Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Yönetmenliğini Jonas Akerlund’un yaptığı filmin başrollerini Dennis Quaid, Ziyi Zhang, Lou Taylor Pucci ile Chelcie Ross paylaşıyor. Aidan, eşinin ölümünden sonra oğulları Alex ve Sean’dan uzaklaşmış, katı bir polis dedektifidir. Kendisini İncil’de geçen Mahşerin Dört Atlısı’nı temel alan sapık seri cinayetleri araştırırken bulur. Davada açığa çıkan her yeni bilgiyle uğraşırken, kendisi ve dört şüpheli arasındaki sarsıcı bağlantıyı keşfeder. Dört Atlı. Birbiriyle bağlantısı olmayan dört kurban. Dört acı verici sır. ? Mahşerin Dört Atlısı (The Horsemen) Wrestler) Darren Aronofsky’nin yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerini Mickey Rourke, Marisa Tomei, Evan Rachel Wood ile Mark Margolis paylaşıyor. Randy, artık okul ve müsamere salonlarında dövüşerek geçinmeye çalışmaktadır. Özel hayatında başarısız, kızıyla arası kopuk bir adamdır. Hayranlarının sevgisiyle hayata tutunur. Bir karşılaşma esnasında kalp krizi geçirince, doktoru bir daha güreşmemesi gerektiğini söyler. Tezgahtar olarak işe girer, kızıyla ilişkisini düzeltmeye başlar. Ancak bir süre sonra ringe geri dönmeye karar verir. ? Şampiyon (The (Race to Witch Mountain) Andy Fickman’ın yönettiği ve Dwayne Johnson, Anna Sophia Robb, Carla Gugino ile Ciaran Hinds’in oynadığı Sihirli Dağ, Las Vegaslı taksi sürücüsü Jack Bruno’nun, otomobiline aldığı Sara ve Seth adlı iki genç yüzünden hayatının bir anda kaosa dönüşmesini konu alan bir aksiyon filmi. ? Sihirli Dağ Tony Gilroy’un yönettiği filmde Clive Owen, Julia Roberts, Paul Giamatti ile Tom Wilkinson rol alıyor. CIA ajanı Claire Stenwick ve İngiliz gizli servisi MI6 ajanı Ray Koval, devlet adına istihbarat toplama görevinden ayrılarak özel şirketlere geçmişlerdir. Misyonları çalıştıkları şirkete servet kazandıracak bir ürünün formülünü ele geçirmektir. İkisi de birbirini atlatıp hedefe varmaya çalışırken kurdukları entrikaların önündeki tek engelin birbirlerine duydukları sevgi olduğunu keşfedeceklerdir. ? Sahtekârlar (Duplicity) Mehmet Güreli’nin yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerini Görkem Yeltan, Kaan Çakır, Serkan Ercan ile Memet Ali Alabora paylaşıyor. Peyami Safa’nın Selma ve Gölgesi adlı romanından uyarlanmış, bizim coğrafyamızda, bizden yola çıkılarak hazırlanmış. Gizemli bir kadının plânlarını gizlice uygulamasını ustaca anlatan, aynı zamanda da iki yakın erkek arkadaşın nasıl olup da birbirini yok edecek birer canavara usulca, bilinçsizce ve yumuşak bir şekilde dönüştüğünü gösteren bir film Gölge. ? Gölge Provoke edici bir seyirlik “Açlık” (Hunger), zorlayıcı olduğu oranda sarsıcı, etkileyici, provoke edici ve akılda kalıcı bir seyirlik... İngiliz işgaline karşı Kuzey İrlanda’nın halkının onurlu isyanını simgeleyen gencecik Bobby Sands’in ALPER öyküsü açlık greviyle sonlanır. Hâlihazırda TURGUT tecrit belasına nice canlar veren bir ülkede yaşadığımız gerçeğini göz önüne alarak alperturgut.blogcu.com diyoruz ki; bu filmi sakın kaçırmayın. “Sonbahar” hiç kuşkusuz 2008’in en nitelikli ve göz kamaştırıcı yapımlarından biriydi. İlk filmi Sonbahar ile umut veren ve geleceğin sinemasına göz kırpan genç ve kabiliyetli yönetmen Özcan Alper, Kars Gezici Film Festivali’nde Açlık’ın gösterime girmesi için söz vermişti. O, kardeş yapım ilan ettiği Açlık’ı, kendi filminin öncesi olarak bellemişti. Sonunda Özcan Alper, verdiği sözü tuttu ve Kuzey FilmTiglon işbirliğiyle Açlık vizyon şansı yakaladı. Açlık’ı, 40 yaşındaki siyahî İngiliz yönetmen Steve McQueen (29 yıl önce 50 yaşında hayatını kaybeden efsanevi aktörle alakası yok, sadece isim benzerliği) çekti. Filmin senaryosu Steve McQueen ve Enda Walsh’e ait. Açlık’ın başrolünde, babası Alman, annesi ise Kuzey İrlandalı olan yetenekli aktör Michael Fassbender var. Açlık’ta canlandırdığı Bobby Sands ile mükemmel bir iş çıkaran Fassbender’i sinemaseverler, “300” ve “Angel” adlı yapımlardan hatırlayabilirler. Yıldızı giderek parlayan Fassbender’i yakında Quentin Tarantino’nun son filmi “Inglourious Basterds”da izleyeceğiz. Filmin diğer önemli rollerini ise Liam Cunningham, Stuart Graham, Helena Bereen ve Larry Cowan üstlenmişler. Açlık, Cannes’da en iyi ilk filmin karşılığı olarak “Altın Kamera”yı kazandı ve çeşitli festivallerden 28 ödülle döndü. ve arkadaşlarının öyküsü, mücadele alanına çevrilen H Blokları’nda geçer. Politik mahkum statüsü adına direniş kararı alan Bobby Sands ve arkadaşlarının, “battaniye” protestosu ve “yıkanmama” eylemleri, “Demir Leydi”nin vicdansızlığı yüzünden belli ölçüde etkisiz kalır. 27 yaşındaki Sands son çare olarak Mart 1981’de bedenini açlığa yatırır. O, ölüme koştuğu son günlerde Thatcher’dan daha fazla oy alarak İngiliz Parlamentosu’na seçilir. Hücre hücre eriyen Bobby Sands, açlık grevi eyleminin 66. günü olan 5 Mayıs 1981’de yaşamını yitirir ve yüz bin kişinin katıldığı cenaze töreniyle Derry Şehir Mezarlığı’nda defnedilir. Eylemde, altı IRA ve üç INLA üyesi daha can verir. Bobby Sands “Cehennem Deliği” adını layık bulduğu hücresinde son soluğunu verdiği gün, birçok ülke meclisi, şahsı ve anısı önünde saygı duruşunda bulundu. Tahran’daki İngiltere Büyükelçiliği’nin bulunduğu caddeye “Özgürlük Savaşçısı Bobby Sands” adı verilmiştir. Keza Paris ve New York’ta da onun adını sokaklara koydular. Sands ve arkadaşlarını beyazperdede izleyince aklımıza ister istemez Türkiye’deki ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eylemleri geliyor. 1982’de Diyarbakır (dört can), 1984’te İstanbul (dört can), 1996 (12 can) ve 2000 yıllarında ise ülke genelinde yapılan eylemler nasıl unutulabilir? Özellikle altı yıl üç ay boyunca süren son ölüm orucu eylemi, 122 insanı aramızdan almış 600’ü aşkın sakata neden olmuştu. F tipi cezaevlerindeki tecrit uygulamaları bugün hala devam ediyor. Umarız tecrit duvarı bir gün yıkılır ve yaralar –nice acılar ve yıkıma karşın kabuk bağlamaya başlar. Geçmişle yüzleşmek Billy Elliot (2000) ve The Hours’un (Saatler/2002) yönetmeni Stephen Daldry, sekiz yıl önce Michael Cunningham’ın romanı ASLI Saatler’i sinemaya uyarlamak SELÇUK için oyun yazarı David Hare ile birlikte çalışmıştı. Saatler dokuz dalda Oscar’a aday gösterildi, Virginia Woolf’u tam bir başarıyla canlandıran Nicole Kidman’a da en iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazandırdı. Daldry ve Hare, Bernard Schlink’in çok satışlı romanı Der Vorleser’i (Okuyucu/2008) senaryolaştırmak için yeniden bir araya geldiler. Okuyucu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da bir delikanlıyla yaşça ondan büyük alt sınıftan bir kadının ilişkisini anlatarak Almanların soykırımla ilgili suçluluk duygularının değişik boyutlarını aktarıyor. Daldry, Okuyucu’nun bir soykırım filmi olmadığını, Schlink’in romanını anımsatan bir çalışma yapmak yerine yazarın romanından esinlenilen bir film gerçekleştirdiğini, Alman toplumundaki doğuştan beri varolan suçluluk duygusunun beraberinde taşıdığı sorumlulukları ve sonuçlarını vurguladığını açıklıyor. Romandaki anlatımın birinci tekil kişinin ağzından bir tür itiraflar sıralaması olduğunu belirten Daldry filmini başkahraman Michael Berg’in kızı Julia, ikinci kuşağın gözünden anlatmayı yeğlemiş. Michael öylesine acı duyar ki yaşamını sonlandırmayı bile düşünür. 1966’da Heidelberg Hukuk Okulu’na yazılan Michael’ın yolu beklenmedik bir anda Hanna’yla kesişir. Hanna’nın karanlık, tedirgin edici bir geçmişi olduğunu anlayan Michael çok gençken yaşadığı bu ilişkisinden utanacak, pişmanlık duyacak, bazı kusurlarını düzeltmeye çalışacak, yaşamı boyunca özür dileyecek, günah çıkartacaktır. Auschwitz toplama kampından kurtulan, NewYork’ta yaşayan Ilana Mather’i (Lena Olin) görmeye giden Michael’a Ilana’nın yanıtı çok sarsıcıdır: “Arınmak istiyorsanız tiyatroya, sinemaya gidin. Kamplara gitmeyin, oralardan birşey çıkmaz.” İlişkilerinde kimseyle yakınlaşamayan, çevresine karşı açık, dürüst davranamayan Michael kızıyla buluşunca ona geçmişindeki herşeyi anlatmaya karar verir. Birlikte Hanna’nın mezarını ziyaret ederler. BİZİM DE GÜNÜMÜZ GELECEK Yazımızı, Sands’ın “Hücremde Bir Gün” adlı kitabından yaptığımız bir alıntıyla bitirelim; “Zafere yaklaştıran bir gün daha diye düşündüm. Çok aç olduğumu hissediyorum. Eskiye oranla iskelete dönmüştüm ama önemli değildi. Çözülmemekten başka hiçbir şey önemli değildi. Bir kez daha döndüm. Soğuk çok etkiliydi. ‘Çözülmeyi reddeden tek bir Cumhuriyetçi savaş tutuklusunun dayanma gücünü kıracak hiçbir şeyleri yoktu tüm emperyalist cephaneliklerinde...’ diye düşündüm. Ve bu çok doğruydu. Direncimizi kırmayı başaramazlar ve asla başaramayacaklar. Soğuktan donarak yeniden döndüm. Kar, pencereden battaniyenin üstüne yağıyordu. ‘Bizim de günümüz gelecek’ (Tiocfaidh ár lá) dedim kendi kendime ‘bizim de günümüz gelecek’...” “DEMİR LEYDİ”NİN METALİK SESİ Açlık grevi eyleminde yaşamını yitiren İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) önderi ve İngiliz parlamentosu milletvekili Bobby Sands’ın son günlerini kurgulayan yapım, gıdasını politikadan alsa da kendisine bildik siyasi filmlerden ayrı duran bir kulvar seçmiş. İşkenceci sadist gardiyanlara ve zulme uğrayan siyasi mahkumlara eşit oranda yaklaştığı için suçlanılabileceği ince bir çizgide yürüyen film, gerçeklik ve enformasyon kaygısı da taşımıyor. Sinema tarihine geçmeye aday 18 dakikalık kesintisiz bir plan, işkence sahneleri, duvarları bokla sıvanan hücreler, anüs kontrolü, eriyen bedenler, İngiliz hükümetinin “Demir Leydi” lakaplı Başbakanı Margaret Thatcher‘ın metalik sesi... Açlık’ın hazmı zor ve yarattığı etki sersemletici... Sands ve yoldaşları, 1996 Eylül’ünde ülkemizde gösterime giren “O da Bir Ana”dan (Some Mother’s Son) yaklaşık 13 yıl sonra tekrar aramızdalar. O da bir Ana (Oscar’lı yıldız Helen Mirren ve İrlandalı muhteşem aktris Fionnula Flanagan’ın büyüleyici oyunculukları unutulmazdı), işgal altında sokakları tutuşan ve yüreği içerdekilerle bir atan Kuzey İrlanda’yı anlatıyordu. Açlık ise neredeyse diyalogsuz bir şekilde korkuyu, yalnızlığı, özveriyi, nefreti ve büyük inancı resmetmeyi deniyor. KUŞAKLAR ARASI İLİŞKİLER Stephen Daldry, romanı karmaşık, belirsizliklerle dolu bir öykü olarak tanımlıyor: “Yazar, sevgiyi ve nasıl sevileceğini anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı’nı, Nazi soykırımını yaşayan kendi kuşağının ebeveynlerini, dostlarını, öğretmenlerini ancak zorlanarak sevebileceklerini betimliyor. Gelecek kuşaklar geçmişin günahlarıyla dolu önceki kuşaklara nasıl yaklaşabilecekler sorusunu soruyor. Kuşaklararası sorunları aşk öyküsünün içine yerleştiren Schinkel, sevdiğiniz kişiyle ilgili korkunç bir gerçeği öğrendiğiniz zaman birlikte yaşadığınız herşeyin bir yalan olması da gerekmiyor der.” Politik, sosyal, cinsel açıdan çok karmaşık olan Okuyucu, suçluluk, utanç, gerçek, uzlaşma, bağışlama, sorumluluk, kuşaklararası ilişkileri sorguluyor, canavarca eylemlerine, yanlış seçimlerine karşın insanın insanı nasıl anlayabileceğini irdeliyor. İkilemlerle, soru işaretleriyle dolu öyküyü zor bir yaratım sürecinde gerçekleştiren Stephen Daldry, Hanna Schmitz rolü için ilk Kate Winslet’i düşünmüş. Winslet o sırada Revolutionary Road’un (Hayallerin Peşinde) setindeymiş. Rolü Nicole Kidman’a önermiş, Avustrayla filminin bitiminde hamile kalan Kidman çekime başlayan Okuyucu ekibine katılamamış. Winslet’se Hayallerin Peşinde’yi bitirir bitirmez Okuyucu’nun setine koşmuş. Winslet’in altmış yaş görünümü ve bedeni yedi buçuk saat süren makyaj sonunda gerçekleştirildi. Çekim sürerken filmin iki değerli yapımcısı Anthony Minghella ve Sydney Pollack yaşamlarını yitirdiler. Görüntü yönetmeni Roger Deakins, Kidman gebe kalınca başka bir filme gitti. Deakins’ın eski dostu Chris Menges görüntü çalışmasını devraldı. Kate Winslet’e en iyi kadın oyuncu Oscar’ını getiren bu etkileyici film dün sinemalarımızda gösterime girdi. KARANLIK BİR GEÇMİŞ 1944’te Almanya Neustadt’ta aydın liberal bir ailenin oğlu olarak doğan Michael Berg, 1990’ların ortasında başarılı bir avukat olup Berlin’e yerleşmiştir. Uzun süredir görmediği kızı Julia’yla (Hannah Herzsprung) buluşacak olan Michael (Ralph Fiennes) yoldan geçen tramvaya gözü takılınca gençlik anılarını bir filmin akışı gibi tek tek anımsamaya başlar. On altı yaşındayken okul dönüşü kendini kötü hissedip tramvaydan inen Michael (David Kross) bir kapının önünde kusmaya başlar. Ona yardım eden, üstünü başını temizleyen tramvay biletçisi Hanna Schmitz’i (Kate Winslet) bir türlü aklından çıkaramayan delikanlı kızıl hastalığını atlattıktan sonra genç kadını görmeye gider. Hanna ve Michael arasında engellenemez bir cinsel çekim oluşur. Her iş bitimi ve okul dönüşü Hanna’nın ufak dairesinde buluşup çılgınca sevişirler. Michael ona çocuğu gibi bakan bir yandan da erkek olmayı öğreten Hanna’ya tutulur. Artık yaşamındaki herşey onun için değişmiştir. Giriştiği çok şeyde kötü olduğunu düşünen Michael bazı yaptıklarında ise iyi olduğunu düşünmektedir. Sevişme sonrası Michael Hanna’ya Odisseus’u, Küçük Köpekli Kadın’ı, Huckleberry Finn’in Serüvenlerini, Lady Chatterley’in Aşığı’nı, Savaş ve Barış’ı okur. Michael, arada sırada yaşıtlarıyla olmayı istese de Hanna’nın yanına gitmekten kendini alıkoyamaz. Şefinden terfi müjdesini, ofiste çalışacağı haberini alan Hanna işindeki bu gelişmeden ötürü hiç hoşnut kalmaz, ertesi gün birkaç parça eşyasını toparlayıp Neustadt’tan ayrılır. Hanna’nın kentten gittiğini anlayan ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI SANDS Kuzey İrlanda’nın bağımsızlığı için mücadele eden IRA ve INLA (İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu) üyesi tutuklu ve hükümlüler, savunma haklarından yoksun bırakılarak jürisiz mahkemelerin ardından yüksek güvenlikli cezaevlerine konuldular. Bu hapishanelerden en ünlüsü ise işkencehane muadili Maze Cezaevi’dir (Long Cesh). Bobby Sands Kadın yönetmenlerden bir seçki İstanbul Modern Sinema, Filmmor işbirliğiyle 29 Mart’a dek kadınların dünyasına kamerasını uzatan kadın yönetmenlerin filmlerinden bir seçki sunuyor. ‘Kromozom XX’in hikayeleri hak mücadelesinden göçmenliğe, haz ve histeri ilişkisinden hastalıklı bir anneliğe uzanarak kadın dünyasına altı farklı kapı açıyor. ‘Kromozom XX’ başlıklı programda; Emily Atef’in annelik içgüdüsünü sorguladığı ‘İçimde Var Bir Yabancı’, Alexis Krasilovsky’nin yedi yıl süresince dünyanın dört bir yanında izlediği 50 görüntü yönetmeni kadının emek ve tarihlerini yansıtan ‘Kameralı Kadınlar’, Kim Longinotto’nun Güney Afrika’da Apartheid sonrası bir araya gelen beş kadının, tacize, kötü davranışa uğrayan ve unutulan çocuklar için verdikleri mücadeleyi anlatan ‘Teyzeler’ başlıklı belgeseli, Emiko Omori ile Wendy Slick’in kadınlar için ‘Tutku ve Gücü’ vibratorün gizli tarihinde açığa çıkaran ‘Haz Teknolojisi’, artık var olmayan bir ülkenin farklı bölgelerinden gelmiş, İsviçre’de yaşayan, yaraları ve korkularına karşın güçlü arzuları ve hayalleri olan üç kadının hayatlarına yakından bakan Andrea Štaka’nın ‘Fraulein’, 19.yüzyılda Arjantin’de göçmen Yahudi ailelerinin yaşadığı bölgede büyüyen ve çirkin bulunduğu için adeta görünmez olmaya çalışan Getrudis’in öyküsünü aktaran Maria Victoria Menis’in ‘Karanlık Kutu’ isimli filmleri gösterime sunulacak. C MY B C MY B