Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Toplum sağlığı kampanyalarının başarısızlığı CEM SUNGUR Sabah epostalarımı incelediğimde ABD’den gelen yeni verileri okudum. Her 6 Amerikalı’dan birinin H1N1 ile enfekte olduğu ve Mart ayından bu yana H1N1 enfeksiyonu sonucunda hayatını kaybedenlerin sayısının 10.000’e ulaştığını öğrendim. Ülkemizdeki gerçek hasta sayısını kimse bilmemekle birlikte haber programlarında altyazılarda belirtilen ölümlerin hızla 500’e yaklaştığı fark ediliyor. H1N1’e karşı çok da belirgin etkisi olmayan ilaçlar hızla tükenirken, en etkili yöntem olan aşıya hâlâ rağbet yok. Sadece H1N1 aşısı konusunda değil, John F. Kennedy’nin UFO’dan açılan ateşle öldürüldüğü, orta yaşlı Finli kadınların UFO’lar tarafından gökyüzüne “kaldırıldığı”, Amerikalıların beyinlerimize mikrochipler yerleştirerek kitleleri istediği gibi yönlendirdiği konusunda son derece “özgün” tezleri olan Finli bir parapsikoloğun görüşlerini yansıtan epostalar, somut ölüm istatistiklerinden çok daha inandırıcı olmaya devam ediyor. Sağlık girişimleri ile ilgili toplumsal ve politik kaygıları, bilimsel olmayan, mantık dışı veya yanlış yönlendirilmiş olarak nitelemek çok doğru bir yaklaşım değil. Eğer insanların bireysel veya kültürel inançları, bilimsel doğrularla çatışıyorsa, sağlık sorunları için bilimsel çözümler oluşturmak tek başına yeterli olmuyor. Örneğin Gambia’da Ocak 2007’den beri HİV enfeksiyonu ve AİDS ile ilgili tüm tedaviler durdurulmuş durumda. Çünkü bu tarihte Başkan Yahya Jameeh, HİV ve AİDS’in sadece Kuran’dan alınan bazı ayetler ve bitki karışımları ile tedavi edilebileceğini ilan etti. AİDS hastaları Başkan’ın şifa verici programına dahil olurken, Jameeh tartışmalı ve herkesten saklanan özel laboratuvar testleri ile tedavisinin başarılı olduğunu ilan etti. Sağlıkla ilgili bilim insanlarının itirazları toplum tarafından duyulmadı bile. Küresel Polio (çocukfelci) Eradikasyon Girişimi Nijerya’da 2003 yılında, kuzeydeki 3 eyalet aşı olmayı reddedince raydan çıkmış oldu. Aslen doktor ve aynı zamanda Nijerya Şeriat Yasaları Yüksek Konseyi’nin başkanı olan Datti Ahmed gazetecilere şu demeci verdi: “Biz günümüz Hitler’lerinin bilerek hileli polio aşılarının içine doğurganlığı azaltan ilaçlar ve HİV olarak bilinen virüsleri koyduklarına inanıyoruz”. Aşı kampanyası 2004’de tekrar başlatılsa bile Nijerya’nın kuzey eyaletlerinde aşıya karşı güvensizlik hâlâ devam ediyor. En gelişmiş ülkelerde bile kabakulak aşısı ile otizm arasında ilişki olduğu yönündeki toplumsal kaygılar daha yeni sona erdi. G20 üyesi olmakla övünen ülkemizde, H1N1 aşı kampanyasının bu denli başarısız olmasının temelinde de benzer sorunlar yatıyor. Bu başarısızlıklar, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin çevresinde şekillenen çok yönlü politikaların başarıya ulaşması için bilim insanları, politikacılar ve toplum arasında yeni iletişim yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Toplum ölçeğinde yürütülecek kampanyalardan önce tüm bakış açılarının dikkate alınması gerekiyor. Toplum sağlığı ile ilgili programların yürürlüğe konulmasında ve tartışılmasında temel bilim insanları, sosyal bilim insanları ve karar veren yetkililerin ortak hareket etmesi gerekiyor. Ulusal ve uluslararası sağlık kuruluşları çok önemli destekler sağlıyorlar. Açıklamaların yapılması ve konunun tartışılmasında da sivil toplum örgütlerinin katkıları vazgeçilmez nitelikte oluyor. Yeterli iletişim tek başına mucizeler yaratacak bir yöntem değildir. Önemli olan bu iletişimin toplumsal dokuda yer alan karmaşık görüşleri dikkate alacak nitelikte olmasıdır. cem.sungur@anadolusaglik.org 19 ARALIK 2009 CUMARTESİ 5 Çocuklar cesur olma hakkı istiyor Çocuklarımızın cesur ve özgüvenli olmasını istiyoruz ama korkularımız nedeniyle bu özellikleri kazanmalarını engelleyebiliyoruz. Gerçekçi olmayan bilgi ve beklentilerle pekişen kaygılarımız, çocuklarımıza da bulaşıyor. Çeşitli kaygılarla, evlerimizin bahçelerinde, kapı önlerinde bile oyun oynamalarını engellediğimiz çocuklardan, özgüveni yüksek, hayata karşı cesur, ayakları yere sağlam basan yetişkinler olmalarını bekleyebilir miyiz? Prof. Dr. Yankı Yazgan, Omo’nun “Kirlenmek Güzeldir” felsefesi ile başlattığı etkinlikler çerçevesinde “Çocuğun FİGEN Sağlıklı Gelişiminde ATALAY Cesaretin Rolü” başlıklı bir çalışma hazırladı. Bu çalışma için İstanbul’un Kadıköy yakasında bulunan bazı kamu okullarında, 3 bin 982 çocuk ve ailelerinin katıldığı bir araştırma yapıldı. Araştırmada, annebabalara yöneltilen “Çocuklarınızın neden psikolojik destek alması gerektiğini düşünüyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtlarda “kaygı ve korku” öne çıkıyor. Çcuklarının yaşadığı kaygı ve korku sorunları annebabayı çok endişelendiriyor. Ancak buna karşın annebabalar, onların bu korkuları aşmasını sağlayacak fırsatları yaratmaktan çekiniyorlar. Prof. Yazgan, annebabalara “Çocuğunuz cesur ve bağımsız olmak için gereken deneyimleri nasıl yaşayacak?” diye soruyor ve şu önerilerde bulunuyor: “Tutku ve coşku içeren durumlar korkunun rahatsız ediciliğine dayanmamızı sağlar. Bir amaç sahibi olmak, korkutucu durumların yaşandığı zamanlarda cesaretin ortaya çıkmasını sağlar. Çocukların arkadaşlarıyla birlikte olması, oyun oynaması ya da hayatın değişik anlarını oturduğu yerden kalkıp yaşamasına olanak sağlayan her durum, cesareti ve kendine güven duygusunu geliştirmektedir. Hedefe erişmeyi önemli kılacak amaçlar, çocukları cesur adımlar atmaya, korkuya teslim olmamaya yöneltir. Bu nedenle ebeveynler çocuklarına aktif olma, hareket etme ve özgürce seçme hakkı vermelidir.” gerçeklerin ötesine geçtiğinde, çocukların gelişimini engelleyecek bir takım durumlar ortaya çıkabilir. Örneğin “Parka, bahçeye gitmelidir, ama...” diyen annebabaları ele alalım. Çeşitli endişeler nedeniyle çocuğu evde tutmak ve televizyon karşısına oturtmak, söz konusu endişelerden uzaklaştırmak için doğru bir çözüm değildir. Tehlike içeride de dışarıda da var… Elbette dış dünya, çocuklar için de yetişkinler için de çeşitli tehlikeler içermektedir. Ancak bu tehlikeler, tam da sandığımız yerde değildir. Örneğin, ABD gibi ülkemize göre güvenliğe daha fazla önem veren bir ülkede bile, çocukların yaşadıkları tehlikeli durumların başında “ev kazaları” gelmektedir. Çocukların oturdukları yerden kalkıp deneyerek yaşayarak öğrenmelerini engellemek, ileride “keşke bıraksaydık da...” diyeceğimiz bir duruma; düşe kalka, kirlene temizlene büyümesine olanak verdiğimizde bunun tam tersine, “iyi ki bıraktık da...” diyeceğimiz bir kazanca dönüşecektir. Çocuklarımıza ilişkin kendi korkularımızı kontrol edebildiğimizde ve ‘keşke’ler kadar ‘iyi ki’lerin de rolünü artırabildiğimizde, çocuklarımızın hayata bakış açılarını olumlu yönde şekillendirmekte belirleyici olabiliriz. Annebabaların cesaret gelişimine katkısı Çocuklar, büyürken toplumsal hayatın içinde yer almalıdır. Bu sırada, anne babanın çocuğun çevresinde, erişebileceği fiziksel ve duygusal mesafede olması gerekir. Çocuk, karşılaştığı zorluklarla nasıl başa çıkacağına dair annebabalarının yol göstericiliğine ve yüreklendiriciliğine ihtiyaç duyar. Annebabalar, çocuğun ihtiyacına duyarlı olduklarında, ona gereken donanımı sağlayarak ve bu kazandırdıkları donanımı uygulaması için sokakta, bahçede ya da okulda gereken özgürlüğü vererek cesaretinin inşasına katkıda bulunabilir. Çocuklar nasıl öğrenir? Çocuklar deneyerek görerek koklayarak duyarak tadarak yani sahip oldukları beş duyu organını kullanarak ve sınırlarını zorlayarak öğrenir. Annebabalar hangi sınırları kahramanca savunmalıdır? Annebabalar, tehlikenin açık ve somut olduğuna inandıkları her durumda çocuklarına sınır koyabilir. Ancak ebeveynlerin kendi kaygıları Doktor önlüklü ölüm makinesi: Gross Avusturyalı doktor Heinrich Gross ruh sağlığı hastanesi Spiegelgrund’un başhekimiydi. Tarihte ötanazi kliniği olarak tanınan bu hastanede 7 bin 500 insanın öldürüldüğü biliniyor. Gross “ölümü hızlandırıcı icraatları” bizzat uyguluyordu. Hakaret edilen, üzerlerinde sigara söndürülen, çırılçıplak soyularak üzerlerine soğuk su sıkılan çocuklarla ilgili haberleri sıkça duyuyoruz. Maalesef bunları anatomik açıdan insan olarak tanımlanan kişiler yapıyor. Yurtdışından gelen haberler de aynı ürperticilikte. Öz kızını 24 yıl boyunca evin içinde bir bölmeye hapseden ve ona yıllar boyu tecavüz eden sapık baba Joseph Fritzl’i unutmak ne mümkün... Hatırlanmasında yarar olan insanlardan biri de Avusturyalı doktor, Heinrich Gross. 15 Aralık 2005’te ölen bu doktoru beraber hatırlayalım… Doktor Gross, 1981 yılında Otto Wagner Hastanesi Çocuk Bölümü’nden emekli olmuştu, hastanede başhekimdi. Bunun dışında, Ludwig Boltzmann Enstitüsü gibi tanınmış kuruluşlara gönderdiği bir sürü bilimsel araştırma ve bulgu vardı. Hatta hizmetleri karşılığında Theodor Körner Ödülü’ne layık görülmüş, kendisine bilim ve sanat alanında Üstün Hizmet Ödülü, Yüksek Şeref Madalyası verilmişti. Aynı dönemde bilirkişi olarak 12 bin civarında davada da yer almıştı. Avusturya Sosyal Demokrat Partisi SPÖ ve Sosyal Demokrat Akademisyen, Düşünür ve Sanatçılar Birliği üyesiydi. Türkçe “büyük” anlamına gelen soyadı Gross sanki onun toplumdaki yerini de anlatıyordu; büyüktü, büyük ve çok başarılı… NAMIK BERKTAY Winx Perileri’nin yeni durağı Türkiye Sahnelendiği tüm ülkelerde büyük beğeni kazanan Winx Club Müzikali, 22 Ocak’tan itibaren yarı yıl tatili boyunca İstanbul, Ankara ve İzmir’de sahnelenecek. Bu canlı gösteri Gişe Organizasyon ve FND Events iş birliği ile ilk kez Türk seyirciyle buluşacak. Çocuklarına güzel bir karne hediyesi vererek, hep birlikte neşeli zaman geçirmek isteyen aileler için, 21 Aralık tarihine kadar “aile indirimi” avantajı devam ediyor. Çocuklar kadar yetişkinlerin de ilgiyle izlediği bu çizgi film dizisinde, altı sihirli Winx Club perisi vücuda gelip sahneye çıkıyor. Salona adımlarını attıkları ilk andan itibaren kahramanların sihirli ve mutlu dünyasına dahil olan seyirciler, kendilerini Magix’e doğru unutulmaz bir yolculuk yaparken bulacaklar. Müzikal için bestelenmiş özel rock, pop ve hip hop şarkılarını söyleyen Winx karakterleri, aynı zamanda renk ve ışık efektleri, video projeksiyonları, özel efektler ve lazer gösterilerinin bileşiminden oluşan dans kareografisiyle de gösterilerini renklendiriyorlar. de yine aynı doğrultudaki Hücum Kıtası’na (SA) üye olmuştu. Avusturya’nın ilhakı ile birlikte de vakit kaybetmeden NSDAP’ye katılmıştı. 1940 yılı Kasım’ında da bazı kısa aralıkların dışında 40 yıl kadar çalıştığı Spiegelgrund Hastanesine tayin olmuştu. 1950 yılında bir çocuğun ölümüne neden olma gerekçesiyle yargılanmış, suçlu bulunarak iki yıl hapis cezasına çarptırılmış, temyiz mahkemesinin bu kararı bozmasıyla da normal hayata dönmüştü. Bu arada, 1953 yılında SPÖ’ye üye olmuştu. Spiegelgrund Hastanesi ise, tarihte ötenazi kliniği olarak tanınıyordu. T4 planı çerçevesindeki uygulamalar kapsamında, toplam 7 bin 500 kadar “yaşamalarına gerek olmayan düşük değerli varlığın” öldürüldüğü biliniyor. Bilim insanlarının hastane bünyesindeki binalarda yaptıkları incelemeler sonucu binaların bodrum katlarında 789 kavanoz preparat buldu. Bunlar esas olarak burada öldürüldükleri tespit edilen çocukların beyinlerinden oluşuyordu. Bu parçalar, 2002’de Viyana Merkez Mezarlığında defnedildi. 1979 yılında Dr. Werner Vogt, H. Gross’u çocuk ötenazisine bizzat katılmakla suçladı. Enteresandır, bu saptama sonrası Gross aleyhine açılması gereken dava gecikti de gecikti. 2000 yılında açılan dava ise 30 dakika sürdü. Bunama teşhisi konulan Gross hakkındaki dava belirsiz bir tarihe ertelendi. Mahkemenin ana tanığı olarak kabul edilen ve 1950 yılında benzeri suçlardan hüküm giyen doktor Marianne Türk daha önce vermiş olduğu ifadesinde, doktor Gross’un daha işin başından beri bal gibi her şeyden haberdar olduğunu ve “ölümü hızlandırıcı icraatları” bizzat yapmış olduğunu açıklamıştı. Sonraki dönemde ise cumhuriyet savcılığının herhangi bir girişimi olmadı. Kendisine verilen Şeref Madalyasının 2003 yılında nihayet geri alındığı doktor Gross’un ana tanık, doktor M. Türk dışında da iş arkadaşları vardı. Ernst İlling 1942 45 arasında sorumlu başhekimdi. Aynı davalarda yargılandı, ölüme mahkum oldu, 30.11.1946’da da idam edildi. Kavanozdaki çocuklar Sonraları doktor Gross’un şansı bir anda tersine dönüverdi ve 1981 yılından itibaren işleri kötü gitmeye başladı. Hastane de istediğinden dolayı emekli oldu, SPÖ kendisini partiden ihraç etti. Kapılar yüzüne birer birer kapanmaya, aleyhinde soruşturmalar yürütülmeye başlandı. 2005 Aralık ayına kadar süren düşüş nakavt etmedi, ama kendisine kroke durumda yaşamını noktalattı. Gross unutulmayacaklar listesinde yer alıyor. Doktor Gross’un emekli olana kadar çalışmış olduğu 60 binadan oluşan Otto Wagner Hastanesinin eski adı Spiegelgrund. Hastanenin faaliyet alanı esas olarak ruh sağlığı ile ilgili. Doktor Gross’un renkli yaşamı da, hastanenin heybeti de insanda merak uyandırıyor ve geçmişin yapraklarını karıştırma arzusunu canlandırıyor. Burası nasıl bir yerdi, nasıl çalışırdı, başhekimi doktor Gross nasıl bir insandı, o dopdolu geçen hayatında başka neler yapmış, neler yaşamıştı… Başhekimin enteresan bir geçmişi vardı. Gross, 1932 yılında nasyonal sosyalist gençlik örgütü “Hitler Gençliği’ne”, 1933’te Jekelius, Hitler’in kız kardeşine âşıktı 1940’den 1941 sonuna kadar hastanenin sorumlu başhekimi Erwin Jekelius’du. O, buradaki görevinden bir süre sonra Doğu Cephesine tayin edilmiş, esir düşmüş, SSCB’de yargılandıktan sonra suçlu bulunarak 25 yıl hapse mahkum olmuş, cezasını çekerken 1952 yılında orada ölmüştü. Ocak 2005’te Albay A. Stukalov, askeri başsavcılığın rehabilitasyon bölümünün kendisine yaptığı Jekelius’a yaptığı iadei itibar başvurusunu reddederken, gerekçe olarak da Jekelius’un 1945 48 yılları arasındaki mahkeme ve sorgulama protokollerini gösterdi. Bu protokol aynı zamanda, 8 Ağustos 2005 tarihinde, yapılanları unutmayanların hastane alanındaki anıt bölümde gerçekleştirildikleri anma toplantısında araştırmacılar tarafından okundu: “İlgili çocuklar hakkındaki listeler çıkartılır ve derhal gereğinin yapılması üzere bana gönderilirlerdi. Ben de aynı şekilde bu listeleri, luminal vererek çocukların öldürülme işini icra eden doktor Gross’a verirdim. Çocukların öldürülmesi işinde talimatnamelerden ve kendi deneyimlerinden yola çıkıyordu. Bu icraatlar esnasında, luminal dozunun yetersiz kalması nedeniyle öldürülemeyen 2 3 çocuk çıktı. Bunlar, uzunca bir uykudan sonra ayılarak yeniden hayata döndüler. Dr Gross da önce benimle görüştükten sonra, bu çocuklara kendi hazırlamış olduğu, morfin, dial ve skupolamiumdan oluşan bir karışımı enjekte ederek çocukların 2 3 saat sonra ölmelerini sağladı. Ebeveynlerin gerçek ölüm nedenlerinden haberleri olmazdı. Dr. Gross bir çocuğu zehirledikten sonra, yine kendisinin arayarak bulduğu bir tıbbi gerekçeyi ölüm nedeni olarak gösterir, ben de başhekim olarak bunu imzalardım. Ayda 6 – 10 arasında çocuk öldürdük.” Dr. Jekelius neden mi sadece bir yıl başhekim kaldı ve sonrasında da Doğu Cephesine gönderildi? Bu sevgiye yabancı, insana düşman doktor bir aşk hikâyesinin kurbanıydı. Kız tarafı da kendisini aileye damat olmaya layık görmemişti. Sözlüsünden ayrıldı. Sözlüsü kim miydi? Paula Hitler, Adolf Hitler’in kızkardeşi… C MY B C MY B