23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

45’lik Bar sezonu açtı Beyoğlu’nun ilk ve tek nostaljik müzik mekanı 45’lik Bar, dostlarıyla yeni sezona “Merhaba” dedi. 45’lik Bar renkli ve son derece eğlenceli bir parti ile yeni sezona kapılarını açtı. 14 yıldır dönem müziği kültürünün en önemli mekânlarından olan 45’lik Bar’ın açılışında birbirinden renkli görüntüler oluştu. 45’lik plakların ünlü sanatçıları Gönül Yazar, Funda, Selma Devrim, Bilgen Bengü ve Sümer Ezgü ile henüz albüm çıkarmış olan Elif Güvendik ve Şila canlı performansları geceye renk kattılar. Gönül Yazar “Dönemez ki bana” adlı meşhur parçasını yıllar sonra ilk kez bizler için seslendirdi. Gönül Yazar’ın yanı sıra Funda “Affetmem” şarkısını, Selma Devrim “Toprağın Kızı” şarkısını, Bilgen Bengü “Dik kalbimde yarayı” şarkısını, Sümer Ezgü ise yıllar önce seslendirdiği “Ormancı” türküsünü seslendirdiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde “Ah! Mazi” programından Hakan Tok ve oyuncu Arda Esen DJ kabininde geceyi renklendirdiler. Özellikle 45’lik plak sanatçılarının, gazeteci ve oyuncuların partiye ilgisi büyüktü. Ayrıca gecede Yalçın Bayer, Celal Başlangıç ve Ercan Akın da 45’lik Dostları arasındaydı. Ayrıca partide 45’lik Bar tarafından hazırlanan albümün tanıtımı da yapıldı. Önümüzdeki dönemde Her Pazar oyuncu Arda Esen, Her ayın ilk perşembesi Issız adam filminin müzik direktörü, “bir zamanlar”ın yaratıcısı Hakan Eren, her ayın üçüncü perşembesi “Ah! Mazi” programından Hakan Tok 45’lik dostlarıyla buluşacak. Boğaz’la evli kızın şarkısı ZÜLAL KALKANDELEN Türkiye’de önemli bir hayran kitlesine sahip gruplardan Brazzaville, geçtiğimiz hafta yeni bir albüm yayınladı. Doublemoon etiketiyle çıkan ve Türk müzisyenlerle kaydedilen albümün adı “Brazzaville in Istanbul”. Kayıtları İstanbul, New York ve Barcelona’da yapılan bu çalışma, hem buradan hem uzaklardan sıcak bir modern esintiler yumağı... Brazzaville, 56 Kasım’da Babylon’da iki konser verecek. Grubun kurucusu David Brown’a çok sevdiği İstanbul’u ve albüm yapım sürecini sordum... Portecho ve Norrda’dan tanıdığımız Deniz Cuylan’ın yapımcılığını yaptığı bu albümde, eski ve yeni parçalarınızı Türk müzisyenlerle kaydettiniz. Nasıl bir araya geldiniz? Deniz’le Bant dergisinden arkadaşım Aylin Güngör aracılığıyla tanıştım. Albüm fikri tamamen Deniz’e ait. Albümde çalan diğer Türk müzisyenler konusunu da Deniz’e bıraktım. Çünkü çok iyi müzisyenler tanıyor ve benim Türk müziği hakkındaki bilgim sınırlı. Kayıtların büyük bir bölümünü Ali Rıza Şahenk’in “The Fat Lab” adlı stüdyosunda yaptık. Boğaz’la evli bir kızdan söz ediyorsunuz. Bu şarkının gerisindeki hikâye ne? 2005’te İstanbul’a ilk kez Caz Festivali’ne geldiğimizde, Özgecan Tapa ile tanıştım. Festivale katılan gruplardan birine rehberlik yapıyordu. Dansçı olduğunu ve okumak için Almanya’ya gideceğini anlatmıştı. Orada yerleşip yerleşmeyeceğini sorduğumda, İstanbul’a daima geri döneceğini; çünkü Boğaz’la evli olduğunu söyledi. 16 yaşındayken bir gün vapurla karşıya geçiyormuş, bu kentle olan bağını hep korumak için yüzüğünü Boğaz’ın sularına bırakmış. Anlattıklarının saf güzelliği beni çok etkilemişti. Taksim’in İstanbul’un en kalabalık ve gürültülü bölgesi olduğunu düşünürsek, “Taksim” adlı şarkının sakin havası oldukça şaşırtıcı... Aslında şarkı, iki aylak sarhoşun bir plajda oturup hayatları hakkında konuşmalarını anlatıyor. O şarkının üzerinde çalışırken yine İstanbul’daydık. O sırada beni etkileyen bir olay oldu. Bir cumartesi sabaha karşı otele dönüyordum. O saatte Taksim, yalpalayarak yürüyen sarhoşlarla doluydu. Birden ezan sesi duyuldu. Bu ülkede yetişen biri için sıradan olduğunu biliyorum, ama sarhoşlarla ezan arasındaki zıtlık, benim için çok çarpıcıydı. Bununla şarkıdaki sarhoşlar arasında bir bağlantı kurdum. Plajda oturup hayatlarını nasıl berbat ettiklerini konuşuyorlar ama yine de güneşli bir günde paylaştıkları dostluğun belli bir güzelliği var... 4 31 EKİM 2009 CUMARTESİ Springsteen: Tozlu yollarda gece sürüşü Sıradan insanların dertlerini, hayat kavgalarını, aşklarını, umutlarını, umutsuzluklarını, en önemlisi de iradelerini şarkılarına taşıyan Springsteen yıllardır Amerikan rüyasının ne mene bir şey olduğunu anlatıyor. Obama’ya seçim kampanyasında omuz verip desteklerken müziğine yeteri kadar özen göstermediği gözden kaçmasa da yalnızca “Born to Run” bile onu “Patron” yapmaya yeter. Bruce Springsteen‘i yazmak için bahaneye gerek yok. Çünkü o, her devrin adamı. Söz yazarlığı, duyarlılığı, rock müziğe kattıklarıyla Amerika’nın dünyaya kazandırdığı nadir işe yarayan insanlarından. Muhalif rock müziğin artık çok bıçkın olmasa da orta yaşlı delikanlısı Springsteen savaşa ve Amerikan emperyalizmine karşı yıkılmaz bir kale. Sıradan insanların, işçilerin dertlerini, hayat kavgalarını, aşklarını, umutlarını, umutsuzluklarını en önemlisi de iradelerini şarkılarına taşıyan Springsteen yıllardır Amerikan rüyasının ne menem bir şey olduğunu anlatıyor. Rock müziğin temellerine sağlam kazıklar çakan müzisyen, kuşaklardır kulaklarımızın pasını siliyor. İsyan, mizah, dram ve aşkın serzenişini anlatmayı gerçekten iyi biliyor. Bu ve pek çok nedenden daha fazla ilgiyi hak ettiği şüphesiz. Springsteen, 1975’te “Born to Run” albümünü yayınladığında dünya değişiyordu. Dylan sahnedeydi ama hareket daha çok Springsteen’den yanaydı. New Jersey’li bu adam sefaleti ve yoksulluğu anlatmaya başladığında stadyumları dolduran yüz binlere konser vereceğini hayal etmiyordu. Coşkusu, heyecanı ve samimiyeti sahneden her yaşta insana kolayca geçiyordu. Müzikal yaşamının kırkıncı yılında bile sahnede hiç düşmeyen temposuyla on binlere konser vermesi o yüzden şaşırtıcı değil. Springsteen’in 50’den fazla albümü var, durmaya ise hiç niyeti yok. Türkiye’deki rock müzikseverlerin çoğu ona mesafeli. “Born in the USA” parçasını milliyetçi bir marş sanma yanılgısına düşenler de çok. Belki de çok sevilse bir sorun var demeli, kim bilir? tanımak için harika bir şans ve benim bu yazıyı yazma “bahanem”. Bruce Springsteen ve The E Street Band Hammersmith Odeon, Londra 1975 kaydı bile var bu albümde. Springsteen ve The E Street Band’in kariyerinin ilk 25 yılına ait daha önce yayınlanmış ilk uzun metraj konseri de cabası. Ayrıca “Born to Run”ın sözlerinin yazımı ve yapım aşaması bir buçuk saatlik bir belgeselle bu DVD’de. Hem nostaljik röportajlar da var. Görüntüler 1973 ve 1975 tarihli. Daha ne olsun? Springsteen iki ay önce altmış yaşının eşiğini kırdı. Bu yaşa rağmen turnelerde 18’lik delikanlılardan çok daha enerjik ve güçlü. Kemancı’da rock’n roll geceleri başlıyor Istanbul`un kült rock kulübü Kemancı, her seferinde rock dünyasının tanınmış bir isminin DJ kabininde yer alacağı `Rock’n Roll the Night` serisine, bu gece Rock FM genel yayın koordinatörü ve Catafalque grubu vokalisti Metehen Mert Çakır ile start veriyor. Rock dinleyicilerinin yakından tanıdığı Metehan Mert Çakır, Metallica`dan Korn`a, AC / DC`den Nine Inch Nails`e, Rob Zombie`den Megadeth`e kendi arşivinden seçtiklerini gecenin katılımcılarıyla paylaşacak. Rock'n roll ile dolu müthiş bir gece sizleri bekliyor. Yaşlı kadın genç işi şeyler de giydi Ünlü foto muhabiri Ara Güler, İstanbul’u şöyle tanımlıyor: “İstanbul, Jean Giraudoux’nun La Folle de Chaillot’sudur (Chaillot’daki Deli); ancak Roma, Bizans ve Osmanlı’da bulabileceğiniz türden çılgın bir kadın... O kadın artık yaşlansa da, giyim kuşamını asla ihmal etmez; daima mücevherlerini takar, parfümünü sıkar, süslü şapkalarını giyer. O çılgın kadın gibi, İstanbul’un herhangi bir yerine dokunun, karşınıza bir mücevher çıkar.” Siz İstanbul’a dokunduğunuzda ne hissediyorsunuz? Bu çok güzel bir İstanbul tarifi! Kesinlikle katılıyorum. Ama şunu da eklerdim: Yaşlı kadın, modayı izlemeye çalışıp fazla genç işi şeyler de giydi. Alışveriş merkezleri ve gökdelenler gibi... Ben tarihi bir geçmişi olmayan bir yerde, Los Angeles’ta büyüdüm. Oranın 100 yıl önceki resmine bakın; göreceğiniz tek şey, birkaç evin yer aldığı boş tepelerdir. Benim gibi birisi için İstanbul inanılmaz. Sokaklarında dolaşıp kaybolmaya bayılıyorum. “Bosphorus” adlı şarkıda, ALİ DENİZ USLU Gripin Hayal'de Hikâyeler Anlatıldı (2004), Hikayeler Anlatıldı II (2005) ve kendi adlarını taşıyan ikinci albümlerinin (2007) ardından yeni albümlerini bu yılın sonlarında yayınlamaya planlayan Gripin bir kaç geceliğine stüdyodan çıkıyor ve bu gece Hayal Kahvesi Bistro'ya konuk oluyor. 2009'da kabuk değiştiren ve yola İlker Baliç, Murat Başdoğan, Birol Namoğlu ve Arda İnceoğlu dörtlüsü ile devam eden grup askerlik sebebi ile ara verdikleri bar programlarına kaldıkları yerden devam ediyor. Sosyal çıkmaza gönderme Dev konserler vermeye, popülerliğe mesafeli duran albümler çıkarmaya devam eden 19 Grammy’li ve Oscar ödüllü Springsteen, yalnızca Amerika’da 80 milyonluk satış ve buna eklenecek bitmeyen bir başarı öyküsünün kahramanı. Bu adamı şarkılarıyla anlatmak gerekli. Kelimeler akarken işte bir tanesi daha geliyor akıllara o da 1995’te yayımladığı, albüme ismini veren “The Ghost of Tom Joad”. Müzisyen şarkıda “nerede polis birini dövüyorsa\ yeni doğmuş aç bir bebe ağlıyorsa\ ortalıktaki nefrete ve kana karşı mücadele varsa\ beni ara anne, orada olacağım\ nerede yaşayacak bir yer\ nerede özgürlük için emek harcayanlar varsa\ gözlerine bak, beni göreceksin...” diyordu ve Amerika’nın içinde bulunduğu sosyal çıkmaza gönderme yapıyordu. Springsteen son albümü “Working on a Dream”de kıyasıya eleştirilirken pop müziğe yaklaşan, hafif rock tavrı yüzünden bir dönem Bob Dylan’a yapılana benzer bir “rock’a ihanet” suçlamasıyla karşı karşıya kaldığında da bunu ciddiye almadı. Obama’ya seçim kampanyasında omuz verip desteklerken müziğine yeteri kadar özen göstermediği gözden kaçmamıştı. Şüphesiz, o da durumun farkındaydı. Yine de durup düşünmek lazım, “Born to Run” parçasını bir otomobil reklamında kullanmak için teklif edilen 14 milyon doları nasıl bir anda geri çevirdiğini. Belki de yandaşlarının ona “patron” lakabını takmasının nedenlerinin biri de budur. Son sözü de yine ona bırakmak gerekli, onlarca şarkıcı tarafından yorumlanan “Because the Night” ile; “Şimdi al beni bebeğim\ ben buradayken\ yakınına çek beni, dene ve anla\ çünkü gece âşıklara ait.” sirin.guven?gmail.com BİRİLERİ İlham düşünerek yakalanmaz Belli bir yere ait değilmiş gibi, her yerde kendinizi evde hissettiğinizi söylüyorsunuz. Bu duygunun kaynağı ne ve bir müzisyen için avantaj mı bu? Annemin ciddi psikolojik rahatsızlıkları vardı. Bu his, bana çocukken kaldığım bir bakımevinde yerleşti. Daha sonra bir süre büyükannemle, birkaç yıl babamla, sonra da okul arkadaşlarımın evlerinde yaşadım. Los Angeles’ta yetiştiğim bölge ise, kültürel olarak çok karışıktı. Latinler, Asyalılar ve siyahlar çoğunluktaydı, beyazlar neredeyse yok gibiydi. Homojen bir toplumda yetişen birine kıyasla, benim farklı insanların yaşadığı yerlerde evimde gibi hissetmemin nedeni bu... Bence bu, her sanatçı bir avantaj. Eskiden halk şairleri, ozanlar da sürekli seyahat edip duydukları öyküleri “yerleşik” kasabalılara anlatıyordu. Onlar da bu duyguyu hissediyordu sanıyorum. İlham kaynağınızın peşine mi düşüyorsunuz, yoksa seyahat ederken o mu sizi buluyor? Yaratıcılığa bir tür “gündüz düşü” yöntemiyle yaklaşıyorum. Rüzgarın beni istediği yere sürüklemesine izin veriyorum. Ne yapmam gerektiğine ilişkin fikirlerim oldukça sıradan; ama eğer olacakları akışına bırakırsam, daha ilginç yerlerde farklı insanlarla tanışabilirim. Aynı şey şarkı yazarken de geçerli. Elimde gitarla dış dünyaya bakıyorum. Yaratıcılığın asıl düşmanı düşünmek. Belli bir fikri geliştirmeye çalışıyorsanız, düşünmek elbette işe yarar; ama hiç kimsenin ilhamı düşünerek yakaladığını sanmıyorum. Müziğinizi dinleyince, trajik hayatlar yaşamış kahramanlara ilgi duyduğunuzu seziyorum. Örneğin Jesse James gibi... Nedeni ne bunun? Tarihsel olarak, trajedi, öykü anlatımı açısından çok önemli. O olmadan bir hikâyeye ilgi çekmek zor. Çok dengeli, normal insanları anlatan bir şarkı sıkıcı olabilir. Bana göre, bizi daha insani kılan şey hatalarımız... Ayrıca, hayatın en acı veren yönlerini tam olarak aktarabilmek, sadece müzik, edebiyat ve sanat yoluyla mümkün... kzulal@yahoo.com, www.zulalkalkandelen.com Gidiyorum tutunmaya Springsteen dendiğinde 1970’li yılların müzikal rengini değiştiren “Born to Run” albümü şimşek gibi çakıyor. Bu gerçekten özel bir albüm. Her şarkısı başka bir dünya. Açılış parçası “Thunder Road” da öyle özel bir şarkıdır. Belki pek fazla bilinmiyor ama hem akustik hem de gürültülü haliyle dinlemeye değer. Sözleri derdini çok da iyi anlatır; “bak şu tozlu yola\ katil gibi yatıyor güneşin altında\ geciktik ama koşarsak yetişiriz\ aşarız bu tozlu yolları\ sen sıkı tutun yeter\ kaybeden dolu bu şehir\ ben ise gidiyorum tutunmaya.” Sony Music de Springsteen’in kariyerinin 30. yılına özel bir set hazırlamış. İşte bu arşiv, müzisyenin tarihini öğrenmek, onu gerçekten RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle