17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Konser 4 10 EKİM 2009 CUMARTESİ Bir müzisyenin kendini Karayip ritimleri Latin dünyasının en sevilen isimlerinden Sergent Garcia, bu akşam Babylon sahnesinde olacak. Fransız sanatçı müziğinde reggae, salsa ve rock gibi farklı tarzları başarıyla harmanlıyor. Garcia aynı zamanda ‘salsamuffin’ adını verdiği yeni bir türün de yaratıcısı oldu. Salsa egemenliğinde yazdığı enerjik şarkılarında, sevgi, yoksulluk ve hatta Şamanizm gibi konulardan bahseden Garcia’nın Jamaika, Küba ve Fransa’da kaydedilen albümü Karayipler’in keyifli ritimlerini barındırıyor. (0212 292 73 68, biletler 35 ve 25 TL) eğlendirme Türk, Latin Amerika ve Afrika vurmalı çalgılar ustası Engin Gürkey, son albümü ‘BalkanİST’i yayınladı. Eğlenceli ve ritmik Balkan ritimleriyle dolu albümün çıkış noktası müzisyenin kendini eğlendirmek istemesi. Sanatçı 12 Ekim Pazartesi Nardis Jazz Club’de, 15 Ekim Perşembe ise Jolly Joker Balans’da iki konser verecek. dokuz yaşındayken konservatuvara giriyor. Orada aldığı Klasik Batı Müziği eğitimini genişletiyor. Davulun büyük bir coğrafyaya yayılması onu caz, pop ve folk gibi farklı müzik tarzlarıyla tanıştırıyor. albümü Çok müzikli müzisyen Öğrenciler bir arada Farklı konseptlerdeki mekanlarına altıncısını ekleyerek hızla büyüyen KafePi Group, şimdi de üniversite öğrencilerini bir araya getirmek için tek günlük bir festival düzenliyor. Maçka Küçükçiftlik Park’ta yarın gerçekleşecek ‘TanışaRock’ festivalini Özge Fışkın ve Kurban birbirinden güzel parçalarıyla renklendirecek. Festival kapsamında çevre, eğitim ve spor alanları başta olmak üzere pek çok farklı etkinlik de düzenlenecek. (0216 556 98 00, biletler 14 ve 34 TL) Caz piyanisti James Müzik tarihine, fusion ve smooth caz akımlarının kurucusu olarak adını altın harflerle yazdıran efsane caz piyanisti Bob James ve grubu; 13 ve 14 Ekim akşamları JC’s İstanbul Jazz Center’da muhteşem bir performans sergileyecek. 40 yılı aşan kariyerinde, iki Grammy ödülü kazanan ve 35’in üstünde albüm kaydeden James, Al Pacino’nun rol aldığı “The Serpico” filminin aranjörlüğünü yapmıştı. Ayrıca James’in besteleri ‘Taxi’ adlı televizyon dizisinin tanıtım müziği olarak kullanılmıştı. (0212 327 50 50) Sakin konseri İlk albümleri ‘Hayat’ ile büyük ilgi uyandıran Sakin, 16 Ekim Cuma akşamı Ghetto’da müzikseverlerle buluşacak. Şimdiye kadar Blue Jean, Yüxexes, Volume, Bant, Roll ve Dream TV’den pek çok ödül alan topluluk, rock müzik dünyasının kalıcı isimlerinden olduğunu kanıtladı. Özdemir Dereli, Onur Özdemir, Cenker Kökten ve Soner Özışık’tan oluşan Sakin konserde sevenleri için en beğenilen şarkılarını sabahın ilk ışıklarına kadar seslendirecek. (0216 556 98 00, biletler 28.50 ve 23.50 TL) sirin.guven?gmail.com Engin Gürkey Türkiye’nin en önemli perküsyoncularından. Onun öyküsü de müzisyen kimliği kadar dikkat çekici... İlk müzik aleti 1992’de konservatuvardan mezun oluyor ve yüksek annesinin örgü şişleri, ilk öğretmeniyse lisansa devam ediyor. Aynı zamanda İstanbul ŞİRİN babası... Gürkey’in altı yaşına dair Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim hatırladığı tek şey, şişleri yastıklara, GÜVEN duvarlara vurarak eğdiği için annesinden üyeliğine de başlıyor. Yüksek lisansı bitirip akademisyenliğe devam ediyor. Hatta bugün bile... yediği fırçalar. Türkiye’de perküsyon topluluğu müziği olmadığını fark İlginç öyküsü burada da bitmiyor. Babası Gürkey’in ettiğinde yıl 1992. Böylece Türkiye’nin ilk vurmalı müziğe olan ilgi ve yeteneğini keşfediyor ve bir gün çalgılar topluluğunu, ‘İstanbul Vurmalı Çalgılar oğluna eskimiş bir seramik darbuka alıyor. Ancak Topluluğu’nu kuruyor. Bu arada Gürkey bir yandan Gürkey daha küçük, bir gün elinden düşürüyor ve piyanoyla besteler yapmaya başlıyor. 1995’te Birol darbuka tuzla buz oluyor. İmdada yine baba yetişiyor. Yayla ve Şenol Filiz ile tanışıyor ve “Yansımalar” Eve gümüş kaplamalı bir darbukayla girdiği gün grubuna dahil oluyor. Böylece Gürkey’in bestelerini Gürkey’in hayatının dönüm noktası belki de. Fiyatını beraberce çalmaya başlıyorlar. Ardından “İnce Saz” hâlâ hatırlıyor Gürkey, tam 25 kuruş. Babası “Bu çok grubuna giriyor Gürkey. Besteler yine devam tabii. Bir önemli, değerli” diyor ama Gürkey darbukanın yandan 2000’e gelene kadar Gürkey beş yüz civarı parıltısını görür görmez anlamış bile zaten. Hem ne albümde çalıyor, bir o kadar da konserde. MFÖ’den kadar değerli olduğunu, hem de müziğin yaşamına öyle Sezen Aksu’ya, Candan Erçetin’den Sertab Erener’e bir pırıltı getireceğini... Zamanında perküsyon ve davul ve Nilüfer’e kadar... Sonra kendi yolunda ilerleyebilmek okumak istemesine rağmen müzisyenlerin ‘çalgıcı’ için 2000 yılında Engin Gürkey Perküsyon olarak aşağılandığı o yıllarda müzik okuluna gidememiş Topluluğu’nu kuruyor ve bir albüm çıkarıyor. Gürkey’in babası. Ama oğlunun ilk müzik Yansımalar ve İnce Saz’da müzikseverlerle paylaştığı öğretmenliğini yapmış. Gürkey sekiz yaşında babasını şarkıları daha geleneksel formdaydı. O şarkıları ve kaybetmiş. Babası annesine vasiyeti hâlâ Gürkey’in yenilerini klasik batı müziğiyle harmanlanlayarak kulaklarında: “Bu çocuğu konservatuvara sunuyor. Daha sonra “Engin Gürkey Ensemble” yazdırmazsan iki elim yakanda olur”. Gürkey’in projesi geliyor. 2006’da Türkiye’nin ilk ve tek kadın hayatını etkileyen, profesyonel müzik yaşamına perküsyon topluluğu Zilli’yi kuruyor. 2007’de ise girmesini sağlayan da bu “Güldede” albümünü çıkarıyor. Bestelerini sözler aslında. arzuladığı gibi Batılı bir anlayışla çalıyor. Doğu Böylece ile Batı’yı birleştirdiği müziğine “modern 2001 1976’da, Türk müziği” diyor. yılında Müziğinde hiçbir zaman coğrafi Engin Gürkey kimliğini kullanmak istemeyen Perküsyon Gürkey’in aslında kökleri de Atölyesi’ni kuran müziğe sıkı sıkı bağlı. Babası müzisyen yüzlerce Arnavut, annesi Selanik müzik adamı göçmeni... Son projesi yetiştirmeye başladı. “NabızBalkanİST”in Gürkey bunun için bir doğuşu da böyle belki de. eğitim programı Kendini “çok müzikli müzisyen” olarak hazırladı. Sonra bu tanımlayan Gürkey program çeşitli okullarda müziğin kültürün bir ve İTÜ Müzik İleri parçası olduğunun Araştırmalar Vakfı’nda farkında. Bu projesi “Bir müfredata konuldu. müzisyenin eğlence Böylece Gürkey, müziği olamaz mı” kendi atölyesiyle sorusuyla ortaya çıkıyor. eş zamanlı olarak “Düşünsenize ciddi pek çok müzik müzik yapıyorsunuz, tutkununu temsiller, operalar falan... eğitmeye Evime geliyorum zaten sabahtan akşama kadar devam klasik müzik çalmışım. Ben ediyor. nasıl rahatlayacağım” diyerek yola çıkan Gürkey kendini eğlendirmek için çok neşeli, acayip ritmik bir albüm çıkarıyor. Malum kendi de Balkan göçmeni... Albüm için Bregovich de karşılıksız olarak şarkı hediye ediyor. Böylece modern Balkan müziğinin en güzel örnekleriyle dolu “BalkanİST” albümü çıkıyor. Seksenlerin sesleri Otto’da Zoot Woman bu akşam İstanbul’da. Elektroclash tarzının öncülerinden olan grup son albümleriyle beklenenin üzerinde bir başarı göstermişti. Zoot Woman bir kez daha İstanbul’da. Elektronik müzikte doksanlı yılların ikinci yarısıyla birlikte ortaya çıkan elektroclash tarzının öncülerinden kabul edilen kabul edilen grup Ağustos ayının sonunda üçüncü stüdyo albümleri “Things Are What They Used to Be”yle beklentilerin bile üzerinde bir başarı göstermişti. Son yıllarda sık sık Türkiye’de de performans sergileyen Zoot Woman, bu akşam Otto Santral’da olacak. Birçok şarkısında enstrümanları, vokalleri ve kullandıkları efektlerle seksenler elektro müziğine göndermeler yapan grubun kurucularından Adam Blake akşam yapacakları gösteri öncesi sorularımızı yanıtladı. İlk çıkış şarkınız “Sweet To The Wind”den beri müziğiniz nasıl bir değişime uğradı? Sadece en son şarkınız kadar iyisinizdir. O yüzden her zaman kendimizi geliştirmek için uğraşıyoruz ve yeni bir şeyler deniyoruz. Stuart’la birlikte Zoot Woman’ı kurduğumuzda sözleri olan şarkılar yazmak istiyorduk ama bir vokalistimiz yoktu. Ancak, Johnny Blake gruba katıldığında şu an sahip olduğumuz tarzda müzik yapmaya başladık. Grubunuzun kurulduğu yıllarda new wawe etkileri elektronik müzikte yeni bir akım olarak görülüyordu. Zoot Woman’la aynı tarzda çalan gruplar müzikte neyi değiştirmeye çalışıyordu? Genel olarak müzik görünümünü değiştirmek gibi bir amacımız yoktu. Sadece bize özel bir sound yaklamaya çalışıyorduk. Kendi tarzımızı edinmek bizim için her zaman önemli olmuştu. Yeni bir grupsanız bu tip şeyleri saf bir şekilde denersiniz ve pekçok şey aslında kazara ortaya çıkar. Zoot Woman çoğunlukla dinleyicisine seksenlerin atmosferini yaşatan bir grup olarak biliniyor. Gerçekten o dönemle böylesi sıkı bağlarınız var mı? Hepimiz seksenlerde büyüdük ve o yılları her zaman müzik için ilham verici bir dönem olarak gördük. Ne kadar o dönemden uzaklaşırsak önemini o kadar fazla anlıyoruz. “Things Are What They Used to Be” beklentileri bile aşan bir albüm olarak piyasaya çıktı. Üretim döneminizde her zamanki çalışma yöntemlerinizi mi uyguladınız yoksa yeni deneyimlere mi ağırlık verdiniz? Aslında her ikisi de. Bazen turnedeyken her fikir üzerinde ayrı ayrı çalıştık. Fakat hepsini stüdyoda beraber bir araya getirdik. İstanbul seyircisi sizin sahne performansınızı çok seviyor. Bu akşam yeni sürprizlerle karşılaşacaklar mı? Sahnede şarkıların kayıtlardan farklı versiyonlarını çalmayı seviyoruz. Bazen albümü dinlerken asla fark edemeyeceğiniz şeyleri çalarken görebiliyorsunuz. Sanırım bunu bir film ardından da onun kitabını okumakla bir tutabiliriz, ya da tam tersi. DENİZ ÜLKÜTEKİN BİRİLERİ Alternatif rock grubu Muse, yeni yayımladığı albümüyle son günlerde yine bütün dünyada müzik basınının gözdesi. İngiliz grubun Türkiye’de de önemli bir dinleyici kitlesi var. 2006 yılında Rock’n Coke’taki performansları öylesine etkileyiciydi ki, müzikseverler bir kez daha hayran olmuştu gruba... Muse’u o konserde canlı dinleme şansını yakalayan herkes gibi, ben de yeni albüm “The Resistance“ı heyecanla bekliyordum. “Acaba bir önceki albümleri Black Holes and Revelations kadar iyi bir albüm yapabilecekler mi?“ diye merak ediyordum. Gereken yanıtı “The Resistance” verdi: Üç yıl aradan sonra muhteşem bir dönüş yaptı Muse! Senfonik rock, disko ve glam rock’ın çok başarılı bir şekilde birleştirildiği yeni albüm, Muse’un beşinci stüdyo çalışması. Aslında bu, grubun farklı türleri buluşturduğu ilk çalışma değil. Değişik etkilere açık olmaktan hoşlanan bir grup Muse. “Black Holes and Revelations”da, Balkanlar ve Ortadoğu etkisi vardı. Yeni albümde, buna ek olarak, klasik müzik etkisi ön plana çıkıyor. Grubun beyni Matt Bellamy’nin (vokalist/ gitarist/ piyanist), uzun bir süredir klasik müzikle ilgilendiğini biliyoruz. Shostakovich, Philip Grass, Richard Strauss, Chopin ve SaintSaens gibi müzisyenlerin “The Resistance”a ilham kaynağı olmasının ardında da onun olduğu anlaşılıyor. ZÜLAL KALKANDELEN Küresel korporatokrasiye karşı rock söylüyor Bellamy. Birincisi, bütün hükümetlerden daha güçlü hale gelen dev şirketlere, yani küresel korporatokrasiye karşı bir direnişten söz ediliyor. İkinci boyutu ise, Gandhi tarzı barışçıl bir direnişi işaret ediyor. Bu görüşe göre, farklı dinler ve politik görüşler arasındaki sınır, sevgi sayesinde aşılacak ve bir noktada, inançların insanları tanımlamadığı anlaşılacak... Umarım bu dileğinde haklı çıkar Muse... Albümün en vurucu şarkısı “United States of EurasiaCollateral Damage” da, küresel korporatokrasiyi konu alıyor. Çok uluslu holdinglerin dünyanın yönetimini ele geçirişi, yaklaşık 6 dakika süren parçada mükemmel bir müzikal uyumla anlatılıyor. Rock tarihinin unutulmaz gruplarından Queen’in “Bohemian Rhapsody” ve “We Are the Champions” adlı parçalarından esintilerle başlayan şarkı, önce Ortadoğu tınıları ile kaynaşıp, en sonunda da Chopin’in “Nocturne” başlıklı eseri ile sona eriyor. Muse üyeleri, belli ki bu şarkıyla Queen’e saygı sunmak istemiş. Ne de olsa, klasik müzikle rock’ı onlardan çok önce buluşturup tarihe geçen Queen’di... 12 dakikalık senfonik rock Bazı rock dinleyicilerinin yakınmasına yol açacak olsa da, albümde cesaretli adımlar atmış Muse. Örneğin, albümün kapanışını, tamamı 12 dakika süren, space rock türünde “Exogenesis” adı verilen bir senfonik üçleme ile yapmışlar. Rachmaninov, Richard Strauss, Chopin ve Pink Floyd’dan esinlenip gitarla buluşan bu Muse senfonisi, kanımca albümün en şaşırtıcı kısmı. Senfoninin arkasında yatan konsept ise, ürkütücü ama ilginç: İnsanlığın yok olmaya başladığı bir gezegende, tüm umutlar, başka bir gezegende yaşam kurma çalışmalarını sürdüren astronotlara bağlanmış... İçinde yaşadığı dünyayı hızla yok eden insanlara çok ağır bir uyarı gönderiyor Muse. Ve bunu öylesine güzel bir melodi ile yapıyor ki, o korkutucu gerçeği aklınıza kazıyor... Albüm hakkındaki ilginç bir bilgi de, “MK Ultra” adlı şarkıyla ilgili... Sert gitarlarla dikkat çeken bu parça, 1950’li ve 60’lı yıllarda insan hafızasının kontrolü üzerine yürütülen CIA projesi “MKUltra”yı konu ediyor. Kimilerine göre fazla politik bir albüm olmuş “The Resistance”... Burada “Müzik dünyayı değiştirir mi değiştiremez mi?” tartışmasına girmek için fazla yerim yok. Ama şunu söylemek isterim ki; müzik, belki dünyayı tümüyle değiştiremez ama fark yaratabilir... Şanslıyız ki, Muse üyeleri gibi sahip olduğu yeteneği dünyada fark yaratmak için kullanan müzisyenler var... [email protected], www.zulalkalkandelen.com Queen’e saygılar... Söz konusu Muse olunca, “The Resistance” (direniş) adını taşıyan bir albümün politik temalı olduğunu tahmin etmek zor değil. Çünkü başta Bellamy olmak üzere Muse üyeleri, dünyada olup biten politik olaylara karşı oldukça duyarlı. 11 Eylül’ün Amerika’nın içindeki güçler tarafından planlandığını söyleyen de, İngiltere’deki parlamenter sistemin çağdışı kaldığını ve ülkede artık demokrasi olmadığını savunan da Matt Bellamy... Bu yeni albüme ismini veren direnişin iki boyutu olduğunu RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle