22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 MART 2009 CUMARTESİ 7 Sahneler kapalı Sedef Ecer’in “Sur le seuil / Eşikte” isimli oyunu Akdeniz Yazarları Birliği Ödülü ve Fransa’nın en yüksek tiyatro kurumu CNT, Ulusal Tiyatro Merkezi’nin her yıl “bir” ilk piyese verdiği “Teşvik Ödülü”nü yaklaşık 600 eser arasından seçilerek kazandı. sokak açık Dünya Tiyatro Günü’nde sanatçılar büyük bir eylem sahnesi kuruyor. 27 Mart’ta Taksim AKM’nin önünde buluşmayı planlayan sanat insanları hep birlikte hükümetin kültür politikalarından duydukları rahatsızlığı dile getirecekler. İstanbul bu yılki Dünya Tiyatro Günü’nde sanatçıların büyük bir eylemine hazırlanıyor. Opera sanatçıları, tiyatrocular, müzisyenler, şairler... 27 Mart cuma günü Günü’nü kutlamak üzere Taksim’deki GAMZE Tiyatro Atatürk Kültür Merkezi (AKM) önünde bir ERBİL büyük buluşma gerçekleştirecekler. Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası (Kültür SanatSen) İstanbul Şubesi’nin çağrısı, Karanlığa Karşı Sanat Cephesi’nin katkılarıyla biraraya gelecek çok sayıda sanatçı, bu büyük buluşmayı aynı zamanda kendi talep ve sorunlarını dile getirecekleri bir sahne olarak görüyor. İstanbul, 27 Mart 2009’a uluslararası ölçekte opera, bale ve tiyatronun büyük gösterileri için uygun olan tek sahnesi AKM’den mahrum olarak giriyor. Geçen Haziran ayından beri “tadilat” gerekçesiyle kapalı tutulan AKM’nin ne zaman yeniden hizmete gireceği belirsizliğini koruyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi çerçevesinde “Sahne Senin İstanbul” sloganlarıyla yürütülen kampanyaların gelecek yıl İstanbul’u ne hale getireceğini göreceğiz. Ancak, AKM’nin tadilatının dahi 2010’a yetişmeyeceği söylentileri bir yanda dururken tablonun pek içaçıcı olduğunu düşünmek için bir neden bulunmuyor. AKM’nin durumu, kültür – sanat alanındaki sorunların sembolik bir ifadesi gibi. Sorunlar elbette salon sorunlarından ibaret değil. Alanın sorunları denince ilk anda akla sansür, yasaklama, özlük hakları, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, dayatmacılık, adam kayırmacılık, ihaleyle insan alımı, niteliksizlik, işlevsizlik, yalan, ötekileştirme, yasa tanımazlık, hak gaspları, adaletsizlik gibi kavramlar geliyor. Kültür – sanat alanlarının tümden ticarileştirilmesi, buna uygun bir yağma ve yok etme faaliyetinin süreklileşmesi son yılların belirgin politikası olarak öne çıkıyor. Basın Ajansı) bültenine ek, tek bir görüntü vardır. Besson’un başörtülü tek kadını içeren fotoğrafı. Mantık, “Başörtüsüz kadınlı bir Türk derneği düşünülebilir mi” şeklinde çalışıyor artık? Neyseki aramızda önyargılara, basmakalıplara, ezberlere karşı eylem ve yaratılarıyla Türk kadınının “Öteki” yüzünü kanıtlayan başka örnekler de var. Bunlardan biri Sedef Ecer. Köklü Fransız kültürünü ilkokuldan itibaren Galatasaray Lisesi’nden alan, Türkiye’de tanınmış bir sinema ve tiyatro oyuncu olan Ecer’in ayrıca gazeteci, yayıncı, senaryocu, yazarlık kadar, Vecdi Sayar’ın Paris Büyük Elçiliği Kültür Müşavirliği dönemi (199698) ve daha sonra da tek başına üstlendiği Kültür Bürosu sorumluluğundaki çalışmaları onun ne denli iyi bir de yönetici, işletmeci olduğunu kanıtlamıştı. Aynı zamanda yaman bir ikiz çocuk büyüten Sedef son yıllarda başarılarına pek beklenmedik bir yenisini daha ekledi. 10 parmağındaki 10 marifete kattığı 11. marifet Fransızca tiyatro yazarlığıydı. Yazmakla kalmadı. Yazdığı eser günümüz bağlamındaki en parlak ödüllerle taltif edildi. Ecer’in “Sur le seuil / Eşikte” isimli oyunu Akdeniz Yazarları Birliği Ödülü ve Fransa’nın en yüksek tiyatro kurumu CNT, Ulusal Tiyatro Merkezi’nin her yıl “bir” ilk piyese verdiği “Teşvik Ödülü”nü yaklaşık 600 eser arasından seçilerek kazandı. Daha önce bu ödüle layık görülenler arasında ünlü Fransız yazar Philippe Djian veya oyunları Türkçe’ye de çevrilmiş tanınmış Rumen edipgazeteci Matei Visniec de vardı. Ödül nedeniyle Paris Yazarlar Evi’nde düzenlenen ikinci okumaya davetlilerin hepsi giremiyor. Tıklım tıklım. Başkan açıyor geceyi. “Metni okumazdan önce ayrı, okuduktan sonra ayrı bir heyecanlandık. Bir Türk’ün elinden çıktığını öğrendiğimde saygım katbekat daha arttı...” Sedef kadar olabilir mi bilemiyorum, ama gururdan gözyaşlarımızı tutamıyoruz. 15 kadın okuyucu oyuncu dönüşümlü okuyorlar. Aralarında Fransız sahnelerinin en büyüklerinden Madeleine Marion ve iki Türk kadın sanatçı daha, Tilbe Saran ve Serra Yılmaz var. Sedef Ecer şöyle diyor: “Eşikte adlı oyunum; bir yola baş koymuş insanlarla, birey olmak gibi eşiklerde duranların tam kapıdan geçme sürecini anlatıyor. Bu düşüncemi Doğu ile Batı arasındaki en `muhteşem eşik` olan İstanbul kentinde doğmuş olmama` bağladım. Dışardayız ama bir adım daha atarsak `içerde` olacağız. Tam kapı aralığındayız. Eşikte durduğumuz anlardayız. Belki de yazar, yani ben; iflah olmaz bir `seferi` olduğumdan; ne içeri girebilen, ne dışarıda kalabilen, göçmen bir kuş olduğumdandır. Her daim iki arada bir derede, göçebe gibi durduğumdan, yazımı eşikte yazdığımdandır.” Türkiye’nin aydınlık yüzünün simgesi; çünkü sorguluyor, çünkü çağdaşa yürümekten hem birey, hem toplum olarak çekinmiyor. Kadının öteki yüzü: Sedef Ecer 9 Mart 2009 tarihli “The Seoul Times” gazetesinin başsayfasında bir fotoğraf. Damat bey elini, başı eğik gelin hanımın duvağından içeri UĞUR sokup şefkale müstakbel eşini HÜKÜM okşuyor. Damat bey 47, gelin hanım 8 yaşında. Mekan ugur.hukum@gmail.com Suudi Arabistan. Kadının ne denli “müstesna” (!) olduğunu “Feministler ve İnsan Hakçılar”ından 15. yüzyıl önce bilmiş kâhinlerin ülkesi. Hazretlere, Velinimet’e ne söz... Hâşâ! 9 Mart tarihli “Le Figaro” gazetesinin manşetinde bir fotoğraf. Tepeden tırnağa örtülü üç kadın. Gri, kara ve kahverengi burkalı üç Afgan Kandahar’da Dünya Kadınlar Gününü kutluyorlar. Başlarında açık mavi birer örtü. “Adalet istiyoruz”un simgesiymiş. “Kurtarılmış bölge”, Taliban cenneti AfganistanPakistan bileşeninde yaşıyorlar. İslamın en yiğit (!) evlâtlarının, “Mücahitler”in kalesinde direnenlere (!) malum basında bir kaç defa arka arkaya “terörist” deyimini kullanın bakalım, ne oluyorsunuz? Recmedilen, uzuvları kesilen, yüzlerine kezzap atılan, kocalarıyla gömülen, ucuza kapatılıp bir gecede boş düşen kadınlar... İran, Sudan, Nijerya, Moritanya, Hindistan, Tayland, Malezya, Filipinler ve hatta Putin güdümlü Çeçenya, vs; ama daha vahimi “gelenek, milli kültür ve görüş” safsatası ve göçmenler kanalıyla gelişkin toplumların içine kadar ilkellik ve geriliklerini taşıyanlar ve de onları savunma gafletine düşen, sayıları giderek azalaran bazı liberaller... Tiyatrocular “sokak sahnesi”nde Kültür sanat dünyasının bu alanın sorunlarını dert edinen çevreleri gerek 2010 projelerinden gerekse AKM ile ilgili gelişmelerden son derece kaygılılar. Ve “Sahne Senin İstanbul” sloganını da “2010’da İstanbul büyük eylemlere sahne olabilir gerçekten” diye karşılıyorlar... 27 Mart cuma günü AKM önünde gerçekleştirilmesi planlanan buluşmanın programı kaba haliyle ortaya çıkmış durumda. Saat 12:00’de Uluslararası Dünya Tiyatro Bildirisi okunarak başlayacak programda, ikinci olarak Türkiye’nin bildirisi okunacak. Karanlığa Karşı Sanat Cephesi’nin bildirisinin ardından ise Devlet Operası Sanatçıları koro olarak Carmina Burana’yı seslendirecek. Kültür SanatSen’in Genel Başkanı’nın yapacağı konuşmayı, opera sanatçısı Muzaffer Erdaş’ın seslendireceği arya izliyor. Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği İstanbul Temsilciliği adına Orhan Kurtuldu ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM) adına Orhan Aydın’ın yapacağı konuşmaları da bir başka arya takip edecek. Programın sürpriz bölümünde sanatçıların önceden belirledikleri kişi ve kurumlara dönük ödülleri sunulacak. Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği adına Bedri Baykam’ın ve Türkiye Eleştirmenler Birliği Başkanı Üstün Akmen’in ve özel tiyatrolar adına Nedim Saban’ın konuşmalarıyla devam edecek programda Özerk Sanat Konseyi adına da bir konuşmacı bulunacak. Müzisyenler Ufuk Karakoç, Emin İgüs, Grup Gündoğarken ve Nejat Yavaşoğulları’nın dinletilerinin ardından etkinlik Nâzım Kumpanya’nın “Memleket Nâzım Hikmet” şarkısıyla program sona erecek. Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (International Theatre Institute) 1961 yılında aldığı bir kararla 27 Mart’ı Dünya Tiyatro Günü olarak belirledi. 27 Mart günü dünya çapında tiyatro grupları ve sanatçılar tarafından kutlanmakta, aynı gün düzenlenen bir dizi etkinlikte tiyatro kendi sözünü söylemekte, kendi adına sahne almaktadır. Dünya Tiyatro Günü’nün önemli etkinliklerinden biri tanınmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmeni veya yazarın yazdığı evrensel bildirgedir. İlk bildirge 1962 yılında Fransız yönetmen Jean Cocteau tarafından kaleme alındı. 27 Mart günü her ülke kendi tiyatro bildirisini de hazırlar ve bu bildiri o gün sahnelerde, gösteriler öncesinde okunur. Dünya Tiyatro Günü’nde kamu tiyatroları parasız gösteriler düzenler ve izleyiciler de 27 Mart’ı kutlar. “Sanatın sahnesi yok” Buluşmanın sunuşunu gerçekleştirecek olan Orhan Kurtuldu, belirlenmiş katılımcıların yanında bütün sanat alanlarının insanlarını ve seyircilerini, İstanbul’un kültür varlıklarına sahip çıkmak isteyen, sanata duyarlı herkesi etkinliğe beklediklerini söylüyor. Kurtuldu, “Amacımız, bugünde yapılacak etkinliklerde kültür ve sanat alanlarının taleplerini, sorunlarını seyircilerimizle paylaşmak, tiyatro insanları ve diğer sanat alanlarının insanlarıyla dayanışmayı geliştirmek, sanat alanlarının karşılıklı alışverişini güçlendirmek” diyor ve ekliyor: “Biz dilerdik ki, etkinliğimizi öncelikle sahnelerimizde yapabilelim. Ama İstanbul’un 2010’da Avrupa Kültür Başkenti seçildiği bir süreçte, sahnesiz bir İstanbul’la, AKM’siz bir İstanbul’la karşı karşıyayız. Sahne İstanbul’un ama sanatın sahnesi yok. Sanat sokakta.” TEK BİR FOTOĞRAF “Ilımlı Müslüman” diye kabullenilmeye başlayan bir ülkenin uzantısı olarak içinde yaşadığım toplumun, kamu oyunun, yetkili makamlarının bana, bize nasıl baktığı gittikçe daha önem kazanıyor. Sağolsun “First Lady”lerimiz çoğu şeriatçı müttefiklerinin hanımlarına taş çıkartırcasına ve de Avrupa’da gayet örgütlü tarikatçı yakınları buralarda Şule Yüksel Şenler model sıkmabaşörtüleriyle “imaj”mızı belirleyip damgaladılar. Türkiye’nin, Türk kadınının vitrini, tipik “Yüz”ü olmayı başardılar (!). Basının kolaycı işgüzarlığı, önyargıcı kalıplar ve de “satan görüntü” tutkusu ekmeklerine yağ sürdü. Örneğin göç, uyum ve dayanışmadan da sorumlu yeni Milli Kimlik bakanı Eric Besson, resmen göreve başladığının ilk günü, 16 Ocak’ta Fransa’da eli yüzü düzgün, nadir göçmen kuruluşlarından Paris ELELE derneğini ziyarete karar verir. Yanındaki 30 kişilik gazeteci ordusuyla geldiği dernekte gündelik faaliyetlere katılan 10 kadar Türk ev kadınından yalnızca bir tanesinin başı örtülüdür. Hepsi bakan gelecek diye bayram gibi giyinip gelmişlerdir. Basın mensupları yüzlerce fotoğraf çeker. O gün öğleden sonra bakanın ziyaretini özetleyen AFP (Fransız AKM bir “eylem” sahnesi oldu Bundan iki yıl önce, 27 Mart 2007’de aynı AKM yıkılma tehlikesi altındaydı ve o gün de bir büyük buluşmanın “dekoru” olmuştu. “Karanlığa Karşı Sanat Cephesi Buluşuyor” çağrısıyla, 2007’deki Dünya Tiyatro Günü’nde AKM önünde gerçekleştirilen eylemin temel sloganı “AKM değil, AKP yıkılacak” olarak kayıtlara geçmişti. Sonrasında yürütülen faaliyetler sonucunda AKP elbette “yıkılmadı” ama, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkımı konusu da gündemden düşürüldü. AKM’ye dair AKP’nin “planlarında” gerçekten bir değişim olup olmadığını kimse bilmiyor, tek bildiğimiz “Tayyip Beyin o binayı sevmediği”... Şu sıralar 2010’a yetişmesi için hazırlıkları yapılan bir restorasyon programının yürütüldüğü AKM’nin bir süre daha anlamlı sanatsal etkinliklere sahne olamayacağı anlaşılıyor. Ancak AKM’nin önü, sanat insanlarının eylemlerine sahne olmayı sürdürecek gibi görünüyor. Izİzlenim ? ? ÜMRAN BULUT da unutulmazlar arasına yerleşmişti. Hayret! Dün akşam üzeri ‘ne yapılsa da insanımızın kültüre yaklaşımı için daha verimli olunsa, sanatsal bakışa yakın bireyler yetişmesinde bizim payımızı görmemezlikten gelemeyiz’ açıklamalarını savunan aydınımız, onca görüşünü okuyucularıyla paylaşırken kimliğini her vesile işleyen İlhan abi ertesi sabah yani 21Mart’ta gözaltına alınmıştı. Ardından gelişen olayları senelerin fikir emekçisine, çağdaş bir toplumun oluşumu adına umudunu koruyan bir bireyine karşı kullanılan mahvedici zehir olarak tanımlamak yetersizdir. Ülkemiz dünyanın kültür sanatının beşiği olabilecek zenginlikleri ile tanınıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun devraldığı tarihi miras ve onun kendince (bazı dinsel yasaklarla girişimlerin Batılılaşma hareketlerine değin ertelenmesinin dışında) gelişmiş yapısı üzerine umranbulut@gmail.com Bir Anı ve Bir Özlem Herkesin hayatında önemsediği ve unutmadığı anıları vardır… Çeşit çeşittir anılar. İçerikleri de bambaşka. Aileden, evden, işten, dosttan, arkadaştan, tiyatrodan. Düşündürücü, eğitici, aydınlatıcı, bilgilendirici bir anının yeri başkadır. O kişiliğinizi etkileyip benliğinizi kat ve kat döşeyebilir… Benim bir anım, bir sene öncesinden. Anıların bazen kısa bir cümle içinden çıkarılmasına, bazen de bir görüşme süresinden edinilmesine örnek. O gün, usta bir yazarla eğitimci kişiliğim örtüşmüş ve paylaşılan konuda verimli ve üretken olabilme adına daha da yüreklenmiştim. Öyledir ya, bazen kısa ama özlü açıklama, öneri, önceden edindiğiniz bilgilerinizi aydınlatır… Görüşmede Türkiye’deki değer yargılarının ne denli çarpıtılıp yerle bir edilmiş olduğunun sıkıntısını duyan bireyler olarak kültürel açılımlarda habercilik, yazarlık alanlarındaki yetersizlikle ilgili bazı saptamalar da yapılmıştı. Bakın aradan bir yıl geçti dinci girişimler hayli yol aldı. Dün adeta bugünün aynası oluverdi. Sansür öyle azdırıldı ki, Bilim ve Teknik dergisinin kapağında bile evrim teorisine yer yok. Acı! Anım, ertesi sabah aldığım haberle birleşince daha kurulan Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında yüklüce yaşanan ülküleriyle bugünlerin çok ilerisinde olabilirdi kuşkusuz. Çünkü Atatürk Türkiye’sinde çağdaş insanın bilime, aydınlanmaya dayanan iskeleti sanatla ve kültürle beslenecekti. Bu konulardaki parasal destek, kamusal alan, haberlerle yorumlarla desteklenecekti. Yaratıcı beyinler ve yeni fikirlerin doruklarını zorlayacaklardı. Bugünkü tanımıyla medya çocuğumuza, gencimize, insanımıza evrensel kültür değerlerini öğretecek nitelikte oluşturulacaktı. Tiyatrodan plastik sanatlara, operadan baleye sanatlar bilineceklerdi. Düşüncelerin savunulması toplumun özgür olma bilincini, yaratıcılık ise insanımızın hayatını biçimlendirenler olacaklardı… Özlemim bunlar. Anım beni hep bu özlemimle buluşturacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle