in Anna Christie’sinde İrlandalı oyuncu Liam Neeson’la oynayan Natasha onunla 1994’te evlendi. Bu aşk evliliğinden çiftin Michael ve Daniel adında iki oğulları oldu. Natasha, Liam’da yaşamı süresince aradığı mutluluğu, dengeyi bulmuştu. OYUNCULUK TUTKUSU Redgrave ailesinin geçmişi acı dolu boşanmalarla, seks skandallarıyla, aile dramlarıyla doluydu: Natasha’nın babası 1991’de 63 yaşında Aids’ten ölmüştü. Amcası Corin’le teyzesi Lynn kanserle savaşmışlardı. Teyzesinin kocası üveykızından bir çocuk yapmıştı. Annesinin uzun süreli bir alkol bağımlılığı vardı. Kocası Liam 2000’de taşradaki evlerinin yakınlarında motosikletiyle bir geyiğe çarparak ölümün eşiğinden dönmüştü. Natasha Richardson, Paul Schrader(Patty Hearst/1988, The Comfort of Strangers/1990), Pat O’Connor (A Month in the Country/1987), James Ivory (The White Countess/2005) gibi önemli yönetmenlerle çalıştı. The White Countess’te (Beyaz Kontes) annesi ve teyzesiyle birlikte oynayan Natasha, soyluluğu, mal varlığı elinden alınmış Rus kontes Sofia Belinskya rolünde unutulmaz, olağanüstü bir yorum sunmuştu. The Parent Trap (1998), Maid in Manhattan (2002), Wild Child (2008) gibi Hollywood yapımlarında da oynayan Richardson, Cabaret (1998) müzikalindeki Sally Bowles rolüyle Tony ödülü kazanmıştı. Broadway ve Lonra sahneleri arasında gidip gelen sanatçı Ibsen’in Deniz Kadın’ında Ellida, Tennessee Williams’ın Arzu Tramvayı’nda Blanche Dubois, Birdenbire Geçen Yaz’ında Catherine Holly, Shakespeare’in Hamlet’inde Ophelia’yı canlandırdı. 1985’te yaşamını yitirmeden bir hafta önce torununu Hamlet’te izleyen dedesi Michael kızı Vanessa’ya dönerek “O gerçek bir oyuncu” demişti. Natasha Aids’e karşı savaş için yüksek bağışlarda bulundu. Birçok İngiliz ve Amerikan TV filmi, dizisinde oynayan rol arkadaşı Natasha için Dame Judi Dench şunları söyledi: “Büyük bir oyuncuydu, inanılmaz ışıltılıydı, olağanüstü bir mizah anlayışı vardı.” Cabaret’de onu yöneten Sam Mendes, Natasha kadar yetenekli, yürekli, direngeç, muhteşem bir kadının bu dünyadan ayrılmasının haksızlık olduğunu vurguladı. Londra Old Vic Tiyatrosu’nun yönetmeni Kevin Spacey, Natasha Richardson’ı şu sözlerle tanımladı: “Natasha’yı sahnede izleyenler onun oyunculuk tutkusunu, bağlılığını, yeteneğini hiçbir zaman unutmayacaklardır. Mükemmele olan dinmez sanat susamışlığı hep sahnede kalacaktır. O her rolün üstesinden gelen, kendini yorumuna adayan bir oyuncuydu.” Deli Deli Olma KÖKLÜ TİYATROCU AİLE Natasha Richardson, İngiltere’nin en ünlü ve köklü tiyatrocu ailesinden geliyordu. Dedesi Sir Michael Redgrave ülkenin en büyük trajedi sanatçısıydı. Sir Michael’ın kızları Vanessa ve Lynn, oğlu Corin onlar da babaları gibi ünlü oyuncular oldular. 1960’ların başında yönetmen Tony Richardson’la aşk evliliği yapan Vanessa Redgrave 1963’te Natasha’yı doğurdu. Natasha dört yaşındayken ebeveynleri boşandılar, onbirine bastığında gençkız babasının eşcinsel olduğunu öğrendi. Natasha ilk kez dört yaşındayken babasının bir bölümü Türkiye’de çekilen The Charge of the Light Brigade’de(Hafif Süvari Alayının Hücumu/1968) filminde oynadı. Ergenlik döneminde babasının ParisCalifornia arasında süren bohem yaşamıyla, annesinin üyesi olduğu Devrimci İşçi Partisi’nin eylemleri arasında geçirdi. Annesi Vietnam Savaşı’na karşı durmuştu, Filistinlileri, Bosnalı müslümanları, Çeçenleri destekliyordu. Konuşma ve Drama Okulu’nda tiyatro eğitimi Pipa’nın barış yolculuğu filmlerle devam ediyor Geçen yıl ‘Barış Gelini’ projesi için 8 Mart’ta sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile Milano’dan yola çıkan İtalyalı sanatçı Pippa Bacca’nın Türkiye’de yarım kalan yürüyüşü Uçan Süpürge’yle sürüyor. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, bu yıl ‘barış’ temalı filmlerini Pippa Bacca’ya adıyor. 714 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde savaşın acıtan gerçekliğine karşı kadınların barış çabalarını anlatan filmler gösterilecek. ‘Türkiye’den Belgeseller’ bölümünde yer alan ‘Beyrut’a Gittiğimi Anneme Söylemeyin’ İsrail’in Lübnan saldırısı üzerine ailesinden gizli bölgeye giden Didem Şahin’in yol hikayesini anlatıyor. ‘Dünyadan Belgeseller’ bölümünde İsrailli belgeselci Ayelet Bargur’ın Haifa Film Festivali’nden ikincilik alan ‘Ağustos Caddesindeki Ev’ ile ‘Niyetlerin Ardında’ belgeselleri gösterilecek. İsrailli bir diğer yönetmen Tamar Yarom’un geçen senenin en çok konuşulan ve ödüllü belgesellerden biri olan ‘Gülümsüyorum, Bak’ı, Hollandalı yönetmen Masha Novikova’nın ‘Anna: Cephede Yedi Yıl’ı ise unutulmaz bir kadının hayatına odaklanıyor. Ece Palaz imzalı ‘Megiddo’ İsrail’de geçen ve savaş karşıtı söylemiyle dikkat çeken bir kısa film. Festivalin kısalarından ‘Kuleşov Etkisi’ Susana Rey Crespo’nun gerçekle kurguyu karıştırıp şaşırttığı bir film. 4 belgesel ve 2 kısa film olmak üzere 6 filmin gösterileceği festival ücretsiz izlenebilir. ‘Biz başka dünya isteriz’ Bu yıl dördüncüsü düzenlenecek olan Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, 17 Mayıs tarihleri arasında İstanbul, Ankara ve İzmir’de eş zamanlı olarak izleyicilerle buluşacak. Yarışmasız olan festival, 8 Mayıs’tan itibaren de Adana’dan Ardahan’a; Bursa’dan Eskişehir’e kent kent süren ve tüm yıla yayılan uzun bir yolculuğa çıkacak. Türkiye ve dünyadan emekçilerin yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmak ve Türkiye’de işçi filmi üretimini özendirmek amacıyla hayata geçirilen festival bu yıl, “Biz başka dünya isteriz” temasıyla işsizlik, kriz, güvencesizlik, mücadele dolu emek öykülerini beyazperdeye yansıtacak. Filmlerin gösterimi sadece salonlarla sınırlı değil. Mahallelere, işyerlerine ve sendikalara uzanacak özel gösterimlerle takip edilebilecek. Halkevleri, SineSen (DİSK), Dev Sağlıkİş (DİSK), Birleşik Metalİş (DİSK), Havaİş (TÜRKİŞ), Petrolİş (TÜRKİŞ), Ses (KESK), Sendika.Org ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından düzenlenen festivalin filmleri her yıl olduğu gibi bu yıl da ücretsiz. C MY B C MY B