16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 11 NİSAN 2009 CUMARTESİ ‘Jazz’ın Yüzyılı’nda kısa bir yolculuk “Çaldığımız (yorumladığımız) hayatın ta kendisidir.” Bu sözler Jazz’ın köşe taşlarından Louis Armstrong’a (19011971) ait. Cümle ilk bakışta çok basit gibi gözükebilir. Aslında hangi müzik tarzı, türü biraz deşildiğinde, UĞUR derine inildiğinde farklı HÜKÜM temellendirilebilir? Ama hiçbir müzik tarzı acıyı yumuşatıp olumlayacak [email protected] hatta ona isyan kadar bir şevk, hüzün kadar yaşama sevinci katacak oranda yaratıcı ve işlevsel olabilmiş? “Batı Klasiği” veya “Doğu Klasiği”, yani “Sanat” müzikleri hep seçkinlerin, sınıfsal özlü belirli bir soyutlamacılığın ürünü olmuş. Her halkın popüler, yerel müziği “Halk Müziği” yüzyıllarca “yukardakiler” tarafından küçümsenmiş, yakın zamanlarda değeri kısmen teslim edilmiş olsa da, halk müzikleri de uzun süre, “Klasik” gibi kendi (dar) kurallarının esiri olarak kalmış. Bu arada başkaldırı unsurları içeren “Rock” veya ticari hassasiyeti yüksek “Pop” gibi daha körpe türler bir anlamda bu iki ana müzik damarı kadar, her durumda onlardan epeyce eski “Jazz”dan da etkilenerek “kader”lerini belirlerken, kendilerine özgü yeni kurallarını da yaratmışlar. Halbuki yaklaşık 100 yıllık ‘resmi’ tarihinin de kanıtladığı gibi Jazz, “kural” kadar “kuralsızlığı”, “sınır” kadar “sınırsızlığı”, “akademiklik” kadar “doğaçlamayı”, “ortodoksluk” kadar “anarşistliği” ve galiba her şeyden de öteye köklerindeki “esirliğe” tepki “özgürlük”ü bünyesinde bağdaştırmış, doğasında sürekli barındırmış, dolayısıyla diğer müzik türlerinden beslendiğinden katbekat fazla onları etkilemiştir. Jazz’ı böyle algılayınca Armstrong’un sözleri başka bir anlam kazanmıyor mu sizce? Üstelik Jazz yalnızca “müzik” ailesini mi etkilemiş acaba? İşte Fransa ve Avrupa’da sayısı hâlâ bir hayli yüksek olumlu “cinler”, belki de bir taşla birkaç kuş vurma arzusuyla çok hoş bir iş yapıp son yüzyılda, daha doğrusu 20. yüzyılda hem Jazz’ı, hem de Jazz’ın etkilediği sanat dallarını, örnekleriyle bir arada sergilemeye karar vermişler: “Jazz’ın Yüzyılı – Picasso’dan Basquiat’ya Sanat, Sinema, Müzik ve Fotoğraf” (*). çalan (bir keman, bir cins tef tarzı vurmalı da var), dans eden AfroAmerikalıların desenlerinin süslediği “Christys Melodies” veya “Music of the Ethiopian Serenaders” gibi partisyon kitapları da burada görülebilir. “Bamboula” ve “La Banjo”nun orijinal nüshalarıyla başlayarak her tarihi ve tematik evreye özgü tipik, belirgesimge yayın, kitap, gazete, dergi, afiş, albüm kapağı, küçük video ekranlı veya hoparlörlü müzik okurlarla zenginleştirilmiş sergi, arkalı önlü tarihi, kronolojik imlemeleri bildiren 5060 metrelik bir omuriliğin iki yanına eklemlenmiş salonlar, odalar prensibiyle yapılanmış. Her yılın önemli bir olayı ve/veya dönemin birkaç önemli olay/olgusu özellikle ön plana çıkartılmış, hatırlanmış, hatırlatılmış. Böyle bir sergi fikri, konsepti, mimarisi aynı zamanda küratörü olan filozof, sanat eleştirmeni, jazz yazarı Daniel Soutif’in kişisel bir tercihinden doğmuş. “İlk gençlik yıllarımdan beri Jazz ve Güzel Sanatlar ile yaşadım. Bunları birleştirmek adeta benim çocukluk rüyamdı.” Gezilince daha iyi anlaşılacağı üzere kişilik bir de buna 20. yüzyılın bir başka büyük sanatsal patlaması, 7. sanat Sinema’yı katmış. Omuriliğin iki yanındaki geniş kanatlarına takılmış 10’ar bölmede 20 civarında, irili ufaklı özel Beyaz Perdeli karanlık gösteri mekanında 40 civarında konulu veya belgesel, hatta bazıları ırkçılığı nedeniyle yasaklanmış çizgi filmlerden alıntılar sunuluyor. Siyahileştirilmiş Fred Astair’den, saf çapkın Jerry Lewis’e klaketçiler; ABD’nin en büyük zenginleri arasına giren Duke Ellington’dan, devrimci Charlie Haden ve Liberation Music Orchestra’sına; Nat King Cole, Billie Holiday, Miles Davis, Fats Waller’dan Wynton Marsalis, Enrico Rava’ya çok boyutlu bir Jazz dünyası ekranlardan yansıtılmış. Elbetteki en büyük alan Jazz’dan esinlenerek çizmiş, yaratmış plastik sanatçılara, ressam, heykeltraş, afişçi, desinatör, fotoğrafçı, enstalasyoncuların eserlerine ayrılmış. Merhaba Annem ve babam sıkı sıkı tembih ederdi “Sakın tanımadığın insanlardan bir şey alıp yeme, içme” diye. O kadar sık tekrarlardı ki bazen usanırdım, her genç kız gibi “Tamam anneee” der geçerdim. Ailemin abartığını düşünürdüm. O dönemlerin pek meşhur Türk filmlerinin de etkisiyle böyle davranıyorlardı herhalde. Malum hemen hemen tüm filmlerde kötü adam genç kızı kandırp evine götürür sonra gazozuna ilaç atar ve ardından “kötü emellerine alet ederdi”. O günlerden bugünlere filmler değişti. Ama taciz ve tecavüz asla değişmedi... Bu hafta sayfalarımızda Esra Açıkgöz’ün ‘rahatsız’ edici bir röportajı var. Tecavüze uğrayan kadınlar anlatıyor. Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu’na üye olan kadınların başlarından geçenler bizi bu kadar sarstıysa onlarda bıraktığı yara ne durumdadır inanın tahmin etmek bile zor. Onlar, güvendikleri, yakın buldukları, sığındıkları, tanıdıkları erkekler tarafından tecavüze uğrayan kadınlar... Sadece yaşadıkları değil, hukuk karşısındaki açmazları, suçlanmaları, utanç duvarına hapsedilmeye çalışılmaları... Yıllarca kendi içlerinde yaşadıkları, kimi zaman fısıltıyla dile getirdikleri, şimdiyse korkusuzca söyledikleri ‘tecavüz’... Platform, bu kadınların hukuksal ve duygusal anlamda savaşımları için çalışacak. Ayrıntıları yazıda okuyacaksınız. Ancak Esra’nın konuştuğu kadınların söylediği bir şey var ki, eski Türk filmleri geri gelmiş dedirtiyor insana. Platforma üye kadınlar kendi aralarında bir istatistik çıkartmışlar. Son dört yılda tecavüze uğrayan kadınların tamamı bir şekilde ‘uyutulmuş‘. Ancak tecavüz sonrası değişiklik gösteriyor. Bazıları tecavüzü hiç hatırlamıyor. Kimisi sonradan ya da hayal meyal hatırlıyor. En ilginci de kadınların dile getirdikleri; “Bizlere tecavüz eden adamların tamamı tanıdığımız kişiler, hatta kimi eski flört.” Ve bir ilginç sonuç daha, hani hep suçlarız ya eğitimsizlik diye. İşte bunu tam tersine çeviren bir sonuç. Yine gruptaki kadınların kendi aralarında çıkardıkları tecavüzcülerin mesleki kariyerleri; hepsi bir meslek sahibi ve eğitimli. Örnek mi? 1 doktor, 7 öğretmen, 2 emlakçı, 1 sosyal hizmetler uzmanı, 1 işletmeci, 2 ressam... Korkunç değil mi? İyi hafta sonları ORTAK YAPIM Coast (Batı Kıyısı) Jazz” 1953 – 1961, 9) “Free Devrimi” 1960 – 1980, 10) “Çağdaşlar” 1960 – 2002 başlıklarıyla bölümlenmiş. “Jazz’ın Arkeolojisi” nitelenen 1917 öncesi dönemden sergiye konan ilk örnek, Louis Moreau Gottschalk’ın (1829 New Orleans – 1869 Rio de Janeiro) “Bamboula” isimli bestesinin notaları olmuş. Alman Yahudisi bir baba ve bugünkü Haiti’den beyaz Kreol (yerel karma) bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen “harika çocuk” 1841’de Fransa’ya müzik öğrenimi için yollanır. 1845’te Paris Pleyel salonunda ilk konserini veren Gottschalk’ın 18471848’de bestelediği “Bamboula La Danse des Negres / Zencilerin Dansı” da Paris’te basılır. Bamboula sözcüğü birkaç anlama geliyormuş. Öncelikle Gine’nin yerel ağzında “davul” anlamına gelen “kambumbulu” ve “kamombulon” sözcüklerinden türetildiği ileri sürülüyor. Bir cins Fas trampeti de olabilirmiş. Ayrıca ritmi bu davulla tutulan New Orleanslı kölelerin bir cins dansına verilen isimmiş. Daha sonra argo hatta ırkçıların dilinde, “zenci” anlamına eş, vahim derecede hakaretâmiz, ırkçı bir anlam kazanacakmış. Gottschalk’ın “Bamboula”sı bugün Jazz’ın ilk yazılı, basılı izlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu eseri aynı melez kişiliğin bu kez Jazz’ın ata veya tarihöncesi enstrümanı sayılabilecek banjo üzerine yazdığı “Le Banjo” isimli 1855’te New York’ta William Hall & Son yayınevinden basılan kitabı izleyecektir. Aynı tarihler, yani 184755 arasında yayımlanmış, kapak resimlerini çoğunluğu banjo Daniel Soutif rüyasını bir Fransızİspanyolİtalyan ortak yapımı biçiminde gerçekleştirmiş. Bu sayede bu ülkelerdeki koleksiyonlardan da yararlanabilmiş. Sembolik olarak Picasso’nun “Une très belle danse barbare / Çok Güzel Bir Barbar Dans” (1905) veya sanatçının kapağını çizdiği “İgor Strawinsky – Ragtime pour piano” (1918) desenleriyle açabileceğimiz bu onlarca başeser barındıran sergiden bilinen bilinmeyen bir kaç örnek zikretmek gerekirse, hiç tanımadığımız Meksika kökenli Amerikalı karikatürist, çizer, ressam Miguel Covarrubias’ın (19041957), tek kelimeyle “harika” resim ve desenleri, Man Ray fotoğraf ve tabloları, Francis Picabia ve Mario Puppo’nun afişleri, Winold Reiss’ın “Harlem Jazz” çini mürekkebi ve suluboya çalışmaları, James Blanding Sloan’ın gravürleri, Otto Dix’in kara kalem, beyaz tebeşir resimleri, Tadeusz Makowski’nin nefes kesen “Jazz” (1929) isimli yağlıboyası, afişleri, Fernand Léger’nin benzersiz “Jazz Çeşitlemeleri”, Archibald J. Motley J.’nin Jazz’ı yücelttiği kadar, gündelik hayata sokan yağlı boya başeserleri, Josephine Baker’e ithaf desen, tablo ve Henri Matisse‘in tarifsiz “Jazz” dizilerinden bir iki tadımlık tablo, Marvin Israel’in her biri koleksiyon parçası 33 devirlik kapakları, Keith Haring, Andy Warhol ve Güzel Sanatların son büyük isyan çocuğu JeanMichel Basquiat’dan “Black” ve “Jazz” ikilisi, vs, vs,vs... Sergi Paris’ten sonra sonbaharda Barselona’da açılacak. (*) (http://www.quaibranly.fr adresinden İngilizce ve İspanyolcası’na da ulaşabilirsiniz.) Not: Bu yazının tümünü Türkiye’nin biricik Jazz Dergisi’nin Nisan 2009 sayısında okuyabilirsiniz. İLKSEL SANATLAR MÜZESİ Paris Quai Branly Müzesi’nde 17 Mart’ta açılan ve 28 Haziran’a kadar gezilebilecek “Jazz’ın Yüzyılı” sergisi gerçekten de Jazz’a bitişik, onunla bir biçimde etkileşime geçen tüm sanat türlerinden bir parmak bal çalmış ağzımıza. 2000 m2’lik bir alana kurulan sergi 10 kronolojik ve tematik bölmeli, ikili bir eksene yerleştirilmiş. Aralarında 20. yüzyıla damgasını vuran bazı referans tabloların da bulunduğu 1000 civarında eser, belge veya alıntı meraklılara sunulmuş. Ayrıca sergi çevresine film gösterileri, konser, konferans, eğitim, atölye çalışmaları gibi faaliyetler de eklemlenmiş. Serginin, diğer adı (İlkel değil) “İlksel Sanatlar Müzesi” olan Afrika, Amerika, Asya ve AvustralyaOkyanusya yerlileri ve sanatlarına ait Quai Branly Müzesi’nde açılması da bir raslantı değil. Yetkililer, kaynağını Afrika’dan alıp Amerika’da hayat bulan, bugün başta Avrupa olmak üzere bütün dünyaya mal olan, hiçbir sanat / müzik türüne nasip olmayacak oranda melezleşen Jazz’ın diğer sanatlarla etkileşimi, özellikle diğerlerini etkileme sürecini adeta antropolojik ve didaktik bir titizlikle hazırlamışlar. Kronolojik ve tematik 10 evre, 1) 1917 öncesi, 2) Amerika’da “Jazz Age / Jazz Çağı” 1917 – 1930, 3) “Harlem Rönesansı” 1917 – 1936, 4) “Avrupa’nın Çılgın Yılları” 1917 – 1940, 5) “Swing Çağı” 1930 – 1939, 6) “Savaş Temposu” 1939 – 1945, 7) “Bebop” 1945 – 1960, 8) “West AIDS hastaları bu davayı bekliyor METE KIZIK 17 Mart’ta Papa 16. Benedict‘in Kamerun’u ziyaretinde gazetecilere “Kondom, AIDS’le mücadelede sorunu çözmez” demesi dünyada geniş tepkilere yol açmış ve alay konusu olmuştu. Eleştiriler, Benedict’in kondom bile gerek duymayacak bir yapıda olduğundan tutun da, “bir AIDS’liyle kondomsuz cinsel ilişkiye girse de dünyanın kaç bucak olduğunu anlasa” dileklerine kadar geniş bir yelpazeye uzandı. Anti AIDS kampanyalarının temelini kondom oluşturuyor. Diğer yandan AIDS hastalarının tedavisinde çok önemli bir yer tutan “Generika” ilacı. Bu ilacın fiyatı yüksek ve Alman Bayer şirketinin patentinde Hindistan’da üretiliyor. Hindistan’da açılacak olan bir davayla yine dünya kamuoyunun gündemine oturmak üzere. AIDS son kırk yılın insanlık belası. Sadece Güney Afrika’da 5.4 milyon AIDS’li var. Hastalıkta kullanılan ilacın yıllık masrafı 90 doları buluyor. Ancak aynı durum “markalı ilaç”la ve özel hastanelerde yapılınca 12 bin dolarlık bir maliyet oluşuyor!.. Bir yanlışlık yok... Yanlışlık tekellerin kar hırsında, yanlışlık insanı hiçe sayan uluslararası patent yasalarında... Savunucularına göre neo liberal küreselleşme, özellikle az gelişmiş ve geri bıraktırılmış ülkelerde demokrasi, insan hakları, sosyal adalet, eğitim, kadın hakları, teknoloji sağlık ve alanında büyük yararlar sağlayacaktı. (Yerseniz!) Oysa Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Dünya Bankası (WB), Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS), Ticaretle Bağlantılı Fikir Mülkiyet Hakları (TRIPS) gibi yapılar başka bir dünyanın önündeki engel kurumlar. Bu kurumlardan TRIPS’ın patent yaptırımı, AIDS hastalarının tedavisinde sorunlar yaratıyor. Nedir bu TRIPS? 1995 yılında WTO bünyesinde birçok birimler oluşturuldu. Aynı yıl GATS anlaşmaları dünya ticaretinde firmalar ve sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırmak için imzalanır. Yani, Alman arabası Volkswagen Kongo’da satılacak. Bu satışta gümrük ödenmeyecek. Firma için vergi indirimi, lojistik destek sağlanacak. Karşılığında; hiçbir şey üretemeyen, açlıkla boğuşan Kongo, sözüm ona gümrük duvarı olmadan ihracat yapabilecek. Yine bu anlaşmalar sayesinde telekomünikasyon, eğitim, sağlık içme suyu gibi yaşamsal alanlarda da özelleştirmeler yapılır. Bu durumda Brezilya, Meksika, Peru, Türkiye, Kolombiya başta olmak üzere bir çok ülkenin kaynakları batılı şirketlerin eline geçiyor. Sömürülen ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynakları şirketlerinin karı için talan ediliyor. Bu arada sömürgeler oluşturdukları yardım fonlarıyla bu ülkelerde musluk, okul, kilise, cami, hastane yapıyorlar, göz boyuyorlar. TRIPS de şirketlerin patent haklarını savunan yapı olarak bir çok uluslararası anlaşmaları hazırladı. Bu oyuna karşı çıkışlar da olmuyor değil. Örneğin Mandela‘nın devlet başkanlığı döneminde Güney Afrika’da, yeni bir anayasa yapılır. Maddelerden biri de olağanüstü durumlarda uluslararası patent yasalarının askıya alınabileceğini öngörür. anlaşmalarını da aşan bir yaklaşım içinde.” Hindistan hükümeti WTO’nun tüm baskılarına karşın 2005’e dek TRIPS anlaşmalarını imzalamadı. Parlemonto sağlık alanında birçok maddeyi anayasasına koyduktan sonra kabul etti. Bereket uluslararası yasalar gereğince anayasal düzenlemeler, TRIPS anlaşmaları karşısında bir üstünlük veriyor. Bayer’in ille de daha fazla para istemiyle açtığı söz konusu dava bugünlerde başlıyor. Eğer firma lehine bir karar çıkarsa bundan on binlerce kişi etkilenecek... Peki bu durumda şirket insanların ölmesine yol açmış olmayacak mı? Ayrıca hem evrensel hukuka hem de vicdana uyuyor mu bu durum? BİNLERCE İNSAN ÖLEBİLİR Ülke halkının neredeyse yüzde 10’unun AIDS’li olduğu ülkede bu yasa gereğince Bayer’in “patent hakkı”nın pabucu dama atılır, Hindistan’dan binlerce kutu Generika ithal edilir. Ancak Bayer’in itirazları hemen yükselir: “Biz bu ilaç için çok para harcadık. İlaç fiyatının bu kadar ucuza satılmasıyla şirketimiz zarar ediyor, araştırmalarımıza devam edemez duruma düşüyoruz.” Bayer firması, bu ilaç ve ARGE çalışmaları için devletten yüklü oranda yardım görmekte. Üstelik reklam ve pazarlama için yaptıkları harcamanın kat be kat fazlasını çoktan kazandılar. TRIPS yasaları gereği AIDS’le mücadelede hayati önemi olan bu ilacın patent koruması 2022 yılında bitecek. Manzaranın genel görüntüsü böyle. Şimdi bu durumun Hindistan’daki manzarasını açalım. Bayer bu ilacı Yeni Delhi’deki Cipla şirketiyle üretiyor. Şirket, dünya çapında kullanılan Generika’nın yüzde 70’ini ihraç ediyor. Ancak, şirketin sadece üretim hakkı olduğu, satış yapamayacağını iddia eder Bayer ve dava açar. Yakında duruşmalarına başlanacak olan bu dava şimdiden sağlık alanında kaygılara yol açıyor. Çünkü Bayer’in talep ettiği yüksek fiyatla Generika’nın satılması durumunda binlerce AIDS hastası ilacı alacak parası olmadığından yaşamlarını kaybedecek. Hindistan Halk Sağlığı Hareketi sözcüsü Amit Sen Gupta şunları söylüyor: “Bayer’in bu davası sadece Hindistan’da değil, dünyanın dört bir yanındaki yoksul hastaların ilaca ulaşamayacak. Firma bu davayla TRIPS hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Neşe Yazıcı, Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle