Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 17 EKİM 2009 CUMARTESİ Arslan Gümüş, 12 Eylül’e teslim olmamak için bir mağarada saklanıyor. Babasıyla birlikte yaptıkları uçurumun kenarındaki mağarada yaşamı yurtdışına çıkıncaya kadar sürüyor, tam sekiz yıl. Şimdi Almanya’da, yaşadıklarını bir kitapta anlatıyor. Tehlikelerle dolu bir “cenk hikâyesi” bu. Ama, sevgiden ötürü alışılan cesaret ve direniş hükmünde bir “mesel” de. Hiç yalanı yok. Sözgelimi uçurumdan sonra da yürünüyor, dönülüp BELKIS ÖNAL o mağaraya giriliyor. Daha dün oluyor hepsi, daha dün ve şurada, şu PİŞMİŞLER Karadeniz’in uçurumunda... Öyle bir iş ki bu anlatılan cenk hikayesi, bir oğlan çocuğu var, evin doğup ölen on çocuğundan sonuncusu, bir o kalıyor hayatta. Ama birden bir salgın, oralardaki çocukları biçmeye başlayınca oğlanı yaylaya, uzak bir akraba yanına gönderiyorlar. Adam iyi biri değil. Oğlan kaçıyor, düzlükteki pazarda kiraz satan bir pazarcıya denk geliyor da, insan insan olduğuna kıvanıyor, meğer buymuş “aslî kalbi” hayatın diye. O küçük oğlan işte, sonra, iki oğlu tutuklu, üçüncüsü de aranan bir baba oluyor, arananı bırakmıyor bir yere. Mağarayı da ustalığından ötürü o uçurumun yarında oyuyor. Zaman 12 Eylül ve cenk bu kez bir “mesel”e evriliyor; mağaradaki anlatıyor, uçurumu, kurbağayı, dereyi, baskınları, ormanlarda dolaştırılan anneleri, direnç yüklü kızları, tuzlu peynir, mısır ekmeği, çay tadını, sessiz, akıllı, sabırlı, cesur ve değerli insanların yenilip teslim olmayışını. Arslan Gümüş, “Uçurumda Saklı Sevdam” adlı kitabında, Fatsa’dan köyüne ve mağarasına, devrimcilerden acılarına, ölümü yenen tutkularını anlatıyor; aslında hatırı sayılır bir alçakgönüllülükle “mesel anlatıcılığı” yapıyor. Uçurumda saklı sevdam Arslan Gümüş yaşamını Almanya’da öğretmenlik yaparak sürdürüyor (solda). Tüketirken kılı kırk yarıyorlar Avusturyalılar satın aldıklarının arkasında neler olup bittiğini bilmek istiyor. Online alışveriş sitesi marktcheck.at’de üç bin ürünün hangi yöntemlerle elde edildiğinden bunları satan firmalara kadar sürekli güncellenen bilgiler var. 1968 küresel isyanının toplumlarda yarattığı etkilerden biri de iktidarı hedeflemeyen METE politikaların birey ve KIZIK toplum yaşamına girmesi oldu. İnsan haklarından hayvan haklarına, çocuk haklarından kelaynak kuşlarını korumaya kadar binlerce sivil toplum örgütleri oluştu. Bu sayede bireylerin bilgi, ilgi ve yeteneklerini değerlendirebilecekleri alanlar yaratılırken diğer yandan, bu baskı grupları sayesinde yasaların ve toplumun demokratikleşmesi yolunda ileri adımlar atıldı. Günümüzde internetin yaygınlaşması bilginin paylaşımında ve örgütlenmede yeni açılımlar yaratıyor. Bunlardan biri de Avusturya’daki online pazar denetim (Marktcheck) girişimi. Aylık tıklanma sayısı yarım milyonu geçiyor. 2004 yılında Greenpeace ve 11 benzer örgütlenmenin bileşkesi olarak oluşturuldu. Amaç tüketici bilincini zenginleştirmek. Kadınların yönetici olarak görev aldığı bu çatı örgütü, kamuoyunun gündemine sıkça girdiğinden, çok sayıda şirket için korkulu rüya haline geldi. Bazı firmalar için ise bir avantaj. Çünkü üye sayısı 80 bine yaklaşan bu grup, satın alacakları ürünlerde çevreye duyarlılık, emek dostu bir yan, sağlıklı ve doğal olma şartı arıyor, kılı kırk yarıyor, gelişigüzel alışveriş yapmıyor. Onlar bilinçli tüketiciler… güncellenen bilgiler sunuluyor. Şirketler ekolojik, hayvan korumacı, sosyal haklar yönünden işaretleniyor. Kırmızıyla işaretlenen firmalar imajları için endişelenmek zorunda bırakılıyor. Bu sayede tıklayıcılar hem vicdanlarına uygun alışveriş yapıyor hem de doğa ve insan haklarının genişlemesine destek veriyor. Birlikteliğin sözcüsü Nina Thüllen etkinlikerini şöyle açıklıyor: “Avusturyalılar satın aldıklarının arkasında neler olup bitiyor bunu bilmek istiyor. Bizler sitemizde birçok aracı ve firma için hoş olmayan bilgiler sunuyoruz. Ürünün üreticiden kaça alındığından piyasadaki satış fiyatları farkına kadar çok çeşitli bilgi var. Bunlar bize tüketicilerden ve gıda kontrol bürolarından, sendikalardan, çevre örgütlerinden, hayvan hakları derneklerinden geliyor. Ayrıca tüketici forumunda bireysel bilgi ve eleştirilere de yer veriyoruz. Çünkü bizler alttan gelen dalgayız.” Mağara beni ele vermedi Babanızla oluşturduğunuz, Karadeniz uçurumlarından birindeki mağara, sanki giderek bağlandığınız bir yere dönüşmüş. Sonu belli olmayan, telaşlı bir zamanın içinde bunun başka bir düzlem, terk edilemeyen bir tutku olmasını bugün neye bağlıyorsunuz? 12 Eylül gibi zor dönemlerde insanların, özellikle de kaçak yaşamak durumunda kalanların zaman içinde sığındığı bazı limanlar vardır. Bu limanlara öyle hemen kolay ulaşılmaz. Oraya mücadele seyri içinde varılır. Hele de başka çıkış yolu kalmamışsa o limana bağlanır, kalır insan... Ve giderek kopmak istemez artık. Zaten başka da gidecek pek fazla yer yoktur... Benim mağaraya sığınmam ve giderek tutku derecesinde bağlanmam, aşağı yukarı aynı şey... Güvenlik güçleri sürekli peşimde. Diğer arkadaşlarım gibi her tarafta beni arıyorlar. Herkesi yakalamak ve bu işi sonlandırmak istiyorlar. Zaten çoğu insan ölü ya da canlı olarak ele geçirilmiş, dışarıda pek az insan kalmış... Her taraf asker dolu. Operasyon üstüne operasyon yapıyorlar. Gördükleri herkese, “Yakalayacağız, diri ya da ölü, başka çaresi yok!” diyerek baskı kuruyorlar, her geçen gün... Artık bu noktadan sonra benim, ev ya da benzeri yerlerde, hatta bilinen dağlarda, ormanlarda, dere içlerinde saklanma olanağım kalmıyor. Ve sonunda uçurumun kenarında babamla oluşturduğumuz mağaraya giriyorum, bir daha çıkmamak üzere. Ta ki, memleketimi terk edene kadar... Mağarada kaldığım süre içinde yüzlerce arama yapıldı askerlerce, beni bulmak için. Ortalama ayda bir kez geliyorlardı ve aşağı yukarı sekiz yıl boyunca bu böyle sürdü. Bu aramaların bazıları yakın köyleri de kapsayarak oldukça büyük oluyordu. Ama uçurumun kıyısındaki mağaram inatla beni saklıyor, asla ele vermiyordu. Belki benim ona alıştığım kadar o da bana alışmıştı; bırakmak istemiyordu beni, kim bilir?.. Bir bağlanış işte, karşılıklı... Fakat beni bu derece saklayıp koruduğu için süreç içersinde asıl ben bağlanıyordum ona. Belki de sizin sorunuzda belirttiğiniz gibi, tutku derecesinde... Sakin, sessiz ama etkili bir mücadele Yüz yaşına gelmiş bir dede, yanında nene, babaları tutuklu iki küçük çocuk, iki oğlu tutuklu anne, baba, eşi tutuklu genç bir kadın, akrabalar, köyün karakterli insanları, bayırda yamaçta yağmurda vurulan devrimciler, en sessiz haliyle sizin gizlenme eyleminize çok uzun yıllar destek vermiş. 12 Eylül’ün en çarpıcı gizlenme biçimlerinden birini yaşamışsınız. Ama yaşadığınızı çok sessiz bir biçimde anlatmışsınız. Neden? Evet, doğru bir saptamada bulunuyorsunuz. Kitabımda 12 Eylül döneminde yaşadıklarımı, sessiz ve sakinliğimi koruyarak anlatıyorum. Asla mantık ölçülerinden sapmıyorum. Fakat bu anlatım şeklini izlerken pasif, çaresiz, ne yapacağını bilmeyen, zavallı bir konuma düşmüş insan tipi de çizmiyorum. Tersine, sessiz ama aktif, sakin ama etkili bir mücadele şekli koyuyorum önüme. Her şeyden önce bir uçurumun kenarındayım. Gidecek daha ilerisi yok. Bu durumda, önümde iki seçenek kalıyor: Ya, 12 Eylül’ün acımasızlığına karşı isyanımı sürdürüp ona uygun yollar izlemeye devam edeceğim ya da gelinen noktada uzun vadeli saklanmayı öne çekerek ve bunu devrimci bir direniş kabul ederek mağaraya gireceğim. Ben, kendimle yaptığım yoğun tartışmalardan sonra, ikinci yolu seçtim ve uçurumun kenarına babamla oluşturduğum mağarama girdim, sekiz yıl aralıksız orada saklandım. Bana göre doğru olan buydu ve ben bu yolu geçtim... Firmalar için avantaj Tüketicilerin bilinçli ve kararlı tavrı nedeniyle ülkenin en büyük iki süpermarket zinciri, örgütün denetimlerine kapılarını ardına kadar açmış durumda. Site aktivistleri her an bu marketleri denetleyebiliyor. Tabii ki bu durum şirketlere avantaj kazandırıyor. Tüketici gözünde güvenilir duruma geliyor, üstelik parasız ve zahmetsiz reklam yapmış oluyorlar. Türkiye’de bu yönde olumlu adımlar atılıyor. Çeşitli şehirlerdeki tüketici dernekleri altı yıl önce Tüketici Dernekleri Federasyonu’nu (TÜDEF) oluşturdu. Tüketici hakkı ve bilinci için savaşıyorlar. Gündemlerinde şu anda “ortak bankomat” soygunu var. Ancak federasyon yönetiminde sadece bir kadın üye var… metekizik@cumhuriyet.com.tr Bu kadar insan ölmeyebilirdi Fatsa’yı anlatırken siyasal ve yapısal değinilerde de bulunmuşsunuz. Yitirdiğiniz devrimci arkadaşlarınızı anarken, “devrimci kanı süzülmemiş yamaç kalmadı” diyorsunuz kitabınızda. 12 Eylül’ün kıyıcılığı, solun yetersiz kalan önderlikleri nedeniyle acaba daha mı çok kayba yol açtı? Fatsa’da, Nokta Operasyonu’yla başlayıp 12 Eylül askeri darbesiyle devam eden saldırılar sonucunda onlarca arkadaşımı kaybettim. Zaman zaman onları anımsadıkça, çatışmalarda neden bu kadar fazla insanımızı kaybettik diye sormadan edemiyorum kendime. Elbette ki öldürülen bu genç devrimci arkadaşlarımızın asıl suçlusu 12 Eylül’ün kendisidir. Bu gerçeği kimse değiştiremez. Fakat, lider konumundakilerin bütün olanaklarını kullanarak insan kaybını en azda tutma gibi bir yükümlülükleri olması gerekir. Mevzilerini koruma adına canlarını hiçe sayan bu genç devrimciler, mücadelede bazı taktik değişiklikler devreye sokularak o yönde yönlendirilebilseydi sonuçları da o oranda farklı olabilirdi. Burada illa lider konumundakileri suçlamak değildir amaç. Ancak, hayat, dönemin koşullarına ilşkin yeni devrimci politikaları bu derece dayatmışken bunun pratiğe geçirilememesi bir eksiklik olsa gerek. Eğer bu yapılabilseydi, yani bütün olanaklar zorlanarak döneme ilişkin yeni devrimci politikalar pratiğe geçirilebilseydi, Fatsa’da bu kadar devrimci ölmeyebilirdi. Belki eksik kalan yan burası. Şimdi geriye dönüp bir dilim ekmeği Duyarlı tıklayıcılar Geçen yılki verilere göre Avusturyalıların yüzde 37’si internetten alışveriş yapıyor. Bu grubun internet alışverişinde ilk tercih ettiği adres ise www. marktcheck.at oluyor. Sitenin merkezi, bilgi bankası. Çünkü sitede içecekten yiyeceğe, seyahat şirketlerinden Bolivyalı köy kooperatifi ürünlerine kadar üç bin ürünün bilgisi var. Ürünlerin hangi yöntemlerle elde edildiğinden, bunları satan firmalara kadar sürekli hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım, Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur, Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ, Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64, Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden, Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı, Tel: 0 212 251 98 7475, 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Sekiz yıl boyunca ve küçücük el yapımı mağarada saklanmak kolay olmasa gerek! Bu yolu yürümemde ailemin, köyümün, dostlarımın katkısı, desteği azımsanamaz. Buna bir de kendi azim ve kararlılığımı katınca, aşılıyor bazı zor gibi görünen şeyler.. On yıllar sonra böyle bir kitabı yazmaya karar verdiğimde, her şeyi açık yüreklilikle, Fatsa’da yaşanan o büyük devrimci mücadelenin güzel yanlarını olduğu kadar eksik ve hatalı yanlarını da, ama asla kişileri hedef almadan anlatmanın en uygun olacağını düşündüm ve pratiğe geçirdim. Gerçi yazma aşamasında zaman zaman duygularıma hakim olamayıp bazı aşırılıklara kaçtığım olmadı değil, ancak bu bölümleri tekrar tekrar okuyunca bunun benim kişilik yapıma uygun olmadığını gördüm ve değiştirdim. İnsan bir şeyi anlatırken ortalığı kırıp dökmeden,sbağırıp çağırmadan, başkalarını suçlamadan, ama etki gücü yüksek bir anlatım tarzı da izleyebilir. Bu, bana daha uygun bir yöntem. Sonuç olarak, devrimci Fatsa’yı, sessiz, sakin, mantık ölçüleri dahilinde anlatmaya çalıştım elimden geldiğince, hepsi bu. Kırıp dökmeden, bağırıp çağırmadan paylaştığımız, gerektiğinde bir paltoyu, bir kazağı sırasıyla giydiğimiz arkadaşları anımsayınca, içim yanıyor doğrusu. Dolayısıyla bu duygularımı kitabıma yansıtmamdan daha doğal ne olabilir? Başka türlüsü de olamazdı zaten...