16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 11 NISAN 2009 CUMARTESİ Bedük sahnede Bedük, yeni albümü ‘Dance Revolution’ın tanıtım konserlerine bu akşam Otto Santral’de devam edecek. Müzik kariyerine lise yıllarında Ankara’da katıldığı okul orkestrasıyla başlayan Bedük, çeşitli topluluklarla Ankara’nın en iyi müzik kulüplerinde sahneye çıktı. ‘Nefes Almak Zor’ isimli ilk albümünü İrem Records’tan yayımlandı. 2006 yılında Miller Music Factory yarışmasına katıldı ve ‘Like Tomorrow Will Never Come’ isimli parçasıyla ‘En İyi Dans Müziği Prodüktörü’ dalında birinciliğe layık görüldü. Ardından kendi müzik şirketi Audiology Records’u kurup ikinci albümü “Even Better’ı çıkardı. (0212 427 18 89, biletler 25 TL) ‘Derin görünmek için su bulandırılmaz’ Kudsi Ergüner “Fener’den Saraya” albümünü hazırlarken zorlu bir arşiv çalışması yaptığını söylüyor. Tarihin tozlu sayfalarından bir hazine çıkarmanın da keyfini yaşıyor. Gün yüzü görmemiş Rumca, Ermenice, İbranice, Osmanlıca ALİ DENİZ eserleri seslendirirken de onların özüne bağlı kaldığını düşünüyor. Yenilik ve farklılık uğruna USLU işin gerçeğinin harcanmaması gerektiğini vurguluyor. Bir de her şeyi “Batılı” gibi yapma hevesinin ciddi bir yanılgı olduğu görüşünde. Albüm çalışmaları sırasında sıkça gittiği Yunanistan’da gördüğü ise uzak görünen iki halkın aslında ne kadar yakın olduğu. “Fener’den Saraya”, Bizans ve Osmanlı gibi iki Doğu imparatorluğunun sanat miraslarının peşinden giden bir yapıt. Tarafsız ve sanatın temeline, özüne yoğunlaşıyor. Peki bu proje nasıl hayat buldu? Geçen yıl Koç Vakfı, Bizans Sempozyumu yapmak istiyordu. Benden de Bizans’ın seküler müzikleri yani dini olmayan müzikleri üzerine bir proje istediler. orada da Doğu’yu buluyorlar. Milliyetçi olmalarına rağmen gerçeği kabullenmek konusunda bizden çok daha sağduyulular. Anlamamız gereken siyaset ve politik çıkarlar arayı soğutsa da hepimizin kardeş ve bu toprakların çocukları olduğumuz. Etnik müziklerdeki endüstriyel dönüşüm füzyon müziği popüler yaptı. Siz ne düşünüyorsunuz? Etnik sözcüğünü sevmiyorum. Etnik sözcüğünü Batılıların etnoloji diye geliştirdikleri, “Kendilerinden olmayan halkları” araştıran bilim yarattı. Evrensel kavramının da yalnızca Batı’yla ilişkilendirilmesi büyük riyakârlık. Batı müziği üç beş akora tutundu, edebiyat yok. Ellerinde bir tek ritim kaldı. O da elektronik. Tınısı lezzetli enstrümanlar yeniden keşfediliyor. McDonals’ın hamburgere baharat koyup bunu “Hint Haftası” diye yaftalaması da aynı zihniyetin ürünü. Bu bir üretim değil. Derin görünmek için suyu bulandırma kurnazlığı. Yani bana kalırsa ucuz füzyon fikirlerini geçmek gerekli. Beni de böyle eleştirebilirsiniz tabii. Bu da bir tercih meselesidir. Bir füzyon çalışması yaparsam bu sözlerimi bana hatırlatırsınız. Baba oğul Çimen’den ‘Umut’ Murat Aslan imzalı ‘Umut’ filminin etkileyici müziklerinden oluşan albüm Çimen Müzik tarafından yayınlandı. 27 Şubat’ta vizyona giren ‘Umut’ sezonun en çok beğenilen filmlerinden biri olarak değerlendirilmişti. Başrollerinde Selim Erdoğan, Zafer Algöz, Zeynep Tokuş, Seda Bakan ve Fikret Hakan’ın paylaştığı filmde bir aşk ve hüzün hikayesi anlatılıyor. Çimen Müzik tarafından yayınlanan ‘Umut’ filminin albümünde 10 beste ünlü müzisyen Mazlum Çimen’e ait, 2 beste ise oğlu Saki Çimen’in imzasını taşıyor. Mazlum Çimen’in sanat yönetiminde gerçekleştirilen albümde ayrıca ‘Elveda Efkar’ isimli parçanın sözleri ve yorumu Yasemin Göksu’ya ait. Albümde ayrıca Şükrü Tunar’ın bestesi ‘Söyleyemem Derdimi’ Yasemin Göksu yorumuyla yer alıyor. Mazlum Çimen, solo albümlerinin yanı sıra yaptığı film müzikleriyle de başta yurt dışındaki saygın festivallerde pek çok ödüle layık bulunmuş bir müzisyen. Sanatçı, en son Derviş Zaim imzalı ‘Nokta’ filminin müzikleriyle Montpellier Film Festivali’nden ‘En İyi Film Müziği’ ödülü aldı. Saki Çimen ise yakında ilk solo albümünü Çimen Müzik etiketiyle müzikseverlerin beğenisine sunmaya hazırlanıyor. ZAMANDA YOLCULUK Bu, İstanbul’un fethi öncesine gitmek demek. Kaynak araştırmasını nasıl yaptınız? İstanbul’un fethi öncesi müzikler hakkında, özellikle de dönemin “popüler” müziği üzerine bir işe kalkışmak gerçekten zordu. Ben de ilk önce Rumca sözlü eserleri araştırmaya başladım. Arşiv kataloglarını bugünkü nota sistemine geçirmek kolay olmadı. Bunların da önemli bir kısmını Türkiye’den ayrılan Rum papazlarının Yunanistan’daki manastırlarda tuttuğunu öğrendik. Heyecanlı keşif araştırmamızda da bilmediğimiz gerçeklerle yüzleştik. Neydi bu gerçekler? Bugün Osmanlı müziği denilen müziklerin bazılarının Cumhuriyet döneminde milliyetçi bir tavırla “Türkleştirildiğini” gördük. Yani bu albüm unutulmuş, unutulması istenmiş bazı kültür ürünleri için de bir iadei itibar. Siz bu albümde kimlerin eserlerini yorumladınız? Bize yapılmasını istemediğimizi başkasına da yapamayız. Geçmişimiz, insanlık hafızamızın bir parçası. Bu benim için de bir başlangıç. Devamı da gelecek. Albümde ise Osmanlı müzik formları içerisinde bestelenmiş Rumca, Ermenice ve İbranice müzikleri bugüne taşımayı amaçladık. Bunlar arasında Zaharya, Petraki Lampadarios, Yorgos Protopsaltis, Ilya, Neochoritis Panagiottis var. Elbette yaptığımız koca bir hazinenin tozunu almaktan öteye gitmedi. Eserleri yorumlarken öze bağlı kaldınız mı, yoksa güncellemeler mi yaptınız? Ben, bağlı kaldığımızı düşünüyorum. Alaturka müzik dediğimiz müziği icra edenlerin şöyle bir kompleksi var, o da müziği “Avrupalı” gibi yapmak. Bu ciddi bir yanılgı. Bizim aslımız fasıldır. Fasıl dediğimizde hep gazino ya da türkü evleri geliyor akıllara. Bu da bir yanılgı değil mi? Elbette. Onlar fasıl değil potpuri. Fasılın usulü, sırası, kuralları, ritim formları var. Bu derin bir dünya. Biz bu albüm içinde de koro değil cumhur okuma, yani herkesin beraber, ama ayrı olduğu bir çalışma yaptık. O zaman müziğinizde homojeniteden bahsetmek mümkün değil? Şimdi korolar homofonik. Bizimki heterofonik. Niye? Çünkü aynı eseri her müzisyen kendi ustasından öğrenmiş. Bu kulaktan kulağa nakillerde de farklılıklar oluşmuş. Herkes aynı melodiyi, tecrübesiyle çalıyor. Bu da müziği yeknesak halinden alıp daha keyifli ve organik hale getiriyor. “Suyun Öte” tarafında nasıl karşılandı bu çalışmanız? Yunanistan’daki insanlar uzun süre Avrupalı olduklarına ikna edildiler. Şimdi ise halk kendini Anadolu’da arıyor. Kültürlerinin temeline bakıyor, Redd ‘21’in öyküsünü anlatıyor Redd’in uzun zamandır beklenen yeni albümü “21” Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Kayıtları MMA ve Garaj stüdyolarında, mastering’i İngiltere’de yapılan albüm bir yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü. Grubun kendi elinden çıkan yazı, fotoğraf ve videolarla oluşturduğu blog sayfası (//reddseyirdefteri.blogspot.com) ile dinleyicisiyle her aşamasını paylaştığı 4. stüdyo albümü “21”, 4 episode, 21 şarkı ve 74 dakikalık süresi ile Türk müzik tarihinin en önemli konsept albümlerinden biri olmaya aday. Albüm 21 isimli karakterin doğumu ile başlıyor. Çocukluk hayallerine, geleceğe dair umutlarına, dünyaya ve çevresinde gördüklerine dair epik öyküler ergenlik dönemi ile birlikte yerini farklı sanrılara bırakıyor. Yaşadığımız dünyanın biçimlendirilmişliğinin hayatlarımızı nasıl sınırlandırdığını gözlemli gözlemliyor, kendi masumiyetinin elinden kayıp gidişine tanıklık ediyor. Bir sonraki episode’da aşk onu tüm bu sorgulamaların içinden çekip çıkarıyor. Albümün son episode’unda ise 21 gerçeklikle tanışıyor. Çocukluk hayallerini ve yaşamını sorguluyor. Ait olduğu gerçeklikten dünyayı anlatıyor ve yaşamı boyunca içinde gizlemeyi başardığı küçücük bir umutla aramızdan ayrılıyor. “Bu albüm, dünyaya tutunmaya çalışan, onu değiştirmeye çabalayan ve bu yolculukta kendine bir yön bulmuş herkesin adına söz almış bir karakterin, 21’in hikayesi...” Hayal Bistro’da eğlence Hayal Kahvesi Bistro’da bu akşam Cingi konser verecek. Mekanın üst katındaysa ‘soul’, ‘disco’ ve ‘house’ müzik ağırlıklı parçalarıyla DJ Yakuza müzikseverlerle buluşacak. Selçuk Sami Cingi’nin gitarist ve solist olarak yer aldığı Cingi müzik topluluğunda gitarda Tarkan Mumkule, basta Levent Candaş ve davulda Nedim Ruacan var. Müzik kariyerine Tokyo’da çeşitli kulüplerde çalarak başlayan DJ Yakuza, kısa zamanda Jazz Brothers, UFO, Shuwa Tei ve Silent Poets gibi isimlerle birlikte aynı sahneyi paylaştı. 1999’da Türkiye’ye dönen DJ, kariyerine Radio Oxigen’de devam etti. (0212 245 1048) Ney ustası Kudsi Ergüner yeni albümü “Fener’den Saraya”da Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sanat mirasının peşinden gidiyor. Müzisyen, İstanbul’un fethi öncesine müzikal bir yolculuk yaparken Zaharya, Petraki Lampadarios, Yorgos Protopsaltis, İlya ve Neochoritis Panagiottis’in eserlerini gün yüzüne çıkarıyor. BİRİLERİ Bloc Party mi daha iyi Glasvegas mı? İkisi de dünyanın en başarılı alternatif rock grupları listesinin en üst sıralarında... Böyle bir soruya verilecek yanıt, kişiye göre değişebilir. Benimki de birkaç hafta öncesine kadar çok kesin olmayabilirdi; ama artık yanıtım net bir şekilde “Bloc Party”... Çünkü geçtiğimiz günlerde, iki grubu da New York konserlerinde dinledim. Bugünlerde İskoçyalı grup Glasvegas için “İngiltere’nin en iyi grubu” tanımlaması yapanlar bir hayli fazla... Dile kolay; müzik dergisi NME bile kapaktan ilan etti bu durumu... Grubun adı, müzik dünyasında 2007’de parladı. “Dady’s Gone” adlı ikinci single’ın yayımlanışıyla bütün dikkatleri çektiler. Grupla kzulal?yahoo.com aynı adı taşıyan ilk albümleri “Glasvegas”, bütün dünyada müzik eleştirmenleri tarafından, 2008’in en iyileri arasında sayıldı. Kullandıkları gitar riffleri nedeniyle, İskoçya’nın ünlü alternatif rock grubu The Jesus and Mary Chain’e benzetiliyorlar. Ama bana göre, vokalistleri James Allan’ın şiirsel şarkı sözleri ve duygusal söyleyiş tarzı, işin içine önemli ölçüde romantizm katıyor. Post punk ile 1950’lerin ve 60’ların pop soundunu çok güzel bir şekilde birleştiriyorlar. Bu nedenle de, dinleyicileri arasında farklı kuşaklardan insanlar var. Brooklyn’deki konsere, anne ve babaları ile gelen gençler de oldukça fazlaydı. Grubun dört üyesi de, sahneye her zamanki gibi baştan aşağı siyah kıyafetler içinde çıktı. Ama onların bu siyah tutkusunun ardında, Johnny Cash’inki gibi bir felsefi/politik duruş yatmıyor. Sürekli turnede olduklarından, yılın sadece 15 gününü evde geçirebildiklerini ve bu durumda siyah giymenin fonksiyonel olduğunu söylüyorlar. Perküsyonist Caroline McKay, sıra dışı bir şekilde ayakta durarak çalıyor önündeki aletleri. James Allan, baskın İskoç aksanı ile şarkı söylerken öylesine ciddi ki, şarkı aralarında hiç konuşmuyor. Böyle bir tavırdan sonra, konserden sonra hemen çekip Alternatif rock’ın en iyileri gideceklerini sanarken, beklenmedik bir şey yapıyor; ön sıradan kendisine uzanan ellere karşılık veriyor. Erkeklerin ellerini tek tek sıkıyor, kadınlarınkini büyük bir nezaketle öpüyor... İkinci kez sahneye çağrılıyorlar. Büyük bir uyum içinde çaldıklarına ve çok profesyonel olduklarına hiç kuşku yok. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki; konser bittiğinde insanın aklında kalan tek şarkı “Dady’s Gone” oluyor. Diğerlerinin hepsi, sanki aynı şarkıymış gibi geliyor... ENERJİLERİ MÜTHİŞ İngiliz grup Bloc Party, 2005’te yayımladığı ilk albümü “Silent Years”dan bu yana, müzik dergilerinin kapaklarını süslüyor. Yakaladıkları başarıyı, iki yıl aradan sonra çıkardıkları “A Weekend In The City” ile daha da üst noktalara taşıdılar. 2007’de bütün büyük müzik festivallerinin konuğu oldular. Artık dünya çapında ünlenmiş, özellikle The Cure ve Manic Street Preachers’ı andıran tarzlarıyla büyük bir hayran kitlesi kazanmışlardı. 2008 yazında çıkan üçüncü albümleri “Intimacy” ZÜLAL KALKANDELEN Glasvegas RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com için daha deneysel bir yol izlediler. Alternatif rock ile elektronik müziğin bütünleştirildiği, vokal manipülasyonlarıyla öne çıkan yeni bir sound yarattılar. Grubun daha geleneksel şarkı yazma tekniklerini kullandığı ilk ilki albümünü sevenler, biraz garipsedi bu durumu. Oysa yeni ses arayışları heyecan vericiydi. New York Terminal 5’daki konserde, daha çok son albümden olmak üzere, sevilen bütün şarkılarını çaldılar. Dört müzisyenden oluşan grubun her bir üyesi ayrı bir yetenek. Malezyalıİngiliz melezi Matt Tong, bugün rock müziğin en dikkat çekici bateristlerinden birisi. Grubun diğer üyeleri gibi o da yalnızca tek bir alet çalmakla kalmıyor; aynı zamanda geri vokallere katkıda bulunuyor. Gitarda harikalar yaratan Russell ve Gordon bir yandan synthesizer çalarken; Nijerya asıllı vokalist Kele Okereke, ritim gitarıyla gruba en önemli katkıyı yapıyor. Enerjisini bütün salona yayıyor; çok hareket ediyor, seyircilerin arasına karışıyor, zaman zaman da yere yatarak söylüyor şarkıları... Yazdığı sözlere ilham olan olayları sahnede yeniden yaşıyor gibi... Alternatif müziğin ikonlarından biri haline gelmesine neden olan da, o sözler zaten... Röportajlarda kendisinden söz etmekten hiç hoşlanmasa da, şarkılara yüklediği anlamlarla merak uyandırmayı iyi biliyor. Sesini farklı tonlarda ustaca kullanarak, anlamları vurgulamadaki ustalığı da cabası... Konserde hemen herkesin ezbere söylediği şarkı sözleri, Bloc Party’nin yakaladığı başarıda önemli bir anahtar. Dinleyiciler, kendileri de eşlik edince çok daha fazla zevk alıyor konserden... Ve grup, tam üç kez yeniden geliyor sahneye... Punk rock karıştırılmış bir tür dancerock olarak anlatmak olanaklı Bloc Party’nin müziğini. Ama sadece tek bir grubun ya da tek bir türün etkisinde değiller. Geleneksel yöntemlerin dışına çıkarak, kendi şarkı yazma tekniklerini kendileri geliştiriyorlar. Sahnedeki profesyonellik, farklı enstrümantasyon, ilginç şarkı sözleri ve Kele Okereke bir araya gelince, Bloc Party çıkıyor ortaya. Fark ettiğiniz gibi, bu grubun “olmazsa olmaz”ı Kele Okereke... www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle