19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 10 OCAK 2009 CUMARTESİ Türkiye artık markalaşmalı ‘Anlamak gideni ve gelmekte olanı’ Sonbaharda faaliyetlerine başlamayı planlayan Nâzım Hikmet Akademisi, dönüştürücü ve üretime dönük bir disiplinlerarası eğitim verme hedefiyle farklı bir nitelik kazanacak. Kadıköy’de kurulacak Nâzım Hikmet Akademisi, dönüştürmek üzere yola çıkıyor. Dünyayı anlamak için dönüştürmenin gerekliliği fikrinden kalkan Akademi’nin çıkış deklarasyonu geçen hafta yayımlandı. Hazırlıkları yürütenlerle, Akademi üzerine konuştuk. İstanbul Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde (NHKM) bugünlerde olağan faaliyetlerin yanısıra Nazım Hikmet Akademisi’nin kuruluş çalışmaları yürütülüyor. Bir “çıkış deklarasyonu” ile çalışmalarını bir ileri aşamaya taşıyan ve 2009 sonbaharında faaliyete geçmesi planlanan Akademi’nin mutfağında Prof. Neşe Özgen, müzisyen Emin İgüs, şair Efe Duyan ile sinema yazarı ve yönetmen Çağrı Kınıkoğlu var. Farklı alanlara sahip ve dertlerinin de farklı olması beklenen bu kişiler, Akademi çalışmasıyla birlikte ortak hisseder, ortak düşünür ve üretir hale gelmişler. Ancak, Akademi sözkonusu olduğunda onların ısrarla üzerinde durduğu da bu zaten: Kolektif üretim. “Kolektif” kavramını yalnız ortaklığa vurgu yapmak için değil, “gideni ve gelmekte olanı” anlamak için de vazgeçilmez Piyasa, aydın ya da sanatçıyı nasıl görüyorlar. Akademi, kendi içinde farklı “disiplinlerin” bir etkiliyor? toplamı değil, dönüştürücü ve üretken bir disiplinlerarası Emin İgüs: Mesela müzikte geçerli faaliyet olarak farklı bir nitelik kazanıyor. olan bir proje hadisesi var. Dünyada proje müzisyenliği hakim. Nedir bu? Dünyada müzisyenlerin yıllardır yönlendirildiği bir Nazım Hikmet Akademisi, NHKM’de çeşitli başlıklarda şey var, alanınız neyse hangi enstrümanı yürütülen çalışmaların ortaya çıkardığı bir gereksinim çalışıyorsanız, bu konuda en uç noktaya olmuş. Ama bunun da ötesinde Türkiye’deki akademi, kadar yetkinleşin ve başka bir alanla da kültür ve sanat alanlarındaki daha büyük bir ihtiyaca yanıt uğraşmayın, bu konuda fikriniz olmasın. olarak tasarlanmış: Alternatif bir aydın hareketi ihtiyacı... Bir dönem müzisyenler müzisyenleri Aydın tanımı ise, öğrenmeyi, sonlu olmayan bir süreç; biraraya getirerek proje üretirdi, ama artık eğitimi, eğitenlerin de eğitildiği bir faaliyet olarak gören; projeyi yapanlar müzisyenlerin dışındaki dönüştürme etkinliğini “anlama”nın olmazsa olmazı insanlar oldu ve müzikte sektörleşme olarak kavrayan ve olaylara bütünsel bir çerçevede ortaya çıktı. İşte şimdi sektör var, projeleri müdahale eden insan olarak yapılmış. belirliyor, buna göre müzisyenler biraraya Bir alternatif kurumlaşma olarak tasarlanan Akademi, geliyor ve sonra dağılıyorlar. Bunun temel üniversitelerde ve kültürsanat alanında son 2030 yılda sloganı: Yap ve unut. Sektör bunu istiyor yaşanan piyasalaşma süreçlerinin aydın tanımı ve realitesi çünkü. Bir müzisyenin tarihsel ve üzerinde yarattığı tahribatı hedef alıyor. Hazırlık toplumsal donanımı yoksa, doğadan çalışmalarını yürütenler, 6080’lerin siyasal aydınını, aldığı, emanet aldığı seslerle yaptığı işi sistemin kendisi için bir tehdit olarak gördüğü ölçüde içselleştirmek gibi bir yeteneği yoksa, o hedef tahtasına koyduğunu ve neoliberal saldırının aydın zaman bu sektörün bir parçası olmaktan tavrını, otoritesini ve bütünsel varoluşunu yok etmeyi öteye gidemeyecektir. Biz diyoruz ki, programına yazdığını savunuyor. buradaki müzik insanımız hem üretsin hem de ürettiğini içselleştirebilsin. İçselleştirmekten anladığımız onun arkaplanını, sosyolojik, antropolojik NHA’da bir müfredat netleştirme çalışmalarının yanısıra, arkaplanını algılayabilsin, derdimiz bu. kütüphane ve müzik arşivinin oluşumu üzerine de yoğun GAMZE ERBİL YAP VE UNUT Hollywood’da söz sahibi olan dünyaca ünlü grafik tasarımcısı ve Türk Sinema Konseyi Başkanı Emrah Yücel, Cumhuriyetin 100. Yılında (2023) Türkiye’nin turizmde ilk beşe girmesi için markalaşma çalışmalarına ALPER hız vermesi gerektiğini vurguluyor. 2008 Markalaşması raporunda birinci sırada TURGUT Ülke Avustralya’nın yer aldığını belirten Yücel; alperturgut.blogcu.com “Bundan 10 yıl önce adı sanı duyulmayan Yeni Zelanda, başta sinema olmak üzere her türlü alanda atağa kalkarak markalaştı ve üçüncü sıraya yerleşti, her türlü potansiyele sahip Türkiye ise ne yazık ki ilk 50’ye bile giremiyor. Eğer Türkiye, dünyaca tanınmak istiyorsa önceliği sinema ve internet olmalı” diye konuşuyor. Bir ülkenin markalaşması, uluslararası toplum nezdinde söz sahibi olabilmesi ve raporlarda adının başta yer alabilmesi için hangi kıstaslar gözetilmeli ve çözüm hayata nasıl geçirilmeli? Bu konuda yapılmış pek çok araştırma var. Bunlardan en önemlisi her sene yayınlanan Futurebrand “Countrybranding” listesi. Bu listeye göre markanın oluşmasında en önemli etkenler şöyle sıralanıyor; yüzde 35 kulaktan duyulanlar (Arkadaşlarınızın ya da yakın çevrenizin size o ülke hakkında söyledikleri ve yaşadıkları tecrübeler), yüzde 18 internet (içeriği kullanıcı tarafından oluşturulmuş sitelerin ziyaret edilmesi), yüzde 13 televizyon dizileri ve sinema filmleri ( Bakınız Mamma Mia, Lost, Avustralya), yüzde 10 gazete ve dergilerde çıkan makaleler, yüzde 3 TV, basın ve outdoor reklamları. Yukarıdaki tüm yüzdeler bir ülkeye ilginin oluşmasındaki en önemli kanallar. Ayrıca entelektüel dünyası, politik hareketler, çevre, tarih, kültür, insan hakları duyarlılığı gibi pek çok etken Hollywood’da çalışan grafik tasarımcısı Emrah Yücel, ülke tanıtımı açısından sinema ve internetin yeterince kullanılmamasından yakınıyor markalaşmayı güçlendiriyor. Çağımızın buluşu internet, Türkiye’nin tanıtımı açısından yetirince kullanılıyor mu? İnternet, Türkiye’nin tanıtımı için yeterince kullanılmadığı gibi, bu sanal ortamda ülkemizin reklamını kötü yönde etkileyecek birçok bilgi ve görseller mevcut. Tüm bu bilgilerin önüne geçecek videoların ve imajların toplanması ve internetteki belli sitelere girişinin yapılması gerekiyor. GERİLLA PAZARLAMA Çok yakın zamana kadar internet denildiği zaman akla, bilgi veren, iyi tasarlanmış bir internet sitesi geliyordu. Oysa son iki yılda içeriği kullanıcılar tarafından oluşturulmuş bir internet ortamının önem kazandığı görülüyor. Bu demek ki, kimse artık bir ülkeye gideceği zaman o ülkenin turizm bakanlığı tarafından yapılmış web sitesine başvurmuyor. Herkes Travelocity, Tripadvisor gibi sitelere girip, kullanıcıların o ülke ya da bölge hakkındaki yorumlarını okuyor veya Facebook, My Space gibi sosyal arkadaşlık sitelerindeki gruplar aracılığı ile o bölgeler hakkında bilgi alışverişinde bulunuyor. Yani bu da bize, günümüzün geçerli tanıtım stratejisinin, bu kanallar aracılığı ile uygulanan Gerilla (Viral) Pazarlama yöntemleri olduğunu gösteriyor. Öte yandan Google Maps ve Google Earth üzerinde artık dünyanın her yerinde gezmek ve daha önceden gideceğiniz yerleri görmek mümkün. Pek çok potansiyel turistin sıklıkla yaptığı bir şey bu... Oysa Türkiye hakkında diğer ülkelere kıyasla çok daha az video ve imaj yüklenmiştir bu sitelere. Zaten olanlar da turizm nitelikli değil. İnternet üzerindeki “içeriği kullanıcılar tarafından oluşturulmuş” en önemli sitelerden biri “YouTube”. Eğer siz Youtube’u kendi ülkenizde kapatırsanız orada sadece insanların gidip bir şey izlemesini değil, mesela Antalya’da bir motelin kendi kamerasıyla çektiği tanıtım filmini Youtube’a koymasını da engellemiş oluyorsunuz. Turizm Bakanlığı‘nın, elindeki film ve imajların internetteki doğru kanallarda paylaşılabilmesi için profesyonel kişiler kadar amatör kullanıcılarla da işbirliği yapması gerekiyor. Bizim de bundan referansla bakanlığa sunduğumuz bir takım öneriler var. MÜFREDAT ÇALIŞMALARI KORKU VE ÇIKAR ÇEMBERİ bir faaliyet sürüyor. Çalışmalarını daha geniş bir çevreyle paylaşmaya hazırlanan Özgen, İgüs, Duyan ve Kınıkoğlu ile Akademi’yi ve Türkiye’de aydının durumunu konuştuk. Bugün Türkiye’deki “resmi akademi” sözkonusu olduğunda nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız, bu tabloda AKP iktidarı dönemi özel bir ağırlık taşıyor mu? Neşe Özgen: Akademi, puan, kadro ve nicelik ölçümü üçgenine hapsolmuş durumda ve her bilim yapan akademide olamıyor, akademideki herkes de bilimle uğraşamıyor. Bir parçalanma var. Bilim üniversite dışında yapılır, demiyorum. Ama şu andaki akademi bir korku ve çıkar çemberi altında. Bu AKP iktidarıyla pekişti, daha önce bu kadar büyük bir saldırı yoktu. Farklı nedenlerle bu yapının içinde duramayanlar ya dışarıya atılıyor, ya da çıkar çemberinin içinde eritiliyor. Asistanından, asistan adayına, profesöründen idari kadrosuna kadar çok ciddi bir informalite kurumu ağır bir şekilde sarsıyor. İkinci konu piyasacılık ve metalaşmanın egemenliği. Bunun tezahürü akademisyenin kadro, puan, nicelik olarak bilim yaptığını ispatlama zorunluluğu içine hapsolmuş olması. Dünyayı değiştirecek akıl Peki Nazım Hikmet Akademisi’ni nasıl tarif ediyorsunuz? Çağrı Kınıkoğlu: Şu an içinde bulunduğumuz nokta itibarıyla ne akademi alanında ne sanatçılar alanında sorduğumuz sorular ve onlara aradığımız yanıtlar ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Akademi’nin isminin de ima ettiği şey, eşit ve özgür bir ülke ve insanlık hedefidir. Bunu nasıl yaratacağımıza dair daha çok ve zengin sorular sormamız lazım. Bilim ve sanat arasındaki bütünlüklü ilişki, sorulan soruların zenginliğini de sağlıyordu. O bütünlük dağıldıktan sonra bilim bilim olmaktan, sanat da sanat olmaktan çıktı. Bugün gerçeklik kavrayışı ve gelecek kurgusu açısından pekçok sorunla karşı karşıyayız. Gerçeklik kavrayışımız dağılmış durumda. Piyasa mekanizmasının etkisi var, ideolojik manipülasyonların, sonra postmodern düşüncenin... Ama sonuçta insanlık gerçekliği kavrayacak araçlarından yoksun. Bunu sanatsal olarak ifade edebilecek araçlardan da yoksun belli açılardan. Bu gerçeklik ve gelecek kurgusunun tasarımını inşa etmek üzere, daha zengin sorular sormanın zeminini de oluşturmaya çalışacağız. Efe Duyan: Akademi deyince birincil ve benim gözümdeki en önemli özelliği, Türkiye’de sanatçılarla sosyal bilimciler ya da sosyal bilimler ve sanat arasındaki derin ayrılık sorunu. Akademi ise, sosyal bilimlerle sanat alanlarını, burada eğitim görecek insanları hem fiziksel olarak yanyana getirip bir paylaşım ortamı, kolektif bir üretim ortamı sağlayacak, hem de müfredatları içiçe geçmiş bir şekilde oluşturacak. Buradan romanı hiç bilmeyen bir sosyolog, sosyal bilimci çıkmayacağı gibi, sosyolojiden, tarihten bihaber bir romancı adayı da çıkmayacak. Neşe Özgen: Bu akademinin en önemli özelliklerinden bir tanesi, toplumsal bilimler dediğimiz, içinde müziğin, sinemanın, sosyal bilimlerin, edebiyatın harmanlandığı bir alanı birlikte üretmeyi hedefleyen, eğitmenöğretmen dikotomisinin ikiciliğinin aşıldığı bir yer olması. Burada birlikte öğrenilecek ve birlikte eğitilecek. Eğitimle ilerleyen bir akademi ihtiyacı içindeyiz. Yani karşımızda bir grup öğrencinin atıl ve pasif durduğu, birer nesne haline geldiği bir sınıf anlayışından ziyade, araştırmasıyla, ürünüyle, edebiyat yapıtıyla, belgeseliyle, hep beraber ürettiğimiz ve geliştirdiğimiz bir ürün çıkarmak niyetindeyiz. Burası bizim için de bir okul. NHA’nın seslenişi, dünyayı değiştirmek için akıllar yaratmayı umut eden bütün bilim adamlarına açık diyoruz. Değiştirmeyi hedefleyen, bilim adamı olmayan ama burada ders almak ve vermek isteyenlere açık. Bir başka özelliği evrenselci olması. Yani bir işe yaramayan ve öğrenci ya da öğretim üyelerinin çok kısa süreli, dışarıda “boy göstermesi” anlamına gelecek, küçük çaplı, düşüncesi küçük, Avrupa’ya değme çalışmalarından ziyade, dünyadaki iyi bilim noktalarıyla, benzer düşünen bilim noktalarıyla ortak çalışan insanları çekme hedefi de var burada. Ama birinci hedefimiz gerçekten dünyayı değiştirebilecek bir aklı birlikte üretebilmek. Emin İgüs: Şu da var, biz “şu modelde bir akademi açıyoruz” demiyoruz aslında. Bir süreç içinde bu akademinin nerede duracağını bulacağız ve yaşayacağız diyoruz. Bugüne kadar denenmiş, kalıplaşmış, müfredatları çok net bir yapılanmayı oluşturmak niyetinde değiliz. Buna laboratuvar da demeyelim ama, o yanı da olan bir şey bu. Benim sorumlu olduğum bölüm için söyleyeyim bunu, müzik bölümü için: Önümüze müfredat taslakları koyuyoruz ama bunu hep açık tutuyoruz. İkinci yıl bazı şeyler farklılaşabilir, müzik ve sosyal bilimler arasındaki dengeler değişebilir. İşte bunları da göreceğiz. Akademi topyekun öğrenecek, öyle bir anlayışımız var. Çok turist mi yoksa gelir getiren turist mi? Turizm potansiyeli olan bir ülkenin önceliği hangisidir? Ne kadar çok turist ülkemize gelir ve memnun kalırsa, ileride beraberinde o kadar turisti getirecektir. Burada önemli olan evlerine döndüklerinde Türkiye izlenimlerinin ne olduğu, beklentilerine cevap verip vermediğidir. Ülkemizi ziyaret eden turist ne kadar çok olursa bırakacağı gelir de doğru orantıda o kadar artacaktır. Bu tavuk, yumurta hikâyesi... Hollywood çağrıyı duydu mu acaba? Geçenlerde Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Hollywood’a çağrı yaptı ve “Ülkemize gelin, sizlere her türlü kolaylığı sağlayacağız” dedi. Türkiye, “TroyTruva” filmine ev sahipliği yapamayınca set Malta’da kurulmuştu. Biliyoruz ki; yüksek bütçeli filmlerin çekildiği her ülke ihya oluyor. Dev prodüksiyon şirketlerinin Türkiye’ye gelmesinin, tanıtımımız ve markalaşmamız açısından önemi nedir? Kültür Bakanlığı’nın bu konudaki tavrı çok önemli... Ancak Hollywood’un yapılan çağrıyı duyduğundan emin değilim. Geçtiğimiz Mayıs ayında MGM’in Başkanı Perry Stahman‘ı getirerek Ertuğrul Günay ile tanıştırmıştım. Ziyaretin sebebi MGM’in yenisini yapmayı planladığı “Topkapı” projesinin orijinal mekanlarında çekilmesi talebi idi. Çünkü şu anda bu film Almanya’da tekrar yapılacak Topkapı setlerinde çekilecek. Kültür Bakanı Günay, bu konuda gerekli olan “teşvik”yasasını 2009’dan önce çıkarmaya çalışacaklarını söylemişti. Ülkemizin yabancı yapımlarda lokasyon olarak kullanılması çok önemli. Türkiye’nin pek çok Hollywood yapımında mekân ve içerik olarak yer alması gerekiyor. Bunun için de yabancı filmler teşvik edilmeli. Sizin de dediğiniz gibi bir daha Truva filmi gibi büyük bütçeli Hollywood filmlerini kaçırmamamız şart. Yeni Zelanda örneği çok açık bir örnektir: “Yüzüklerin Efendisi” serisi ve peşinden Narnia, King Kong gibi pek çok filmin ardından 10 yıl önce yeri bile bilinmeyen bu ülke şu anda marka değeri açısından dünyanın ilk üçü içerisinde. Türkiye ise ilk 50’de bile değil. Bu konuda TBMM”de bir yasa tasarısı var. Bir an önce çıkarsa Türkiye için faydalı olur. Çünkü Hollywood’da Ortadoğu ve Irak merakı başladı. Bu da Türk sinema endüstrisi için büyük bir fırsat. ABD, Avrupa ve Uzak Doğu kendi epik öykülerini milyonlarca dolar harcayarak çekiyorlar. Peki, bize ait destanları, uzak ve yakın tarihimizi beyazperdede görebilmek için daha ne kadar bekleyeceğiz dersiniz? Bunun en son ve güzel örneklerinden birisi Nicole Kidman ve Hugh Jackman‘in oynadığı “Avustralya” filmi. Toplam 160 milyon dolara mal olan bu film için stüdyolar, 100 milyon öderken 60 milyonluk kısmı yürürlükteki teşvik yasası sayesinde Avustralya hükümeti tarafından karşılandı. Benzer bir yaklaşımın zaman içerisinde bizde de oluşacağını umuyorum. Türkiye’nin Hollywood’u bir pazarlama aracı olarak kullanmayı öğrenmesi lazım. Ve üstelik bu karlı bir yatırım. Hem ülkenizi, kültürünüzü tanıtıyorsunuz hem yatırımınızı geri kazanıyorsunuz. Bizim Türk Film Konseyi’ni kurma sebeplerimizden birisi de bu misyona hizmet etmek ve sinema endüstrisinde Türkiye için lobicilik faaliyetleri oluşturmak. İSTANBUL I LOVE YOU Başında bulunduğunuz Türk Film Konseyi’nin geleceğe dair projelerini kısaca anlatır mısınız? Türk Film Konseyi olarak bu sene içinde çekmeye başlanacak yapımcılığını üstlendiğim biri belgesel diğerleri uzun metraj film olmak üzere 4 projemiz var: Bu projelerden bir tanesi, “Paris I Love You” ve “New York I Love You” filmlerinin devamı niteliğinde olacak. 10 dünya yönetmeni, İstanbul’a gelip kendi kısa filmlerini yapacaklar. Kendi İstanbul izlenimlerini bir hikâye ile anlatacaklar. Bu işlerin bir araya gelmesinden bir uzun film oluşacak. Bu yöntem pek çok şehrin kendisini tanıtmak için kullandığı bir format haline dönüştü. Paris, New York, Tokyo’dan sonra şimdi sıra İstanbul’da... Ayrıca Kudüs, Rio ve 2010 Expo fuarının düzenleneceği Şanghay da sırada. 10 yönetmenin arasında bir de Türk yönetmen olacak ve bunun 2010 İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi olmasını hayal ediyoruz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle