Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? 31 OCAK 2009 CUMARTESİ 7 Fotoğraf: SIPA ‘Elhamdülillah Komünistim’ Nâzım Hikmet ile ölümünden birkaç ay önce Paris’te yapılan ve bugüne kadar yayımlanamayan söyleşiyi 46 yıl sonra ilk kez yayımlıyoruz! GÖKŞİN SİPAHİOĞLU “Perşembe günü Nazım Hikmet Paris’te seni bekliyor. Cuma sabahı Moskova’ya hareket edecek. Sevgiler. Abidin.” Almanya’da Münih’te iken Nazım Hikmet Ran’ın Paris’te olduğunu öğrenince hemen en yakın dostu ressam Abidin Dino’ya telefon ederek kendisinden bir görüşme sağlamasını rica etmiştim. Ricamın yanıtı olan bu telgraf çarşamba gece yarısı gelmişti. Ertesi gün ilk uçakla Paris’e uçtum. Saint Michel Alanı’nın hemen yanında, “La Huchette” sokağındaki “Mont Blanc” Otelinin kapısından girer girmez onunla holde karşılaştım. Gece saat dokuza geliyordu. Uzun boylu mavi gözlü çok yakışıklı bir adamdı. Görür görmez tanımıştım. “Siz, Nazım Hikmet’siniz… Değil mi?” dedikten sonra “Ben, Gökşin Sipahioğlu...” diye kendimi tanıttım. “Evet. Buyurun Sipahioğlu! Bütün gün sizden haber bekledim. Yarın sabah yedide Moskova’ya hareket ediyorum.” La Huchette Sokağı kahvelerin, küçük dükkânların, ucuz lokantaların, kitapçıların, bulunduğu yayalar sokağı idi. Otelin hemen yanında ünlü “Plaisir Kütüphanesi” vardı. Saint Michel semti ise özellikle, öğrencilerin, yazarların, aydınların oturdukları “bohem” bir bölgeydi. 1950’lerde İstanbul Ekspres Gazetesini yönetirken benimle çalışan, sonra Paris’e gelip Milliyet’in temsilciliğini yapan Mişel Perlman’dan bana bir foto muhabiri göndermesini rica etmiştim. Fakat fotoğrafçı gelmedi! Yıllardan beri Nazım Hikmet ile buluşmak, onunla konuşmayı isterdim. O an karşımdaydı. Anladığım kadarı ile çok zamanı yoktu! basit bir yolla kaçtım. Tarabya’dan bir sürat motoruyla Karadeniz’e açıldım. Motorun benzini bitinceye kadar işler yolunda gitti. Tam o sırada Allahtan bir Rumen şilebine rastladım. Beni bitkin bir halde gemiye aldılar. Şansım varmış da kurtuldum! (Nazım öldükten yıllarca sonra yazar Refik Erduran Nazım Hikmet’in motorla kaçıran kişi olduğunu açıklayacaktı! Şilebin kaptanı Nazım’ı Romanya’ya siyasal mülteci olarak getirmişti.) Moskova’da siyasi mülteci Romanya’dan sonra siyasi mülteci olarak Rusya’ya gittim. İki şey için iftihar ederim. Biri “Dünya Barış Harekâtı Üyesi” olmam, diğeri de “Moskova da Sovyet Yazarlar Birliği’ne” üye kabul edilmem… Moskova’da “Milli Kurtuluş Destanını” yazdım. Parça parça, Rusçaya, Bulgarcaya, İtalyancaya çevrildi… Rusya’da iken aklım hep Türkiye’de idi… Yazdığım şiirler 60 dile çevrildi. Çeşitli piyeslerim de... Azerbaycan’da, Özbekistan’da sahnelerde oynuyor... “Ferhat ile Şirin’i”, “Bir Sevda Masalı” adıyla yazdım. Çekler ve Bulgarlar kendi dillerine çevirdiler. İki bale öyküsü de hazırladım. Bestecilerinden biri Azeri, ötekisi Leningradlı idi… Bir piyesim Prag’ta üç sene sahneden inmedi. “İvan İvanoviç var mıydı yok muydu?” felsefi bir piyestir. Teması şöyleydi: “En iyi insan bile kendisini kontrol etmese şeytana kapılabilir”. Petrof içindeki şeytanla mücadele eder bu piyeste… Bizim Radyo “Bizim Radyo”yu benim idare ettiğim doğru değildir. Bana kalırsa “Bizim Radyo” teknik imkânlarını memleket içinde bir yerden almaktadır. Radyoda Türk halkının sesini dinliyorum. “Bizim Radyo”da benim şiirlerim okunuyor ve bundan da iftihar duyuyorum. Radyonun neşriyatına taraftarım. (Demokrat Parti döneminde Türkiye’deki iktidara en ağır muhalif yayını, neresi olduğu bilinmeyen, ancak bir Varşova Paktı ülkeden yapan ve en çok dinlenen yabancı radyo idi.) Tarafsızlık Tarafsızlığa inanıyorum. Bundan yalnız fayda gelir. Bütün dünya ile dost olabiliriz... Sosyalist komşularımızla da, Amerika’yla da dost olabiliriz. Böylece her iki taraftan da yardım alınabilir. Sadece Amerikan kontrolüne bağlı kalmanın manasını anlamıyorum. Türk gazetecileri hiç doğruyu yazmadılar “Ne yazacaksınız? Ne istiyorsunuz? Ne yazabilirsiniz ki? Benden ‘Vatan haini’, diye söz etmeyecek, bir takım şeyler uydurmayacaksınız değil mi? Türk gazetecileriyle konuşmak istemiyorum doğrusu. Hiç bir zaman doğruyu, hakikati yazmadılar. Benim ile hayali röportajlar bile yaptılar! Güya Macaristan’da bana rastlamışlar ve benimle konuşmuşlar. Hâlbuki o sıra Macaristan’a ayağımı bile basmamıştım!” Nazım Hikmet çekiniyordu! “Hayır, Nazım Bey!”, dedikten sonra “Bana söyleyeceğinizi, anlatacağınız bütün her şeyi yazabileceğime dair size belki söz veremem ama söylemediklerinizi yazmayacağımdan emin olabilirsiniz!” diye ekledim… İkna olmuştu. Bana yaşam öyküsünü özetlemeye başladı. Rus vatandaşı oldum Altmışıncı yaş günüm dolayısıyla 1962 Ocağında Moskova Politeknik Müzesinde benim için büyük bir tören düzenlendi ve beni Rus vatandaşlığına kabul ettiler. Geçen sene İtalya’da yayınlanan iki ciltlik bir külliyatım da “senenin en çok satanları” arasındaydı. İçinde piyeslerimden parçalar ve şiirlerim vardı. Rusların da çok müşkülleri var Rusya, yeni bir dünya kurmakla meşgul… Yeni bir hümanizm anlayışı ile meşgul. 12 seneden beri hep harp isteyen bir hareket azaldı. Rusların tabii, birçok meseleleri, müşkülleri var yığınla... İktisadi meseleler, teşkilatlanma meseleleri... Tecrübe noksanlığı. Fakat onlar çıkıyor, hatalarını görüp söylüyorlar. En büyük meziyetleri de bu. Hürriyet İki hürriyet var. Biri, aç kalmamak, işsiz, hastalıklı insan haysiyetsizliğine düşmemek... Ötekisi vicdan hürriyeti… Amerika, kendi milyonerlerinin menfaatini güdüyor... Diğer yönde Rus Meclisinin bünyesine bakın. Bedava tahsil var, işsizlik yok her vatandaşa sağlık hizmeti ücretsiz. Senelik tatil hakları var... Dünyayı dolaştım Bu on sene içinde dünyada çok dolaştım. 1952’de Pekin’de enfarktüs geçirdim. Fransa, İtalya, Hindistan, Asya, Afrika, Küba’ya gittim. 1955 Hiroşima’da “Dünya Barış Konferansına” katıldım. Bir yıl önce de Kahire’deydim. “Afrika Yazarlar Birliği” toplantısına katıldım. Türkiye davet olunmasına rağmen kimse gelmedi. Barış mücadelesi için tertip edilen toplantılar dolayısıyla İsveç’e, Finlandiya’ya sık sık gidiyorum. Amerika ve İngiltere’ye hiç ayak basmadım. Stalin’in hataları Hürriyetten ne anlıyorsunuz? Hürriyet, eğer gazetelerin “harp istiyoruz”, “harp etmeliyiz” diye tahriklerde bulunabilmeleri ise evet bu “hürriyet” Rusya’da yoktur. Orada halkın tahrik edilmesine müsaade verilmez. Rusya’da “hürriyet” mevhumu, insanın lehinde kullanılmaktadır. Unutmayın ki Stalin devrinin bütün hataları ortaya çıkartıldı. (Dönemin SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita) Kurusçev, şimdi Sovyetlerin geçim ve kültür seviyesini yükseltmeye ve dünyada barışı sağlamaya çalışıyor. Türk edebiyatı Kanaatimce bugünkü Avrupa edebiyatı içinde Türk realist romancıları söz sahibidir. Türk tiyatrosu da gelişmektedir. Türkiye’nin bugün ilerici bir edebiyatı var. Sinemalarda dublaj yapıyordum Türk hükümetine tavsiyeler Elhamdülillah ben komünistim Efendim iki cemiyet, yani kapitalizm ve komünizm rekabete girişsinler. Barış içinde, hangisinin insanlık için daha iyi olduğunu anlatamaya, ispat etmeye çalışsınlar. Bu işi barış içinde yapacaklarına inanıyorum. Fakat gene de bir gün komünizmin bütün dünyaya hâkim olacağına kaniiyim. Hem bunun için savaşa lüzum kalmayacak bütün memleketler kendi içlerinden bu meseleyi hal edeceklerdir (Bir an durdu ve eliyle göğsüne vurdu!). Elhamdülillah ben komünistim! Türk halkını seviyorum. Başına felaket gelmesini elbette arzulamıyorum. Atom harbi felaketiyle karsılaşmasını istemiyorum. Sosyalizmin tohumları bizim tarihimizde vardır. Çok eski zamanlara Bedrettin’in zamanına inmek lazım... (Nazım “Şeyh Bedrettin Destanı’nda” bu konuya işlemişti.) Askere almak istediler Kaçış Türk hükümetinin gütmesi icap eden iki büyük politika var. Birincisi… Memleket içinde halka demokratik yolları açmak… Anti 1902’de Selanik’te doğdum, demokratik ve faşist ceza kanunlar Gününü, ayını hatırlamıyorum. Böyle kaldırılmalıdır. Mesela şu Mussolini’den şeylerle meşgul olmam. İlk şiirimi 14 alınan 141 ve 142 numaralı kanunlar gibi… veya 15 yaşında yazdım. İkincisi… Gayet köklü geniş toprak reformu 1922’de Moskova’ya gittim. yapılmalıdır. İsçi sınıfı tam bir şekilde Türkiye’ye döndükten bir süre sonra teşkilatlandırılmalı, grev hakkı tanınmalıdır. gazetelerde İngilizler aleyhine şiir ve Memleket ekonomisi ecnebi sermayenin Atatürk’e övgüler yazdım. Hakkımda Gökşin Sipahioğlu Nazım’ın mezarı başında. kölesi yapılmamalıdır. tahkikat açıldı yakalanmam için emir (Fotoğraf: FERİT DÜZYOL) Devletçiliğin gelişmesi sağlanmalı ve bir çıktı. Anadolu’ya kaçtım. Yakalandım. milli sanayinin kurulması temin edilmelidir. Beni en ufak bir sebep olmadan hapse Dış politikada Türkiye, coğrafi durumunu nazari dikkate alarak tarafsız attılar. Eserlerimin birçoğunu hapisteyken yazdım. Hapishanede halkımla birlikte politika gütmelidir. yaşıyordum. Türkiye’nin sosyal durumundan ötürü tutuklanan köylülerle iç içeydim. Bazıları toprak için döğüşmüşler, diğerleri vergilerini ödemedikleri için hapse atılmışlardı. Bir de paraları olmadığı için sevgililerini kaçıran genç köylüler vardı. Onlar, acılarını, hayat hikâyelerini anlatıyorlar, ben de dinliyordum. Hayatımın on yedi senesini (on üç yıl aralıksız) hapiste geçirdim. 1950’de Tapu mapu, diye işi uzatmamak lazımdır. Toprak büyük toprak ağalarının Demokrat Parti iktidara gelince, açlık grevine başladım. Gözleri görmeyen anam, ellerinden alınmak suretiyle topraksız köylüye, dağıtılmalıdır Ayrıca köylünün elinde “Oğlumu kurtarın!” diye bir pankartla Galata Köprüsü’nde gösteri yaptı. takımı, tohumu da doğru dürüst sağlanmalıdır. 17 günlük açlık grevimden sonra hükümet insafa gelip beni serbest bıraktı. Hapisten çıktıktan sonra hayatımı, sinemalarda dublaj yaparak, mektep kitabı yazarak kazandım. Bir sene sonra beni nefer (er) olarak askere almak istediler. Oysa Bahriye Okulu’nu bitirmiştim. İstanbul işgal altındayken Hamidiye harp gemisinde idim. Vereme yakalandığım için Kasımpaşa merkezi rapor vermiş ve Demokratik irticanın iki kökü vardır. 1. Büyük toprak beyleri. 2. Burjuvazi. beni bir daha askere alınmamak üzere askerlikten ihraç etmişlerdi. Milli olmayan burjuvazi… Emperyalist sermayeye ayaklık eden burjuvazi… Türkiye’de hükümetler asil yardımı büyük toprak ağalarına yaptı. Irkçılara resmen yardım ettiler ve bunu halktan sakladılar. Bugünkü Adalet Partisi de bu yoldadır. Cumhuriyet Halk Partisi de! Beni tekrar askere almak istediklerinde 49 yaşındaydım. Üstelik damarlarımdaki tıkanıklıktan dolayı kalp hastasıydım. Karagözleri için teslim olup askerde talim meydanında ölmemi istiyorlardı... Önümde iki yol vardı. Ya Menderes hükümetinin emrine uyarak askere gider hasta hasta talime çıkar ve 27 Mayıs İhtilalını çok sevinçle, ümitle karşılamıştım. “28 Nisan İçin” isimli dağda, bayırda ölürdüm. Ya da halkım için yaşayacak ve mücadele yollarını şiirimde duygularımı anlatmıştım. (27 Mayıs İhtilali öncesinde İstanbul arayacaktım. Ben ölmemeyi tercih ettim. Üniversitesi’nde gösterilerde öğrencilerden ölen ve yaralananlar olmuştu.) İhtilalın gerçekleştirmesi icap eden iki önemli mesele vardı. Biri toprak reformuydu. Yapamadılar. İkincisi de, milli, planlı bir ekonominin ve sanayinin kurulmasıydı. Toprak ağaları ve politikacılar ikisine de mani oldular. “Beyazıt Kaçışım hakkında türlü dedikodular çıkarttılar. Yok, Rusya’dan denizaltı Meydanındaki Ölü” adıyla yazdığım şiirimde bu konuyu ele almıştım, Bu şiirim gelmiş falan filan! İsterseniz “siz de tank yollamışlar” diye yazın! Azizim çok bütün dillere tercüme edildi. İki evim var Karım Münevver ve oğlum Memet’e de… Maalesef Türkiye’den normal yollardan çıkmalarına izin vermediler. Çok bekledim. Nihayet başka çare bulamadık. Tıpkı benim yaptığım gibi onlar da İstanbul’dan (Bir İtalyan yatı ile…) gizlice kaçmak zorunda kaldılar. Şimdi ikisi de Varşova’dalar. Benim iki evim var. Biri Moskova’da, diğeri Varşova’da… Bazı ailevi sebeplerden ötürü Münevver ile oğlum Memet’in Polonya’da kalması icap etti. İşte bazı sebeplerden, kurcalamayın! (Nazım’ın o dönemde yaşamında iki kadın daha vardı. Bunlardan biri Rusya’da kalp krizi geçirdiğinde kalbine yaptığı masajla Nazım’ı kurtaran ve hastalığını tedavi eden doktoru Galina Grigoryevna Koleşniko idi. Nazım taburcu edilince Galina hastanede işini bırakıp Nazım’ın evine taşınmış ve 7 yıl birlikte olmuşlardı. Bu arada bir film stüdyosunda çalışan, kendinden 30 yaş genç, güzel, uzun boylu, sarışın Vera Tulyahova’ya âşık olmuş ve 18 Kasım 1960’da evlenmişti. Nazım Münevver ve Memet ile 1960’ta Varşova’da görüşmüşlerdi. Münevver Üniversite’de Türkoloji bölümünde ders veriyordu. Ömrünün son günlerini Paris’te geçirdi. 3 Haziran 1963’te öldükten sonra Novodeviç Mezarlığı’ndaki törende Münevver, Galina ve Vera, ilk ve son kez, bir araya gelmişlerdi.) Toprak reformu Demokratik irtica Hayatını nasıl kazanıyor? Ben piyeslerimden ve kitaplarımdan aldığım telif ücretiyle ile rahat yaşıyorum. Görüyorsunuz, burada kitabım basıldığı için Paris’e geldim. Kazandığım para Allaha şükür, beni geçindiriyor, hem de çok rahat bir şekilde... Saat gece yarısını geçmişti. Ancak dört beş saat uyuyabilecekti. Bu düşünceyle, “Nazım bey beni mutlu kıldınız. Annem, sizi Bursa’da hapishanede ziyaret etmişti. Bana mutlaka Nazım beyle konuşmalısın derdi... Size yarın Moskova’ya iyi yolculuklar dilerim” diyerek söyleşimizi noktaladık. Bu söyleşiyi önce Hürriyet’e, sonrada Milliyet’e gönderdiğimde “Gökşin! Maalesef basamayız!” denilmişti. Böylece, 3 Haziran 1963’te ölümünden birkaç ay önce Nazım Hikmet ile yaptığım bu görüşme şimdi ilk kez yayımlanıyor! Geçen yıl Moskova’da kabrini ziyaret ettiğimde söyleşimizin er geç yayımlanacağını söylediğimde büyük Türk şairi Nazım Hikmet beni duymuş olmalıdır! 1960 ihtilali C MY B C MY B