17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 EKİM 2009 CUMARTESİ 7 intikam almıyor Nilüfer Açıkalın, Mazi Yarası’nda yüzleşmek üzere geçmişine dönen bir kadını canlandırıyor. O ise karakterin aksine daha gerçekçi bir duruş sergiliyor hayata karşı. Derdi ise kendini tanımak ve hayatı anlayabilmek. O yüzden de hiçbir şeyi ertelemiyor. Haftanın filmlerinden Mazi Yarası biraz buruk girdi vizyona. Senaristi ve yönetmeni Ersin Pertan Temmuz ayında yaşamını yitirdi. Ancak yine de oyuncular filmi taşımak ve Pertan’ın anısını yaşatmak adına oldukça samimi bir çaba gösteriyorlar. Onlardan biri de Nilüfer Açıkalın. Mazi Yarası bir melodramın hicvi. Pek de ZUHAL beklenen sonuçlar doğurmuyor film. Karakterler AYTOLUN gerçekle gerçeküstü arasında gidip geliyor. Açıkalın’ın da canlandırdığı Samiye karakteri de biraz ters köşe bir rol. Açıkalın, kimi zaman Samiye’yle kendini örtüştürse de o daha gerçek bir duruş sergiliyor hayata karşı. Açıkalın, samimi bir kadın. Hayatı ise asla ertelemiyor. Her şeyi yapmak istediği zaman hayata geçiriyor. Müzik, sinema, televizyon, edebiyatın yanı sıra sosyal sorumluluk projelerine de zaman ayırıyor. Kendinden yola çıkarak yaşamı gözlemlemek ve anlamaya çalışmakla geçen bir hayat onunki. Masa başında yazılarını yazmakla uğraşırken kendini bir filmin çekiminde buluyor. Sonra tekrar dönüyor öykülerine. Açıkalın’la hem filmi konuştuk, hem de bilmediğimiz dünyasına girmeye çalıştık. Mazi Yarası, yönetmeni hayatta yokken vizyona girdi. Filmi nasıl taşıyorsunuz? Onun en büyük isteği filmini tamamlamaktı. Filmi galasında izledim ben de. Çünkü izleyiciyle beraber seyretmemizi isterdi, maalesef o bizimle olamadı. Keşke onunla heyecanımı ve mutluluğumu paylaşabilseydim. Bu bir melodram taşlaması. Bir kasabadaki sosyal yapının gözlemini, politik yapının ve ilişkilerin hiciv diliyle anlatıldığını görüyorsunuz. Komedi ve dram bıçak sırtında duruyor. Film de çok küçük bir bütçeyle çekildi, öyle değil mi? Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle, küçük bir bütçeyle gerçekleştirildi. Ancak tüm teknik olanaksızlıklar filmin lehine oldu. O yüzden Ersin Bey’e bir kez daha saygı duydum. Genellikle film bittikten sonra bir izleyici gözüyle bakmaya çalışırım ve acımasız eleştirilerde de bulanabilirim. İzleyici koltuğundan bu filmi izlediğimde çok şaşırtıcı, ince bir mizahla yüklü, baştan sonra merak uyandıran, her sahnede melodramın tersine etki yaratan bir filmle karşılaştım. Peki projenin sizi yakalayan tarafı neydi? Daha önce oynamadığım bir karakterdi. Ersin Bey, Samiye’yi bana tarif ederken “kadife eldivenin içindeki demir pençeli kadın” demişti. Samiye, Mazi Yarası’nı içinde tamir etmeye çalışmış ancak hayat onu yüzleşmeye kadar götürmüş. Başkalaşım geçiren karakterleri oynamayı ayrıca çok seviyorum. Zaman benden İnsanın kendisiye yüzleşmesi Filmin size dokunan yeri neydi? Mazi yarası insanda nasıl bir iz bırakır? Bence hesaplaşmaların öyle biriktirmeye tahammülleri yoktur. Bir problem varsa hemen çözülmeli ya da bir durum ortadan kaldırılmak isteniyorsa en azından çaba gösterilmeli. Peki sizin böyle bir yaranız var mı ya da yüzleşmekten kaçtığınız bir gerçek? Bu sorunuza veremeyeceğim yanıtlar arasında sizi bekletirken, kaç kere yutkunduğumu hesaplasam ve onların her birine bir pişmanlık oltalasam, sonra onları teker teker irdelesem nasıl olur diye düşünmedim desem yalan olur. Zor bir soru sordunuz, biliyorsunuz değil mi? Bir kahve ısmarlayalım mı? Bana şeker vererek kandırabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Pek umutlanmayın bence. İnsanın geçmişi, onu nereye taşır? Geçmişimizle barışmayı nasıl öğrenebiliriz? İnsanın kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor ama bazen de zaman her şeyi hallediyor. Belli bir noktadan sonra, özellikle de otuzlu yaşların sonlarına gelirken geri dönüşlerle hataları tamir etmenin pek de yararı olmadığını görüyorsunuz. Ruhum göçer Sizin tanımadığımız bir çok tarafınız da var. Ben de kendimi tanımaya çalışan bir insanım ve biliyorum ki bu süreç hiç bitmeyecek. Hayatın bir kenarında öğrenci psikolojisiyle yaşıyorum. Göçer bir ruhum var. Vaktim ise yazmak üzerine düşünürek geçiyor. Zamanı verimli kullandığım için de ona karşı kendimi sorumlu hissetmiyorum. Zaman da benden intikam almıyor sanki. Bir derdim olduğu kesin. Ama kendi tedavi yollarımı da buldum. Okuyorum ve öykülerimi yazıyorum. Yazım süreci içe, oyunculuk ise dışa dönük bir süreç. Denge kuramadığınız oluyor mu? Oyunculuğu seviyorum. Yazarken de başka bir dünyaya yelken açıyorum. Zaten ben kabilelerin içinde hiçbir zaman olamadım. Ne olması gerekiyorsa, o oluyor hayatımda. Rolleri seçiyorum. Zaten çok da biçilmiş kaftan roller gelmiyor. Az sayıda televizyon işinde yer almanız da bir tepki mi? Bir duruşum var elbette. Herkes “neredesiniz?” diye soruyor. Bu beni çoğullaştırıyor. Biz sağlam duruyoruz ve işimizi yapmak için de hazırız. Ama biz neredeyiz? Peki onların aklı nerelerde? Teklif gelmiyor mu? Geliyor ama onlarca senaryo var diyemem. Hatırlanmak lazım belki de. Ama yine de eğer üretebiliyorsan, hatırlanmamak kötü bir şey değildir. Bir ‘ilk’ler filmi Mert Fırat ve İlksen Başarır’ın beraber yazdığı ‘Başka Dilde Aşk’ Antalya Film Festivali’nde yarışan filmlerin arasında. Sağır ve dilsiz bir erkekle, bir kızın aşk hikâyesini anlatan ikili pek çok şeye parmak basıyor aslında. Engellileri ötekileştirmek, onları yaşama entegre etmemek ve iletişim bozuklukları gibi... Oyun Atölyesi’nin oyunlarından ve Binbir Gece, Kapalıçarşı gibi dizilerden tanıdığımız Mert Fırat başrolünü üstlendiği ilk uzun metraj filmiyle Altın Portakal’da. ŞİRİN Ancak ‘Başka Dilde Aşk’ filminin tek ‘ilk’i bu değil. İki yıl önce bir GÜVEN bütçe yetersizliğinden dolayı gerçekleşemeyen bir film setinde tamamen tesadüfen tanışan Mert Fırat ve İlksen Başarır için çok şey ifade ediyor bu film. Çünkü Fırat ve Başarır’ın ilk uzun metraj senaryo denemesi ‘Başka Dilde Aşk’. Ayrıca filmin yönetmenliğini üstlenen Başarır’ın da ilk yönetmenliği... Kısaca bir ‘ilk’ler filmi bu... Fırat, Binbir Gece’de oynarken bütün karakterlerin fazlasıyla idealize edildiğini, oysa hayatta böyle bir şeyin mümkün olmadığını fark edince başlıyor her şey. Çok büyük beklentilerle başlamıyorlar işe. Önce sadece yazmak istiyorlar, sonra acaba çekebilir miyiz diyorlar. Derken filmleri Canada Film Festivali’nde ve Antalya Altın Portakal’da finale kalıyor. Onlar oldukça üretken bir ikili olmuş bile. Çünkü daha şimdiden ikinci filmleri Atlıkarınca’nın senaryosu hazır. Ne de olsa anlatacakları dertleri çok. Hikâyenin gerisi Fırat ve Başarır’dan... Kimse mükemmel değil Filmde ne anlatmak istediniz? Mert Fırat: O dönemde Binbir Gece’de oynuyordum. Bütün karakterler çok idealize edilmişti. Hatta hâlâ öyle. Yani mükemmel kahramanlar, hepsi kusursuz, hiç kimse hata yapmıyor... Oysa böyle bir şey mümkün değil çünkü hayat böyle değil. Herkes hata yapıyor, herkesin inişi çıkışı oluyor. Kimse mükkemmel değil, mutlaka bir kusur oluyor. O yüzden engelli bir karakter yazdık. Sağır, dilsiz. Fakat filmde bunun hiçbir şeye engel olmadığını görüyoruz. Hep “Engelliler engel tanımıyor” ya da “Bakın engelliler resim yapmış, sergi açmış” diyoruz. Aslında tüm bunları yaparken onları ötekileştiriyoruz. Hep iyilik yapmaya çalışırken onları daha da geriye atıyoruz. Hatta konuşurken bile ‘onlar’ diyoruz. Dolayısıyla biz biraz bunu değiştirmek, en azından bu konuya parmak basmak istedik. Film de bunu anlatıyor. Bir engellinin aşkıyla bir engelsiz insanın aşkının onları hiçbir zaman büyük bir çıkmaza götürmeyeceğini göstermek istedik. Yani bu çok zor bir durum değil, hatta tam tersine normal bir aşk hikayesinden farksız. Sadece başka dilde bir aşk. Filmin adı da buradan geliyor... Fırat: Evet. Bir Almanla, Almanca bilmiyen Türk gencinin hikayesi gibi. Çünkü ikisi de farklı dili konuşuyor ama aynı özelliklere sahipler. Filmdeki karakterlerin durumu da bu, biri işaret diliyle konuşuyor. Onun dışında hiçbir değişiklik yok. Çünkü biz engellilere özel okullar, tesisler yapılmasına karşıyız. Daha çok entegre olmalarından yanayız. Sorun bizim onları hayata dahil etmememiz. Biz onlara “Sen engellisin, Sana havuz yaptım. Git orada gir, ne güzel” diyorsak olmaz. Bu bence çok faşist bir duygu. Çünkü biz sizi görmek istemiyoruz gibi bir durum. Dolayısıyla biz buna parmak basabilmek için böyle bir film yaptık. İletişimle ilgili bir boyutu da var filmin sanırım... İlksen Başarır: Evet çünkü biz genel olarak iletişemediğimizi fark ettik. O yüzden buna da değinmek istedik. Yani filmdeki kızın çağrı merkezinde, çocuğun bir kütüphanede çalışmasını bilerek seçtik. Çünkü konuşarak anlaşamadığımızı fark ettik. Konuşurken aslında söylemek istemediğimiz şeyleri söylüyoruz. Dolayısıyla da filmimizin cümlesi “Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz?”. Konuşmadan anlaşabileceğimiz bir dünya idealize ediyoruz. Filmimizle sorguluyoruz İlk filminizi gerçekleştirmiş oldunuz. Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz? Başarır: Bundan sonra Mert’le projelerimiz devam edecek. Mert: Evet, hatta bir tane daha yazdık bile. 9 günde... Adı Atlıkarınca. Bu film için uğraşırken arada Atlıkarınca’dan da bahsediyorduk. Çünkü biz ikimiz de oğlak burcuyuz ve algımız çoklu. Bir şeyin üstüne konsantre olurken mutlaka bir şey açılıyor ve onun üstüne de konuşuyoruz. Dolayısıyla yazması çok kısa zaman aldı çünkü ne yapacağımızı biliyorduk. Konusu nedir peki? Başarır: Hep yazmak istediğimiz bir şeydi o yüzden çok kısa sürdü aslında. Ensest üzerine sert bir şey olacak. Biz biraz rahatsız edici şeyler yapmayı seviyoruz. Mert: Ama gündeliğin içinde. Yani asla keskin çizgilerle “Bakın böyle bir hayat var” der gibi değil. Tam tersine. Biz bir şey söylemek istiyorsak bunu tam insanlarının suratlarının ortasına söylemeye inanmıyoruz. Daha alttan söylemeyi seviyoruz. Zaten bilinç de öyle. İlksen bir belgesel seyretmiş. Eğer bir çocuğa enginar yedirmek istiyorsanız, her gün bir parça yemeğine karıştırmak zorundasınız diyen... Çünkü çocuk asla enginarı önüne koyduğunuzda yemez ama yavaş yavaş eklerseniz yer. Bizde de durum böyle. Söylemek istediğmiz şeyi protest bir şekilde söylemeyiz. Bir aşk hikayesinin içine çağrı merkezlerini entegre ederken aslında şunları sorguluyoruz: “Bu iş düzeni nasıl gidiyor? Çağrı merkezleri neyi sömürüyor? 12 saat bir insanı kulağında bir cihazla konuşarak çalıştırmak nasıl bir vicdan?” Aynı şekilde bir işitme engelilnin durumunu da aşk filmine entegre ettik. Çünkü bu halk aşk filmi seviyor, komedi filmi seviyor. Daha cesurum Öykülerinizin tek ortak yanının cesaret olduğunu söylüyorsunuz. Ya yaşarken? Yazarken çok cesurum. Kendime sınır koymuyorum. Yaşarken de cesurum artık. Artık dediniz. 18 yaşında sinemayla başladı kariyerim. O zamanki ben ile şimdiki ben arasında duruş ve davranış farkı yok. Bu da kendime saygımı ve güvenimi arttırıyor. Ama 18 yaşında evlendim. Tiyatro okulu, bir filmde başrol ve dizi oyunculuğu olunca herkesin tanıdığı bir insan haline geldim. Tüm bunlarla bocalamadım. Esas cesaret bu duruşa sahip olmakmış. 10 yıl öncesinde o kadar da cesur değildim. Ama artık cesaretim beni mutlu ediyor. Peki ya evlilik? İkinci bir evliliği düşünmediniz mi hiç? Orhan Oğuz’la tanıştığımda 26 yaşındaydım. Defalarca evlenme teklif etmesine rağmen evlenmedik. 15 yıldır beraberiz. Kadınlara yüklenen sıfatlara, tanımlara ve sorumluluklara karşı olduğum için böyle bir duruş sergiliyorum. Orhan’ın oğlu Tunç, tanıştığımızda beş yaşındaydı, şimdi 21 yaşında. Evlenmedim ama oğlumun annesi oldum. Hangi imza bunu sağlayabilir ki? Mert Fırat ve İlksen Başarır C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle