19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Küçük omuzlara yüklenen acılar Türkiye’den bu yıl davet alan tek film olan ‘Mommo’ 515 Şubat tarihleri arasında Berlin Film Festivali yolcusu. Ne büyük korkularla büyütülüyor çocuklar. Sadece öcüyle böcekle korkutmak değil, yaşam alanlarını daraltarak onlara zarar veren bir sistemin içinde yetişiyorlar. Çocuk yaşta kaçak çalıştırılanlar mı ararsınız, yoksa sokaklarda canı pahasına çalışanlar, koşturanlar mı... Kaçırılanlar, ZUHAL cinsel istismara maruz kalanlar, ezilenler, yok AYTOLUN sayılanlar, görmezden gelinenler, öldürülenler... Liste yazdıkça uzar. Oysaki her fırsatta “Çocuklar bizim geleceğimizdir” diye haykırır, onları üst bir noktaya taşır gibi görünürüz. Temiz ve saf dünyaları, kirlenmemiş zihinleri ve yürekleri ne çok acımasızlığa maruz kalıyor. Atalay Taşdiken, tüm bu düşüncelerden hareketle bir sosyal sorumluluk projesi olarak yola çıkarak yıllar önce tanık olduğu gerçek bir yaşam hikayesini buluşturuyor izleyiciyle: Mommo. Büyük umutlarla yaşamını sürdürmeye çalışan iki kardeşin dayanışma öyküsünün anlatıldığı film, binden fazla filmin başvurduğu Berlin Film Festivali’nde 515 Şubat tarihleri arasında Generation/Genç Kuşak Yarışması’nın K Plus Bölümü’nde Türkiye’yi temsil edecek. Biz de hem filmi, hem de çocukların dünyasını konuştuk Taşdiken’le. 6 31 OCAK 2009 CUMARTESİ Kertenkele bir metafor Kertenkele neyi sembolize ediyor? Hrant Dink aktardığı hikâyede kertenkele metaforunu kullanıyor, aynı zamanda kendi durumuna da göndermeler yapıyor buradan yola çıkarak. Aldığı tehditler vs. Kertenkele genel olarak ürkekliği ve yaşadıklarının sonucu edinilmiş bir korkaklığı sembolize ediyor. Savaşa katılmış bir askerin en küçük bir pat sesinden bile ürkmesini düşünün örneğin. Böyle bir ürkeklik ve kaçarken kuyruğunu bırakma özelliği onu güçlü bir metafor yapıyor. Filmin kendisine nerelerden bir kanal açmasını bekliyorsunuz? Herşeyden önce 30 dakikalık bir film, şanssız bir filmdir. Ne kısa sayılır, ne de uzun. Festivallere katılmayı düşünüyoruz. Bunun dışında ise, Kültür Merkezleri, filmi göstermek isteyen kurumlar, üniversiteler gibi mekanları düşünüyoruz. Bir takım kanalları zorlayacağız. TOPLUMSAL TRAVMA Başrollerini Mete Dönmezer, Mehmet Usta ve Mustafa Uzunyılmaz’ın paylaştığı ve Kültür Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla Konya’nın Hüyük ilçesinin Çavuş Köyü’nde çekilen Mommo’da anneleri ölen ve babaları aynı köyde olmasına rağmen onlarla ilgilenmeyen iki küçük çocuğun öyküsü anlatılıyor. Dedeleriyle kalan çocukların yaşadıkları hem bir toplumsal soruna hem de çocuk yüreklerin dayanışmasına işaret ediyor. Taşdiken hikayeyle ilgili, bir çocuğun evinden, yurdundan, kardeşinden zorla koparılmasının iki kardeşte yaratacağı travmanın, yalnızca onların değil, tüm toplumun sorunu olduğunu dile getiriyor. Diğer yandan Ayşe’nin en büyük korkusu ise yörede öcü, umacı anlamına gelen hayali korku kahramanı Mommo. Taşdiken, çocuklara yüklenilen bu korkulara da dikkat çekmek amacıyla filmin adını Mommo olarak düşünmüş. Esas başroller ise 7 yaşındaki Elif ve 9 yaşındaki Mehmet Bülbül’ün. Çavuş Köy’lü iki küçük çocuk. Taşdiken çocukların yalın ve doğal dünyasına bir aracı katmak istemediği için ne profesyonel çocuk oyuncu ne de oyuncu koçu istemiş. Hikayenin resimle inandırıcılığının sağlanması için bu yola başvurduğunu söyleyen Taşdiken, “Bazen sinemada temel yanlışlardan biridir bu. Plastik yüz tercih etme sevdası bazen hikayeleri heba edebiliyor” diyor. Başrol oyuncusu iki küçük çocuk, henüz hiç sinemaya gitmemiş, hatta sinemanın ne olduğunu dahi bilmiyorlar. İlk film izleme deneyimlerini de Berlin Film Festivali’nde Berlin’in en büyük sineması Zoo Palast’da yaşayacaklar. Kırmızı halıda yürüyüp sonra da sinema salonuna geçecekler. Taşdiken heyecanlı, ancak çocukların çok daha fazla heyecanlı olduğunu söylüyor. Hatta Elif, “Berlin’de pembe etek giymek istiyom. Bi de uçaktan çok korkuyom” demiş Taşdiken’e. ‘Bu ülke kardeşlik toprağı oluncaya kadar...’ Hrant Dink’in ‘Kertenkele Abdullah’ öyküsü Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde faaliyet gösteren sinemacılar ve yönetmen Özgür Arık tarafından sinemaya aktarıldı. “Kertenkele Abdullah”, Hrant Dink’in bizlere aktardığı bir öykü. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde (NHKM) faaliyet gösteren sinemacılar ve yönetmen Özgür Arık, bu hikâyeyi 2007 sonbaharında GAMZE keşfederek beyaz perdeye aktarmaya karar vermiş. Filmin ERBİL “Politik bir film” olduğunu belirten Arık, ulaşması gereken her yere filmi ulaştırmaya çalışacaklarını vurguluyor. Kertenkele’nin 25 Ocak Pazar günü gerçekleştirilen basın gösteriminin ardından yönetmen Özgür Arık ile görüştük. Oyuncuların ve film ekibinden başka insanların da katıldığı gösterimin ardından Hrant Dink’in eşi Rakel Dink kısa bir konuşma yaptı. Dink, “Geleneklerimizi, tarihimizi çocuklarımıza, sonraki kuşaklara aktarırken ne anlattığımızı, neye neden olduğumuzu göstermesi açısından bu filmin çok önemli olduğunu ve gereken mesajı ilettiğini düşünüyorum” dedi. Özgür Arık da Dink’in filmi beğenmesinin kendileri için çok önemli olduğunu vurguluyor. Kertenkele’nin beyaz perdeye uyarlanması nasıl oldu? Neden kısa metrajlı bir filmi tercih ettiniz? Hikâyeyle ilk olarak 2007 yılının sonlarına doğru Hrant Dink’in yazıları tekrar yayımlanırken Birgün gazetesinde karşılaştık. Ben Hrant Dink’in başka yazılarını biliyordum ama Kertenkele Abdullah’ın hikâyesini ilk kez o zaman okudum. Tabii sinemayla içli dışlı olunca hemen kafanız belli bir şekilde çalışmaya başlıyor: Nasıl görselleştirilebilir, diye. Anlatılan hikâyeyi beyaz perdede, kahramanlarla, anlatılan mekanla canlandırmaya başlıyorsunuz kafanızda. Sonra hikâyenin görselliği uyanınca, bunu yapalım dedik. Zamanla oturdu, kafamızda gelişti, ancak asıl faaliyete, yani senaryonun yazımına ve çekimlere Haziran 2008’den sonra başladık. 67 aylık bir çalışma, onun öncesinde de bir ortak düşünce üretimi süreci diyelim. Benim filmografim içinde bir yeri var elbette. Daha önce belgeseller yapıyordum ve kimi kısa film Hikâyenin ebedi dilinden de etkilendik ve bu siyasi mesajıyla birlikte güç kazandı. Dink’in öldürülmesiyle büyük bir hassasiyet ortaya çıktı, yüz binlerce insan bu hassasiyete katıldı. Biz de buna daha farklı bir cepheden, daha kalıcı bir şekilde katkı koyalım istedik. Sanatsal bir ürünle sözümüzü söyleyelim istedik, zaten filmde de belirttik bu ülke kardeşlik toprağı oluncaya kadar filmimizi Hrant Dink’e, yani eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin mücadelesini veren insanlara adadık. Politik bir söz, politik bir film o anlamda... SAPAN HİKÂYESİ Hikâyenin tarihine ve mekanına birebir göndermeler yok filmde, bunu özellikle mi seçtiniz, yaklaşımınız nedir? Hrant’ın aktardığı hikâyede zaman ve mekan var: 1918 yılı, Süphan Dağı etekleri. 1918, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlandığı dönemler ve bölge de Ermeni nüfusun yoğun olduğu yerler. Biz ise, bunu filmleştirirken kesin bir zaman ve mekandan koparalım istedik. Tabii, tamamen kopmuyor: Dönem yine savaş dönemi ve Anadolu’ya ait bir öykü. Zaten oyuncuların diline de yansıyor, herhangi bir şive kullanmadık, ya da bir giyim tarzını özellikle tercih etmedik. Bütün Anadolu, binlerce yıldır insanların her etnisiteden, her kimlikten insanın bir arada yaşadığı, birlikte ürettiği, birlikte vakit geçirdiği, hüzünlerini paylaştığı, bayram yaptığı topraklar... Kesin bir lokalizasyon yaparak herhangi bir kimliğe sıkışmasını istemedik öykünün. Bunu da oyuncuların diline, kostümlerine yansıtmaya çalıştık. Sinemaya uyarlarken hikâyeye eklediğiniz bölümler oldu mu, ek bir mesaj vermek istediniz mi? Mesaj kaygısıyla değil ama söylemek istediğimiz şeyi simgeleştirdiğimiz, sembolleştirdiğimiz bölümler ekledik. Mesela bir sapan hikayesi var; Abdullah çocuğa bir sapan yapıyor ve hediye ediyor ama sonra bakıyorsunuz o sapan ona dönüyor, ona karşı bir silah haline geliyor. Girişte bir masalımız var, bir şehzade masalı yazdık. Onun tek bir mesajı yok, daha doğrusu okumaya açık. İzleyici bunu istediği gibi alabilir. Yani daha masalsı bir kurguya büründürmek için kimi ekler yaptık, diyebilirim. Silip atmak çok zor olacak Taşdiken’in ilk filmi olan Mommo, yıllar önce gözlemlediği, tanık olduğu bir olaydan. Bazı yerleri kurmaca olsa da hikayenin bütünlüğü içinde seyircinin kurmaca bölümleri farketmeyeceğini dile getiriyor Taşdiken: “Çok doğal ve yalın bir hikayenin içine gömdük kurmaca bölümleri.” 20 yıl önce yaşananları, o yılın koşulları ve ortamıyla yansıtmanın gerekli olmadığını çünkü hâlâ günümüzde de benzer ve zorlu hikayelerin yaşandığını söylüyor Taşdiken. Hatta gelecekte de yaşanmaya devam edeceğini... Taşdiken, “Hikayede, Konya’nın Çavuş Köyü’ndeki iki çocuğun öyküsünden yola çıkan, evrensel anlamda değer taşıyan çocukların bu korkuları yaşamaması gerekliliği anlatılıyor. Yerel bir hikaye olarak dursa da anlatmak istediğimiz dünyanın her yerinde yaşananların, çocuklarda bırakacağı ruhsal travma. Bunları silip atmak çok zor olacak. Kesin olarak daha acı izler bırakacak. Şu an Gazze’de yaşananlar... Baktığınızda çocuk her yerde çocuk” diyor. Çocuk işçi çalıştırma, çocukları organ nakli için kullanma, onları cinsel meta olarak görme gibi pek çok örneği olduğuna değinen Taşdiken, bunların mutlaka sorgulamaya açılması gerektiğini dile getiriyor. Çocuklarına bayram hediye etmiş bir ülke olarak hedeflenen noktaya ulaşılamadığını, ancak yaşananları bir şekilde sorgulamaya ve yorumlamaya açarak yetkili insanların çalışma yapmasının sıradan insanların da bakışını değiştirmesinin sağlanabileceğini vurguluyor. ! çalışmalarım oldu. Ancak bu, daha önceki çalışmalardan farklı bir profesyonellik seviyesi oldu. Bir tür geçiş filmi diye düşündük. Hikâyenin yapısı gereği de kısa metraj daha uygundu. Böylesi bir mesajı bu çarpıcılıkta verebilmek bize böyle olanaklı göründü. Hikâyeyi sinemaya uyarlarken siz ne kattığınızı düşünüyorsunuz? Yalnızca sinemasal değil, siyasal ve toplumsal sonuçları düşünüldüğünde de... Bunun, Hrant Dink’in aktardığı bir öykü olması zaten başlı başına bir anlam katıyordu. Dink, bu ülkenin katletilmiş bir aydını. Onun anlattığı bir hikâye, hele de kendi içinde bulunduğu ruh halini de serimleyen bir hikâye olması bizi çok etkiledi. HAKAN AKARSU ? Sony VAIO şaşırtmayı sürdürüyor Sony’nin yeni VAIO P serisi küçük boyutlarıyla insanları oldukça şaşırtacağa benziyor. Bir el çantasını andıran P serisi işlemci olarak Intel Atom kullanıyor. Yaklaşık 640 gram ağırlığa sahip olması sayesinde taşıma kolaylığı sunan VAIO P serisi çıkışıyla birlikte rakiplerini oldukça zorlayacağa benziyor. P serisinin 4 farklı renk seçeneği (kırmızı, beyaz, siyah ve yeşil) olacağı belirtildi. Üzerinde birkaç adet USB port, MemoryStick ve SD Card girişi bulunan P serisi dizüstülerin çok küçük olması nedeniyle klavyede yazı yazmanın zor olacağı endişesi yaratılmasına rağmen güzel tasarlanmış klavye sayesinde oldukça konforlu bir şekilde yazı yazmak mümkün hale gelmiş. 8 inç ekrana sahip olmasına rağmen 1600x768 çözünürlük sağlaması dikkat çekici. 900 Dolara satılacak olan VAIO P serisinin sistem özelliklerini sayarsak; 1.3GHZ Atom Z520 işlemci, 2 gigabayt RAM ve 60 gigabayt hard disk. hakana?cumhuriyet.com.tr ? Samsung’dan 14.7 megapiksellik fotoğraf makinesi Samsung Electronics, HD çekim yapabilen, yüksek çözünürlük değerine ulaşan yeni NV100HD kompakt fotoğraf makinesini piyasaya sürdü. Samsung dijital fotoğraf makinesi NV 100HD’nin öne çıkan en önemli özelliği 14.7 Megapiksel çözünürlüğe sahip olması. Dijital kompak makinelerdeki en yüksek çözünürlük değerine ulaşan NV100 ile yüzde 500 zumlayarak çektiğiniz detay fotoğraflarda bile, piksel sorunu yaşanmıyor. Yüksek tanımlı fotoğraf ve film çekimi yapabilen NV100 ile aynı zamanda fotoğraflarınızı HDTV özellikli bir televizyonda sevdiklerinizle paylaşabiliyorsunuz. NV100 HD’nin siyah, üst paneli kırmızı gövdesi gümüş, üst paneli siyah gövdesi titanyum olmak üzere üç farklı renk seçeneği bulunuyor. Samsung’un bu fotoğraf makinesinin fiyatı ise 799 TL olarak açıklandı. ? Sony Ericsson’dan Smile Shutter teknolojisi Sony Ericsson, Smile Shutter teknolojisine sahip ilk modeli Cybershot telefon C510’u tanıttı. Smile Shutter fonksiyonu geçtiğimiz Kasım ayında tanıtılan 8,1 megapiksel kameralı Cybershot telefon C905 modelinde de kullanılacak. Şık tasarımıyla yeni model C510 yüksek kalite resim teknolojisini içinde barındırıyor. Resim kalitesinin yanı sıra etkileyici özelliklere sahip; gülümsemeyi tanıyıp çekme, yüz algılama, YouTube bütünleşmesi gibi bir dizi özelliği barındırıyor. C510 Cybershot otomatik odaklanmaya sahip 3.2 megapiksel kameraya sahip. Xenon flash bulunmuyor ancak düşük ışık koşulları için çift fotoğraf aydınlatması bulunuyor. 2.2inch TFT ekranı 240 x 320 piksel çözünürlük ve 262,144 renk sunuyor. 100 MB’a kadar olan dâhili hafızası hafıza kartıyla yükseltilebiliyor. ? Philips sinema keyfini evlere taşıyacak Philips, sinema perdesiyle aynı orana sahip ekranlı televizyonunu geliştirerek evde eğlence alanında bir ilke daha imza attı. Cinema 21:9, filmleri sinemanın verdiği keyifle, orjinal boyutlarında izleme olanağı sağlıyor. Philips’in Ambilight teknolojisiyle bir araya gelerek görüntüyü ekran sınırlarının dışına taşıyan Cinema 21:9, evde mümkün olan en sürükleyici izleme deneyimini sunuyor. Philips’in yeni televizyonu 21:9 görüntü boyutu ile şekillenen 56 inç ekran ile öne çıkıyor, bu sayede 2.39:1 formatındaki filmler sinemada olduğu gibi ekranı tamamen dolduruyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle