Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Süper Baba, İkinci Bahar, Alacakaranlık, Yabancı Damat, Kiracı gibi önemli eserlere imza atan usta yazar Sulhi Dölek’in 1996 Büyük Edebiyat Ödülü’nün de sahibi olan aynı adlı kitabından yola çıkılarak projelendirilen yepyeni ve ilklerle dolu bir film Kirpi. Sulhi Dölek’in ölümünün ardından Erdal Murat Aktaş’ın projelendirilip çekilen filmde Mazhar Alanson, Güven Kıraç, İrem Altuğ ile Birsen Dürülü rol alıyor. Film birbirlerinden intikam almak için her yolu deneyen iki inatçı düşmanın, oldukça masum başlayan çekişmelerinin giderek çığırından çıkarak ülke çapında bir kargaşaya yol açmasını oldukça komik bir dille anlatıyor. Kirpi’nin kahramanları arasında basit bir intikammış gibi başlayan olaylar akıl almazlık dozu giderek artan misillemelerle bir çığ gibi büyüyerek çevrelerinde yaşayan herkesin başını belalara saran büyük bir hesaplaşmaya dönüşüyor. ? Kirpi ? Prenses Lissi ve Kar Adamı Yeti (Lissi & The Wild Emperor) Micheal Buly Herbig’in yönettiği ve Halil Ergün, Hümeyra, Şevval Sam ile Yekta Kopan’ın seslendirdiği animasyon filmde, Lissi ve İmparator Franz muhteşem bir hayat yaşamaktadır. Lissi kaçırılana kadar çiftin mutlulukları dillere destandır. Çirkin ve ukala Kar Adamı Yeti, Prenses Lissi’yi kaçırır. Kendi hayatını kurtarmak için girdiği pazarlık sonucu, bulduğu en güzel kadını şeytana götürmek zorundadır. Fakat korkusuz kral Franz, güzel prensesini Yeti’ye yar etmeye niyetli değildir. Ron Howard’ın yönettiği filmin başrollerini Michael Sheen, Frank Langella, Rebecca Hall ile Toby Jones paylaşıyor. Film, Demokrat Parti merkezinin adamlarınca gizlice dinlendiği ortaya çıktıktan sonra saygınlığı dibe vuran ve itibarını kurtarabilmek için çeşitli çıkış yolları arayan, ABD eski Başkanı Richard Nixon ile adını bir anda bütün dünyaya duyurmak isteyen televizyon sunucusu David Frost arasında meydana gelen ve ikisinin de hayatının akışını değiştiren, söz ve düşünce düellosu şeklindeki tarihi televizyon karşılaşmasının öyküsünü konu alıyor. (Pride and Glory) Gavin O’Connor’un yönettiği ve Edward Norton, Colin Farrell, Jon Voight ile Noah Emmerich’in oynadığı Zafer ve Gurur, nesillerdir polis olan bir ailenin New York şehri emniyet teşkilatı içinde gerçekleşen bir rüşvet skandalında karşı karşıya geldikleri süreci anlatan sürükleyici bir yapım. Dört New York polisi öldürülünce, tüm teşkilat alârma geçer. Polis Şefi Francis’in, dedektif oğlu Ray, yitirilen polislerin, ağabeyi ve kayınbiraderiyle omuz omuza çalıştıklarını bildiği için kabul eder. Dava, bir uyuşturucu baskını gibi görünse de, Ray birilerinin uyuşturucu tacirlerini uyardığını fark eder. Daha da kötüsü, ipuçları kardeşi ve kayınbiraderini işaret eder. Ray, aile ile teşkilat arasında kalmıştır. ? Frost / Nixon ? Zafer ve Gurur Yaşayan en büyük sinemacı ALPER TURGUT alperturgut.blogcu.com Aktör, yönetmen, yapımcı, besteci... Karizmatik, yakışıklı ve üstün yetenekli… Clint Eastwood, yaşayan en büyük sinemacılardan... O, son derece soğukkanlı ve mütevazı aynı zamanda sabırsız ve tez canlı… Dile kolay, 79 yaşındaki bu “yalnız kovboy”, oyunculukta 54, yönetmenlikte ise 38 yılı geride bıraktı. Hollywood yıldızı olmayı asla sığınak bellemeyen, büyük bir disiplin ve çalışmak daha fazla çalışmak düsturuyla hareket eden Eastwood, bugüne dek dört kez Oscar heykelciğini kucaklamasını (toplamda 100 ödülü var) bildi. Oscar alan en yaşlı yönetmen sıfatına sahip Eastwood’un, en hızlı film çeken sinemacı olması da ayrıca takdire şayan… O, şarap gibi yıllar geçtikçe kıvamını buluyor, şaşırtarak sarsarak ve ağlatarak yürüyüşünü sürdürüyor. SON DURAK; SİNEMA Clint Eastwood, dünyayı saran büyük ekonomi buhranının ertesinde, 31 Mayıs 1930 günü San Francisco’da doğdu. Babasının işi dolayısıyla göçebe hayatı yaşadığı çocukluk yıllarının ardından Eastwood, Oakland Teknik Okulu’nu bitirdi. O, son durak sinemaya dek birçok işe girip çıktı, neredeyse uzmanlaşmadığı alan kalmadı. Oregon’da odunculuk işi için baltasını kuşandı ve hatta giydi tulumunu demirçelik fabrikalarında işçilik yaptı. Onu barmenlik ve cankurtaranlık da kesmedi, bir dönem pek meşhur Sunset Bulvarı’ndaki benzincide çalıştı. Müzik tutkusunu ve caz piyanistliğini de unutmayalım. Amerikan Ordusu’na 1948 yılında yazılan Eastwood, Kore Savaşı’na da katıldı ancak askerliğini cephede değil, yüzme hocalığı görevini üstlenerek tamamladı. Onun sinemada tutunması ise sanıldığı kadar kolay olmadı, birçok yapımcı, elmacık kemiklerinin çıkıklığını bahane ederek Clint Eastwood’a rol vermeye yanaşmadılar. Ancak o, beyazperdeyi sevdi ve azmetmesini bildi. 1950’li yıllarda haftalık 75 dolarlık yevmiye ile “B sınıfı” filmlerde yan karakterlere can verdi. Uzun soluklu TV dizisi “Rawhide” ise, onu figüranlıktan çıkartıp aktörlüğe taşıdı. Her Alman Nazi değildir The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler/1994), XMen (2000), Superman Returns (Superman Dönüyor/2006) filmlerinin başarılı yönetmeni Bryan Singer ve Oscar ödüllü (Olağan Şüpheliler)senarist ASLI arkadaşı Christopher , çocukluklarını SELÇUK McQuarrie geçirdikleri New Jersey’deki evlerinin arka bahçesinde 8 mm kamerayla İkinci Dünya Savaşı konulu filmler yaparlarmış. Ünlü yıldız Tom Cruise’un çocukluğu da Nazileri, Hitler’i öldürme isteğiyle geçmiş. Nazi Almanyası’na ilgi duyan bu üç sinemacının yolları 2007’de Valkyrie’de (Operasyon Valkyrie) kesişir. Apt Pupi l(1998) ve XMen’de Nazileri anlatan Bryan Singer, üç çizgi roman (XMen, XMen 2 (2003), Superman Dönüyor) uyarlamasının ardından küçük bütçeli bir film yapma kararı verir. Konu hem Bryan’ın hem de Christopher’ın ilgi duyduğu Nazi Almanyası olacaktır. Ön araştırma için 2002’de Berlin’e giden Christopher, Hitler’e yapılan onbeşinci suikast girişiminin lideri olan Albay Claus von Stauffenberg ve grubunun kurşuna dizildiği, Alman direnişinin simgesi olan Bendlerblock anıtını görünce derinden etkilenir. Yönetmenle senaristi, Avrupa’da, 20 milyon dolar bütçeyle, tanınmamış oyuncularla Hitler’e karşı direnen subayları anlatan ufak bir yapım gerçekleştirmeyi düşünürler. Chris, projeyi Tom Cruise’un sahibi olduğu United Artists’e götürmeyi önerir. Tom Cruise’un filmlerini izleyerek büyüyen Bryan’la Chris’in kafasında Stauffenberg’i aynı yaşta olan, fizik olarakta benzeşen Cruise’un oynaması düşüncesi vardır. Olağan Şüpheliler’i gördükten sonra Singer’la çalışmak isteyen Cruise, Valkyrie’nin yapımcılığını kabul eder, filmin bütçesi böylece 20 milyon dolardan 75 milyona çıkar. Cruise aynı zamanda başrolü de üstlenir. ortadan kaldırmayı tasarlayanlar arasında Führer’i protesto edip ordudan ayrılan General Ludwig Beck(Terence Stamp), General Friedrich Olbricht (Bill Nighy), politikacı Dr. Carl Friedrich Goerdeler (Kevin McNally) vardır. Nazilerin hergün binlerce Yahudi’yi katlettiği, bu cinayetlerin Almanlarca durdurulması gerektiğini düşünen, vatanlarını çok seven bu gruba 1943’te Tunus’ta sol gözünü, sağ elini, sol elinin iki parmağını kaybeden Albay Claus von Stauffenberg’de (Tom Cruise) katılır. Stauffenberg’i bir hümanist olarak tanımlayan Singer, “Albay olarak görevini biliyordu ama aynı zamanda Nazilerin korkunç şeyler yaptıklarını da biliyordu. Onun albay ve suikastçı olarak çifte kişiliğini Superman’kine benzetiyorum” diyor. Karısı Kontes Nina (Carice van Houten) ve dört çocuğuna uzun bir süre sonra yeniden kavuşan soylu, katolik Claus von Stauffenberg, Hitler Almanyası’nı artık tanıyamamaktadır. Böyle bir Almanya istemediğini, ülkesini sevdiğini, yoketmeye, soykırıma, dünyayı ele geçirmeye kalkan ülkesini bu zorbadan temizlemeye karar veren Albay, ailesinin geleceği pahasına bu zorlu görevi üstlenir: O ülkesini ve dünyayı bu inanılmaz zulümden kurtaracaktır. MAĞRUR KOVBOYDAN “FAŞİST” DEDEKTİFE “İyi, Kötü ve Çirkin”, “Bir Avuç Dolar”, “Birkaç Dolar İçin”... Ünlü İtalyan rejisör Sergio Leone’nin çektiği Spaghetti Westernleri’nde başrolü üstlenmek, Clint Eastwood’a 7. Sanat’ın kapılarını sonsuza dek araladı. Büyük bir sükunet ile beslenip gözlerini kısarak bakan, ağzının köşesine yerleştirdiği sigarasıyla karizmasına karizma katan, bu 1.93’lük mağrur ve kahraman silahşor, adını sinema tarihine altın harflerle yazdıracaktı. Avrupa turunun ardından Clint, atından inip “Kirli Harry” serisiyle şehre dadandı. 44’lük Magnum’la donanan, sert, acımasız ve kural tanımaz polis müfettişi Kirli Harry Callahan’a can veren Eastwood, yönetmen Don Siegel’in fetiş oyuncusu olmuştu. Eleştirmenlerin faşist yaftasını yapıştırmasına rağmen buz adam Harry kısa bir sürede efsane mertebesine ulaştı. 1980’lerde ayağı tökezlese de tekrar ayaklandı. Ve onun oynadığı 60’ı aşkın filmden en akılda kalanları: “Alcatraz’dan Kaçış”, “Kartal Yuvası”, “Kadın Affetmez”, “Ölümün Sesi” ve “Ateş Hattında”… Clint, ilerleyen yıllarda ufkunu açanlara vefasını gösterecekti, işte tam da bu yüzden en iyi yönetmen ödülüyle taçlandırılan güzeller güzeli kovboy destanı “Affedilmeyen”i, Leone ve Siegel’e adadı. Artık bugün biraz da yaşı gereği oyunculuktan ziyade yönetmenliğe meyletse de, ülkemizde henüz vizyona girmeyen bağnaz bir Kore gazisini canlandırdığı son filmi “Gran Torino”da (klasikleşmiş Ford marka araba) yine döktürüyor. CLİNT MÜTHİŞ BİR LİDERDİR… “Ölümün Sesi”, “Kabadaki Yabancı”, “Esinti”, “Kanunsuz Josey Wales”, “Namludaki Adalet”, “Bird”, “Yasak İlişki”, “Kusursuz Dünya”, “Gizemli Nehir”, “Milyon Dolarlık Bebek”, “Atalarımızın Bayrakları”, “Iwo Jima’dan Mektuplar”, “Sahtekâr”… Aktörlüğüne kimsenin diyecek bir lafı yok ama özellikle son yıllarda Clint Eastwood’un aklı fikri yönetmenlik koltuğunda… O hiş kuşkusuz, büyük yönetmenler Steven Spielberg, Martin Scorsese ve Francis Ford Coppala kadar üretken ve kabiliyetli… Film müziğini kendisi yapıyor ve setin tek efendisine itiraz etmeye kimse cüret edemiyor. Yıllardır aynı ekiple çalışan bu mükemmeliyetçi sinema adamının en büyük keyfi güzel hikâyelerin peşine düşmek. Son filmi Sahtekâr’ın başrol oyuncu Angelina Jolie, Empire Dergisi’ne verdiği mülakatta Eastwood için şunları söylüyor; “O, müthiş bir oyunculuk kariyeri olan son derece zeki bir yönetmen. Aynı zamanda hayatımda karşılaştığım en samimi, en dürüst insanlardan biri. Önce bir öykünün izini sürüyor ve sonra muhteşem bir kadroyu bir araya getiriyor. İnsanlar ona saygı duyuyor, çünkü Clint Eastwood müthiş bir lider.” Clint Eastwood’un asla durmaya niyeti yok. Tam gaz, özgürlüğün siyahî sesi Nelson Mandela’yı (tabii ki Morgan Freeman canlandıracak) anlatacağı 33. filmi “The Human Factor”a hazırlanıyor. Her kovboy gibi Clint Eastwood’un da en büyük açmazı, muhafazakâr ve milliyetçi olmasıdır. Bushgiller familyası gibi Cumhuriyetçi cenahta yer alan Eastwood (çok şükür ılımlı sayılır), yaklaşık 20 yıl önce Kaliforniya’daki Carmel kasabasında belediye başkanlığı yaptı. Gençliğinde çapkınlığıyla tanınan Clint Eastwood’un Maggie Johnson ve Dina Ruiz ile olan evliliklerinden ise yedi çocuğu var. Yıllara meydan okuyan ve gençlere taş çıkartan bu ihtiyar delikanlı, kaya gibi katı ve ulaşılmaz görünse de hepimizi ağlatan filmler çekmeyi sürdürüyor. Ona uzun ömürler dilemek sanırım her sinemaseverin ortak arzusudur. Çok yaşa Clint… KARAKTER ODAKLI GERİLİM “Stauffenberg ne Nazi’ydi ne de SS’ti, onlardan çok farklı olan Wehrmacht’tı. Bu ulusal kahramanı canlandırırken üstlendiğim büyük sorumluluğun bilincindeyim. Anısını ve ailesini onurlandırmak için bu özgün karakteri doğru yorumlamaya çalışacağım” diyen Tom Cruise, Stauffenberg’in son derece yürekli, onurlu, dürüst, verdiği kararın kendisine ve ailesine getireceği risklerin bilincinde olduğunu buna karşın son ana dek kararından vazgeçmediğini, örnek yazgısının günümüz toplumu için iyi bir ders olacağını belirtiyor. “Valkyrie karakter odaklı bir gerilim, ne biyografik bir çalışma ne de tam bir belgesel. Savaşın bitiminde Hitler karşıtı subaylar Almanlarca vatan hainleri olarak algılandılar. Soykırım ancak altmışlardan sonra tartışılmaya başlandı. Altmışlardan sonra Alman çocuklar ebeveynlerine savaşta neler olduğunu sormaya başladılar” diyen Bryan Singer, uluslararası bir oyuncu kadrosuyla çalışmış. Yapım tasarımları kusursuz, Adolf Hitler’in karargahı Kurt İni, Berlin’in 60 km güneyinde inşa edilmiş, içindeki eşyalar özel koleksiyonculardan toparlanmış. Görüntü çalışmasında, Nazi ideolojisini yansıtan kırmızı renk ön plana çıkarılmış. “Amacım tarihi drama ve gerilim arasında bir denge kurarak genel izleyiciye yönelik sürükleyici, soluk kesici bir film yapmaktı” diyen Singer amacına fazlasıyla ulaşmış. Finali bilmemize karşın filmi heyecan içinde izliyoruz, filmin başarısı da burada. Dün gösterime giren Operasyon Valkyrie, görev, sorumluluk, vatan sevgisi, vicdan, insanlık temalarını sorgulayan çağdaş bir seyirlik. Ola, Javier... deja que el leche se debsorde* 12, 13 yaşlarımdayım o zamanlar. Hafta sonları ağabeyimin, arkadaşları ile toplanıp uzun film seansları yaptığı Video Tek zamanları. Mutluluk verici günlerdir hala hatıralarımda. Hafta sonunu iple çekerdim, öncelikle annemden onlarla yalıya anneannemlerin yanına gitmemek için izin alma gerekliliği vardı ama bunu her seferinde kolayca atlattığıma göre, o da beni evde bırakmanın bir çeşit “ayak bağı” modeli kontrol mekanizması olduğuna inanıyordu herhalde. Uzatmayalım, ağabeyim ve arkadaşlarının uzun hafta sonu için ellerlinde birçok videokaset ile gelişlerini ve evin kütüphane odasının bir film mabedine dönüşümünü bu gün bile mutluluk ile hatırlarım. İşte Woody Allen ile tanışmam o günlere denk gelir. O zamanlardan aklımda kalan en çarpıcı örneklerden biri Everything You Always Wanted to Know About Sex But Were Afraid to Ask (Seks Hakkında Sormak İsteyip Soramadığınız Her Şey), cinsellik hakkında sormaktan çekinilen sorular üzerine eğlenceli bir film. Ve en önemlisi esas adamı sperm kılığında koştururken görmüş olmam. Bu adam daha kim bilir neler yapabilir? dediğimi hatırlıyorum. 80’lerin başlarında, çocuk sayılabilecek bir yaş için çarpıcı diyebileceğimiz bu karşılaşma uzun süre hatıralarımdaki yerini kaybetmedi. Sonraki yıllarda da ne zaman yollarımız kesişse HÜMANİST BİR KAHRAMAN Oyuncunun Scientology üyesi olmasından ötürü Alman hükümeti ve albayın ailesi Nazizm’e kafa tutan kült kahraman Stauffenberg’i Cruise’un canlandırmasına karşı çıkarlar. Ancak albayın torunu Philipp von Schulthess, Tom Cruise’la görüşüp oyuncunun role profesyonel yaklaşımını gördükten sonra onayını verir. Berlin’e yerleşen çekim ekibi burada ayrıntılı bir ön araştırmaya girişir. Savaş fotoğrafları incelenir, dönemin belgesel ve konulu filmleri izlenir, askeri danışmanlara başvurulur. Gerilim, gizem, dram, aksiyon dolu Operasyon Valkyrie bir soykırım filmi değil, bir savaş gerilimi, Hitler’e yapılan başarısız onbeş suikast girişiminin sonuncusunu baştan sona sürükleyici bir anlatımla yansıtıyor. Tümgeneral Henning von Tresckow’un (Kenneth Branagh) içki şişesine yerleştirdiği bomba patlamayınca Hitler ondördüncü kez ölmekten kurtulur. Tresckow’la birlikte Hitler’i PÜRLEN KURTBÖKE kendisinden aynı çarpıcı performansı beklemedim desem yalan olur. Seyretme fırsatı bulduğum her filminden sonra damağımda ince zekâsı ve gözlem yeteneği ile ilgili lezzetli bir tat bıraktı diyebilirim. Gecikmeli olarak seyrettiğim Match Point’te “Scarlett Johansson’un vurucu oyunculuğunu da göz önünle bulunduralım” gerçek bir maç sayısı aldı benden. Bütün bunların üzerine bu hafta izlediğim Vicky Cristina Barcelona ilişkiler ve gözlem üzerine yapılan sohbetlere cuk oturdu diyebilirim. Yine incelikli bir kadın erkek ilişkisi anlatımı, yine kadının içinden erkeğe bu kadar gerçek, çıplak bakabilmek ve jestlerin bu kadar zekice yerleştirildiği bir mozaik. Penélope Cruz’un Akdenizli, köşeli ve duvarlara vuran dağınık seksi halini daha önce birebir Almadovar yakalamıştı sanırım Dönüş’te. Scarlett Johansson’da bir çift ıslak dudaktan daha çoğunu bulduğuna hiç şüphe yok Woody Allen’ın özellikle bu filmin 3. çalışmaları olduğunu da düşünürsek. Ama tadı insanın damağında kalan Javier Bardem’i bu kadar cüretkar kullanmış olmak, benim aklıma 1964 yapımı Zorba’yı getirdi. Annelerimizin Anthony Quinn’i vardı bizim de Javier’imiz var. Tekrar teşekkürler Woody Allen beni yanıltmadığın için. Ve; Ola, Javier... deja que el leche se debsorde* (* Selam Javier. Bırak süt taşsın.) C MY B C MY B