Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Akıl hastalıkları ve modernleşme CEM SUNGUR Viyana’yı ziyaret etmek şehir ölçeğinde bir müzeye gitmek gibidir. İsteyen bütün bir hafta sadece tıp tarihi ile ilgili turlara katılabilir, arzu eden de bu büyüleyici şehrin, on dokuzuncu yüzyıl sonunda yaşadığı modernleşme sürecinde yaşananların ilham verdiği sanat eserlerini izleyebilir. Londra’daki The Wellcome Collection’da sergilenmeye başlayan “Akıl Hastalıkları ve Modernleşme” adlı sergide bu ilginç süreç farklı bir bakış açısıyla ele alınıyor. Sergi, Habsburg İmparatorluğu Viyanasında akıl hastalıkları ile dönemin görsel sanatları ve mimarisi arasındaki ilişkiyi irdeliyor. Ayrıca psikiyatrinin, görsel sanatların erken modernist akımların gelişimini nasıl etkilediğini ve modernizmin de akıl hastalığı olan insanların yaşamlarını ve algılanmalarını nasıl değiştirdiğini yansıtıyor. Serginin altı bölümü var; 1) Deliler Kulesi, 2) Modern akıl hastanesi, 3) Tedavi yöntemleri, 4) Patolojik hasta, 5) Patolojik sanatçı ve 6) Hasta sanatçı. Günümüzde Anatomi Müzesi adını taşıyan ve asıl adı Narrenturm (Deliler Kulesi) olan bu ürkütücü yapı 1784’de inşa edildi. Beş katlı bir silindiri andıran bina, akıl hastalarını tedavi etmekten çok, toplumu onlardan korumak amacıyla tasarlanmıştı. Kadın ve erkekler için ayrılmış dokuz metrakarelik 139 hücrede, duvarlara prangalanmış 200 ile 270 hasta hiçbir hijyenik gereksinimleri karşılanmadan yaşıyordu. 1839’da ilk kez bir psikiyatristle tanışan kulede bulunan bazı balmumu büstler de, dönemin psikiyatrlarının akıl hastalarının fiziksel görünümlerine takılıp kaldıklarını kanıtlıyor. İkinci bölümde ise inşası 1907 yılında biten ve Avrupa’nın en büyük akıl hastanesi olan am Steinhof tanıtılıyor. Ünlü mimar Otto Wagner’e ait olan bu eser ise akıl hastalarına son derece modern ve doğayla iç içe olan bir kasaba olarak tasarlandı. İkinci bölümde Steinhof’da tedavi gören hastaların duygulalarını yansıtan portreleri de sergileniyor. Tedavi yöntemlerinden en çarpıcı olanı Steinhof’da kullanılan elektrik kafesi. Hastaya herhangi bir rahatsızlık vermeyen bu kafes, elektrik akımının hastanın metabolizmasını düzelttiğine inanıldığından sıklıkla başvurulan bir tedavi aracı olmuş. Sigmund Freud’un psikanaliz yöntemiyle özdeşleşen meşhur kanepesi de bu bölümde sergileniyor. Diğer bölümlerde karşımıza üç önemli sanatçının eserleri çıkıyor. Yazar Altenberg’in topladığı ve evinde sergilediği “Viyana’nın Delileri” adlı karikatürler büyük ilgi topluyor. Kokoschka ve Schiele’nin yapıtları patolojik sanatçı kavramının ele alındığı bölümde izlenebiliyor. 1911’de eleştirmenler resimlerini ilk kez izledikleri zaman, tablolarındaki figürlerin Kokoschka’ya benzediğini ve onun gibi kötü kokular yaydığını ve çürüdüğünü söylemişlerdi. Meşhur Fransız psikiyatr Charcot’nun, akıl hastalarının değişik vücut bölümlerinin fotoğraflarından oluşan kataloğu da ziyaretçilere sunuluyor. “Hasta Sanatçı” olarak da şizofren olduğu sanılan ama kimliği öğrenilememiş olan Frau St adlı kadının kolaj tekniğindeki çalışmaları sergileniyor. Serginin eş küratörü olan öğretim üyesi Dr. Gemma Blackshaw’un belirttiği gibi, sergi izleyicide birçok çağrışım yaratıyor. Kalıpların dışında düşünen yaratıcı insanların karşılaştıkları zorluklar ve suçlamalar insanlık tarihi kadar eski ve bu gerçeğe bir kez daha vurgu yapılıyor. Ancak çağrıştırdığı daha önemli bir gerçek var; bu farklılıkların yarattığı dönüşüme izin vermek ve benimsemek, gelişmiş toplumların ortak paydasını oluşturuyor. cem.sungur@anadolusaglik.org figenatalay?yahoo.com 18 NİSAN 2009 CUMARTESİ 5 Herkül çok yaramazdı... Eğitim Reformu Girişimi tarafından düzenlenen “Eğitimde İyi Örnekler Konferansı”nda 167 “iyi örnek” sunulacak. Sezin Okulu’nun “Mitoloji Kahramanları Projesi” bunlardan biri. Eğitim Reformu Girişimi altı yıldır “Eğitimde İyi Örnekler Konferansı” düzenliyor. Bu konferansta, “daha iyi eğitim” için üretilen güzel projeler tanıtılıyor. Sabancı Üniversitesi’nde bugün yapılan konferansa sunulan FİGEN 167 iyi örnekten biri ATALAY de Sezin Okulu’nda, anasınıfı öğrencileri için hazırlanan “Mitoloji Kahramanları Projesi.” Bu projede öğrencilere, Herakles, Prometheus, Pandora, Akhilleus, Narkisos adlı kahramanlar anlatıldı. Projenin amacı, kahramanlarının çoğu Anadolu toprakları içinde yaşayan mitolojik öyküler ve bu öykülerin geçtiği yerler hakkında öğrencilerde merak uyandırmak, farkındalık ve duyarlılık oluşturmaktı. Beş gün, beş farklı kahraman, beş farklı uygulayıcı tarafından değişik teknikler kullanılarak öğrencilere anlatıldı. Uygulayıcılar, bazen kahramanların kılığına bürünüp onları canlandırarak, bazen görsel malzeme kullanarak, bazen öyküyü senaryolaştırarak, okul öncesi öğrencisinin düzeyine uygun masalsı bir dille konuyu aktardılar. Uygulamada şiddet öğelerine yer vermemeye özenle dikkat edildi. Örneğin, Herakles’in bir canavarı öldürmesi, “canavarı yakaladı” şeklinde verildi. Prometheus’u kartalın yaraladığı bölüm “kartalı yaraladı ama Prometheus o kadar güçlüydü ki hemen iyileşti, sonunda da Herakles onu kurtardı” şeklinde verildi. Çocukların gözüyle ? Lara Tanrıkılıcı: Herakles çok güçlü bir kahramandı. Zeus adında bir kral vardı ve ona 12 görev vermişti. Herakles herkese saldıran aslanı yakalamıştı, bir de bir çiftçinin ahırlarını temizlemişti. Bir sürü iş yapmıştı, ama yine de hiç yorulmamıştı. ? Arda Özcan: O çok güçlü bir kahramandı. Herkül çok güçlüydü ama sonradan çok yaramaz olmuştu. Zeus Kral da ona 12 tane görev vermişti. Birisi; dokuz başlı ejderhayı yenmekti öbürü de yaban domuzunu kovmaktı. Çünkü yaban domuzu insanların yetiştirdiği bitkileri yiyordu. ? Bahar Kızılkaya: Pandora’nın bir kutusu vardı. Kutunun içinde kötülükler vardı. Pandora kutuyu açtı kötülükler her yere dağıldı. Sonra kutuyu kapattı ve kutu konuştu. Beni aç ben “umut”um dedi. Kutuyu açtı ve umut yayıldı. İnsanlar da mutlu oldu. ? Kağan Ünsal: Herakles çok güçlü bir kahramandı. Ama 20 yaşında tembel olmuştu. İstediklerine yardım ediyordu, istemediklerine etmiyordu. Kral Zeus Herakles’e on iki görev vermişti. Bu 12 görevi yerine getirecekti. Bu görevlerden bir tanesi ahırları temizlemekti. Herakles ahırları temizledi. Başka bir görevi de dokuz kafalı ejderhayı yakalamaktı. Başka bir işi de ejderha kuşları yakalamaktı. ? Azra Çetin: Bir tane kız vardı. Narkissos’a bakıyordu onu çok seviyordu. Ama o ona bakmıyordu. Her zaman kendine bakmayı seviyordu. Çevresindeki insanlara, bebeklere bakmıyordu. Hep kendine bakıyordu. Sonra suda kendini gördü, Kendini çok beğendi, kendisine bakarken suya düştü. Orada da nergis çiçeği çıktı. ? Barış Ural: Pandora’nın bir kutusu vardı. Kral Zeus ona bu kutuyu açmamasını söylemişti. Pandora bir gün kutuyu açtı ve kötülükler dünyaya dağıldı. Sonra kutudan bir ses duyuldu bu ses umuttu ve Pandora kutudaki umudu insanların kötülükle savaşması için dünyaya gönderdi. ? Derin Kavalcıoğlu: Prometheus insanlara ateşi götürüyordu. Zeus ona bir ceza vermek istediği için onu dağa zincirlemişti. Sonra dağa kartal gelip onu yaralamıştı ama Herkül gelip onu kurtarmıştı. Haydi herkes resim yapmaya... Toyiki, tüm çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor ve “Arkadaşın İçin Boya” diyerek, büyük küçük herkesi, bugün ve yarın mağazalarına resim yapmaya çağırıyor. “Arkadaşın İçin Boya” projesi kapsamında; Türkiye genelindeki 31 mağazada çocuklar arkadaşları için resim yapacaklar. Toyiki mağazalarında sergilenecek olan her bir resim, birer oyuncağa dönüşecek. Tüm resimlerin toplam adedi kadar oyuncak, ihtiyacı olan çocuklara ulaştırılacak. Toyiki mağazalarında gerçekleşecek, Toyiki “Arkadaşın için Boya” sosyal sorumluluk projesi sayesinde, ihtiyaç sahibi 10.000 çocuğun, arkadaşlarının resimleri ile mutlu edilmesi hedefleniyor. Üzerinde isim,adres bilgilerinin yazılı olduğu resimler, oyuncaklar ile birlikte arkadaşlarına gönderilecek. Bu sayede çocuklar, hediyelerini aldıktan sonra birbirleri ile iletişim kurabilecekler. Müze çocukları bekliyor Sakıp Sabancı Müzesi’nde, 30 Haziran 2009 tarihine kadar gerçekleşecek olan “Batıya Yolculuk: Türk Resminin 70 Yıllık Serüveni” sergisinde eserler, çocukların oyunlarına kimi zaman konu oluyor, kimi zaman konuk! Katılımın ücretsiz olduğu programlar 5–6, 7–8, 9–10 ve 11 yaş üstü çocuklara yönelik olarak hazırlanmış. Gönül Karakan’la Çerçeveye Takılanlar,Aslı Şekerci ile Resim, Müzik, Hikâye ve Sibel Sonmaz ile Sihirli Bir Arayış adlı programlara kayıt olmak ve bilgi almak için (0216 414 26 30) numaralı telefonu arayabilirsiniz. Moleskine Detour İstanbul’a geliyor Sürekli yer değiştiren ve Londra, New York, Paris ile Berlin’den sonra İstanbul’a gelecek olan Detour sergisi, uğradığı kentlerle yakın ilişkide olan yaratıcı yerel sanatçıları da kendine çekere, yolculuğunu sürdürüyor. Küratörlüğünü Raffaella Guidobono, tasarımını da Zetalab’in yaptığı Detour sergisinin yeni durağı İstanbul. 22 Mayıs’ta santralistanbul’da başlayacak olan sergi, dünyaca ünlü çağdaş sanatçıların, kendi tasarımlarıyla kişiselleştirdikleri Moleskine defterlerinden oluşan bir koleksiyon sunacak. Dünyanın her yerinden ünlü tasarımcı ve sanatçılar; kendi Moleskine defterlerine yansıyan yaratım süreçlerini ve tasarımlarını bu sergide sanat tutkunlarıyla paylaşıyor. Detour sergisi, sanatçıların düş güçlerini; Moleskine yaprakları üzerindeki eskiz, çizim, yazı, not, nota, fotoğraf ya da tasarımlarını; sanatseverlerin dokunup, hissedebilecekleri yeni bir sanat deneyimine dönüştürüyor. Ziyaretçiler bu sergide; aralarında Karim Rashid, Ron Arad, Han Tümertekin gibi dünyaca ünlü sanatçı, tasarımcı ve mimarların Moleskine defterlerinin sayfalarını inceleme, yaratım süreçlerine tanıklık etme olanağı bulacak. Ayrıca ünlü sanatçıların defterleriyle devam ettiği yolculuğunda, Detour’a sürekli olarak eşlik eden ikinci bir etkinlik daha var: myDetour. Bu sergide ise gelecek vadeden genç yetenekler, sanatçı adayları veya Moleskine tutkunlarının yarışmayla seçilen defterleri sergilenecek. Serginin İstanbul’dan sonraki güzergahı ise Tokyo. Aklın oyunu mu, içten gelen sanat mı? Art Brut (Ham Sanat) ile özdeşleşmiş Fransız sanatçı Jean Dubuffet, 1940’ların sonlarında Paris’te açtığı “Art Brut” sergisinde sanat ile profesyonel ESRA ilişkisi olmayan kişilerin çocukların, akıl ALİÇAVUŞOĞLU özellikle hastalarının, tutukluların esraali?yahoo.com kısaca toplum tarafından “ötekileştirilen” bireylerin yapıtlarını sergilediğinde pek çok kişinin aklında şu basit soru vardı herhalde: “Bunlar sanat mıdır?” Estetik normların ve herhangi bir koşullandırmanın dışında resim yapan kişilerin bu özgür tavrı sanat olarak tanımlanabilir mi? Burada bilinçli bir edim söz konusu olmadığına göre, bilinçsizce kimi zaman iyileştirici bir dışavurumla kendini ifade etme yolunu seçen bu kişilerin yaratımlarında büyük harfle başlayan sanatın izi sürülebilir mi? Dubuffet’nin peşinden gidecek olursak, gerçekliğin daha doğrusu işlenmemiş gerçekliğin ancak bu insanların yapıtlarında görülebileceğine inanıyordu kendisi. Sanatçı da bu “ham” yapıtların öğelerini kullanarak, entellektüel kaynağın dışına taşarak resim yapmayı seçiyor; gündelik yaşamın, önceden kestirilemeyecek olayların yapıta nasıl aktarılabileceğini bu kişilerin çalışmalarında görülebileceğini savunuyordu. Yücelttiğimiz değerlerin ölü bir dil olmaktan öteye geçemediğini, gerçeğin, sadece gerçeğin gösterildiği bir biçemin arayışı içindeydi Dubuffet ve bunu da sanatın tornasından geçmemiş bu insanların yapıtlarında bulabiliyordu. BEYNİN DEHLİZLERİ Bilinçle sarmalanmış aklın dışına, düzenin ve geleneğin savurduğuna bakmayı seçen, bize de yerleşik olanın dışında da gerçek bir dünya olduğunu hatırlatan Dubuffet’nin önderliğinde sanat tarihinin içine giren Art Brut örneklerini görmek istiyorsanız bugünlerde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ana galerisine uğrayabilirsiniz. Avusturya Kültür Ofisi tarafından getirilen ve küratörlüğünü Angelica ÖLÜ BİR DİL Art Brut sanatın ve sanatçının yüzyıllardır ilmek ilmek ördüğü yaratıcı ayrımcılığa, statüsel örgütlenmeye, yüksekten bakan, önderlik misyonu üstlenen durumuna tam tersi bir yönden yaklaşıyordu. Baumer’in yaptığı sergide Avusturya’da ünlü atölyelerde çalışan akıl hastalarının gerçekleştirdiği resimler yer alıyor. Bu resimler profesyonel anlamda sanat eğitimi almamış hastaların biçimsel ve renksel dışavurumlarını sunuyor izleyenlere. Bu çalışmaların büyük bir kısmı yapanın bilinçdışını izleyiciye aktaracak türden. Ama asıl önemlisi sanatı tüm dış etkenlerden, geleneksel bakış açısından bağımsız olarak kimi zaman bir aktarım biçimi, kimi zaman ise sağaltım aracı olarak ele almaları. Dubuffet’nin de gerçekleştirmek istediği gibi bu resimler, sadece yapanın bilinç düzeyini, düşüncelerini içeriyor ve başka herhangi bir gerçeklikten yararlanmıyor. Bu sergide karşımıza çıkan çalışmaların pek çoğu da yapanın içsel dünyasını, yaşamını etkileyen figürleri, bilinçaltının derinliklerinde sıkışıp kalmış yarı düşsel görüntüleri kısaca yapanın gerçekliğini dillendiren resimler. Bu söylediklerimiz elbette izleyicinin bu resimler karşısında hissettiklerini anlamaya yönelik. Yapan için ise belki herşey çok daha net... Beynin görünmez dehlizlerinde ortaya çıkmamak için direnen pek çok sesin, görüntünün ortaya çıkışı, gerçek dünyada da kendine yer bulması... Bu resimleri izlerken bir kez daha Dubuffet’nin neyin peşinde olduğunu, neyi aradığını düşüneceğiz. Daha önemlisi aniden, hiçbir dış etkene bağlı kalmadan tamamen içten gelen bir tepkiyle beliren sanatı ve öğrendiğimiz sanatı tekrar sorgulayacağız. “İçten Gelen Sanat” Art Brut 26 Mart27 Nisan 2009 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Acıbadem Kampusu, Kadıköy İstanbul, Telefon : 0216 339 01 89 C MY B C MY B