19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kanserle savaş CEM SUNGUR Hemen her gün toplumda farkındalık yaratmak amacıyla farklı bir sağlık sorunu ülkemizde ve dünyada ele alınıyor. Gündem yoğunluğu nedeniyle geçen hafta ön plana çıkamayan “Kanserle Savaş Haftası” diğerlerinden biraz farklı. 1947’de Ankara’da kurulan Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun önerisiyle 1956’dan bu yana nisan ayının ilk haftası Kanserle Savaş Haftası olarak kabul edildi. Yani 1971’de ABD Başkanı Richard Nixon’ın kansere savaş ilan etmesinden tam 15 yıl önce. Kanser ve savaş kavramları yan yana gelince insana çok farklı şeyler çağrıştırıyor. Hastaların ve ailelerinin, ismi bile korkutucu, tedavisi karmaşık ve zorlu olan bu hastalığa karşı verdikleri mücadele başlıbaşına bir savaş. Ama insanlık tarihine göz atınca “kanserle savaş” çok farklı anlamlar kazanıyor. Nasyonel sosyalizmin etkisindeki 1930’ların Almanya’sında sigara ve akciğer kanseri arasındaki ilişki ilk kez ortaya konuldu. Nazi Almanyası’nda sağlıklı toplum kavramı yozlaştı. Kanserden arınmış ari bir ırk oluşturmak üzere Goebels ve Hitler kanserle savaşı başlattılar. Ama ari ırktan olmayan insanlar üzerinde dehşet verici tıbbi deneyler yapmaktan geri kalmadılar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiliz Radyum Komisyonu Onursal Başkanı Stebbing yaptığı konuşmada kansere karşı topyekun savaş ilan edilmesi gerektiğini belirtti. Konuşmasının hemen başında, özellikle askeri bir terim seçtiğini söyledi. Stebbing bu sinsi düşmanın ölçümlenmesi ve kayıtlarının tutulması, erken belirti ve bulguların tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi, diğer halk sağlığı tehditlerinde olduğu gibi örgütlü bir mücadeleye başlanması, özelleşmiş sağlık kurumları ve sağlık çalışanlarının planlanması ve hastalıklarının son aşamasına gelen hastalar için de özel bir yaklaşım gerektiğini vurguladı. Başka bir deyişle günümüzdeki onkoloji (kanser bilimi) hizmetlerinin yönünü daha o zaman belirlemiş oldu. Soğuk Savaş döneminde kanserle savaş bambaşka bir boyut kazandı. Sovyetler Birliği’nde kanser araştırmaları “çok gizli” nitelikteki konular sınıfına alındı. Stalin, tümörleri yok ettiği iddia edilen “KR maddesi”nin geliştirilmesi için sınırsız mali destek sağlanmasını emretti ve yirmi yıl boyunca milyonlarca dolarlık fon bu maddeyi üretmek için heba edildi. Amerika’da “Manhattan Projesi” adı verilen gizli deneylerde önce 18 kadın, erkek ve çocuğa plutonyum enjekte edildi. Bu insanların hiçbirinin onayı alınmamıştı ve amaç bir atom bombası atıldığında Amerikalılarda yaratacağı sağlık sorunlarını, özellikle de kanser gelişimini incelemekti. Küreselleşme döneminde ise kanserle savaş yine çehre değiştirdi. Sigara kullanımı ile akciğer kanseri arasındaki bağlantı çok net bir şekilde ortaya konulmasına karşın, bu sefer sigara endüstrisi ile politik bir savaş yürütmek zorunda kalındı. İnsan papillomavirus aşısının uygulanması konusunda cinsiyet üzerinden politik savaşlar başlatıldı. 2008 yılının sonunda, dokuz ülkeden 21 bilim insanı bir araya gelerek insanda kansere neden olan etkenleri sınıflandırıp yayınlamaya başladılar ve açıklamaları 2009 sonuna dek sürecek. Bu yayınları dikkatle izlemek gerekiyor. Çünkü kanserle savaş demek aslında hormonlarla, virüslerle, metallerle, kimyasallarla, endüstriyel tozlar ve liflerle, radyasyonla, yaşam biçimimizdeki aksaklıklarla mücadele etmek demek. Bu uzun savaşta bilimsel başarılar kadar, etkili ve kararlı politikalara da gereksinim var. cem.sungur@anadolusaglik.org figenatalay?yahoo.com 11 NİSAN 2009 CUMARTESİ 5 Başarı yalnızca sınav demek değil Eğitimde ailelerin esas hedefini akademik başarı oluşturuyor. Yani çocuğun sınavlarda başarılı olması isteniyor. Oysa asıl amaç hayata hazırlamak, sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler yetiştirmek olmalı. Çocuklarımız öncelikle sağlıklı ve mutlu olsunlar, sonra akademik olarak başarıyı yakalasınlar, sosyal ilişkileri iyi olsun, yaratıcı ve çözüm üreten bireyler olarak yetişsinler, bir müzik aleti çalsınlar, spor da yapsınlar istiyoruz. Acaba hepsi birden mümkün FİGEN mü? Ya da bunların hepsini istemek doğru mu? Sınavlarda ATALAY hep 100 alan ama sosyal ilişkileri çok iyi olmayan bir çocuk, yetişkin olduğunda mutlu ve başarılı olur mu? “Özgüveni yerinde olsun da sınıfın en tembeli olsa da farketmez” diye düşünmek çok mu yanlış? Aslında bu soruların yanıtları, her annebabaya göre farklı. Bana göre, “sağlık, mutluluk ve özgüven” her zaman birinci sırada. Akademik başarı için ise “olursa hoş olur ama olmazsa da hiç sorun değil” diye düşünüyorum. Eğitimci, Ütopya İlköğretim Okulu kurucusu Leman Çetin, “başarı”nın tanımını ve başarıya nasıl ulaşılabileceğini şöyle anlatıyor: “Mutlu, hayatının sorumluluklarını almış, bunun sonucu olan ödülleri ve bedelleri göğüsleyecek enerjiye sahip, maddi ve manevi olarak hedeflerine ulaşabilen kişiler, hem kendileri hem toplumun gözünde başarılı olarak görülecektir. Başarıyı getirecek özellikler, ailenin, okulda verilen eğitimin ve kişinin kendi çabalarıyla geliştirilebilir. Tıpkı sporcular ve sanatçılarda olduğu gibi erken yaştan itibaren, çocukların yeteneklerini ve gelişmeleri için ihtiyaçlarını keşfetmek gerekir. Bir çocuğun gelecekte, iş yaşamında başarılı olabilmesi için sahip olması gereken kimi özellikler vardır. Çocuklar için erken yaştan itibaren temelleri atılan yetenekleri iki grupta ele alabiriz. Bunlar, karakter özellikleri ve iş yaşamının rekabet ortamı içerisinde öne çıkmalarını sağlayacak niteliklerdir. Karakter özellikleri için özgüven, liderlik, sosyal ilişkilerde başarı, empati, nedensonuç ilişkisi kurabilme, farklı bilgileri harmanlayıp yeni ve yaratıcı fikirler ortaya çıkarabilme gibi özellikler sayabiliriz. Kişsel gelişimin erken yaşta oluşması, sorumluluk alma ve yerine getirme, yardıma ihtiyaç duymadan kendi işlerini yapabilmeyi öğrenme, sorunlarla başa çıkabilme, kendi yeteneklerini ve zayıf olduğu yönleri keşfetme gibi özellikler eğitim sürecinin içerisinde çocuğa verilmesi gereken kazanımlardır. İş dünyasının ihtiyaçları açısından düşündüğümüzde çocuklar, yabancı dil, bilgisayar teknolojilerine hakimiyet, vizyon sahibi olma, spor, sanat gibi farklı disiplerin sunduğu algı zenginliği ve yeteneklerle de erken yaşta tanıştırılmalı.” Büyük başarılar için küçük tohumlar: ? Vizyon sahibi olma: Geleceği öngörmek için süreç, dünya vatandaşı olmakla başlıyor. Bu amaçla, erken yaştan itibaren dil öğrenmek, eğitimin bir parçası olarak yurtdışındaki kardeş okullarla buluşmak, çocuk için önemli bir kültürel birikime dönüşür. ? Liderlik: Çocuklarda sosyal becerilerin geliştirilmesi, iş hayatında başarılı olmak için büyük önem taşıyor. Sosyal ilişkilerde uyum, risk alma, olayları analiz etme, ekibin bir parçası olma erken yaştan itibaren geliştirilebilen vasıflar. ? Parlak fikirler: Sürekli uyarılan beyin hücreleri arasında daha fazla bağ gelişmektedir. Ünlü bilim adamlarının beyin hücrelerinin sayısı daha fazla olmasa da beyinlerindeki nöronlar arasında daha fazla bağ olduğu görülmüştür. Müzik, resim, kitap okuma, spor gibi çeşitli hobilere sahip çocuklar, farklı bilgileri harmanlayıp yeni ve yaratıcı düşünceler ortaya çıkartabilir. ? Akademik başarı: Düşünerek deneyerek kazanılan bilginin hayatta nasıl kullanılacağı hakkında fikir sahibi olunarak yapılacak eğitimle, başarı için kalıcı temeller atılır. Maslow’un ihtiyaçlar piramidine göre, çocukların sağlıklı, mutlu ve başarılı bireylere dönüşmesi için uyku ve beslenme gibi fizyolojik ihtiyaçları ile sevilme, onaylanma gibi sosyal ihtiyaçlarına da önem verilmelidir. Akademik başarı bu ihtiyaçların dikkate alınmasıyla daha kolay elde edilir. Bu yanlışları yapmayın!  Eğitimde bütün sorumluluğu okula yükleyip, aile yaşamına ve çocuğun evde de alması gereken sevgi ve güven duygularına yeterince özen göstermemek, zaman ayırmamak  Başarıyı yalnızca sınav sonuçlarına odaklı değerlendirmek  Aşırı eleştirel davranmak  Çocuğun kendi yeteneklerini denemesine ve bazen de yanılmasına izin vermemek  Çocuğun bütün sorumluluklarını fazlasıyla sahiplenmek  Kendi hayallerini çocuğun üzerinden gerçekleştirmeye çalışmak Tiyatro dergisi Kavuklu’nun yeni sayısı Tiyatro dergisi Kavuklu’nun ikinci sayısı zengin bir içerikle okurlarıyla buluştu. İlk sayısı geçen ay yayımlanan ve olumlu tepkiler alan derginin yeni sayısında 27 Mart Dünya Tiyatro Günü bildirileri öne çıkıyor. Yılmaz Onay’ın kaleme aldığı Ulusal Bildiri’nin yanı sıra, Brezilyalı tiyatro insanı Augusto Boal’in Uluslararası Bildirisi de dergi sayfalarında yerini almış. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Prof. Dr. Semih Çelenk’in “Tiyatroda daralma ve küçülme zamanlarının ‘joker’i ya da Ezilenlerin Tiyatrosu’nun mucidi Augusto Boal” başlıklı yazısında, Boal’in tiyatro anlayışı üzerinde duruluyor ve Ezilenlerin Tiyatrosu kuramının güncelliğini koruduğu anlatılıyor. Kavuklu’nun bu ayki dosya konusunu Bertolt Brecht oluşturuyor. Dosyada, Yılmaz Onay’ın, “Yeniden gerçekçilik mücadelesi için yollar yine Brecht’e çıkıyor” başlıklı yazısı dikkat çekici. Dergide ayrıca, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti planları kapsamında AKM’nin durumu ve Muhsin Ertuğrul sahnesinin yıkımı hakkında Orhan Kurtuldu’yla yapılan röportaj ile Atila Alpöge’nin televizyon programlarının insan aklını nasıl yok ettiğine değindiği “Kriz mi? Hangi kriz?” başlıklı yazısı yer alıyor. Gölge tiyatrosuna getirdikleri yeni bir tarzla her yaşa hitap eden Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş ile yapılan söyleşide geliştirdikleri yenilik ve karşılaştıkları zorluklar üzerine ayrıntılı değerlendirmeler yer alıyor. Tiyatro alanına ilişkin söz söylemek ve bu alanı dönüştürmek için yola düşen Kavuklu’da, başka birçok oyun eleştirisi, haber ve yazı da yine bu hedefi destekler nitelikte yer buluyor. Hem şirkete hem Türkiye’ye eğitim Şirketlerin arasındaki rekabet artık yalnızca kârla sınırlı Sezen, üniversite işbirlikleri kapsamında PAF değil. Bu rekabetin içinde şirketteki çalışanların eğitimi ve (Profesyonelliğe Adım Formasyonu) adını verdikleri uzmanlığı da var. Turkcell bu konuda programı da anlattı. Yeni mezunlara istihdam yaratmak ve fark yaratmak için kurduğu akademide, onları profesyonel hayata yetiştirmek için başlattıkları SİNEM hem çalışanlarına hem de iş ortaklarına programda, üniversitelerin 3 ve 4. sınıflarının yetenekli uzmanlık alanlarında eğitim veriyor. öğrencilerini üniversitelerle beraber seçip onları bir eğitim DÖNMEZ Şirkete girer girmez başlayan eğitim programına dahil ediyorlar. Bu eğitimin sonrasında öğrenciler isterse Turkcell’de staj yapma imkanı da süreci, 6 ayda bir yenileniyor. Çalışanların ya da bayiilerin ne tür bir eğitime ihtiyacı varsa bulabiliyor. Ve sonunda Turkcell Group’ta imkanlar varsa değerlendiriliyor ve istihdam ediliyorlar. o konuda eğitiliyorlar. Bayilere satışla, çalışanlara ise Daha önce üniversitelerde ‘7 Bölge 7 Üniversite’ topluluk önünde konuşmakla ilgili eğitim veriliyor. Bir adındaki projede mühendislik bölümlerinin 3 ve 4. sınıf yandan üniversitelerle de işbirliği içindeler. Öğrencilere okulda sertifika programları, Turkcell bünyesinde eğitimler, öğrencilerine okulda öğrendikleri teorinin dışında Turkcell’de geliştirilmiş olan gsm ve yeni teknolojiyle ilgili sonrasında da staj ve istihdam imkanları sunuyorlar. bilgiler aktarılmış. Sezen, bu projede eğitim verenlerin Misyonlarının nihayetinde Türkiye’ye değer katmak Turkcell’de bu konuda uzman olan çalışanların gönüllülük olduğunu vurgulayan Turkcell Akademi’nin bölüm başkanı esasıyla akademi eğitmeni olduklarını da belirtiyor. Banu Sezen’le akademinin kurulmasından bu yana nereye “Çalışanlarımıza çok mu yük oluyoruz diye düşünürken geldiğini konuştuk. Turkcell Akademi’nin Türkiye’de de çok benzer bir örneği yok. Sezen, en başta hedef Turkcell Akademi kitlelerinin sadece Turkcell’de çalışanlar değil Turkcell Group’ta yer alan bütün şirketlerin çalışanları, bayii çalışanları, Turkcell’le işbirliği yapan şirketler ve üniversite öğrencileri olduğunu açıklıyor. En önemli hedef kitleleri olan üniversite öğrencilerini iş dünyasına hazırlamak, onların aldığı teorik bilgilerin yanında iş dünyasında ortaya çıkan bilgilerle onları donatmak gibi bir misyonları olduğunu belirten Sezen, amaçlarının Türkiye’ye de değer katmak olduğundan üniversitelerin bu konuda en önemli projeleri olduğunun altını çiziyor. onların bu kez hangi bölgeye gidiyoruz diye sormaları bizi çok mutlu etti. Üniversitelerden de çok iyi geri bildirimler aldık. Hem öğrenciler, hem bölüm başkanları, dekanlar ve rektörlerden. Öğrenciler eğitimlerde sektörü ve önlerini görebiliyor eğitimlerde” diyor Sezen. Aldıkları sertifikaya da çok önem veren öğrenciler iş başvurularında fark yaratacak ve onları rakiplerinden bir adım ileri koyacak bir şey olarak görüyor. Bunu Sezen verdiği örnekle çok daha iyi anlatıyor: “Bir gün bir email aldım. KTÜ’deki öğrencilerden birinin annesi evde temizlik yaparken sertifikasını çöpe atmış, belli ki çok üzülmüş. Lütfen bana imzalayıp yeniden gönderir misiniz? diye bir mail attı. O kadar duygulandık ki...” Bayii eğitimleri Bayiiler çok geniş bir segmentte olduğundan onlara ulaşmak başka bir iş. Sezen, “Küçük, her operatörü satan da var, çok büyük bayiiler de var. O küçük bayiilere de destek veriyoruz. Rakip ürünleri satmaları çok önemli değil. Biz onları da eğitmek ve geliştirmek için satış teknikleri, perakendecilik, mağaza düzeni, müşteri ilişkileri gibi eğitimler veriyoruz. Çok ilginç örnekler de var. Konya’da küçücük bir mağazası olan Kazım Bey vardı. Bu eğitimlere katıldıktan sonra hemen ertesi gün uygulamaya başlamış, üstüne çeki düzen vermiş, sonra mağazasına el atmış. Tabelayı değiştirmiş, sonra satışlar artınca yanına iki eleman almış. Sertifikasını duvara asmış. Bir iki günlük bir eğitim bile dünyaları değiştiriyor” diyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle