28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 31 OCAK 2009 CUMARTESİ sergi Monsieur Sipa, Photographe İstanbul Fransız Kültür Merkezi Galerisi, Şubat ayı boyunca, basın fotoğrafçılığının önemli isimlerinden olan ve Sipa Press Fotoğraf Ajansı‘nın kurucusu Gökşin Sipahioğlu’nun fotoğraflarına ev sahipliği yapacak. Paris’te bulunan Maison Européenne de la Photographie (Avrupa Fotoğraf Evi) tarafından gerçekleştirilmiş olan ‘Monsieur Sipa, Photographe’ (Monsieur Sipa, Fotoğrafçı) sergisi, Sipahioğlu’nun meslek hayatı boyunca fotoğraflarıyla tanıklık ettiği etkileyici ve iz bırakan görüntüleri izleyicilerle buluşturuyor. Fransız Kültür Merkezi Galerisi’ndeki bu sergiye, Kültür Merkezi’nin İstiklal Caddesi üzerindeki dış duvarlarında Sipahioğlu’nun fotoğraflarından oluşan bir açık hava fotoğraf sergisi de eşlik edecek. 5 Şubat’ta açılacak sergi, 25 Şubat’a dek devam edecek. (Tel: 0 212 393 81 11) Paranın üstündeki hanımefendi Fatma Aliye Hanım: Saltanatın kaldırılmasını hiç istemedi, hilafetin ilgasına kızdı, harf devrimini öfkeyle karşıladı Şu sıralarda bir tartışma sessiz sedasız gündemimize girdi. En Yeni Türk Liralarının üzerinde önemli Türklerin, Osmanlıların fotoğrafları var artık. Doğal olarak pek tanınmamış GÜRAY olanlar, ya da yalnızca belli çevrelerin tanıdığı isimler merak ediliyor. 50 ÖZ liranın üstünde ise Fatma Aliye Hanım’ın fotoğrafını görüyoruz. Kimdir Fatma Aliye Hanım. İlk Türk kadın romancısı olduğu, çağının aydın fikirli kadınlarının önlerinde yer aldığı belirtiliyor. Neredeyse “feminist” deniliyor Fatma Aliye Hanım’a. Türkiye’nin ilk kadın romancısı olduğu da tartışmalıdır. İlk romancı galiba Zafer Hanım’dır. Zehra Toska’nın bulgularına göre Zafer Hanım tarafından 1877’de yazılan “Aşkı Vatan”ın ve Zafer Hanım’ın önceliği var. Ama her şeyden önce şunu söyleyelim: Sağ olsaydı Fatma Aliye Hanım, paranın üstüne kendi fotoğrafının konulmasını hiç hoş karşılamayacaktı. Sevmiyor böyle işleri. Seyredilmek istemiyor. Fatma Aliye Hanımı’ı en iyi araştırmış, severek incelemiş günümüz yazarlarından Fatma Karabıyık Barbarosoğlu öyle diyor. Fatma Aliye Hanım, yurt dışında da ilgi gören bir yazardır ve Chicago’da bulunan World’s Colombian Exposition Woman’s Libraray hazırladığı katalogda kendisine yer vermiş, Chicago’ya davet etmiştir. Ama Fatma Aliye Hanım gitmeyecektir. Barbarosoğlu şöyle yazıyor: “Chicago’ya gitmek seyredilmeye rıza göstermek demekti.” (Uzak Ülke. Sf.84) İlginç bir kişilik, dertli bir anne ve kuşkusuz Osmanlı’nın kadına değer vermeyen şeriatının hiç değilse belli konularda bir isyankarı. Eğitimi o zamanın üst sınıflarında görüldüğü gibi “Batılı”. Piyano çalıyor, Fransızca öğreniyor, okuyor ve en önemlisi yazıyor. Kendisine feminist denilmesinin nedeni ise Ta’addüdi Zevcad’a karşı çıkmasıdır. Mahmut Esat Efendi’nin Malumat gazetesinde Ta’addüdi Zevcat’ı öven makalesinde, kadınla erkeğin eşit olmadığını, çok kadınla evliliğin fuhşu önlediğini, kadının görevinin çocuk doğurmak olduğunu yazmasına sinirlenir ve Ta’addüdi Zevcad’a Zeyl’i yazar. Ta’addüdi Zevcad’ın islamın buyruğu olmadığını savunur. Ama burada duralım. Aliye Hanım’ın feminizmi burada bitiyor. Fuhşun insan karakteri ile ilgili olduğunu yazıyor. Feminizm konusunu burada kapatıyoruz. Aliye Hanım önemlidir. En fazla üzerinde durulan romanı Enîn’de bir anlamda kadınların dünyasını anlatıyor. Orada kahramanların dile getirdiklerini Aliye Hanım’ın görüşleri gibi aktaramayız, şunu söyleyebiliriz yalnızca; muhafaza etmek istiyor Aliye Hanım. Kendince iyi bulduğu her şeyi muhafaza etmek istiyor. Romanın adı, Enin, yani bir tür ah çekiş bir inleme. Çaresizliği, gelenin acımasızlığını, baş edilmezliğini gördüğünü mü anlatır bilmem. Görüyor. Ta’addüdi Zevcad’a sert bir şekilde karşı çıkan Aliye Hanım, Paşa dedesi Ahmet Cevdet Paşa’nın “iyi belle ve hıfzet” uyarısını dikkate alıyor. Ondan fikrinde inat etmeyi öğreniyor. Paşa dedesi, sarık çıkarmak zorunda olduğu için devlet dairesinden vazgeçişini ikinci defa anlatmıştır Aliye’ye. (Age.sf.80) İkinci defa, ilkinde Aliye babasının bir hikayesi gibi dinlemiştir çünkü. Şimdi ise bir derstir: Fikrinde inat edeceksin. O fikirler artık muhafaza etmek üzerine kuruludur. Neyi muhafaza edeceğiz? Elimizde ne varsa onu. Saltanat’ı Hilafeti, Kadının evin içindeki kutsal yerini, dini, diyaneti, şeriatı. GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDA Oraya gelmeden Aliyle Hanım’ın kişisel dramına de kısaca yer vermek gerekir. Aliye Hanım, kardeşi Emine Semiye’yi affedemiyor. İttihatçıların yalanlarına kanmış olan kardeşini, Babası için “Namını tebcil ile yada mecbur olduğumuz pederimiz merhumun, mazinin siyahlıklarında gömülmüş bazı dikenli harekatı ki ara sıra hayretperveranın inzarı itirazına baktıkça…” diye yazan kardeşine kızamıyor bile, üzülüyor. Nasıl da geçip gidiyor her şey. Ya hocasıyla evlenmek isteyen kızı Ayşe’nin sözleri, “Siz ki vakti zamanında her şeyi değiştiren olmamış mıydınız? İlk kadın muharrire olarak yıktıklarınızı ve yaptıklarınızı bir arada düşünürsek.” Fatma Barbarosoğlu’nun romanında böyle konuşuyor Ayşe. Hayır, artık yıkmak yok. Korumak var. Artık öteki kızları Nimet ile İsmet evde özel hocadan ders almayacaklar. Ama zamanın hızı gittikçe ivme kazanıyor. İsmet yuvadan uçuyor. Nereye? Hiç kimse bilmiyor. Sonra bir gün artık biliyor. Marok’ta Fas’tadır İsmet ve rahibe olmuştur. İsmet hiç dönmüyor ve bir daha annesi onun yüzünü görmüyor. Ama Aliye’nin dramı yalnızca ailesinden değil, büyük aileden Osmanlı’dan da kaynaklanıyor. Fatma Aliye her gün biraz daha güç yitiren Osmanlı’nın durumuna üzülüyor, kurtulsun Osmanlı diye gayret ediyor. Sonra artık Aliye’nin itiraz çağı başlıyor. Saltanatın ortadan kalkışına hayıflanıyor. Yine Fatma Barbarasoğlu’na başvuralım: “Tekrar okudu gazeteyi, tekrar. Tekrar. ‘Saltanat kaldırıldı.’ Daha üç yıl önce Eylül 1919’da Sivas’taki hareketin gayesi; saltanatı hilafeti ülkenin bütünlüğünü yabancı taarruzlarına karşı müdafaa etmek olarak ilan edilmemiş miydi?” Üzülüyor, kızıyor, Saltanatın kaldırılmış olmasına ama, Halife’nin, Mecit efendinin güçsüz kuvvetsiz bırakılmasına dayanamıyor. Halife vazife başındayken Türkçe dua edecek diye duyuyor, daha fazla kızıyor bu defa, O Ümmeti Muhammed’in halifesi değil mi Türklerin halifesi mi olacak yalnızca? Onun millet anlayışı da yine Osmanlı’nın muhafaza edilmesi fikriyle İslam’ın telifidir. “Biz artık bir Millet olduk” fikri ne kadar yabancı ona, “Biz zaten İbrahim milletinden değil miyiz?” Daha sonra Anayasadan “Türkiye’nin dini dini İslamdır” hükmümün çıkartılmasına da çok kızacaktır. Artık hiçbir şeyi anlamıyor. Anlamak istemiyor. 9. İplik sergisi Resim çalışmalarını değişik malzemeler kullanarak sürdüren Gülden Akkan, fırça yerine iğne, boya yerine iplik, tuval yerine kumaş kullanarak yarattığı, içlerinde büyük sanatçıların bire bir tabloları da bulunan çalışmalarına karma teknikler kullanarak ya da sadece pastel boyalarla çalışarak yarattığı tablolarının yanında değişik zamanlarda çizdiği desen çalışmalarını sanatseverlere sunuyor. Akatlar Kültür Merkezi’nde açılan Akkan’ın dokuzuncu kişisel sergisi 15 Mart’a dek sürecek. (Tel: 0 212 351 93 82) CUMHURİYETE İTİRAZI VAR Devirler gelip geçiyor. Zaman hızlı bir nehir gibi akıyor. Fatma Aliye Hanım kızı İsmet’i göremeden göçüp gidiyor. Fotoğrafı kalıyor geriye. Tesettürsüz tek fotoğrafı. Oysa o İslama uygun ve ifrata kaçmayan bir tesettürün savunucusudur. Ama Türkiye’de işler değişmiştir. Türkiye’de artık ne nasıl kullanılabilir diye bakılıyor. Ne işe yarar Fatma Aliye O seyredilmekten hoşlanmayan adı feministe çıkmış muhafazakar hanımefendiyi neden paranın, 50 liranın üstüne koydular ki, hem de bir yüzünde Atatürk’ün bulunduğu paranın üstüne. Yaşıyor olsaydı hiç hoşlanmayacaktı bu işten. Ama o yaşamıyor. Hiç kimse de ona sormuyor. Onu anlayanlar ve onun gibi olmak isteyenler itiraz edecekler ama edemiyorlar. Muktedir olmak için ne yapmak lazımsa yapılacak fikri ağır basıyor. Fatma Aliye Hanım’ın hayat hikayesi kısa kesiliyor. Ön kısma onun çağına göre “ileri” fikirler ileri sürdüğü dönem konuyor. Türkiye’nin aydınlarına o dönem sunuluyor. ‘Feminist ve ilk Türk kadın romancı’ diye anlatılıyor. Hiç küçümsemeyelim. İlk değil, ama Enîn romanıyla Türk edebiyat tarihinde bir yeri var. Ta’addüdi Zevcad’tan başka bir feminizmine rastlanmıyor. Hayatı ağır ve hüzünlü. Cumhuriyeti hiç anlamıyor, istemiyor onu, Cumhuriyet’e küskün. Onun en temel ilkelerine itirazı var. Ama Cumhuriyetin parasında da fotoğrafı var şimdi. Olsun. Olsun da bu çağının iyi eğitilmiş, kadınlar için birazcık da olsa düşünen ve sonra duran muhafazakar hanımefendisini gerçek kimliğiyle anmanın önüne yeni bir set çekilmedi mi şimdi. O fotoğraf Fatma Aliye mi gerçekten. Benziyor mu? tiyatro Panik Atak Oyunları Şerafettin Kaya’nın yazdığı ve yönettiği ‘Bir gün herkes panik atak olabilir!’ temasıyla oluşturulan Panik Atak Oyunları metropol kentte sıkışmış hayatların rahatsızlığı, panik atak sendromlarını trajikomik öykülerle anlatıyor. Her gösterimde yeni öykülerin de ekleneceği oyunlar; Ecem Kezer, Nuri Küçük, Gül Arslan, Duygu Kutlu, Koray Güneş, Merve Öztürk, Özgün Kaplama, Atanur Memiş, Emin Günsan’ın oluşturduğu Öykü Oyuncuları ve konuk oyuncu Osman Cavcı tarafından sahnelenecek. Oyun bugün Atilla İlhan Kültür Merkezi’nde. (Tel: 0 212 293 42 42) Izİzlenim ? ÜMRAN BULUT Shan, M. Chagall, P. Klee gibi tüm Alman dışavurumcular da savaş zamanlarında ürettiler onca yapıtlarını. P. Picasso’nun Guernica’sı da bunlardan biri değil mi? Sanatı insandan ve yaşadığı toplumdan ayırıp düşünmek zaten olası olamaz. Tıpkı mitolojik öykülerden, Mısırlıların kahramanlıklarıyla örgülü resimlerinden öğrendiklerimiz gibi. 2. Dünya Savaşı sonrasında da sanatsal dışavurumlar özellikle Amerika’da kendince yeni dünya düzenini ele alıyor. Günümüzde de savaşı, acımasızlığı anlatan birçok yapıt insanlığın bu boyutunu dillendiriyorlar acı acı. Sanat ve siyasetin birbirlerine bağlı duruşlarından kopmamız mümkün değil. Bizler, sanat olaylarına eklemlenmiş insanlarız. Onun insancıllığı, yaratıcı ve üretken içgüdülerimizi kamçılıyor, hayata karşı daha güçlü kılıyor. Düşünmemizi, düşündürülmelerini sağlıyor. Son zamanlarda İstanbul’daki sergilerde bu var. İrkilebilirsiniz, hazırlıklı olun. Bir darboğazdır algılanan, sormayın gitsin. Öyle ya; sanat estetik duyarlılık içinde ya da değil, yararlı olabilecek olana ya da olmayana özerk bir yaklaşım getirmektir. Buluştur ve eylemseldir. Hal böyle iken, özellikle genç sanatçıların, kişisel ya da grup çalışmaları içinde oluşları ve çağdaş sanatla uğraşıp çağdaş yaşama dair birçok örnek sunmaları içselliktir, içtenlikle üretilenlerdir. Selma Gürbüz’ün Akbank Sanat’taki “Davetsiz” isimli son sergisi de bunlardan biri. Oradaki kuşlar kelebekler, kızlar, çakalımsı yaratıklar ister mitolojik, ister tarihsel olsunlar, günümüz ile nasıl da örtüşüyorlar! Bizler nasıl bağlarla bağlanıyoruz [email protected] Davetsiz Ülkemizde özellikle suçlamalar, yaratılan örgüt bağlantıları gündemden hiç düşürülmüyor. Son dönemde karmaşalarla dolu doluyuz. Azıcık düşünen herkesin kolayca algılayabileceği oyuncu ve tehlikeli tuzaklar halkın beynine pençelenmekteler. İster istemez üstelik! Şöyle ki; konuların medyada bilinçli yapılan karışıklıklarla irdelenmesi duygusal ya da kurnaz insanların ağzında kolayca sakız oluveriyor, soru işaretleri ise dillerde pelesenk. Geleceğimiz için korku dağlarının gölgesinde yaşamaya mahkum bırakılıyoruz... Bu arada sanat için yazmayı, çizmeyi değil; konuşmayı bile gereksiz görebiliyor insan. Aslında şöyle bir baktığımızda, örneğin resim sanatında bilinen birçok örnek var toplumların böylesi kötü dönemlerinde üretilmiş olan. B. teröre, vahşete, feminizme, anlamsızlığa ya da boşluğa ve hiçliğe. Resimler “bellek tazelemesi mi?” de deyivereceğiniz göstergelerle, yalın bir düzende kurgulanmışlar. Figürlerin duruşları, istif oluşlarıyla ve mavi ve sarı kürelerde oldukları gibi bitimsiz dizilişleriyle tamamen anlatımcılar. Renklere bakın, onlar da öyleler. En hırçın sarı ve siyah birlikteler. Sarının üzerine kondurulmuş kara lekelerle küçük yırtıcılar sağa sola uzanıyorlar, gerilimliler. Birkaç resimde ise bir üşüşmedir gidiyor, anlatamam!... Günümüzün resimleri bunlar. Karmaşayla göndermelerle dolu dolular. Yüzeylerde şöyle bir gezdirin gözünüzü, gönlünüzü; gerçekle düş sanki kol kolalar. Bir kuşu düşünün ya da bir tilkiyi, kuşkusuz belleğinizde yer edinmişlerdir; ama burada farklılar. Sanat nesnesinin gündelik hayatın dışına ne denli taşınabilir olduğunu gösterip sizi farklı etkileyebiliyorlar. Onlar şimdi sanatın nesneleriler… Sergi 14 Şubat 2009’a kadar açık. Resmi Geçit Semaver Kumpanya’nın yeni oyunu Resmi Geçit, Loulo Anagnostaki’nin yazdığı Serkan Keskin’in yönettiği oyunda Nadir Sarıbacak ve Öyküm Elif Erdoğan birlikte rol alıyor. Resmi Geçit; dört duvar arasında sıkışıp kalmış iki kardeşin dışarıdaki yaşamın gerçekliğinden uzakta sürdürdükleri hayatlarının birdenbire nasıl değiştiğini çarpıcı bir dille anlatıyor. Bir resmi geçit duyumuyla heyecanlanan Aris ve Zoi uzun zamandır yapmadıkları bir şeyi yaparlar; birbirlerine içlerini, hayallerini açarlar... Ülkede hüküm süren baskı rejimi, hiçbir şeyden haberdar olmayan iki kardeşi, küçücük bir pencereden, gözlerinden yakalar. Yaşam normal bir şekilde devam ediyormuş gibi görünürken, insanlar insanları öldürür ve önü alınamayan şiddet büyür büyür büyür… (Tel: 0 212 585 59 35) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle