16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 NİSAN 2009 CUMARTESİ 7 Tecavüze karşı suskunluk bitiyor Atlatmak demeyelim, aşmak diyelim, çünkü insanın böyle bir şeyi unutması mümkün değil, ancak zamanla aşıyorsunuz… Yaşadıklarına rağmen bu kadar mücadele edebilmeyi başarman ve şimdi bunları anlatabilmen büyük cesaret, diyorum, sanırım atlatmışsın… Boş bulunup ESRA seçtiğim bu kelime onu daldırıyor bir süre, da bunları söylüyor; atlatmak AÇIKGÖZ sonra demeyelim, aşmak… Haberde adı yok, o yaşadıklarını anlatabilme cesareti gösterse de insanların onu anlamayı ne kadar başarabileceğini bilmiyor çünkü. Üstelik yaşadıkları göstermiş ki, onu koruyan bir sistem de yok, ataerkil zihniyetin hakim olduğu savcı, polis, adli tabipler yüzünden defalarca yaşamış tecavüzü… Yine de gözlerindeki parıltıyı mümkün olduğunca diri tutmaya çalıştığı her halinden belli. Biz şimdilik ona Leyla diyelim. 24 yaşında Leyla, bir devlet hastanesinde çalışıyor. Üç yıl önce, tayini çıkınca, küçük bir kasabadan İstanbul’a geliyor. Önceleri bir akrabasında kalıyor. Sudan çıkmış balık gibiydim, diyerek anlatıyor o günleri. İstanbul’da tek tanıdığı kişiyse, daha gelmeden internetten tanıştığı, 40 yaşlarında, kendini jinekolog olarak tanıtan bir adam, Erkut. Onunla tanışmasını şöyle anlatıyor: “Tedavi gördüğüm bir kistim vardı, ilaç önerisinde bulundu, tıbbi terminolojisi çok iyiydi, anatomi çalıştırırdı. Ona hocam, diyordum. Öyle şeyler anlatıyordu ki, her şeyi çok üstün geliyordu. İstanbul’a geldikten bir ay sonra görüştük. İlk maaşımı alınca tanıdığı bir emlakçıya gittik. Bana kefil oldu, aynı gün o da ev tuttu, eksik kalmayayım diye, ben de ona kefil oldum. Depozitoyu, kirayı verdim, camlara parmaklık yapılmasını bekliyordum.” O adam bana tecavüz etmişti Daha önce tanımadığım bir adam, 1 Ocak 2008’de beni aradı. Telefonu kapatınca nereden tanıdığımı hatırladım; bana tecavüz etmişti! Başta, şizofren olduğumu düşündüm, ancak bir psikolog, bir psikiyatrist tedavisi, terapiler, ilaçlar ve birkaç testten sonra gerçek olduğunu anladım. Yaşadığım travma neticesinde hafıza kaybıymış. Yani tecavüze uğruyorsun ve unutuyorsun, bir tetikleyici hatırlamana sebep olana kadar... Hafızam 20 günde geri geldi. Bir avukata, sonra da Mor Çatı’ya gittim... Olay, 2007 Temmuz’da Fethiye’de oldu. Tanıdığım bir öğretmen, öğretmen emeklisi arkadaşının işlettiği kaplıcaya davet etti. Nazik daveti kabul etmemin bedeli ağır oldu, o gün 10 ya da daha fazla kişinin tecavüzüne uğradım. Sanırım ilaç vermişlerdi, zihnim açıktı, ancak hareket edemiyor, sadece söylenenleri uyguluyordum... Tecavüz ederlerken kameraya el sallamam, zevk aldığımı söylemem için zorluyorlardı. Söylemeyince bir sopa ile tecavüz ettiler. Rahimdeki yaralanmadan ötürü hala tedavi görüyorum... Kahkahalar atıyorlardı. Hala erkek kahkahası tüylerimi diken diken eder. Tecavüzden sonra beni öldürmek için bir koya götürdüler. İkisi tartışırken gözlerimi araladım, beni çalıştığım otele götürün, dedim. Biri, ne olduğunu hatırlıyor musun, diye sordu. Ne oldu ki diye sordum, gerçekten o an unutmuştum. Altı ay da öyle kaldı. İki avukatımla Fethiye’ye gittik. Şikayet dilekçeme, hastaneden aldığım travmatik amnezi ve travma sonrası stres bozukluğu yaşadığıma dair raporu ve jinekoloji tedavi raporumu ekledim. Adliyeye sunduk, savcı bu işle uğraşmayın bir şey çıkmaz, dedi. Sekiz ay önce gerçekleşmiş cinsel saldırı için beni adli tıp kurumuna sevk etti. Doktor hiçbir veri olmadığına, psikolojik olarak iyi olduğuma dair rapor yazdı! Yer ve kişi tespiti yaptım. Karakola tecavüzcümle aynı araçta götürüldüm! İkisi 18’inden küçük beş kişinin ifadesi alındı. Bu kişilerin evlerine baskın yapılmasını bilgisayar ve kameralara el konulmasını istemiştik, yapıldı yapılmasına da bir ay sonra. Tabii ki hiçbir şey elde edilemedi. İstanbul adli tıp 6 ihtisas kurumu cinsel şiddet neticesinde travma sonrası stres bozukluğu yaşadığımı raporladı, ancak bu dava açılmasına yetmedi, çünkü savcı İstanbul adli tıp 6 ihtisas kurumunun bu konuda yetkin olmadığına kanaat getirdi ve takipsizlik kararı verdi. Oysa esas olan kadının ifadesi olmalı. Şimdi AİHM başvurusuna hazırlanıyorum. Travma tecavüzden sonra da devam ediyor; savcıya, polise anlatırken, adli tıpta jnekolojik muayenede... Tecavüz kriz merkezlerinin kurulması şart. Tecavüze uğradığınızda ilk aklınıza gelen soru neden ben olur. Daha sonra ben nasıl fark etmedim, orada ne işim vardı, neden o adama güvendim demeye ve kendinizi suçlamaya başlarsınız... Biz de bu suçluluktan kurtulmak, dayanışmak, deneyimlerimizi paylaşmak için bir araya geldik. İki kişiydik, kadın örgütlerini dolaştık, Amargi bize kapılarını açtı. Şimdi çok kişiyiz. En azından yalnız olmadığımızı görmek çok güzel. O zaman kendinize acımaktan vazgeçiyorsunuz. Bundan sonra tecavüzler olmasın istiyorsak, susmamalıyız, çünkü biz sustukça cesaretleniyorlar, bana tecavüz edenler o kadar soğuk kanlıydı ki bunu ilk kez yapmadıklarını düşünüyorum. ÇİKOLATALI PASTA VE KOLA Üç gün sonra, akşama doğru bir telefon alıyor ondan. Evin hazır diyor, seni gelip alayım. İlk kez kendi evi olacağı için çok seviniyor Leyla, nasıl döşeyeceğini düşünüyor. Eve vardıklarında emlakçının aradığını, yerler ıslak olduğundan eve giremeyeceğini söylüyor. Derin bir nefes aldıktan sonra devam ediyor Leyla: “Bende kal, dedi. Nasıl geri dönüleceğini bilmiyordum zaten, sonuçta güveniyorum, doktor, ağabeyim, hocam diyorum. Kabul ettim. Sehpada o zamanlar çok sevdiğim, şimdi midemi bulandıran çikolatalı pasta, kola ve gül vardı. O anda anlayabilmeliydim ama... İlaç vermiş, uyumuşum, sabah herşey bitmişti. Elim, ayağım tutmuyor, başım dönüyordu. Artık benim kadınım oldun, hiçbir yere gidemezsin, dedi. Emlakçıya ödediğim parayı geri çekip evi iptal ettirmiş. Gitmek isteyince ölüm tehditlerine başladı, kardeşini yakarım, ailen ömür boyu senden nefret eder; elimde cd’in var, hastaneye dağıtırım… Her pis şeyi söyledi. Annemleri, dayımı, herkesi düşündüm. Haberleri olsa onu öldürürlerdi.” Üç ay kimseye haber vermeden nasıl kurtulabileceğini düşünüyor Leyla. Her sabah onun gözetiminde hastaneye götürülüyor, çıkışlarda alınıyor. Leyla’yı eve hapsedip istediğinde geliyor. Ne doğalgaz var evde, ne elektrik, ne de yemek. Maaş kartına da el koyuyor. “İşyerinde kimseyi tanımıyorum, kime güvenebilirim ki”… Hâlâ konuşulmayan tabular arasında. Oysa rakamlar korkunç, her üç kadından biri tecavüze uğruyor. Yalnızca yüzde 20’si rapor alabiliyor. Suskunluk rakamları büyütedursun, Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu artık buna bir son verecek. Onları harekete geçirense, cinsel şiddete maruz kalmış kadınlar. KAÇMA FIRSATI Bir gün Erkut’un tanıştırdığı bir arkadaşı, senin için üzülüyorum diyor, neden hiç konuşmuyorsun, bir sorun mu var. Şaşırıyor Leyla, sadece o yalan diyebiliyor, o yalan… Bunun üzerine Erkut’un evli olduğunu anlatıyor adam, karısını bir akrabasına bakması için şehir dışına yolladığını, kadının 18 Haziran’da ÖSS’ye girmek için geleceğini… “Bu, senin için kaçma fırsatı olabilir” diyor. Gerçekten de o haftasonu bir arkadaşında kalması için yolluyor. Sınavdan sonra, eve gidiyor Leyla, karısı görürse Erkut’un kendisinden vazgeçeceğini umarak. “Kadın, beni görünce bir şeyler olduğunu anlayıp Erkut’la kavgaya tutuştu” diye anlatıyor yaşadıklarını, “Erkut onu dövüyordu. Evde yarıcı, delici ne varsa dışarı attım, kimse zarar görmesin diye. Seslere ev sahibi geldi. Onlar kavga ederken evde bir sürü belge buldum. Benim adıma krediye başvurmuş.” Kaçıp ev sahibine sığınıyor Leyla, bir süre onda kalıyor. Ailesi, hastanedekiler öğrenecek diye polise hemen gidemiyor. Ancak tehditler şiddetleniyor; Bana Özlem Çolak (solda) ve Özgül Akıncı. itaat etmezsen cdlerini internete veririm… Babanın Fotoğraf: VEDAT ARIK mezarındayım, çıplak fotoğraflarını seriyorum… Bu kadar da değil: “Adıma bir site açmış, çıplak fotoğraf koymuş, hastanenin numarasını vermiş. İşyerimle çok sorun yaşadım, onlara anlatamıyordum durumu. Sanki suçlusu benim gibi.” sadece, “Hem korkma, havlayan köpek ısırmaz”... Neye uğradığını şaşırıyor Leyla. Sonunda savcılığa gidiyor, tehdit mesajlarını kayda geçirtiyor. Maaşında haciz, hastanede yediği bir öğün yemekle yürüyerek adliyeleri, karakolları dolanıyor, “Param yoktu, cami çeşmelerindeki suyla karnımı doyuruyordum” diyor buruk bir sesle. Yetkililerin duyarsız tavrı sadece bir polis memurununkiyle sınırlı kalmıyor, savcının biri “Orospu mu olacaksın, normal hayata mı döneceksin” diye soruyor. Tabii bir de adli tıp macerası var: “Hayatımda ilk defa adli tıbba gitmişim, kolumda damga, koca bir dosya, üzerinde vücuda organ sokulması, yazıyor. Siyah poşetle yazıları kapatmaya çalışıyorum. Bir masanın ortasına oturttular, nasılsın, iyi misin diye sordular. Ben de bu şekilde konuya giriyorlar diye, iyiyim, teşekkür ederim, dedim. Mahkemede öğrendim ki hiçbir şekilde etkilenmemiştir, diye rapor vermişler”... Yaşadıkları öyle yıpratıyor ki onu, sonunda psikiyatrik tedavi görmek için bir aylığına hastaneye yatıyor. Şok tedavisini kabul etmiyor, “Çünkü hiçbir şeyi unutmamalı”! Savcının, polislerin, adli tabiplerin tavrının kendisini nasıl etkilediğini bu sırada anlıyor. “En kötüsü de bana yaptıkları için, orospu diyen savcı için dava açma hakkım varmış, ancak bilmiyordum ki, hiçbir şey yapamadım… Şimdi olsa yeri göğü inletirim”. Şimdi başka, çünkü konu üzerine okumalar yapıyor. Feminist gruplarla iletişimde, Mor Çatı’ya gidiyor. Artık biliyor ki insanlara güvenmek bir suç değil, suçlu olan da o değil. Davası bir yıl sonra görülüyor, bu onunla ilk yüzleşmesi. Ne olduğunu parça parça hatırlayabiliyor, Erkut’un jandarmalar arasında getirilmesi, burnuna gelen kokusu, mide bulantısı... “Bana bakmaya çalıştığında, kadın hakimin ona bağırarak sadece benim gözüme bakacaksın diye çıkışmasını hatırlıyorum” diyor. Erkut, üç yıl yiyor, o da sadece tehditlerden. Çünkü tecavüzün ispat edilmesi isteniyor! 11 ay yatıp çıkıyor. Leyla, o zamanlar yanlarına gittiğinde, “Biz namusumuz için yaşarız, onu kaybedersek ölürüz” diyen kadın çalışanlara rağmen yine aynı hastanede çalışıyor. Onu böylesi ayağa diken, direnme gücü veren, cinsel istismara uğrayan kadınların Amargi’yle kurdukları Taciz ve Tecavüze Son İnsiyatifi. “Arada toplanıyor, dertleşiyoruz, terapi gibi” diyor. İnisiyatif zamanla büyümüş, şimdi bir platform kurdular; Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu. İlk hedefleri, Tecavüz Kriz Merkezleri kurulmasını sağlamak. Çünkü taciz ve tecavüze uğramış kadınların ikinci kez aynı travmayı yaşamadan başvuracakları bir hukuk, muayene süreci oluşsun istiyorlar. Sadece İstanbul’dan değil, Anadolu’dan kadın örgütleri de destek veriyor. Platform sözcülerinden Özlem Çolak, “Cinsel şiddete maruz kalmış kadınlar çoğunlukla adli süreçlere girmekten çekiniyor, çünkü buralarda ikinci, üçüncü kere travmaya maruz kalabiliyor. Kadının taciz veya tecavüze uğradığını ispat etmesi aranıyor, oysa öyle bir ispat yükümlülüğü yok” diyor. 25 Kasım’da tecavüz kriz merkezlerinin kurulması için hazırladıkları bir yasa taslağı ile meclise gidecekler. KADINLAR KONUŞUYOR Önem verdikleri bir konu da farkındalık yaratmak; konunun, her yerde olabildiğince konuşulmasına olanak tanımak, tecavüz konuşulmaz, tabusunu çatlatıp, kırabilmek. Sözcü Özgül Akıncı, “Tecavüz kadınlar arasında bile en son konuşulan konu” diyor, “Bir çok kadın bunun korkusu ile yaşamasına rağmen medyadaki üçüncü sayfa haberleri dışında kimse tecavüzden bahsetmiyor. Son zamanlarda Pippa Bacca cinayeti, milletvekili adayı Ayşe Tükrükçü’nün tecavüze uğradığını söylemesi ve en son Hüseyin Üzmez olayında tecavüz, ‘mağdur’ eksenli değil, fail eksenli konuşulmaya başlandı. Tecavüz Kriz Merkezi’nin gerekliliğini anlamak için her üç kadından biri tecavüze uğruyorken sadece yüzde 20’sinin rapor edildiğini bilmek yeterli.” Tecavüz artık suskunluğa gömülmeyecek. Kadınlar var ve konuşuyorlar... POLİSE GİTTİM, AMA... O da sürekli kendini suçluyor; niye gittim, pastayı niye yedim, nasıl güvendim… Bir gün arayıp annesinin kapısı önünde taramalıyla beklediğini, onları öldürüp seslerini dinleteceğini söyleyince, kendini karakola atıyor. Hayatında ilk defa polisle işte o zaman muhatap oluyor. Çayını yudumlayıp göbeğini kaşıyan bir polis dinledikten sonra “Ne kadar gerizekalıymışsın” diyor Izİzlenim ? ÜMRAN BULUT çalışmalarını beslediğini düşünebiliriz. Kadın imgesinin cinsellik bağlamlı ele alınışı ise bizde çok yeni. Şimdilerde Neriman Polat, Gülizar Önen, Özlem Gök gibi birçok sanatçı bu konuyla uğraşıyorlar. 1967’de Nur Koçak ‘Nesne Kadınlar’ serisiyle biraz da yurt dışında eğitim almış olmanın getirdiği birikimle ve estetik doygunlukla tüm resimsel oyunları da kullanıp kadının kimlik problemine değiniyordu. 1970’lere gelindiğinde Nil Yalter, üstelik yeni bir sanat dili olan video sanatıyla, ‘Başsız Kadın/ Göbek Dansı’ çekimini gerçekleştirmişti. Bedenin her hareketinde onun sadece cinselliği ile varlığını sürdürebilir olduğu izlenimini, kadına toplumsal yaklaşımdaki saldırıyı örnekliyordu. 1990’larda ise Şükran Moral kadının cinsel kimliğine karşı oluşları, ona tavırlı yaklaşımları en sert anlatımlarla dillendirdi. Şükran Moral bugünlerde Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde çalışmalarından birini sergiliyor. ‘Aşk ve Şiddet’ olabildiğince protest yaklaşımı, etkileyiciliği zorlayan [email protected] Yeni resim, kadın imgesi Plastik sanatların kendi aralarında bayağı ilişkilendirildiği zamanlardayız. Özellikle resim yapma pratiğini yeni sanatsal üretimlerle bağdaştıran disiplinler arası sanatta, yeni teknolojilerin de yoğunlukla kullanılması, çeşitliliği arttırmakta. Heykeller, kabartmalar, videolar, fotoğraflar gibi plastik eylemler zaman zaman resmi zorlayabiliyorlar. Temalar da yeniliklerden etkilenmekteler. Toplumsal, teknolojik yenilikler her zaman resmin konularını belirleyenler olmuşlardır. Savaş dönemlerini, endüstrileşmeyi anımsayalım. Farklı konuların çalışıldığı dönemlere bakalım ve ‘insan’ın en baştaki yerinin hiç sarsılmadığını görelim. İnsan sanatta birinciliğini hep koruyacaktır... İnsan derken; kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç alabildiğince var sanatta. Kadın imgesi portreden, toplumsal içerikliye, dinselden, natürmorta kadar öncelikli uğraşılan. Kadının doğası, doğurganlığı gibi ayrı durumları, ev hayatından erotizme, bastırılmış kişiliğinden feminizme dek değerlendiriliyor. Tiyatroda 1960’larda Amerika’da görülen feminist hareket, resimde de aynı dönemlerde dünyanın ilgisini çekti. Yakın zamanlara kadar, Modern Türk Resmi’nde çok da bilindik değildi tüm bu başlıklar. Sanatçıların kadınlara bakışını gösteren ilk örnekleri düşünürsek Şehzade Abdülmecit’e, Nazmi Ziya’ya, Halil Paşa’ya dönmeliyiz. Bu ressamlar kadının kamusal alandaki yerini belirleyen işleriyle bizimle olurlarken İbrahim Çallı’nın, Ömer Adil’in onların iç dünyalarıyla ilgilenmeleri kuşkusuz gelecek kuşakların çizgisiyle iyi ki üretilmiş! Bizde sanatın en can alıcı açılımları yaşanırken en kısıtlayıcı acımasızlıklar gündeme sık sık gelebilmekte. Örneğin; Çağdaş Türkiye imajını hem de sanatsal boyutta zedeleyengerici zihniyetin izlemeye dayanamadığı Zafer Sarı’nın ‘Aşk Yağmuru’ isimli heykeli tam da yerinden edilmiş ve de Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk tarafından istenmişken ‘Aşk ve Şiddet’ sanata toplumun yaklaşımını irdeletebilecek bir sunum. Ayrıca karmaşanın ne boyutlarda yaşanabileceğine de bir gösterge. Türkiye’nin modernizminin açılımlarına göndermelerle dolu plastik sanatlarımız gelecekteki çağdaşlık çizgimizi biçimlendirsin. Çocuklarımızın, gençlerimizin özgür düşünmelerini desteklesin. Moral’ın sergisinin Türkiye’ deki okumuş ya da okumamış kalabalıklarca özellikle cahillerceizlenmesi ve anlaşılmasını istiyorum. Yoksa; kültüre, sanata saldırı ve haksızlık her daim yaşanacak vahşetlerden olacaklar… Sergi 3 Mayıs 2009’a kadar açık. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle