16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitabın Biri GÜRAY ÖZ 6 18 NİSAN 2009 CUMARTESİ Yalan ile Yalancı Romanın adı “Yalan”dır, ama romanın kahramanı Yusuf Aksu‘ya yalancı demekte zorlanacaksınız. Yalan ötekilerden gelir. Gazetecilerin dilinde, jargonunda “yalan” sözcüğü netameli bir sözcüktür. Onun yerine “doğru olmayan” tarifini yeğleriz biz. Çünkü bir siyasetçinin, bir bürokratın sözlerinin yalan olduğunu söylediğimizde onların hukukçularının, hukuk danışmanlarının, her yazdığımızı baykuş gözleriyle izleyen ve bir atmaca gibi üstümüze atlamaya hazır uzmanlar olduğunu biliriz. “A yalan söylüyor, B’nin söylediği külliyen yalandır, işte belgesi de desek”, önce açıklamayı sonra mahkemeden alınmış tekzip kararını ve hemen arkasından mahkeme celbini alırız. Savcıya hakaret kastımızın olmadığını anlatmak zor olur. Çoğu zaman anlatamayız. Bu nedenle de bizler elimizde çok sağlam belgeler olsa bile siyasetçinin, bürokratın söylediklerinin yalan olduğunu yazamayız. Onun yerine “doğru olmayan” deriz. Yalan işte böyle esrarengiz bir dil oyununa dönüşürken, yalanın ne olduğu yalancının kim olduğu da zaman içinde karmaşık bir hale gelir. Yalan ile yalancı arasındaki ilişki böyle durumlarda belirsizleşse de kimi zaman yalan söyleyen pek çok kişinin gerçekte yalancı olmadığı gerçeğini de söyleyelim artık. Yalan ötekilerden gelir dedik ya, işte söylemek istediğimiz budur. Sizin tek bir sözünüzden, sözcüğünüzden kendilerine göre derin anlamlar çıkartarak sizi yalanın çukuruna sürüklemek isteyenler her zaman olabilir. Ya da anlamadıkları için, anlamak zor ve zahmetli bir iş olduğu için, sizin sözlerinizi, anlamadıkları anlaşılmasın diye göklere çıkaranlar olabilir. İşte böyle bir yerden yalan başlayabilir, yola çıkabilir. Siz istemediğiniz halde yalanın peşine takılıp gidebilirsiniz. Siz gittikçe onlar da gelecek, sizi yarı yolda terkedenler olsa da kaderiniz kederinize dönüşene kadar sizin yalanınızın rantıyla yaşamayı seçenler de olabilecektir. Zordur yalanı temizlemek, yalanın kirinden kurtulmak. Ama anladınız artık, burada anlattığımız yalan ve yalancı, fikirler dünyasının karmaşık labirenti içindeki yalanlar ve yalancılardır. Onların bir üst kademesinde eğer ar perdesi o anlattığımız yolculukta yırtılmışsa, yalan, gelire, akara, ranta dönüşmüşse yukarıda anlattığımız ve biz gazetecilerin yalan demek yerine “doğru olmayan”ı tercih ettiğimiz katmana geliriz. Burada üzerinde durduğumuz o yalan ve o yalancı değildir. Bizim anlatmak istediğimiz dikkatinizi çekmek istediğimiz insanın doğal hallerinden ortaya çıkan bir sürüklenişin harikulade romanı olan Yalan’dır. “Yalan” Tahsin Yücel‘in romanıdır. Can yayınlarından çıkmıştı. Sanırım çok baskı yaptı. Okuması insana büyük bir zevk ve hüzün veren romanlardandır. Peki ne anlatır Yalan. ??? Yalan, yalancı olmayan birisini, çevresini, yalan üzerinden yürüyen bir insanlık dersini anlatır. Çevrenin de insan hallerinin en zengin bir tablosunu çizdiğini burada söyleyelim de bir tür masumlar dünyasının içinde kendi kendine büyüyen bir yalanın trajedisini de söylemiş olalım. Yusuf Aksu’nun hikayesidir Yalan. Kocası tarafından terkedilmiş öğretmen Refika‘nın oğlu Yusuf Aksu, bir tür ansiklopedisttir. Yazan cinsinden değil, okuyan cinsinden. Güçlü hafızası ile annesinin “işte bütün bilgi bunların içinde” zorlamasıyla neredeyse dünyanın tüm ansiklopedilerini ezberine almış, yabancı diller öğrenmiştir. Ama bu engin ansiklopedi bilgisi dışındaki hayata, yazıya ilgi duymamaktadır. Okulda tanıdığı yetenekli ve kekeme arkadaşı Yunus‘la bir şekilde birleşecek olan hayatları da bir geçiş hikâyesine, başkası olma hikayesine dönüşecek, arkadaşının “dil tezi” de Yusuf’a miras kalacaktır. Hiçbir zaman anlatmak istemediği, yalnızca artık yaşamayan arkadaşının bir anısı olarak belleğinde duran “tez” bir süre sonra ötekilerin ısrarıyla gün yüzüne çıkacak ve Yusuf, bir yalancıya değil ama koskoca bir yalana dönüşecektir. Sonrasını da anlatmayayım artık. Kitabı alıp okuyun. Çünkü kitap özetlenemeyecek kadar zengin hayat dersleriyle doludur. Ama unutmayın ki o bir ders kitabı da değildir. Ders kitapları deyim yerindeyse “gerçeklerin” soyutlanmış kuru halleridir. Çoğu zaman da yapılan soyutlamalar kuru bilgi kırıntılarına dönüşür ister istemez. Yalan ise insan hallerinin hiç de kurulaşmamış soyutlamalarıyla doludur. ??? Yusuf Aksu’nun, romanın önemli ve önemi son sayfalarda artacak kahramanı Beşinci Murat‘a gerçekleri anlatırken giriştiği gerçek, doğru, yalan yanlış uydurma üzerine tartışma belki de romanın en önemli sayfalarıdır. Peki artık bu tartışmayı da özetleyelim de romana olan ilginiz katmerleşsin. “Kuramınız yanlışsa kesinlikle doğru yoldasınız demektir” der Beşinci Murat. “Ama o bir çocukluk düşüydü” itirazına da aldırmaz Beşinci Murat, “iyi ya” der, “çocukluk düşüyse kendi içinde gerçektir tüm düşler gibi.” Yusuf Aksu’nun “ama ben artık gerçeği söylemek istiyorum” dileğine ise şiddetle karşı çıkar, “sakın ha, sakın ha” diye bağırır. “Kimseye söylediniz mi bunu?” Yusuf Aksu öteki “arkadaşlarına” söylemiştir. Ama onlar da başka hiç kimseye söylememesi gerektiğini altını çize çize vurgulamışlardır. Burada Yusuf Aksu’nun yalnızca adı söylenmiş ama içeriği hiç açıklanmamış olan tezinin insanlardaki umutları ile doğrular arasındaki karmaşık ilişki de gündeme gelir. Ama onu da, onun üzerinde düşünmeyi de okura bırakalım. Pek güzel, pek derin bir romandır Yalan. Yalan Türk edebiyatının, Türkçe edebiyatın usta romanlarındandır. Tahsin Yücel’i övmek benim haddim değil, ama büyük bir sevinçle okuduğum, hüzünlü, derin, sık sık geri dönüp okuduğum, sayfalarını karıştırdığım romanı da övmeyeyim mi artık. Annem Halim’e üzülüp diziyi seyretmedi Kendisindeki yeteneğin çok eğlenceli bir adam olan babasından geldiğini söylüyor İlker Aksum. Canım Ailem’de aşk acısı çeken Halim karakterini o denli sıcak ve içten oynuyor ki, babası bile üzülmüş onun haline.. Annesi ise son birkaç bölümü “Dayanamam oğlumu bu halde görmeye” diyerek seyretmemiş. “Ya anam babam, canım ciğerim, Allah aşkına...” Adanalı kuru fasulyeci Halim, kaç zamandır aşk acısından perişan durumda... Eee sevdiği kız tarafından nikâh masasında terk edilen hemşerimiz hüngür hüngür ağlar ve sinir ALPER krizleri geçirirken gazetemizin Adanalıları boş TURGUT duracak değiliz ya... Adanalı hemşerim ve foto muhabiri arkadaşım Uğur Demir ile birlikte alperturgut.blogcu.com “Aboov, ne olacak bu Halim’in hali” diyerek, soluğu “Canım Ailem” dizisinde harikalar yaratan İlker Aksum’un yanında alıyoruz. İlker Aksum’un yüzü, TV’de ilk kez 1996 tarihli “Sır Dosyası” adlı dizide göründü, ilk sahne deneyiminde ise kostümünü unuttu. Diziye de adını veren şempanze “Çarli” ile başrolü (Afakan) paylaştı ve kısa sürede çocukların sevgilisi haline geldi. “Küçük Kıyamet” adlı filmdeki ödüllü “mezarcı” rolü için bir buçuk ay boyunca hiç yıkanmadı. Milyonların onu tanıması ise “Yabancı Damat” dizisinde hayat verdiği Gaziantepli baklavacı Ruşen Demir sayesinde oldu. “Mahallemizin sevimli çocuğu” ve “ailemizin içgüveysi” rolleri onu kesmeyince “kötü adam”lığa merak sardı. Örnek mi? “Kara Yılan” dizisinde Yüzbaşı Laroş ve “Güz Sancısı” filminde de İsmet... Hah unutmadan ekleyelim; O, kadınlardan sonra gelen en “manyak” yaratık dediği kedilerin büyük hastası, aynı zamanda da gerçek bir belgesel tutkunu, iyi bir basketbol ve pinpon oyuncusu... Biraz da ailenizden bahsedelim, onlar da Halim’in bu hallerine üzülüyorlar mı? 1971 yılı sonunda İstanbul Üsküdar’da doğdum. Babam Emekli Hava Albay Bülent Aksum, savaş pilotuydu (şimdi özel pilotluk yapıyor) annem Nurten ise ev hanımı... Benden beş yaş küçük ikiz kardeşlerim var. İlkay, Tünel’deki Cuba Bar’ın işletmeciliğini yapıyor, Alpay ise benim yolumu seçti, oyuncu oldu. Babamın görevi dolayısıyla göçebe hayatı yaşadık. Ve bendeki yetenek çok eğlenceli bir adam olan babamdan geliyor. 17 Haziran günü Belgin (Belgin Endoğan, 25 yaşında, iktisat fakültesi mezunu... “Yalancı Yârim” ve “Kurşun Yarası” gibi dizilerde oynadı) ile evliliğimizin ilk yıldönümünü kutlayacağız. Babam Halim’in durumuna çok üzülüyor. Annem ise son birkaç bölümü dayanamam oğlumu bu halde görmeye diyerek seyretmemiş. Benim gibi oyuncu olan eşim Belgin ve kardeşim Alpay’dan ise geçer not aldık. İNSANLARI SARAN SADELİK “Her işinde tekrar keşfedilen ve yüzü hiç eskimeyen aktör” olmak isteyen İlker Aksum, görüp görebileceğiniz en samimi ve alçakgönüllü adam. “Benim hiçbir zaman çığlık atan kadın kitlem olmayacak” dese de Aksum, şu an hiç şüphesiz en iyi çıkış yakalayan erkek oyuncu. Ve Halim karakteri, 15 yıllık oyunculuk hayatının ona verdiği en büyük ödül. Tabii ki şimdilik... Gelecekte saygın bir aktör olarak anılmayı arzulayan İlker Aksum’un yolu sizce de açık değil mi? Canım Ailem, “Adanalı”, “Avrupa Yakası” derken Adana furyası tam gaz sürüyor. Adana’ya dizi çekimleri için gittim. İnsanları yüksek enerjili, gerçekten sert ve gergin bir kent... Örneğin adamın biriyle konuşuyorsunuz sizi seviyor mu, kızıyor mu belli değil... Samimi ve sıcakkanlılar. Sizi hemen “canım, ciğerim” diyip bağırlarına basabiliyorlar. Adana, aşkı büyük, edebiyatı büyük bir şehir. Belki de Adanalıları anlatan dizilerin tutmasının nedeni budur. Canım Ailem neden bu kadar çok sevildi? Senaryo, sinema ve diziler için hayati önem taşıyor. Örneğin 1990’ların dizisi Seinfeld, müthiş senaryosu ve oyuncularının uyumuyla ön plana çıkmıştı. Bugün ise Lost dizisinin tüm karakterlerini neredeyse ezbere sayabiliyoruz. Canım Ailem tam bir aile dizisi ve insanları saran bir sadeliği var. Bu bir romantik komedi asla dram değil. Uğur Yücel ve TMC’nin sahibi Erol Avcı da sade işleri seviyorlar. Yabancı Damat’ı yazan Selin Tunç, Canım Ailem’in de senaristliğini üstlendi. Ona çok güveniyorum. Bir de ilk dizisini çekmesine karşın Şebnem Bozoklu (Meliha) çok sevildi. Uğur Ağabey, Ozan Güven, Ezgi Mola ve diğerleri de performanslarıyla Canım Ailem’i sırtladı götürüyor. “Küçük Kıyamet” ve “Güz Sancısı”... Yeni bir film projesi var mı? Yönetmen Seyfi Teoman’ın ikinci uzun metrajlı filmi “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”de oynayacağım. (Teoman’ın ilk filmi “Tatil Kitabı” çeşitli festivallerden birçok ödülle dönmüştü) Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Barış Bıçakçı’nın aynı adlı romanından uyarlandı. Zamanını denk getirebilirsek film, Eylül gibi çekilecek. Dizilerden sonra sinemada da konuşulacak hale gelelim istiyorum. Klişe bir karakter değil Halim’in oyunculuğu bıçak sırtında geziniyor. Çizgiyi biraz geçerse performansı tiyatro sahnesinin ağdalı oyunculuğuna dönüşebilir. Evet, resmen Halim karakteri pamuk ipliğine bağlı. Bazen çok zorluyorum ve bin bir güçlükle dengede tutmaya çaba gösteriyorum. Karakterin onay görmesinin sebebi ise samimiyetinde gizli... Seyirciler, Halim ne kadar sinirlenirse sinirlensin gülümseyebiliyorlar. Çünkü Halim, klişe bir karakter değil. Hatta gayet duygusal, sıcak ve içten... Gündelik hayatta da aşk acısı çekmez mi insan? Ben de Halim kadar olmasa da yaşadım bunları... Aşk bu, insana neler yaptırır. Ancak “Delikanlı adamsın, gururlu ol biraz” ve benzeri birçok eleştiri aldığımı da söyleyebilirim. İlker Aksum, giderek yükselen ivmesini neye borçlu? Ben senaryoya bağlı bir oyuncuyum, günlük hayatta öyle mizah üreten bir tip de değilim. Çok çalışıyorum ve konsantrasyonumu yüksek tutuyorum. Araştırıyorum, inceliyorum, oyunculuğa saygı gösteriyorum. Rolle yatıp, rolle kalkıyorum. Subay çocuğuyum, babam çok özgürlükçü bir adam olsa da disiplin nedir bilirim. Ve sonuçta set kaotik bir yer. Mahallenin gürültüsü, setteki hengâme derken insanın bunlardan sıyrılıp yoğunlaşması çok zor. Bunu başarabilmek 10 yılımı aldı. Son 5 yılda ivmem yükselişe geçti. Ancak şu an hala var olmakla meşgulüm. Bir anlık yükselişin anlamı yok ki; atıyorum iki, üç yıl tırmanışın sürdü, peki 23 yıl sonra nerede olacaksın. Bir de sorarlar ya, hangi rolü oynamak isterdin diye... Ben şanslıyım, ne oynamak istiyorsam onu oynuyorum. Doğru mu yapıyorum bilmiyorum ama benim menajerim yok. Projelerde senarist, yönetmen, yapımcı ve cast’a dikkat ederim. Sokak çocuklarına umut tiyatrosu Muammer Karaca Tiyatrosu’nda sahne alan tiyatro grubu profesyonel oyunculardan değil, sokakta çalışan çocuklardan oluşuyordu. Malatya’dan İstanbul’a gelen çocukların ümidi sergiledikleri oyundan kazanç elde ederek İstanbul’da aynı kaderi paylaşan yaşıtlarına yardım etmekti... Her şey Malatya İnönü Üniversitesi’nde eğitim gören ASUMAN Zeynal Doğan ÇETİNER ve Aytaç Arpacı adlı iki arkadaşın bir çocuk tiyatrosunu hayata geçirme kararı ile başlıyor. Malatya’da çocuk tiyatrosu yok, yoksulluk çeken ailelerin kültürel faaliyetlere katılımı imkansız... Doğan’ın arkadaşlarıyla düzenlediği gösteriler okullarda ücretsiz sergileniyor. Bu yetmiyor Doğan’a. Sokakta çalışan çocukları oyunlara dahil ediyor. Doğan, kendi çocukluğunun da sokaklarda geçtiğini, dolayısıyla onları anlayabildiğini söylüyor. “Çalışmaya başladığımda on yaşındaydım” diyor, “Simit satar ya da odun, kömür depolarında çalışırdım. Ama eskiden sokaklar daha tehlikesizdi. Günümüzde çocukların bir şey satın alacağız diyerek bina içlerine çekilip, dövülüp, tacız edildiği bile oluyor!” Tiyatro çalışmalarını zor şartlarda yürüttükleri halde pes etmemesi biraz da bundan. Provalarını bodrum katlarında yapıyorlar. Sokakta çalışan çocuklara farklı perspektifler sunmak isteyen Malatya Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdür Vekili Aydın Gönen’in de desteğiyle “Ben çöp değilim” adlı çocuk oyununu sahneliyorlar. Tiyatro, çocukların kendilerine olan bakış açılarını değiştiriyor. “Bu çocukların aileleri dahil tüm toplum onlardan ümidini kesmişti. Yalnızdılar... Artık bir şeyleri başarabileceklerini gördüler” diyor Doğan. Çocukların başarıları duyuldukça farklı illerden davetler geliyor. Bir ayda Kenneth Kesey’in yazdığı “Guguk kuşu” oyununu sahneye hazırlıyorlar. En son geçen hafta, Muammer Karaca Tiyatrosu’nda oynadılar. Geceyi, “seyirciler sahnedekilerin bir süre önce umudunu kaybetmiş, sokakta çalışmak zorunda kalan çocuklar olduklarına inanmadı” diyerek anlatıyor. Onları geçtiğimiz haftalarda İstanbul’a getiren, Umut Çocukları Vakfı ve sokak çocuklarının yazıp yayınladığı Sokak Kedisi dergisiyle tanışmaları olmuş. Tiyatronun gelirini de bu dergiyi yaşatmak için ona adamışlar. ? Habermas, neoliberalizmin kuruttuğu düşün dünyasında son Alman filozofudur desek pek de yalan olmaz. Taner Timur hocamız yazdı. Habermas’ı Okumak Yordam Kitap’tan çıktı. Frankfurt Okulu’nun bu son temsilcisinin özellikle Marx ve Marksizm’le ilişkisini anlamak isteyenler için bulunmaz bir kaynaktır diye düşünüyorum. ? Döne döne okuduğum kitaplardan biri de Patrick Süskind‘in Koku (Das Parfüm) adlı romanıdır. Almanca aslından Tevfik Turan çevirmişti. Can Yayınları’ndan çıktı. Çok sattı. Yeni bir baskısı mutlaka vardır. Ötekiler C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle