17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 17 EKİM 2009 CUMARTESİ Izİzlenim ? Tiyatro Stüdyosu’ndan Zuhal Olcay’lı bir Şölen 2010 yılında 20. yılını kutlayacak olan Tiyatro Stüdyosu, bu sezon iki oyun sahnelemeye hazırlanıyor. Tiyatronun yeni sezonda sahneye koyacağı ilk oyun Aysa Prodüksiyon yapımı olan “Şölen”. Bu oyunla Zuhal Olcay, kurucuları arasında yer aldığı ÜMRAN BULUT ‘Aşk Sözleri’ni duymaya hazır mısınız? Aşk, şiirlerden romanlara şarkılardan filmlere pek çok şekilde incelenip sorgulana geldi bugüne kadar. Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı “Aşk Sözleri”, aşkla ilgili pek çok denklemin ve sorunun yanıtını arayan bir oyun. Aşk kavramını Shakespeare’in izinde yeniden tartışmaya açıyor. Aşkı, Shakespeare’in eserlerinden RomeoJuliet, Hırçın Kız, Othello, III.Richard, Kısasa kısas, Macbeth, Hamlet ve Bahar Noktası üzerinden irdelemeyi hedefliyor. Uyarlama ve reji Kemal Kocatürk’e ait. Oyuncular ise Deniz Çakır, Kemal Kocatürk, Mihrace Yekenkülüğ, Eren Balkan, Ali İl, Erkan Pekbay. Muammer Karaca Tiyatrosu’nda 24 Ekim’de saat 20.30’da, 25 Ekim’de ise saat 15.30’da sahnelenecek oyuni, 27 Ekim saat 20.30’da Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde 31 Ekim’de de saat 20.30’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde izlenebilir. Tiyatro Stüdyosu çatısı altında 10 yılı aşkın sürenin ardından yeniden sahneye çıkıyor. Moira Buffini’nin yazdığı oyunu ise Ahmet Levendoğlu yönetiyor. “Şölen”, bir kadının kocasının yeni kitabı için hazırladığı yemek davetinde misafirlerini kendileriyle ve de birbirleriyle yüzleştirişini anlatıyor. Oyun, hayatla kavgalı olan insanların nasıl huzursuz bireyler yığınına dönüştüğünü tanımlamaya çalışıyor. Şölen’de cehenneme dönüşen bir yemek davetine rağmen bir yandan da yaşamda gülünç olan yakalanmak isteniyor. Oyunda ise Zuhal Olcay, Payidar Tüfekçioğlu, Funda İlhan, Özgür Yalım, Ayça Bingöl, Gökçer Genç ile Güçlü Yalçıner rol alıyor. Bu akşam Muammer Karaca Tiyatrosu’nda izleyiciyle buluşacak oyun, yarın saat 15.30’da, 22, 23 ve 31 Ekim tarihlerinde saat 20.30’da, 24 Ekim saat 20.30 ve 25 Ekim saat 16.00’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde, 26 Ekim saat 20.30’da da Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde izlenebilir. Bienal’ın siyasi kokusu “Sanat dürtme beni, rahatsız etme, huzurumu kaçırma. Brecht’ten okuma bana yeniden. Onlarca sanatçıyla beni sıkıştırma... Ben de biliyorum, kapitalizmin çılgınlıklarına gark olmuş yaşamların ne olduğunu. Marx çoktan öğretti bunları bize. Görmezden gelip yaşamaktayız işte, öylesine. İnsanın insan gibi yaşaması şart mı? Savaşlar, savaşlar, savaşlar… Terör,terör, terör… Şiddet, şiddet, şiddet…” 11. Uluslararası İstanbul Bienali’nden çıkarken söyleniyor bu sözler. Ne bekliyordunuz, bunca çirkin politikanın girdabında boğuşurken sanat olup bitenden habersiz kalabilir miydi? Toprak, para, mülk, baskı, şiddet hepsi birden üst üste konumlanmışlar ve insan beyninin her zerresine işlenmişler bir kere. Toplumsal yaralanmaların ana merkezinde bir ritüeli anımsatarak dans ediyorlar. Bienalin izlendiği mekanlarda dolaşırken belki siz de “çok siyasi!” diye söylenebilirsiniz. Yaşananların bir kopyalaması tarzındaki yerleştirmeler, videolar, sesler, görüntüler arasında sanatın her daim olumsuzlukların yansımalarından beslendiğini düşünün. Haklı çıkarsınız. Bosch’dan Goya’ya, Hogart’tan Gros’ya, Picasso’dan Combat’ya ressamların yüzyıllarca çekip çıkarttıkları olaylar, olgular her daim insan yaşantısındandır. Bir anlamda tarihi ya da güncel siyaseti okumak ve yansımalarını işlemek ilgi görmüştür. Yorumlandıkça daha da çarpıcı ve etkileyici olur. Büyük savaşlarda Alman dışavurumcuları çarpıklaşan insan ilişkilerinin acınası hallerini nasıl da anlatırlar! Dix’in, Grosz’un resimleri, desenleri, gravürleri ve karikatürümsü eserleri insanın ne denli vahşi olabileceğinin birer göstergeleridirler. Tıpkı Yüksel Arslan’ın Santral İstanbul’da süren retrospektif sergisi gibi dışavurumcuların resimleri kışkırtıcıdır. İnsanı nasıl da irkiltirler, metanın gelip geçen ama sarsan görüntülerinin, çeşitlemelerinin yorumlarıdır bunlar. ‘7’nin hedefi dünya Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu “7”nin müziklerini hazırlayan Tolga Çebi, hedeflerinin ve emeklerinin büyük olduğunu söylüyor. Çeşitli versiyonları yapılmış olsa da, Türkiye’de ve dünyada böyle bir kolajla Shakespeare müzikali yapılmadığını anlatıyor Çebi ve ekliyor: “Bizim yola çıktığımız söz ise: Bütün dünya bir sahnedir. Kadın ve erkek hepsi birer oyuncu. Sırası geldiğinde çıkarlar. Bunlar yedi çağlık bir ömür yaşar.” Tolga Çebi, Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu “7” (Şekspir Müzikali)’nin müziklerini ZUHAL hazırlıyor. AYTOLUN Aslında Çebi’yi özellikle yaptığı tiyatro müziklerinden tanıyoruz. Müzik alanında söz sahibi pek çok kişiden daha fazla emek veriyor bu alanda, daha başarılı. Ama o gizli bir kahraman gibi hep geri planda durmaya özen gösteriyor. Şekspir Müzikali ise onun kariyerinde ayrı ve özel bir yere sahip. Doğumdan ölüme, yedi perdelik ömrün müzikali olan “7”de sözün tamamı müzikten, yani Çebi’nin bestelerinden oluşuyor. Çebi, hem müzik piyasasının içinde, hem de dışında kalabilmiş bir müzisyen. Bir şekilde denge kurmaya, ve öyle ayakta durmaya çalışıyor. “Azıcık kendini bilecek insan” diyerek hem kendisini hem de sektörü dürüstçe ve samimi bir şekilde eleştirebiliyor. Beslendiği kaynak da tam olarak burası zaten. Şekspir Müzikali için de “Bunu becerebilirsek bütün dünyaya izletebiliriz. Hedefimiz ve emeğimiz büyük. Beceremezsek de birkaç kişiye gösterip çekiliriz” diyor. Bu yıl ise ertelediklerini hayata geçirecek Çebi. Oyun müziklerinden oluşan iki farklı albüm projesi var. Aynı zamanda bahara kadar da kendi albümünü çıkaracak. Çebi’yle hem Şekspir Müzikali’ni hem de müzik sektörünü ve sergilediği duruşu konuştuk. Nasıl ortaya çıktı Şekspir Müzikali? 2004’te Othello’yu yaptığımızda konuşmuştuk bir müzikal projesi yapalım diye. Kemal, Shakespeare kolajı yapalım dedi. Metin hazırlandı. O zaman anlamamıştım tamamı mı müzikal, yoksa bir kısmı mı diye. Sonuçta bütün sözlerin müzikle oluşturulmasına karar verildi. Metin kısaldı. 2004 yılında dört bestesini yaptım, ancak Ocak 2009’da başladım aslında çalışmaya. Tekst üzerinde yaptığımız çalışmalarla 80’e yakın beste yaptım oyun için. Metnin tamamı müzikten oluşuyor. Peki, teknik olarak nasıldı işleyiş? Bu, yaptığım diğer işlere benzemiyor. Müzik, normalde oyunu referans alır ve besteci oyunun üzerine çalışır. Bu kez öyle bir şansım olmadı. Bizimse bütün derdimiz müziğin değil, oyunun önde olması. Üzerinde çalışa çalışa bu noktaya geldik. Dengeyi kurmakta zorlanmadınız mı? Ben o konuda rahat bir adamım. Müziğim mahvoluyor diye düşünmem. Eğer insanları o şarkıya daldırırsak ve sözler kaçarsa anlamı kalmaz. Konser gibi olur. Halbuki oyun hazırlıyoruz burada. Ve hikaye çok kuvvetli. sahneleri Kadın erkek hepsi birer oyuncu Türkiye’de Shakespeare müzikali bir ilk. Tedirginlik yaşadınız mı bu konuda? Yaşamaz mıyım? Çeşitli versiyonları yapılmış olsa da, Türkiye’de ve dünyada bildiğim kadarıyla böyle bir kolajla Shakespeare müzikali yapılmadı. Bizim yola çıktığımız söz ise: “Bütün dünya bir sahnedir. Kadın ve erkek hepsi birer oyuncu. Sırası geldiğinde çıkarlar. Bunlar yedi çağlık bir ömür yaşar.” İnsanlar şaşırmak istiyor 12 yıldır tiyatro müziği yapıyorsunuz. İnsanlar ne kadar farkında sizce bunun? Tiyatro müziği en zorudur. Bunun ayırdına varan insan sayısı da az değil. Ben çok şanslıyım. Çünkü bir çok şeyi müzik yaparak anlatabiliyorum. Sektöre baktığınızda yabancılaşma hissediyor musunuz? Bizimkilerin anlamadığı bir şey var. Yetenek elbette olmalı ama asıl iş çalışmak ve emek harcamakta. Onun dışında yapılan her şey işi kotarmadır. Sanılıyor ki gelişen kayıt teknolojileriyle güzel müzik yapılabilir. Kimi şirketler ve müzisyenler hep bu yönde gitti. Biz de dahil. Bu da niye insanlar müzik dinliyordu sorusunu unutturdu. Sektör batma noktasında. Dibe vurdu ama çıkışı var mı? Başladı aslında. Henüz tam göremiyoruz. Kimse o piyasa işi üretimleri yemiyor. Çünkü artık insanlar şaşırmak istiyor. Mesele kimseyi yermek değil. İyi şeyler yapıyorsak eğer, buyurup göstermeliyiz. İstanbul tuval olursa İstanbul, 19 Ekim Pazartesi akşamı Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilecek sıra dışı bir sanat gösterisine sahne olacak. İstanbul’un simgesi haline gelen dev binalar, dünyaca ünlü sanatçıların tuvaline dönüşecek. Ünlü şairlerin İstanbul’la ilgili dizeleri, ışık olup İstanbul’un üzerine akacak. Kasım ayında açılacak olan Forum İstanbul Alışveriş ve Yaşam Merkezi’nin İstanbul’a armağanı olan “Tag İstanbul/İstanbul bir tuval olursa” etkinliği İstanbul’u bir geceliğine koca bir sanat galerisine dönüştürecek. “Tag İstanbul/ İstanbul bir tuval olursa” etkinliği Haluk Akakçe, Kezban Arca Batıbeki, Bedri Baykam, Devrim Erbil, Ara Güler, Mehmet Güleryüz, Mehmet Günyeli, Ergin İnan, Balkan Naci İslimyeli, Mustafa Pilevneli, Tan Sağtürk ve Meray Topsakal gibi ünlü sanatçıları bir araya getirecek. Resim, grafiti, fotoğraf, edebiyat gibi çeşitli disiplinlerin ışık ve renk aracılığıyla İstanbul’un simgesi haline binalarıyla buluşacağı etkinlik 19 Ekim Pazartesi saat 20.00’de Taksim’de Atatürk Kültür Merkezi’nde başlayacak. Belçikalı ressam Tom De Graeve’in sanat yönetmenliğinde gerçekleşecek olan “Tag İstanbul” etkinliğine katılan sanatçılar, kısa birer performanslarını AKM üzerinde gerçekleştirdikten sonra seçtikleri binalara geçerek gösterilerini sunacaklar. İstanbul’un kimi binaları sanatçıların özgün çalışmalarının yansıyacağı tuvallere dönüşürken, kimi binalar ünlü şairlerin İstanbul hakkındaki dizelerinin yansıyacağı birer ‘kitap sayfası‘ haline gelecek. Yüzlerce metre uzaktan izlenebilecek olan “Tag İstanbul” gece geç saatlere kadar sürecek. Bugüne dek, Rotterdam, Berlin, Viyana, New York, Hong Kong gibi dünyanın sayılı merkezlerinde gerçekleştirilen “lazer tag” gösterisi için sanatçılar bir lazer, bir kamera, bilgisayar ve projektör kullanacak. C MY B C MY B Bienalde güncel sanatı izliyoruz. İnsan neyle yaşar? sorusuna karşı üretilen işlerde sanatçıların öncelikle içinde yaşadıklarından, kendi bölgelerinden alıntılarla sanat ürettiklerini görmekteyiz. Savaş, sömürü, işgal, göç hiç birimize uzak değil. Elbette öyle, biz de Decolonizing.ps’den, İdeal Medya’dan, İsola Bella’dan, Terörün Yönetimi’nden, Kapital’den ayrılamıyoruz. Konulara yaklaşımı ironik bulabiliriz. Nükleer Bomba’nın oyuncağa dönüşmüş halini, mantarımsı görüntüyü yadırgayabiliriz. Yapıtları itici de bulabiliriz ama sanatın dile getirdikleriyle bunlarız. Eleştirel gerçeklere yeniliriz. Sanat bize bizi anlatmakta, bizimle oynamaktadır. İster minimalize bir formla isterse filmle olsun fark etmez, sanatın olgusal anlamdaki uyarıcı haliyle beyinlerimiz rahatsız olmuştur bir kere. Tıpkı Yüksel Arslan’ın bir resmindeki tokalaşan ellerin kararlılığıyla insanların nelere gebe bırakıldığını izleyip öylece kaldığımız gibiyizdir. Elbette öyledir. Yaşamdan ve olaylardan beslenen sanatın yapabileceği başka ne vardır ki? Neredeyse bir çocuğun bile kolayca anlayabileceği açık seçiklikle üretilmiş işlerin karşısında zorlanarak izlemeye devam ederiz. Sanatın başarısıyla yeniden buluşuruz… Bienal ve eş zamanlı etkinlikler kasım ortalarına kadar sürecek, iyi seyirler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle