16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 31 EKİM 2009 CUMARTESİ Izİzlenim ÜMRAN BULUT ? Mardin davetinizi aldım, teşekkürler... Mardin’de açılan “Davetinizi Aldım, Teşekkürler!” adlı serginin geniş bir skalası var. Sergi, seçilen yapıtlarla günümüz sanatında bugün neler yapıldığını, sanatçıların hangi malzeme ve meseleler üzerine çalıştıklarını gösteren bir kesit gibi de okunabilir. Geçen hafta sonu farklı kentlerden gelen onlarca kişiyle birlikte Mardin’deydik. Şehrin dokusunu, olağanüstü atmosferini, sokaklarını dolaşan hemen herkesi içine ESRA alan o büyük tarihini bir kez ALİÇAVUŞOĞLU daha anlatmaya gerek yok sanırız. Çünkü Mardin’de bu kez kenti gezip büyülenmenin yanı sıra farklı bir amaç, bir güncel sanat sergisinin açılışı için toplandık. Bütün bir hafta sonuna yayılan konser ve sergi açılışı etkinlikleri bize Mardin’in tarihiyle, dokusuyla ne denli gurur duyulası bir kent olduğunu bir kez daha gösterdi. Mardin’in biz Mardinli olmayanları ağırladığı bu hafta sonunun asıl amacı, 2010’da gerçekleşecek olan Mardin Güncel projesinin ön sergisi olan “Davetinizi Aldım, Teşekkürler!” başlıklı etkinliğin açılışıydı. Mardin Valiliği ve GAP İdaresi Başkanlığı’nın desteğiyle gerçekleşen ve Artuklu döneminin en önemli mimari anıtlarından biri olan 15. yüzyıl yapısı Kasimiye Medresesi’nin mekân olarak seçildiği bu sergi, 2010’dan itibaren yapılması planlanan Mardin Bienali için bir hazırlık sergisi olarak düşünülmüş. Şimdilik sadece Kasimiye Medresesi’nin mekân olarak seçildiği Mardin Güncel’in 2010’daki asıl büyük sergisinde medresenin yanı sıra, Dara Harabeleri, Cumhuriyet Meydanı, PTT Binası ve Deyrülzafaran Manastırı gibi kentin dokusunda önemli bir yere sahip olan mekânlar kullanılacak. Chagall’ın büyüleyici dansı Chagall, yaşamı resmeden ressam; şimdi Pera Müzesi’ne konuk oluyor. Mavileri, kırmızıları ve çok özgün paletiyle, özellikle baskıları ve desenleriyle rahatça izleyeceğimiz bir düzende bizimle. İki belgeselle desteklenen sunumda hep sevgiden, huzurdan bahsediyor. Aşka dair sohbet etmeyi yeğliyor. Kutsal kitap için resmettiklerini sergiliyor. La Fontaine ve Gogol ile buluşmalarını anlatıyor. Bir sanatçının bağımsızlığını ve öncülüğünü besleyen yeteneğinin enginliğini sergiliyor. Modern resimdeki yerini öğretiyor. Kandinsky 1912’de “Sanatta Tinsellik Üzerine” adlı yapıtında sanatsal esinde iç dünyaların önemli bir yeri olduğunu kanıtlarken çağdaşı Chagall’ın resimlerine de gönderme yapmıştı. Zira, Chagall resminin kurgusunu tamamen düşlerinden, hayallerinden oluşturmaktaydı. Neşeyi keşfettirmek için horozları mutlu mutlu öttürebiliyordu, etrafa çiçekleri saçmakta kendisini özgür hissediyordu. İnsanları kâh baş aşağı deviriyor kâh birbirlerine sarıp sarmalıyordu. Olabildiğince özgündü, geleneksele karşıydı ve klasik resim kalıplarıyla oynuyordu. Chagall (1887 1985) uzun ömrü boyunca küçük yaşlarda giriştiği resim yapmayı hep sürdürmüş bir ressamdır. 20. yüzyılın içine doğmuş ancak bu dönemdeki ardı arkası kesilmeyen akımların etkisinde kalmamıştır. Yaşam ya da yaşantısı onun içtenlikle sunduklarıdır. İmgesel zenginliğini, renklerini yaşamın giziyle örtüştürdüğü yeni bir dilde kullanmıştır. Resimlerinin çok sevilmesi bundandır. Yineleyelim: Chagall hissettiklerinden yola çıkar; sevgili, huzurlu oluşunu ya da sıkıntısını anlatır. Sevincini hiç kaybetmez, adeta mutluluğu resmeder. Kentin dokusuna yanıtlar Proje danışmanlığını Ferhat Özgür’ün, sergi küratörlüğünü Döne Otyam’ın üstlendiği “Davetinizi Aldım, Teşekkürler!” başlıklı sergi, bir ön sergi dedik; dolayısıyla sergi içeriği ve sanatçı seçimi bu çerçeve üzerine şekillendirilmiş. Sergide Mehmet Güleryüz, Erdağ Aksel, Hüseyin Çağlayan, Ahmet Müderrisoğlu gibi sanat serüveninin zirvesinde olan sanatçılar da var; Özgür Önürme, Serkan Demir, Burak Bedenlier gibi yaşça daha genç ve hızla ilerleme kaydeden sanatçılar da. Dolayısıyla serginin sanatçı skalası geniş; seçilen yapıtlarla günümüz sanatında bugün neler yapıldığını, sanatçıların hangi malzeme ve meseleler üzerine çalıştıklarını gösteren bir kesit gibi okunabilir bu sergi. Kasimiye Medresesi anıtsal boyutlarına karşın sessiz, işleri yutmayan atmosferi ile müthiş bir görsel zenginlik sunuyor izleyenlere. Ama yapıyla öyle iyi paslaşan bir yapıt var ki, sözünü etmeden geçmek haksızlık olur. Özgür Önürme’nin “Gökkubbe” adını taşıyan heykelleri hem yapıyla olağanüstü örtüşüyor, hem de kentle. Taşın, görkemin, teknik becerinin, kimi zaman da ideolojinin simgesi kubbeyi öylesine zarif, öylesine güncel bir yorumla ele almış ki sanatçı, sadeliğin gösterişine kapılmamak çok zor. Hüseyin Çağlayan’ın daha önce Venedik Bienali’nde sergilediği Tilda Swinton’ın devasa portresinin yer aldığı işi, medresenin avlusuna tüm ihtişamıyla hakim oluyor. Ferhat Özgür’ün “Azizler”i, kentin dinsel dokusuna güncel “ikon”lar olarak cevap veriyor. “Davetinizi Aldım, Teşekkürler!” sergisinde Fikret Atay, Kezban Arca Batıbeki’nin yanı sıra, Twin Gabriel, Gani Llalloshi, Oliver Musoik, Adrian Paci, Ursula Mayer, Goran Skofic gibi uluslararası sanat ortamında dolaşımda olan sanatçıların, kimini İstanbul Bienali’nde de izleme olanağı bulduğumuz çalışmaları da sergileniyor. Gelelim bu iyi kotarılmış, mekanın büyüleyiciliği altında ezilmeyen iyi serginin düşündürdüklerine… Büyüklenmesi tavır Mardin biliyorsunuz son dönemlerde özellikle güncel sanat ortamının “göz diktiği” kentlerden biri; yükselen bir değer ve yıldızı parlak bir kent. Örneğin bu yılki İstanbul Bienali’nin iki sanatçısı İstanbul’dan önce Mardin’de görücüye çıkmıştı. Ardından Sabancı Ailesi Mardin Kent Müzesi adıyla etnografik bir müze kurdu burada ve ayrıca Dilek Sabancı kendi adıyla müzeye bitişik bir de galeri açtı. (Bu galeride şu günlerde Sabancı koleksiyonundan Çağdaş Türk Sanatı örnekleri sergileniyor.) Bu hareketliliğin dikkat çekmeme olasılığı yok sanırız. Geçen yıllarda Diyarbakır ve Kars gibi kentlerde izlediğimiz sanatın “Doğu”ya doğru ilerleme “misyonu” bugünlerde Mardin tarafından sırtlanıyor. Şimdi bunu eleştirmek, yani merkezi sanat iktidarının çevreye doğru yayılmasını eleştirmek v.s. abesle iştigal elbette. Mardin’de Sabancıların neden müze açtığını, İKSV’nin bu yıl neden Mardin’i seçtiğini tartışmak değil amacımız, gerçi tartışabilir de. Sadece bu tür oluşumların, etkinliklerin yine sadece “merkez” tarafından kotarılıyor olması bizi düşündüren. Bu tür “güncel” etkinliklerin “kentli” bir takım elitler aracılığıyla, büyüklenmeci bir tavırla, kente tepeden indirilmesi mevzusu söz konusu olduğunda, yerel izleyiciyle nasıl buluşacağı, buluşacağı aracıların nasıl örgütlenip kente yayılacağı önem kazanıyor. Çünkü kentin gerçek izleyicisiyle buluşmadığı takdirde, merkezin kendini tatmin aracı olarak, sadece tarihe çentik atmak olarak kalır bu sergiler. Bir kente günceli getirmek bir organizasyon işi ve en kolay yürüyeni; İstanbul gibi sanatın merkezi olan bir yerde bile bienal harici izleyicinin üçü beşi geçmediği hatırlanacak olursa, merkez dışı kentlerde bu sergilerin anlaşılmasını, sahiplenilmesini sağlayacak teorik bilgilendirmeye çok ama çok daha fazla ihtiyaç var. Teorik bilgilendirmenin yanı sıra bu etkinliklerin kentin bizzat içinde yaşayan aktörleri de içine katarak iliştirilmiş bir etkinlik değil, yerleşik bir görsel kültür oluşmasına katkı sağlaması sanırız önemli olan. Yani, bir yere bir şey götürmenin ötesinde o yere köklü bir görsel bilgi yaymak en doğrusu. 2010’da gerçekleştirilecek olan Mardin Güncel’in büyük sergisinde en azından bunlar dikkate alınırsa iyi olur sanırız. Öbür türlüsü galiba biraz fazla jakoben tavır ve “oryantalizmin” kucağına düşmek oluyor, en azından düşülür mü diye düşündürtüyor. Renk ile çizgi, an ve izleri anlatıyor “An ve İzler”, İsmail Kaya‘nın son sergisinin adı. 58 yıllık yaşamında tanık oldukları ve onda kalan izleri anlatıyor Kaya. İstanbul’da açtığı ilk kişisel sergisinden 27 yıl sonra tekrar bu ESRA şehre dönmekten memnun. AÇIKGÖZ Caddebostan Kültür Merkezi’nde 13 Kasım’a kadar sürecek sergide, tuval üzerine akrilik 40 çalışma yer alıyor. İsmail Kaya sergideki çalışmalarıyla ilgili olarak; “An, yaşamdaki en küçük zaman dilimi, kum saatindeki tanecikleri andıran yaşam parçalarıdır. An yaşadığımız sürece var, nefes alışımızdır. İz; ‘an’ın bizdeki etkisinin kaydı, dışa vurumu. Uygarlık birikiminin temel birimi. Anı anlamlı kılan izdir” diyor. İlk kişisel serginizi 1982’de açtınız. Bu onuncu kişisel serginiz. Sanat yolculuğunuza baktığınızda ilk işlerinizle bu sergidekiler arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? 1982’ye kadar yaptığım çalışmalarda betimleyici yan daha baskındı. Son 15 yıldır ise soyut çalışmalar var. Betimleyen, optik görüntüyle oluşturulan resimler sanat tarihinin farklı dönemlerinde hep vardı, olmaya da devam ediyor. Görünene benzetme yani Platon’un taklit olarak nitelediği gözleme ve irdelemeye dayalı resim, çevremizi görsel olarak algıladığımız sürece de hep olacaktır. Önceki çalışmalarımda da anı kaydetme uğraşım vardı. Suluboya ve desen ağırlıklı çalışmalarımda kullanılan çizgi ve rengi, resmimin ana sorunu haline getirerek görüneni kaydetmenin ötesine ulaşmaya çalışmak da son yıllarda yaptığım çalışmalardaki çıkış noktası. Bu serginin sizin için önemi ne? İlk sergimi İstanbul’da açmıştım geriye bakınca 27 yıl geçmiş aradan. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nu bitireli henüz bir yıl olmuştu. Resim o zaman da benim için anın kaydıydı, bugün de aynı ancak biçimlendirme dili zamanla değişti. O günden bu ana toplumsal ilişkiler, iletişim araçları her şey değişti. Yaptıklarımız zamana dair bir kayıt aslında. Her çalışma akan su gibi tekrarlanamayacak bir “an”lar bütünü. Resim kendini anlatma yolu. Yapanın biçim ve renkleriyle üstelik. İstanbul çocukluğumu, gençliğimi geçirdiğim mesleki yaşantıma adım attığım yer. Bu kadar aradan sonra sergilerime yeniden burada devam etmek benim için önemli ve güzel. Olumsuzluklara karşı bir duruş Sizi resme yönelten neydi? İlköğretim çağından beri çiziyorum, sergileri izliyorum. Ankara’da Büyük Sinema’nın olduğu pasajda resim ve kitap sergilerini ilgiyle izlerdim. İlerleyen yıllarda da bu ilgim artarak sürdü. Ortaokul son sınıfta Antakya’da okurken resim öğretmenim Antakya Müzesi’nin açtığı resim yarışmasına katılmamı önerdi. Bir ay müzede keyifle çalışıp yarışmaya hazırlandım. Tuval üzerine yağlıboya Venüs heykeli çalıştım. İlk ödülümü onunla aldım. Lisede harçlığımdan ayırdıklarımla Batılı sanatçıların kitaplarını alırdım. İzlenimci sanatçıları, modern resmi o yayınlardan öğrenmiş, kopyalar yapmıştım. Serginizin adı; “An ve İzler”. Bu sergide kendi yaşanmışlıklarınızdan ve onların sizde bıraktığı izlerden yola çıkıyorsunuz. Resimlerin çoğunda canlı renkler hakim. Bu neşeli geçen bir hayat mıydı? Coğrafyamızda var o canlı renkler. Gökkuşağının tüm renklerini yaşıyoruz ülkemizde. Renk paletinin lirik ve coşkulu olması bundan. Canlı renk bence katıksızlığın, yalınlığın olumlu ifadesi, olumsuzluklara karşı bir duruş, direnme aynı zamanda… İletişim araçlarının gelişimindeki baş döndürücü hız, çağımız insanını mutlu etmeye yetmedi. Her olayı, dehşeti evimizin içinde yaşıyoruz. Bu durum insanı önce mutsuz ve çaresiz, sonra da duyarsız ve tepkisiz yapıyor. Sanatsal yaratım bu kısır döngüyü olumluya çevirmek için gerekli. Belki de toplum olarak yaşanan olumsuzluklara bir karşı duruş, yaşama sıkı sarılmanın, umudunu korumanın göstergesi olarak da nitelendirilebilir bu canlı renkler. Uzun yıllardır akademisyen olarak çalışıyorsunuz. Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanlığı yaptınız. Şimdi de Maltepe Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyorsunuz. Akademik hayat, sanat hayatınızı nasıl etkiledi, olumlu, olumsuz? En verimli yıllarım sadece verdiğim derslere ve temel uzmanlık alanıma yoğunlaştığım, resim yaptığım yıllar oldu. Yeni kitaplar ve sergiler için bu önemli. Yönetim görevlerinin insanı yeni arayışlardan uzaklaştırıp kısır döngüye hapseden bir yanı var. O nedenle bir süre yapıldıktan sonra asıl alanda çalışmayı sürdürmek en iyisi. Öğretim üyeliği sırasındaki öğrenci ile paylaşımın insanı zinde tutan bir yanı da var. Maltepe Üniversitesi’nde alanımla ilgili çalışmalarımı yapmak ve birikimlerimi öğrencilerimle paylaşmak beni mutlu ediyor, daha verimli olduğumu hissediyorum. C MY B C MY B Renkleri, hareketi, devrik ya da yer çekimine karşı yerleştirdikleriyle kendince oluşturduğu bir sembolizmi kullanmıştır Chagall. Okuduklarından da etkilenmiştir, inancından da. O halde Gogol’un Ölü Canlar’ı için yaptığı resimlerde Ruslara özgü ruhsallık içinde olup Kutsal Kitap için gerçekleştirdiklerinde Yahudi halkın uğradığı zulme başkaldırmıştır. Savaşın vahşi bünyesinden, Yahudilerin paylarına düşeni en sarsıcı olaylarla yaşamalarından etkilenişini sayfa sayfa anlatmıştır. Duyduğu hüznün ya da sevincin yoğunlukla anlatımcı araçlarla resmedilmesi Chagall’ın ne denli duyguların, düşselin, hayallerin etkisinde çalıştığını özellikle gerçeküstücü tavrını sergiler. Chagall’ı izlerken onunla birlikte gülüp aşka yalvarıp savaş acısına karşı beslediğiniz tiksindirici ve uyarıcı düşüncelerinizi tekrar güçlendireceksiniz. İnsana özgü zaaflardan hiç kopmadığınızdan onu samimi bulacaksınız. Seveceksiniz. A. Breton’un vurguladığı gibi –yaşamı bir şiirsel dille içselleştirmesinden etkilenip zaman zaman kalın siyah konturlarının üzerinden gidecek, zaman zaman çiçeklerin, bulutların yayılışıyla mekândan kopup başka diyarlarlara yollanacaksınız. Sergide Kudüs İsrail Müzesi’nden getirilen eserler Bella Chagall’ın Kitapları, Yanan Işıklar; İlk Karşılaşma, Yaşamım, Portreler, Chagall ve Sevgililer Teması, Kutsal Kitap İllüstrasyonları, La Fontaine Masalları ve Ölü Canlar başlıklarıyla sergilenmekte ve sanatçıyı iyice tanımayı kolaylaştırmaktalar. Bu büyülü havadan ayrılıp Beyoğlu’nda yürürken böylesine bir algılama acaba günümüzde de olabilir mi? diyorsunuz. Bence şu an düşünmeyin ve unutulmaz görüntüleri belleğinize yerleştirin. Zaman zaman dönersiniz, gerekebilir… Sergiyi 24 Ocak 2010’a kadar izleyebilirsiniz. İyi seyirler.,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle