19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 19 ARALIK 2009 CUMARTESİ Ötekileştirmenin her türlüsüne Atıf Yılmaz bu yılki doğum gününde, kendi adına kurulan bir sinema okulu projesinin duyurusuyla anıldı. karşıyız Fotoğraf: VEDAT ARIK Atıf Yılmaz’a en güzel doğum günü hediyesi Atıf Yılmaz bu yıl doğum günü olan 9 Aralık’ta değişik bir “doğum günü hediyesi” ile anıldı. Eşi Deniz Türkali’nin evsahipliğinde gerçekleştirilen ve kendi adına kurulan stüdyonun sinema okulu çalışmalarının duyurulduğu anma etkinliğine sinema dünyasının önemli isimleri katıldı. Atıf Yılmaz Stüdyosu sinema okulu Ocak ayında eğitimlere başlayacak. İstanbul’da Sefaköy Kültür Merkezi’nde bir sinema okulu hazırlıklarını sürdüren “Atıf Yılmaz Stüdyosu” yöneticileri, projenin destekçileri ve GAMZE sinema dünyasının önemli isimleri ünlü yönetmenin ERBİL doğum günü olan 9 Aralık’ta bir araya gelerek Yılmaz’ı andı. Atıf Yılmaz Stüdyosu sinema okulunun hazırlık çalışmaları üzerine bilgilerin paylaşıldığı etkinliğe Türkan Şoray’ın yanı sıra stüdyonun eğitmeni olacak Yavuz Özkan, Sırrı Süreyya Önder, Ümit Ünal, Ali Akdeniz; jüri kadrosunu oluşturacak İpe Bilgin, Müslüm Demirbilek, Kemal Can gibi isimler de katıldı. Projenin mimarı ve yöneticileri arasında yer alan, Atıf Yılmaz’ın eşi Deniz Türkali’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen anma etkinliğinde, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Danışmanlarından Fikret Toksöz de bulundu. Atıf Yılmaz Stüdyosu kurucu ve eğitmenlerinden Barış Pirhasan ise, Deniz Türkali’nin okuduğu mektubuyla oradaydı. Sefaköy Kültür Merkezi’nde kurulan Atıf Yılmaz Stüdyosu, sinema ve TV alanında belli bir kültürel birikime ve teknik donanıma sahip öğrenci adaylarını “kendi seslerini bulabilmeleri için bir araya getirmeyi” amaçlıyor. İki yıllık bir sertifika programı olarak tasarlanan sinema okulu, öğrencilerinin bu iki yıl içinde kısa filmler ve atölye çalışmaları yapmalarını, iki yılın sonunda ise her öğrencinin bir bitirme filmi ve çekime hazır bir senaryoya sahip olmasını hedefliyor. Deniz Türkali ile Ocak ayında eğitime başlayacak olan sinema okulu üzerine konuştuk. İşitme engelli bir genç ve çağrı merkezinde çalışan bir kız. İşitme engelli bir insanın yaşamına bakış atan Başka Dilde Aşk, Bünhan Bengi ve İlksen Başarır’ın ilk uzun metrajlı filmi. Başrol oyuncusu Mert Fırat ise işaret dilini öğrenmek için çok çalışmış. Hatta “gerçekten işitme engelli mi?” sorusuyla bile karşılaşmışlar. İşleri hiç kolay olmamış ama ötekileştirmeye her anlamda karşı olan bir film yapmayı da başarmışlar. Festivallerin bol ödüllü filmiydi Başka Dilde Aşk. “Farklı bir şeyler söylemeye başladı” denilen Türk sinemasında DENİZ bambaşka bir şey ÜLKÜTEKİN söylüyordu. İşitme engelli bir gencin yaşamına bakış atıyordu. Anlattığı engelli insanlara sahip çıkmamız gerektiğini anımsatan yapımlardan farklıydı. Gerçek bir hikâyeydi. Empati kurması bize kalmıştı. Bu hafta vizyona giren filmin yapımcısı Bünhan Bengi ilk uzun metrajlı film deneyimini yaşadı; tıpkı yönetmen İlksen Başarır gibi. Bengi’nin anlattığına göre işleri hiç kolay olmamış ama yine de projeyi tamamladıkları için oldukça mutlular. Büyük ödül ne “en iyi” sıfatlı takdirler ne de insanların beğenisi, ötekileştirmeye karşı uyanan farkındalık. Oldukça kişisel bir hikâye üzerinden ötekileştirme gibi toplumsal dertlere göndermeler içeren bir film yapmışsınız... Bengi: Bundan sonra yapacağımız her filmde de toplumu ilgilendiren bir sorunu ele alacağız. Konu kişisel görünmekle beraber en büyük amacı ötekileştirmenin ne kadar korkunç bir şey olduğunu insanlara göstermek. 10 yazar, 10 yönetmen yetişecek Nasıl bir müfredat öngörüyorsunuz? Müfredat diye bildiğimiz şey, çok farklı biçimde ve ilk dört ay boyunca kullanılacak. Yani ne gün, hangi konuların tartışılıp hangi çalışmaların yapılacağını baştan saptayıp görev bölüşümü yaptırma ve belli bir düzen içinde bu çalışmaları birlikte değerlendirme süreci dört ay sürecek. Bundan sonra gelen öğrenciler kendi müfredatlarını, kendi planlamalarını yapacaklar. Biz bu sürece katkıda bulunacağız, deneyimlerimizden yararlandıracağız örencileri. Önemli olan, sanat gibi bireysel yaratıcılığın öne çıktığı bir alanda, kolektif çalışmanın, gruplaşma ve iş bölümünün gerçekleştirilebilmesi, kimin neyi neden yaptığının dile getirilip, iletişim içinde aynı hedeflere yürünebilmesi. Tabii ki adı geçen öğretim elemanlarından fazlasına ihtiyacımız olacak. Sinema, her disipline muhtaç bir sanat. İşletmeciler, hukukçular, teknisyenler. Çalışmalarda bu dallarda çalışanların katkısını sağlayacağız. Sürekli üretim içinde müfredat bir tür alakart menü gibi sunulacak öğrencilere. Seçme şansları, özel ilgi alanları için çağrılacak isimleri belirleme hakları olacak. Atıf Yılmaz Stüdyosu, 11 Ocak 2010 yılında eğitime başlayacak ve her yıl 20 öğrenciye ders verecek. 10’u yazaryönetmen, diğer 10’u ise yaratıcı yapımcı adayı olarak öğrencilerini yetiştirecek. Böyle bir uzmanlaşmayı baştan tercih etmenizin nedeni nedir? Şimdilik gücümüz bu kadar. Teknik eğitimden çok üretim ve tartışma ortamında, en üst düzeyde karar verici olanları hedefledik. İmkanlar elverdikçe bu yelpazeyi genişletebiliriz tabii. 20 Aralık Pazar gününe kadar başvuruları mail veya posta yoluyla alacağınızı duyurdunuz. Başvurular arasından seçilecek öğrenci adayları 21 27 Aralık tarihlerinde yapılacak mülakatlara katılacak. Öğrenci adaylarınızdan neler bekliyorsunuz? Öğrenci adaylarımızdan beklediğimiz en önemli şey en az Atıf Yılmaz kadar sinemaya gönül vermiş olmaları. Sinemayı, sinemacı olmayı bir yaşam biçimi olarak görmeleri. Sanırım gerisini birlikte oluşturacağız. İzleyici empati kuruyor İlksen Başarır Bünhan Bengi Düşük bütçeli bir film olamadı Filmin bütçesi ne kadar? Bengi: Aslında düşük bütçeli bir film olmadı, her aşamada da gittikçe yükseliyor. Önce dedik ki “bir tek kamerada paraya kıyalım.” Çünkü ortaya çıkarmak istediğimiz şeyi ancak kaliteli bir malzemeyle elde edebilirdik. Çekimler bitti. Bu sefer post prodüksyonda o çektiğimiz şeyi aktarabilmemiz için maliyeti yüksek bir çalışma yapmamız gerekti. Post prodüksyon bildiğimiz bir alan ama tanıtım ve kopya aşamasında bir baktık ki film düşük bütçeli olmaktan çıktı. Ofis İstanbul ilerde de uzun metrajlı film çalışması yapacak mı? Bengi: Umarım. Burası reklam filmleri ve fotoğraf edisyonu yapan, filmden bir yıl önce benim kurduğum küçük bir şirket. İlksen’le arkadaşlığımız çok eskiye dayanıyor. Yıllardır bir film çekme hayâlimiz vardı. Yaşça büyük arkadaşlarımız da hâlâ böyle hayaller içinde ama sağolsun İlksen Mert’le birlikte senaryoyu yazdı ve işe giriştik. Hâlâ ufak tefek işler yapıyoruz ama uzun metraja kanalize olmuş durumdayız. Asıl iş şimdi başlıyor Bu yıl Atıf Yılmaz için özel bir anlamı olan bir doğum günü hediyesi hazırladınız. Küçükçekmece’deki Atıf Yılmaz Stüdyosu bir sinema okulunu hayata geçirecek. Bu projenin oluşturucuları kimler ve nasıl hazırlandı? Atıf Yılmaz Stüdyosu fikri ilk olarak arkadaşım Emel Güntaş’tan çıktı. Yaklaşık iki yılda gelişti ve bugüne geldi. Barış (Pirhasan) ve Yavuz’la (Özkan) birlikte nasıl bir yol tutacağımızı saptadık. Diğer sinemacı arkadaşlarımızla konuşup tartıştık. Barış ve Yavuz’la birlikte Sırrı Süreyya Önder, Ümit Ünal, Ali Akdeniz, Selim Eyüboğlu, Kemal Can, Müslüm Demirbilek... Çekirdek kadro olduk. Çağan Irmak, Ferzan Özpetek zaman zaman seminerler vererek bizimle olacaklarını ifade ettiler. Ayrıca konuştuğumuz herkes büyük moral destek verdi. Oyuncu arkadaşlarımız Türkan Şoray, Lale Mansur, Serra Yılmaz, Hale Soygazi bunların başında gelenlerden... 2010’a başvurduğumuz zaman da proje heyecanla karşılandı. Başta Fikret Toksöz olmak üzere herkes yürekten sahip çıktı ve tabii Küçükçekmece Belediyesi. Başkan Aziz Yeniay, en az bizler kadar heyecanla karşıladı projeyi. Birlikte çıktığımız yolda buraya kadar geldik. Ama asıl işimiz şimdi başlıyor. Hikâyedeki romantizm bunun gerisinde ya da önünde yer alıyor mu? Bengi: Anlatmak istediğimizi bir aşk hikâyesi üzerine kurduk. Engeliler zaten devlet politikaları yüzünden yeterince dışlanmış durumdalar. Filmde de işitme engelli biri üzerinden bunu anlatıyoruz ama nereden bunu söylediğimizin pek bir önemi yok aslında. Filmi seyrettiğinizde zaten engelilerle ilgili durumu fark ediyorsanız söylenmek istenen mesaj yerine ulaşmış demektir. Filmin seyirciyle ilişkisi anlamında, işitme engelli birinin durumunu perdeye taşımak çok da gerçekçi bir durum ortaya çıkarıyor. İzleyici empati kurmak zorunda kalıyor. Bengi: Burada Mert’in oyunculuğu da çok önemli. Başkası yapabilir miydi diye düşünüyorum. İşaret dilini öğrenmek için çok çalıştı. İşitme engellilerin toplanma yerlerine gitti. O empati yolunu Mert açtı aslında. İnsanlar onu Kapalıçarşı dizisinden tanıyorlardı. Filmden sonra sanki hiç tanımıyorlarmış gibi “Gerçekten işitme engelli mi?” gibi sorular gelmeye başladı. Ortak iş yaptığımız insanlar önceden Mert’le tanışmışlardı ama filmi izledikten sonra Mert onlar için artık işitme engelliydi. İşitme engelli birisi hayatımızda çok yok. Ancak empati kurdurabilmek önemli bir şey. Filmde bir sürü insan var ama o bağı Mertle kuruyorsunuz. Mesela kızla o kadar kurulmuyor. Konuşarak iletişim kuramıyoruz Filmin senaryosu nasıl şekillendi? Başarır: Mert Fırat’ın işitme engelli bir genç ve çağrı merkezinde çalışan bir kız üzerine çok küçük bir hikâyesi vardı. İletişimle ilgili kafamızı kurcalayan dertleri “bu küçücük şey üzerinden nasıl anlatabiliriz” diye düşünüyorduk. Üzerinde bayağı bir uğraştık ve çekimlerden bir ay önce senaryo ortaya çıktı. Çekimler başladıktan sonra bile hâlâ üzerinde çalışıyorduk. Diyalog çok zor bir şey. Güncel ve doğal olması biraz zaman alıyor. Ve kuvvetli olmasını istedik. Çok herkesin içinde olduğu ve yaşayabileceği bir yolda ortaya koymak istediğimiz için diyalogların önemi çok büyüktü. Bu dediğiniz önemli çünkü üzerine gitmek istediğiniz konuda günlük konuşmalar çok yanlış anlaşılmaya müsait. Çekimler öncesinde işitme engellilerle ilgili nasıl çalışmalar yaptınız? Başarır: İşitme Engelliler Fedeasyonu çok yardım etti, senaryo ilerledikçe aşama aşama onlara gönderdik. İşitme engellilerin belirgin özellikleri var. O kadar gürültülüler ki; mesela derneğe gittiğimizde kapıları çarpıyorlardı. Televizyonun sesi sonuna kadar açıktı. Belirgin bir kaos vardı ama doğal olarak sesle ilgilenmiyorlardı. Bazı şeyler şans eseri gelişti. Filmdeki karakterin uyanması örneğin, çalar saat kullanamaz. Bu yüzden sabah aynı saatte sallanan bir yatak geliştirmiş. Bunun gibi bir sürü farklı tasarımı biz uydurduk. İnternetten araştırdığımızda bazılarının gerçek olduğunu ya da henüz üretim aşamasında bulunduğunu gördük. Aslında tamamen empatiyle alakalı bir durum. Biz karakteri biraz yalnız, kendi dünyasında hayâl etmiştik. Aşık olduğu kız da çağrı merkezinde. Onun da duymayla ilgil problemleri var. Huzuru duymayan birinde buluyor. Bunu gerçekten düşündünüz mü? Yoksa filmin içinden kendiliğinden çıkan bir anlam mı? Başarır: Huzur demeyelim de, gerçek iletişimi buluyor. Çağrı merkezinde iletişim kurmak çok zor bir şey. O da İletişimin farklı bir yöntemini keşfediyor. Konuşarak çok farklı bir iletişim kuramadığımıza inanıyoruz. Birbirimizden uzaklaşıyoruz. Aslında metafor olarak çağrı merkezi çok iyi. Hepimizin gün boyu telefonu çalıyor. Aynı cümlelerle herkesle iletişim kuruyoruz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle