17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Oceanworld 3D: Into The Deep) JeanJacques Mantello’nun yönettiği belgesel film, izleyicileri gezegenin yaşam kaynağı okyanusların mucizevi ve zengin dünyasına davet ederken, bu görkemli dünyayı ve sakinlerini koruma altına almamız için ilham kaynağı oluyor. Filmde, dalgaların altında normalde görülemeyen ve unutulmaz bir yaşama şahit olunurken, manta vatozu, çekiç balığı, deniz tavşanı ve deniz ejderi gibi mucize canlıların yaşamı izleniyor. 3 boyutlu sinemada ilk uzun metraj belgesel olma özelliğini taşıyan film, Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve WWF desteği ile yapılandırılmış. (Taking Woodstock) Ang Lee’nin yönettiği filmin başrollerini Demetri Martin, Imelda Staunton, Eugene Levy ile Iemile Hirsch paylaşıyor. Özgür Woodstock, zamanda her şeyin mümkün görüldüğü bir ana yapılan eğlenceli bir yolculuk. Greenwich Köyü’nde iç mimar olarak çalışan Elliot, o dönem oluşan gay hakları hareketlerinin sözcülüğünü yapmaktadır. Ama hâlâ aile işine de yardım etme yükümlülüğü hisseder. Babası Jake ve annesi Sonia Catskills’te El Monaco adlı bir motel işleten iki aksi insandır ve bu tavırlarıyla müşterilerini de birer birer kaçırırlar. İşler artık dibe vurmak üzeredir. 1969 yazında bankanın motele haciz koymasıyla Elliot taşradaki El Monaco’ya dönüp motelin kurtarılmasına yardım etmek zorunda kalır. Tam da bunun üzerine önceden komşu kasaba Wallkill’de yapılması planlanan bir müzik ve sanat festivalinin izninin iptal edildiğini öğrenir. Elliot, hemen Woodstock Ventures yapımcısı Michael Lang’i arar ve festival için organizatörlere kendi motellerini kullanabilecekleri teklifinde bulunur. Kısa bir süre içinde Woodstock personeli El Monaco’ya yerleşir ve yarım milyon insan da “White Lake’te Müzik ve Barış’ın 3 günü” sloganı ile Yasgur’un çiftliğine doğru yola çıkmıştır bile. Bu deneyim hem onun hayatını, hem de popüler kültürü değiştirecektir. ? Özgür Woodstock ? Okyanus Dünyası 3D (Up) Yönetmenliğini Pete Docter ile Bob Peterson’ın yaptığı animasyon filmi Christopher Plummer, John Ratzenberger, Edward Asner ile Delroy Lindo seslendiriyor. Yukarı Bak, hayatı boyunca yaşamak istediği macera hayalini gerçekleştirmek için evine binlerce balon bağlayıp Güney Amerika’nın vahşi doğasına doğru yolculuğa çıkan 78 yaşındaki baloncu Carl Fredricksen’ın hikayesinin anlatıldığı yeni bir komedi. Levent Semerci’nin yönettiği filmde Akan Atakan, Barış Aydın, Barış Bağcı ile Cüneyt Deniz rol alıyor. Nefes, Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki komando tugayında bulunan ve Karabal Tepesi’ndeki röle istasyonunu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki 40 askerin hikayesini anlatıyor. ? Yukarı Bak ? Nefes: Vatan Sağolsun Hollywood’dan Yeşilçam’a dönüş AKP, yerel seçimlerde çok önemsediği Antalya’yı CHP’ye kaptırınca, Türk Sineması’nın gözbebeği olan Altın Portakal’a giden maddi kaynak da bir anda kesiliverdi. Geçen yıl Hollywood starlarının akınına uğrayan kent, bu yıl özüne dönerek Yeşilçam ALPER yıldızlarıyla tekrar buluştu. Pek kadir TURGUT kıymet bilmeyen ve unutmayı öncelikli seçenek belleyen bizler için de sinema emekçilerimizi yeniden görmek umarım güzel, sarsıcı ve faydalı bir ders olmuştur. 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan yerli işi yapımları sizler için kısaca değerlendirelim. “Made in Europe” ile ilgimize mazhar olan genç yönetmen İnan Başka Dilde Aşk Temelkuran, işsizlik temalı yeni filmi “Bornova Bornova”yla yeniden sınıfını (kendi tarzını geliştirerek) geçiyor. Bol kepçeden çene çalan sivri dilli bu film, tekrar kurgulanabilirse şayet, eminim taşlar yerine daha sıkı ve adamakıllı oturacak. Genç oyuncu Damla Sönmez’e ise ayrı bir paragraf açalım. O, mevcut konumundan çıkmak için şeytani fikirler geliştiren liseli “lolita” rolüyle harikalar yaratıyor. “Polis”, “Güneşin Oğlu” ve şimdi de “Beş Şehir”... Yönetmen Onur Ünlü’nün rahatlıkla “tuhaf” kategorisine sokabileceğimiz filmini, beğenenler kadar burun kıvıranlar da olacaktır. İstanbulEskişehirAfyon ekseninde gelişen Beş Şehir’in öyküsü, kadersizliğin de bu kadarına pes dedirtiyor. Filmin başrollerini Bülent Emin Yarar, Şebnem Sönmez, Beste Bereket, Ahmet Rıfat Şungar ile “Babam ve Oğlum”dan hatırladığımız çocuk oyuncu Ege Tanman paylaşıyor. Neyse film bitiyor ve akıllarda kedi kılığındaki Şebnem Sönmez ile Yusuf Hayaloğlu’nun yazıp Ahmet Kaya’nın seslendirdiği “Beni Vur” şarkısı kalıyor. “Başka Dilde Aşk”ın, festivali bilemem ancak gişeden bir beklentisi olabilir. Yönetmen İlksen Başarır, bu ilk filminde, işitme engelli bir delikanlı ile çağrı merkezinde çalışan güzel bir kızın aşk adına yola çıktıkları hikâyelerini resmediyor. Saadet Işıl Aksoy, Mert Fırat (gayet yüksek bir performans sergilemiş), Emre Karayel ve Lale Mansur’un başrolleri omuzladığı “Başka Dilde Aşk”, iyi başlıyor ancak sonunu getiremiyor. Sinema sadelikten beslenir. Filenizi öyle kafanıza göre öte beriyle doldurursanız, evdeki hesap doğal olarak çarşıya uymaz. Iska geçilen bir medya eleştirisini de öyküsüne yediren “Babam Büfe”, kuşkusuz festivalin en zayıf halkalarından biri. Filmden ziyade amatörce kotarılmış bir skece benziyor. Ancak çok düşük bütçeli ve destek almamış bu film, yönetmeni Meriç Demiray’ı kesinlikle yıldırmasın. Sinema, elbette uzun bir koşu, ilk metrelerinde tökezleseniz de silkinip depara kalkabilirsiz. “Kara Köpekler Havlarken”i İstanbul Film Festivali’nde seyretmiş ve fazla beğenmemiştim. Mehmet Bahadır Er ile Ukraynalı Maryna Gorbach’ın ortaklaşa yönettikleri film, bir varoş hikâyesinden (son dönemlerin yeni modası) demini alıyor. Tutunamayan insanlar, mafyavari yöntemler ve karikatürize tipler. Cemal Toktaş, Volga Sorgu ve Erkan Can’ın başrolleri üstlendiği film, kim bilir, belki de sizlerin ilgisini çekebilir. Yarışan diğer adaylardan “Gölgesizler”, “Deli Deli Olma”, “İki Dil Bir Bavul”, “Usta” ve “Uzak İhtimal”i ise daha önce yazmıştım. Haftaya da “Kıskanmak”, “Kosmos”, “Aya Seyahat”, “Ben Gördüm”, “İlkbahar Sonbahar” ve “40”ı masaya yatırırız. Filmin yönetmeni Krisztina Goda... Senaryo, Éva Gárdos ve Joe Eszterhas’a ait. Zafer Çocukları’nın önemli rollerinde ise Kata Dobo, Ivan Fenyö, Sandor Csanyi ve Karoly Gesztesi var. Hollywood tarzına yanaşan bir Avrupa filmi olsa da ve hatta komünizme ve Sovyet Rusya’ya bodoslama dalsa da bu film, gayet iyi kotarılmış. Görüntü kalitesi muazzam, müzikler enfes. Mutlaka izleyin. Macaristan, 1956 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı (biraz batının kışkırtması biraz da özgürlük isteği) ayaklandı. Ülke, kanlı bir sürece yuvarlanırken yönetmenimiz de araya bir aşk öyküsünü sıkıştırıverdi. Efsanevi Macaristan su topu milli takımının en önemli sporcusu Karcsi, dik başlı bir gençtir ve kalbini çalan isyanın güzel yüzü Viki’den başkası değildir. Havuzda mücadele, sokakta mücadele ve büyük bir aşk. Ayaklanma tankla ve kanla bastırılırken, olimpiyat şampiyonu olmak, Macaristanlı sporcular için bir onur savaşına dönüşecekti. İki efsane: Coco ve Igor Fransız sinemasının asi delikanlısı, minimalist anlatıcısı Jan Kounen, yaratıcılığı, esinlenme ve yaratıcılık arasındaki patlamayı, çılgınlığı betimlemeyi çok ASLI seviyor. Sinemalarımızda dün SELÇUK gösterime giren çalışması Coco Chanel ve Igor Stravinsky: Büyük Aşk’ta iki büyük tarihi kimliği konu alarak büyüleyici 1920’lere, unutulmaz Rus balelerine, bir kadınla bir erkek arasındaki olağanüstü etkileşime, iki sanatçının yaşadığı tutkuya, derin karmaşık bir öyküye uzanıyor: “Daha önce yaşamış, ikona dönüşmüş kişilerin dünyasına girmek çok etkileyici bir duygu. Igor’u müziğiyle, Coco’yu ise onun dairesinde bir gün geçirerek, onun eşyalarına dokunarak, kitaplarını okuyarak tanıdım” diyen Jan Kounen iki efsane karakterin ilginç, sıradışı yaşamlarını ancak onların özeline girerek yansıtabildiğini vurguluyor. Film aynı anda hem önemli bir dönemi hem de yaratıcı iki kimliği Chanel’in ve Stravinsky’nin yapıtlarını, büyük bir tutkuyu barındırıyor. Tüm bu küçük ve büyük öyküleri başarıyla harmanlayan Kounen, Coco’yla Igor arasındaki tutku aşamalarını, adımlarını yaratımla tutku arasındaki etkileşimleri vizörüne yansıtırken sanatçıyla yapıtının bağlantılarını, kişilerin ilişkilerindeki psikoloji ve yaratıcılığı gözönünde bulundurmuş. Kounen’e göre onlar gibi sanatçılar yaşamlarındaki dramları sınırsız yaratıcılıklarıyla kolayca aşıveriyorlar ama bir yandan da yapıtlarını izleyen yaşamları saplantılarla, şaşırtıcı ödünlerle dolu. iki sanatçıya da çok iyi geliyor. Bel Respiro’da yaşanan duygusal, sanatsal birliktelik zamanla onların yapıtlarına da yansıyor. Bu güçlü kimlikler koşut yazgıları da paylaşıyorlar. 19 Ağustos 1883’te taşrada, sıradan bir ailenin kızı olarak doğan Coco öksüz kalınca rahibelerin yanında büyür. Yirmi yaşında terziliğe başlar. Yarış atları yetiştiricisi zengin Etienne Balsan’la tanışan Coco, kendi deyimiyle pastalara, böreklere benzeyen şapkalar giyen kadınların dünyasına girer. Sınıf atlayan Coco kısa zamanda yaşamının aşkı varlıklı Arthur Boy Capel’le tanışır, Capel Coco’yu ilk moda atölyesi için yüreklendirir (1910). Ardından başarı hızla gelir, Coco kazancıyla Capel’e olan borcunu son kuruşuna kadar öder. Dönem filmlerine düşkün olanlara “Aşkım” (Cheri), Altın Portakal’dan sonra Filmekimi’nde de karşımıza çıkacak. Özellikle kadınlara hitap eden, cicili bicili ve alengirli bu film, usta yönetmen Stephen Frears’ın daha önce çektiği “Sensiz Olmaz” ve “Tehlikeli İlişkiler” gibi yapıtları göz önüne alınca kendisine ancak arka sıralardan yer bulabilir. Yine de Fransız yazar Colette’in kaleminden çıkan Aşkım’ı yöneten Frears, romanın aslına sadık kalmaya özen göstermiş ve iyi bir uyarlamaya imza atmış. Michelle Pfeiffer (o her yaşta güzel), Rupert Friend, Kathy Bates ve Felicity Jones’in başrolleri kaptığı Aşkım, dönem filmlerine düşkün olanlar için adeta biçilmiş bir kaftan. Zengin delikanlıları baştan çıkaran zarif, güzel ve olgun bir kadın... Evet, 49 yaşındaki Léa de Lonval, genç kadınların peşinden koştuğu 19 yaşındaki ukala ve yakışıklı Fred’i kendine aşık eder. Çift, altı yıl süren birlikteliklerinin ardından yol ayrımına gelirler. Fred, biraz da annesinin zoruyla genç bir kadın ile evlenir, Lea ise hayatında yakaladığı tek aşkının Fred olduğunu keşfeder. [email protected] Duyumsal yaklaşım Genç Chanel sıradışı bir stilisttir, androjin bir duruşu vardır, tasarımlarından erkeksi bir enerji yayılır. Capel’in pantalonlarından, pijamalarından, hasır şapkalarından, üniforma ceketlerinden esinlenir. 1921’de ilk parfümü No:5’i çıkartır. Küçük siyah elbisesi (1926) modada çığır açar. Cocteau’yla, Picasso’yla çalışır, Stravinsky’ye, Diaghilev’e parasal destek verir. Onun yürekli, aşklarla, kargaşalarla dolu yaşamından 20. yüzyılı rahatlıkla betimleyebiliriz. 17 Haziran 1882’de doğan Igor’un opera şarkıcısı babası onun hukuk okumasını ister. 1902’de babası ölünce Igor düşlerindeki müzik eğitimini gerçekleştirir. Besteci Korsakov ve Rus balesinin yaratıcısı Diaghilev onun sanatına katkıda bulunurlar. Coco 87, Igor’sa 88 yaşında yaşamlarını yitirirler. Yaşamlarının koşutlukları, yarı yolda karşılaşmaları, birbirlerini etkilemeleri, yollarını ayrı ayrı sürdürmeleri Jan Kounen’e filminde çok sayıda görsel ipucu vermiş. İngiliz yazar Chris Greenhalgh’ın Coco and Igor (2002) romanından uyarladığı filminde yönetmen tarihsel gerçekliğe olabildiğince sadık kaldığını vurguluyor. Biçemsel sinema yaklaşımından çok etkili anlatımı yeğleyen Kounen filmine duyumsal olarak yaklaşmış: “Filmde çok az konuşma var. Herşey yüzlerde, kostümlerde, eşyalarda, müzikte, planların kurgusunda yaşanıyor. Duyguları sözcüklere yüklemek yerine görsel anlatımları yeğledim” diyen sinemacı insanın içsel dünyasına inmekten, duyarlılığını yansıtmaktan çok hoşnut. Coco ChanelIgor Stravinsky’yi klasik, sıradışı, özgün olarak tanımlayan Kounen ünlü modacı Karl Lagerfeld’in film için özel bir kostüm hazırladığını da belirtiyor. Chanel modaeviyle Lagerfeld’in karşılaşmasının önemini de vurgulayan yönetmen modacının Coco’nun giysileri, davranışlarıyla ilgili danışmanlık yaptığını, yirmilere ait özel gardrobunu ekibin kullanımına verdiğini söylüyor. Zafer Çocukları Tutkulu bir aşk Coco Chanel ve Igor Stravinsky: Büyük Aşk, 1913’te Paris’te ChampsElysées tiyatrosunda Igor Stravinsky’nin ünlü Sacré Printemps’ının (Bahar Ayini) ilk gösterimiyle başlıyor. Kendini tümüyle işine adamış, varlıklı Boy Capel’le büyük bir aşk yaşayan Coco (Anna Mouglalis) izleyicilerin henüz ayrımına varamadığı modernizm dolu bu yapıta hayran kalıyor. Stravinsky’nin Bahar Ayini antikonformistlikle suçlanıyor. 1920’de ününün doruğunda olan Coco, Boy Capel’in ölümüyle sarsılırken Rus devriminden kaçan Igor (Madds Mikkelsen) karısı Anna Ossenko (Elena Morozova) ve dört çocuğuyla birlikte Paris’e geliyor. Igor’la tanışan Coco ondan çok etkileniyor, onu ailesiyle birlikte Garches’teki Bel Respiro villasında yaşamaya çağırıyor. Birbirlerine hayranlık duyan iki sanatçının arasında tutkulu bir aşk başlıyor. Coco, Igor’un veremli karısı Anna’yı bakıma alıyor, dört çocuğunun eğitimini üstleniyor. Sevgilisi Capel’in ölümüyle sarsılmış Coco’yla karısının hastalığıyla uğraşan Igor’un bu sanatsal ve yaratıcı karşılaşmaları sevgiye, aşka, ilgiye gereksinimleri Zafer çocukları “Zafer Çocukları” (Szabadsag, Szerelem), önce Antalya’da gösterildi, dün de Türkiye genelinde vizyona girdi. Frankfurt’ta Türk filmleri zamanı Frankfurt ve çevresinin sosyal ve kültürel yaşamında kalıcı olarak yerini alan “9.Türk Film Festivali” geçmiş yıllarda olduğu gibi, aynı içerik ve doğrultuda 1 8 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu yıl ki festival 1 Kasım’da Türkan ŞoraySinema Kostümleri Sergisi’nin açılışıyla başlayacak. Açılışın ertesi günü saat 19.00’da Frankfurt CineStar Metropolis sinemasında yapılacak geniş katılımlı gala ile 8 Kasım’a dek sürecek. Festival üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Türkiye’den 25’e yakın güncel sinema filmleri yanında belgesel ve kısa filmler de programda yer alıyor. Devrim Arabaları, Son Cellat, Hayat Var, Usta, Uzak İhtimal, Dinle Neyden, Nokta, Gölgesizler, İki Dil Bir Bavul, Köprüdekiler, Mommo, Pandoranın Kutusu, Güz Sancısı, Sonbahar ile Sıcak filmleri festival filmlerinden bazıları. İkinci bölümde de Almanya’dan Türk kökenli sanatçıların çektiği veya oynadığı dört eser yer alacak. Üçüncü bölümde ise Avrupa Filmleri Forumu adı altında uyum, göçmenlik, ırkçılık, kuşaklar arası çatışma ve din, çevre gibi festival yönetim kurulunun belirlediği bir konuyu işleyen yapımlara veriliyor. Bu yıl bu kapsamda dört film sunuluyor. Ayrıca bu yıl Yılmaz Güney’in ölümünün 25. yıl dönümü nedeniyle özel bir bölüm hazırlandı. Güney’in Sürü, Seyit Han ve Ağıt filmleri de gösterime sunulacak filmlerden. http://www.turkfilmfestival.de/ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle