18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 10 EKİM 2009 CUMARTESİ “Darbe” adlı sergi “darbe”nin bir kuşağın yaşamına ve sanatsal tavrına nasıl yansıdığının ipuçlarını veriyor. Sergide eski darbeci, yeni ressam Kenan Evren’in bir portresi yer alıyor. Eline silahı bırakıp fırçayı alan Evren, böyle bir portresinin yapılabileceğini hayal bile etmemiştir sanırız. Bir ‘sanatçının’ Sergi İstanbullu portreleri Bu yıl 36 Aralık tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenecek Contemporary Istanbul, ünlü fotoğraf sanatçısı Alexander Berg’in “One Shot İstanbul” projesi kapsamında çektiği İstanbullu portrelerini, Taksim Metrosu duvarlarında halkın beğenisine sunuyor. “One Shot” projesi, halkla işbirliği içinde düzenlenen bir portre fotoğraf çalışması. Alexander Berg’in daha önce New York ve Pekin’de hayata geçirdiği proje, her kesimden insan portrelerinden oluşuyor. Serinin her bir fotoğrafı, yalnızca tek bir çekimde polaroid film kullanılarak oluşuyor. Sergi, 25 Ekim’e kadar izlenebilecek. Açılışı 12 Eylül cuntasının 29. yıldönümüne rastlayan 11. Uluslararası İstanbul Bienali hem sezonu açtı, hem de pek çok farklı içerikli ESRA sergiyi peşine kattı. Bu tesadüf Bienal’in ALİÇAVUŞOĞLU ironik kimi çalışmalarında, özellikle de Cengiz Tekil’in işlerinde, somut olarak izlenebiliyor. Ancak bir sergi var ki direkt olarak 12 Eylül’ü kendine çıkış noktası olarak belirliyor. Tophane’de geçen yıl açılan Outlet’in açılış sergisi “Darbe”, bu 29 yıllık sürecin sanat tarihsel bir dökümünü yapmıyor elbette ancak Darbe’nin bir kuşağın yaşamına ve sanatsal tavrına nasıl yansıyabileceğinin ipuçlarını sunuyor. 1980’lerin, Türkiye’nin yakın tarihi bağlamında en önemli miladı oluşturduğu öne sürülebilir. Bu milat, sadece ekonomik, siyasal ya da sosyal alanlarda değil, o döneme dek olmadığı kadar geniş bir alanı kuşatmış olmasıyla da dikkat çekicidir aslında. Kuşkusuz bu tarih sanat tarihimiz açısından da bir kırılma noktasını işaret ediyor. Özellikle de dönemleştirme refleksine sahip biz sanat tarihçiler için… darbeci olarak portresi tartışmanın zamanı çoktan geldi sanırız. Bugün yaşadığımız bir çok gerçekliğin bu faşist yönetimin uzantısı olarak hayatımızdaki yerini aldığını kim tartışabilir ki zaten? “Darbe” işte bu dönemin zihinlere kazınan en kült imgesiyle açılıyor. Hürriyet Gazetesi’nin 12 Eylül 1980 tarihli yıldırım baskısı Halil Altındere tarafından “biricikleştiriliyor”. “Ordu Yönetime El Koydu” başlığıyla sekiz sütuna manşet bu yıldırım baskı, tuval üzerine yağlıboya üzerinde artık başka bir şeye dönüşmüş durumda. Buna eski darbeci yeni ressam Kenan Evren’in “sanatçının bir darbeci olarak portresi” diyebilirsiniz örneğin ya da “bir darbecinin sanatçı pozunda portresi”... Evren’in yüzündeki müstehsi gülüşün, arka arkaya sıralanmış yasaklarla nasıl bir tezat oluşturduğunu ise sanırız söylemeye bile gerek yok. Bir dönemin unutulmaya yüz tutmuş bu “gerçekliği” Altındere’nin deyimiyle “kötülük imgesi” bir daha unutulmayacak bir imgeye dönüştürülmüş oluyor böylece. İşin ilginci eline silahı bırakıp fırçayı alan Evren Paşa bu kez kendi silahıyla vuruluyor. 1990’ların başında, bugün sanatın kurumsallaşmasında başrolü oynayan Aksanat’ta bir ressam olarak sergi açan Evren, böyle bir portresinin yapılabileceğini hayal bile etmemiştir sanırız. Aksanat’tın yöneticilerinden biri olsam Altındere’nin bu çalışmasını alır, daimi olarak sergiler, Evren’e ressam sıfatı veren bir kurum olarak günah çıkartırdım. Serginin bir diğer ilginç çalışması ise Bengü Karaduman’a ait. Sanatçı da bir nevi darbe mağdurlarından. Ailesinin uzun yıllar Almanya’da yaşamak zorunda kalması 12 Eylül’ün sonuçlarından biri. Darbeye tanık olmamak ama darbenin sonuçlarının yaşamının yönünü belirlemiş “Kötülük imgesi” Bugün 1980 sonrası sanat dediğimizde, Türkiye’nin kültürel ikliminde gerçekleşen köklü değişimlerin önemli yansımalarını içeren yapıtlarla karşılaşıyor olmamız bu anlamda şaşırtıcı değil. “Dönemin ruhu” sanatçının da, yapıtın da ruhuna işliyor. 12 Eylül sonrasında depolitizasyonun da etkisiyle bireysel hikayelerin peşine takılan, takılmak zorunda bırakılan sanatçı, yepyeni kavramlar ve bağlamlar içinde buluyor kendini. 1990’lar ise 12 Eylül çocuklarının daha bir cesaretle, daha politik ve söylem çeşitliliğini sanatsal tavrının ana malzemesi yapmasıyla sıçramanın üst noktasına işaret ediyor. 1980’lerin bireyci, bireysel ve aynı zamanda yenilikçi sürecinin ivme kazandığı bu yılların ardından 12 Eylül’ü Yüksel Arslan ‘santral’da 20. yüzyılın yetiştirdiği en istisnai sanatçılardan biri olan Yüksel Arslan’ın, dünya ve Türkiye’deki koleksiyonlardan derlenen 500’ün üstünde yapıtı Levent Yılmaz küratörlüğünde hazırlanan sergiyle yedi ay süresince Garanti Bankası ana sponsorluğunda santralistanbul’da olacak. 1960’lardan beri Paris’te yaşayan istisnai bir sanatçının sanatını ve düşünce dünyasını, sanatçının etkilendiği kaynakların izini sürerek izleyiciye göstermeyi amaçlayan sergide bu doğrultuda “Tanıklıklar” başlıklı bir panel düzenlenecek. olması işlerine de yansıyor. Darbe ve sonrasının imgelerini arşivlerden çıkararak yüzsüz gölgelere indirgeyen sanatçı, bugünden geriye etkili bir bakış oluşturuyor. Servet Koçyiğit ise farklı ülkelerin asker üniformalarından anonim, hiç biryere ait olmayan yeni üniformalar geliştiriyor. Böylece güç dengelerinin kendilerini temsil biçimlerini sorguluyor, neyin bizi güçlü kıldığı sorusunu soruyor ve üniforma fetişizmine farklı bir boyut getiriyor. Serginin son işi Köken Ergun’un. Sanatçı oldukça ironik bir sorudan yola çıkıyor: “Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar? ” “Darbe”, geçmişin sadece güzel günlerden ibaret olmadığını, “normalleştirme” sürecinde unuttuklarımızı, bir darbeciden bir ressamın nasıl yaratıldığına dair tekrar düşünmemizi istiyor. Outlet//İhraç Fazlası Sanat Galerisi “Darbe” 10 Eylül – 17 Ekim 2009 Boğazkesen Cad. Kadirler Yokuşu No: 69 TophaneBeyoğlu, Tel: 0212 245 55 05 Tiyatro Stop the tempo Stop the Tempo gördüğü yoğun ilgi üzerine yeni mekanı Hayal Bistro’da seyircisi ile buluşmaya yeni sezonda da devam edecek. Romanya’nın asi yazarı Gianina Carbunariu’nun beğenilen oyunu “Stop the Tempo” günümüz Romanya’sındaki üç köksüz, bağsız, sıradan gencin yaşadıkları ani ve büyük dönüşümü anlatıyor. Yönetmenliğini Özen Yula’nın yaptığı, Sanem Öge, Selin Zafertepe ve Sezgi Mengi’nin oynadıkları oyun 12 Ekim’den itibaren her Pazartesi gecesi saat 21.00’da Beyoğlu Hayal Bistro’da sahne alacak. Sağdıç: ‘Tiyatroyu bile vizörden izliyorum’ Ozan Sağdıç, 1956’nın başlarında Cumhuriyet gazetesinde fotoğraf meraklılarından kartpostallarda kullanılmak üzere İstanbul manzaraları satın alınacağına ilişkin bir ilan görür. İlan Yapı Kredi Bankası’nın Doğan Kardeş SERDAR Matbaası’na aittir. Sağdıç’ın İstanbul arşivinden 10 fotoğrafını filmleriyle satın alırlar, yüklü de para AĞIR öderler. O para ile iyi bir makine satın alır. Gururla söylüyor: “İlk makinemi yine fotoğraftan kazandığım para ile almış oldum.” İlk sergisini 1959’da Balıkesir’de açmış. Aynı yıl Ara Güler’le birlikte İstanbul’da edebiyatçı portreleri sergisini açmışlar. Ankara’daki ilk sergisini 1961 yılında açmış. Yıllar, diğerlerini de beraberinde getirmiş... Sağdıç, yıllarca Devlet Tiyatroları’nın sahne fotoğraflarını çekmiş. Turizm Bakanlığı 60’lı yıllarda fotoğraf ihtiyacının büyük bir bölümünü Ozan Sağdıç’ın arşivinden sağlamış. 1930’lardan başlayıp 5060’lı yıllara kadar süren ve Henri CartierBresson’un öncülük ettiği gerçeklik akımını, Hayat mecmuası ile Türkiye’ye taşıyan kuşağın bir temsilcisi Sağdıç. Buyrun onunla keyifli bir söyleşiye... Neden “Fotoğraf Sanatçısı” deniliyor? Türkiye’de kavramlar yerine oturtulurken bazı terim yanlışlıkları yapıldı. Bunlardan birisi bence “fotoğraf sanatçısı” lafı. Çünkü fotoğraf sanatçısı dediğimiz zaman fotoğrafı önceden sanat olarak kabul ediyorsunuz ve bunun sanatçısı olarak takdim ediyorsunuz o işle uğraşanı. Halbuki her fotoğrafla uğraşan sanatçı değildir ki. Fotoğraf bir ortamdır. Bu ortam çeşitli amaçlarla kullanılır. Bu arada sanat amacıyla da kullanılabilinir. Terimin doğrusu aslında fotoğraf sanatçısı değil “sanat fotoğrafçısı” olması gerekirdi. O zaman sanatla uğraşan fotoğrafçıyı ayırt etmiş oluyorsunuz, bütün o profesyonel fotoğrafçılardan, amatör fotoğrafçılardan, her türlü fotoğrafla uğraşan kişilerden sanatla uğraşan fotoğrafçıyı ayırt etmiş oluyorsunuz. Fotoğraf sanat mıdır? Fotoğraf bir araçtır. Amaç sanat yapmaksa sanat olur. Amaç yetmiyor bir de erişme noktası var, onu da sen takdim edemezsin. Onu başkaları kritik edip sanatçı sıfatını verirler veya vermezler. Fotoğraf derneklerinin kurslarına gidip de ben fotoğraf sanatçıyım diye kart bastıramazsınız. Sanat yapan bir insan dördüncü boyuta yayılmak için bir eser bırakmak, bir anılma duygusu yaşamak ister. Yani ölümsüzlük arzusunu. Fotoğraf gerçeği diye bir şey var. Fakat soyut çalışmalar veya bir takım amaçlı çalışmalar, yani kurgusal çalışmalar gerçeğin uzağında yer alıyor. Fotoğraf çekerken görünmez olurum Fotoğraf sizce ne ifade ediyor? Fotoğraf önce biçimiyle yani kompozisyonuyla, siyahbeyaz dengesiyle, örgüsüyle, formuyla, dış estetiğiyle insanı kendine çeker. Ondan sonra yavaş yavaş içine nüfuz eder, bu sefer de iç estetik başlar. Yani ifade; neyi ifade ediyorsun? Soyut bir şey de olabilir ama yine de bir ifadesi vardır. Fotoğraf bir öykü anlatmalıdır ki anlam kazansın. Fotoğrafta biçimsel olarak doğru ve insana zevk verici bir düzenleme olmalı, hem de ifade bütünlüğü olmalı, her şey bitmişlik havası vermeli ve bundan daha iyisi olmaz dedirtmeli. Henri CartierBresson’la bir bir sohbetimizde şöyle demişti, “Bir fotoğrafçının 10 tane fotoğrafı hatırlanabiliyorsa o iyi fotoğrafçıdır.” Bunun için çok çalışmalıyız “hatırlanabilir fotoğraf” özelliğini ancak yetenekli kişilerde bulabiliyoruz. Sizce fotoğraf çeken kişi objektifini yönelttiği şeyleri yeniden mi var ediyor yoksa bazı şeyleri yok mu ediyor? Fotoğraf çekerken görünmez olurum, kendimi unutturmaya çalışırım. Fotoğrafı çektiğim kişinin kendi havasında olmasını sağlarım ki bazı şeyler yok olmasın. Belirli mesafeden onların izleyicisi olurum. Fotoğrafını çekeceğim kişinin hayatını sorgularım, sohbet ederim, başka düşüncelerde olmasını sağlarım, poz vermesini önlerim. Aslında bazı şeyleri yok ediyoruz ya da gizliyoruz. Dünyaya vizörden bakmak nasıl bir duygu? Fotoğraflarımda başka fotoğrafçılarda olmadığı kadar bir ironi mevcuttur. Elimde bir fotoğraf makinesi olmasa bile çıplak gözle kompozisyon yaratarak her zaman kareliyorum görüntüleri. Hatta tiyatroya gittiğim zamanlar çıplak gözle seyretmek yerine vizörden seyretmeyi tercih ediyorum. Birimiz Hepimiz Hepimiz AKUT Tiyatrokare ve AKUT çözüm ortaklığı yaparak Marmara Depreminin onuncu yılında önemli bir sosyal sorumluluk projesine imza atıyor. Nedim Saban’ın yeniden hayata geçirdiği Beş Kafadarlar Çocuk Tiyatrosu prodüksiyonu olarak sahnelenen çocuk müzikali “Birimiz Hepimiz Hepimiz AKUT”, yarın ve 12 Ekim’de saat 13.30 ve 15.30’da sadece dört oyun için Profilo Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. Oyun, iki ayrı kadro tarafından tüm Türkiye’de eş zamanlı olarak çeşitli okullar, kültür merkezleri ve belediyeler için sosyal sorumluluk projeleri kapsamında oynanacak. sinemdonmez?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle