19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Yönetmenliğini Peter Berg’in yaptığı filmin başrollerini Will Smith, Charlize Theron, Jason Bateman ile Valerie Azlynn paylaşıyor. Hancock, aslında başkalarının ne düşündüğünü umursayan birisi değildir. Halkla İlişkiler Uzmanı Ray Embrey’in hayatını kurtardıktan sonra alaycı süper kahramanımız kendisinin de zayıf bir tarafının olabileceğini farketmeye başlar. Hancock’un bugüne kadar karşılaştığı en büyük sorun bu yönüyle yüzleşmek olacaktır. Ayrıca, bu da Ray’in karısı Mary’nin, onun işe yaramazın teki olduğu konusundaki ısrarını kırmak için bir fırsattır. (Pathology) Marc Schölermann’ın yönettiği filmde Milo Ventimiglia, Michael Weston, Lauren Lee Smith ile John Whitworth rol alıyor. Harvard’dan tıp diplomalı Ted Gray, üç aylık adli tıp stajı için çok iyi bir patoloji uzmanı olan Jake Gallo ile tanışır. Her ikisi de kendilerinin en anlaşılmaz ölüm sebeplerini ortaya çıkarmada eşsiz olduklarına inanmaktadır. Jake, Ted’i hangisinin daha mükemmel bir cinayet işleyeceğine dair ölümcül bir oyuna davet eder. İki parlak doktor, kimin en iyi olduğunu göstermek için son bir yarışa girecektir. ? Hancock (Forgetting Sarah Marshall) Nicholas Stoller’ın yönettiği ve Jason Segel, Kristen Bell, Mila Kunis ile Russell Brand’ın rol aldığı Aşkzede, terk edilen bir erkeğin olgunlaşma ve hayata yepyeni bir başlangıç yapma çabalarına bir bakış. Müzisyen Peter, altı yılını televizyon yıldızı kız arkadaşı Sarah’ı idolleştirmekle geçirmiştir. O, Sarah’ın hem sevgilisi, hem asistanıdır. Ancak Sarah tarafından terk edilmesiyle birlikte kendisini yapayalnız bulur. Peter kendine gelebilmek için Hawaii’ye tatile gittiğinde hayatının en büyük kabusuyla karşı karşıya kalır. Eski sevgilisi ve erkek arkadaşı Aldous da aynı tatil köyünde kalmaktadır. ? Aşkzede ? Kadavra Güldürünün ustası de Funès Fransa’nın dünya sinemasına kazandırdığı en önemli komedyenlerinden, 1945’ten 83’e dek tam 159 filmde oynayan, 196070 yılları arasında Fransa gişe rekorlarının bir numaralı adı Louis de Funès’in filmografisinde yer alan üç önemli film (Şahane Oyun, Daldaki Otomobil, Cimri) Louis de Funès Koleksiyonu adıyla Saga Collection tarafından sinemaseverlere sunuldu. Fransızca’nın yanı sıra Türkçe dublajlı olan, ASLI oyuncunun filmografisini, SELÇUK fragmanları içeren filmler özel set kutusunda meraklıların ilgisiyle karşılandı. La Grande Vadrouille (Şahane Oyun/1966, Gérard Oury) Fransız sinemasının en büyük gişesini yapan (17 milyon 270 bin izleyici), bu unvanı 40 yıl boyunca koruyan tek filmdir. 1942 yılında Fransa, Nazilerin işgali altındayken İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait bir uçak Paris üstünde vurulur. Üç İngiliz paraşütle atlarlar. Peter (Claudio Brook), boyacı Augustin Bouvet’nin (ünlü Bourvil) çalıştığı apartmanın üstüne, Alan (Mike Marshall) orkestra şefi Stanislas Lefort’un (Louis de Funès) prova yaptığı opera binasının çatısına, Sir Reginald’da (Terry Thomas) hayvanat bahçesindeki fokların havuzuna iner. Vatanperver Stanislas’la Augustin, İngilizleri serbest bölgeye geçirmek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar: Nazi kılığına girerler, pervanesiz planörle uçarlar, Türk hamamına giderler, Nazilerle aynı yatakta uyurlar. Operasyonun kod adını taşıyan Tea for two’yu ıslık çalarak birbirlerini hamamda arama sahnesi olağanüstü soyut ve komiktir. Şahane Oyun ayrıca üç büyük komedyeni (de Funès, Bourvil, Thomas) bir araya getirmesiyle de dikkat çeker. Panavision formatındaki filmin görüntüleri yine diğer bir ünlünün kameraman Claude Renoir’ındır. Sur un arbre perché’de (Daldaki Otomobil/1970, Yön: Serge Korber) büyük iş adamı, çıkarcı, işbitirici Henri Roubier (de Funès) Avrupa otoyol ağı projesiyle ilgili çok karlı bir anlaşmaya imza atmış olmanın keyfiyle coşmuş özel otomobiliyle İtalya’dan Fransa’ya dönmektedir. Gümrükçülerin grevini desteklemek için kamyon sürücüleri de bu ara grev yapmaktadırlar, trafik adeta durmuştur. Yolda ezmeye çalıştığı otostopçu gençle (Olivier de Funès) kocası çok kıskanç kumarbaz kadını (Géraldine Chaplin) köpeğiyle birlikte arabasına almak zorunda kalan Bouvier yolda giderken bu kez kaza yaparak arabasıyla uçurumdan aşağıya devrilir. Kendine geldiğinde yarın kenarındaki bir ağacın üstünde arabanın asılı kaldığını ayrımsar. Milyarlık iş üstündeki Ben Kendimi Yetiştirdim’in yazarı Roubier, iki yabancı ve bir köpekle birlikte bir ağacın tepesindedir. Su kalmadı deyip sileceğin suyunu gizli gizli içen Roubier sonunda dahiyane bir çözüm bulur, giysilerinden bir ip yapıp aşağıdaki ağaca ulaşmak... Soyut komedinin doruk noktasındaki bu çalışmada de Funès, Charlie Chaplin’in kızı Géraldine ve oğlu Olivier’eyle karşılıklı oynar. L’Avare’da (Cimri/1980, Louis de Funès, Jean Girault) oyuncu hiç caymadığı eski bir düşünü gerçekleştirir, Molière’in unutulmaz oyununu sinemaya uyarlar, hem yönetmenlik yapar hem de cimri Harpagon’u başarıyla canlandırır. Altmış yaşındaki Harpagon on bin altın eküyü bahçesine gömmüştür, gece gündüz durmaksızın mallarının bekçiliğini yapar. Kızı Elise’le oğlu Cléante’ın aşk evliliği yerine para evliliği yapmasını isteyen Harpagon altınları uğruna çocuklarının mutluluğuyla da oynamaktadır. Arabacısı Jacques’ı (Michel Galabru) hem ahçı hem de uşak olarak Harpagon’un inanılmaz pintiliği, eli sıkılığı ünlü çizer Uderzo’nun desenleri eşliğinde ibretle izleniyor. Ufak tefek bedeniyle (1. 64), ilginç profiliyle, çabuk parlayan, öfke küpü, dediğim dedik, homurdanması kesilmeyen, asık suratlı karakter tiplemesiyle, aşırı mimikleriyle Fransız ve dünya sinemasında iz bırakan Louis de Funès (19141983) 1904’te İspanya’dan Fransa’ya göç eden İspanyol bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Annesi Leonor Soto Reguera’ca yetiştirilen Louis, ilk piyano derslerini beş yaşındayken annesinden aldı. Paris’teki gece kulüplerinde, kabarelerde caz piyanistliği yapan, bahşişlerle geçinen Louis, 2. Dünya Savaşı’nın bitiminde oyunculuğa başladı (La Tentation de Barbizon/1945). De Funès, 112 filmden sonra üne önce PouicPouic’te (1963) İtalyan halk tiyatrosu Commedia dell’Arte’deki Pantalone’den esinlendiği öfkesi burnunda, enerjik, bol mimikli oyunuyla ardından Le gendarme de St. Tropez’de (1964) çizdiği çabuk parlayan, yaz kasabasına gelen tatilcilerle uyum sağlayamayan tutucu polis jandarması Ludovic Cruchot tiplemesiyle ulaştı. Fantomas’da (1964) yorumladığı Komiser Juve karakteri Pembe Panter’deki Dedektif Clouseau’yla (Peter Sellers) eşleştirildi. O, yüzeyde kaba, beceriksiz, acemi görünen karakterlerin iç çatışmalarını, soytarılıklarını insan ruhunun derinlikleriyle birleştirdi. En çok öfkeli, her sözünü tartışılmaz sayan kişilik tiplemesinde ustalaştı. Ağzında gevelediği gürültüyü andıran sözcükleri, abartılı davranışları, başkalarına sürekli attığı tokatlar, yüzünü buruşturması, ekşitmesi tümüyle ona özgüydü ve tüm bunlar onun güçlü mizahının temel öğeleriydi. Mim yeteneği sözcüklerden öteydi: İki eliyle bir şişeyi tanımlarken mimikleri sözün ötesine geçerdi. Çizdiği karakterler genellikle kötü, bencil, ikiyüzlü, antipatik, özveriden yoksundu, o yine de oyun gücüyle onları sempatik, kabuledilebilir bir izdüşümle perdeye yansıtarak izleyicilerin vazgeçilmez komedyeni oldu. 1973’ te Fransa devlet nişanı verilen, 1980’de Onur César’ı verilen Louis de Funès’in en büyük isteği çok hüzünlü bu dünyada hem çocukları hem ebeveynlerini güldürecek filmler yapmaktı. Arif bu kez yontma taş devrinde Türkiye’nin en çok konuşulan filmi A.R.O.G.’un Afyon’daki setini geçen hafta ziyaret ettik. A.R.O.G., Cem Yılmaz üçlemesinin ikinci filmi… Pek meşhur “Halıcı Arif”, uzayda geçen G.O.R.A. serüveninin ardından hızını alamamış olsa gerek bu kez Yontma Taş Devri’nde karşımıza çıkacak. Anlaşılan o ki; mağara ALPER dönemi, buzul çağı ve dahası, geçmişe intikaliyle iyice TURGUT kahramanımızın şenlenecek. Yoğun bir emek, keyifli bir alperturgut.blogcu.com eğlence ve karikatürize edilmiş absürt bir komedi. Özetle; A.R.O.G. budur. Türkiye’nin en meşhur komiği Cem Yılmaz, altı yıl önce aklına gelen bir fikri senaryo haline getirdi ve böylelikle yontma taş filmi A.R.O.G. doğdu. O, “11 yaşımdan beri hayallerimi gerçekleştiriyorum” diyor ve kolay film çekmeyi asla düşünmüyor. Yılmaz, yönetmenlik koltuğunu ise “Hokkabaz”da birlikte çalıştıkları Ali Taner Baltacı ile paylaştı. Arif karakteriyle birlikte dört rol üstlenen Cem Yılmaz’ı bir kenara koyarsak diğer başrollerde Ozan Güven, Özkan Uğur, Nil Karaibrahimgil, Zafer Algöz, Özge Özberk ve Hasan Kaçan var. Taş devrinin en güzel kadını Mimy’i canlandıracak olan Nil Karaibrahimgil, Türkiye’nin Charlie Chaplin‘i dediği Cem Yılmaz için ilk defa kamera karşısına geçtiğini belirtiyor ve ekliyor; “Bir konser 1,5 saat sürüyor, bazen 10 dakikada bir şarkı besteleyebiliyorsunuz. Oyunculuk ise hepsinden daha zormuş.” A.R.O.G.’un çekimleri Mayıs ayı başında Antalya’da başladı. Film setini ziyaret ettiğimiz sırada ekip, yaklaşık 9 haftadır Afyon’da idi. Kapadokya için ‘bekâretini kaybetmiş bakir topraklar’ diyen Cem Yılmaz, daha az bilinen doğa harikası Afyon Döğer’i seçmiş. SİT alanı ilan edilen Frig Vadisi’ndeki çekimlerin ardından ekip, İstanbul’a dönecek ve Temmuz ayı içinde filme (post prodüksiyon aşaması dışında) son nokta konulmuş olacak. Birçok sinemaseverin merakla beklediği A.R.O.G. Aralık ayında Türkiye ve yurtdışında yaklaşık 450 kopya ile vizyona girecek. Ve ardından da A.R.O.G.’un bir bilgisayar oyunu yapılacak. canlandırma telaşına kapılan film ekibi (130 kişi), konuyla ilintili belgeselleri (elde fazla veri yok, ne yapsınlar) sular seller gibi ezberleyerek işe koyuluyor. Bunun dışında çoğu ilkokul ve üniversite öğrencileriyle civar köylerden gelen Afyonlulardan oluşan 3 bin figüranın varlığı, prodüksiyonun boyutları hakkında bizlere fikir verebilir. Belki elin oğlu (Hollywood) bir çırpıda 200 milyon dolar çıkartıp, film yapabiliyor. Ancak Türkiye koşullarında bunun adı imkânsız. Düşünün onlar için devede kulak sayılabilecek bir film olan A.R.O.G., 8.5 milyon doları bulan bütçesiyle Türkiye’nin en pahalı filmi. Ve Cem Yılmaz, “film gişede yatarsa, bizde bundan sonra evde yatarız” diyebiliyor. A.R.O.G. ile ilgili bu denli reklam ve tantananın nedeni işte burada yatıyor. İSPANYOLCA KONUŞAN MAYMUNLAR Gelelim film setine… Hırpani mağara adamı görevini üstlenen oyuncuların, Küba devrimini ateşleyen sakallı gerillalardan (Barbudos) pekte bir farkı yok. Eğer sete bir konuk gelmişse ve kazara sakallıysa, hemen gel oyna diyorlar. Şakası bir yana, oyuncular ve figürasyon, ya çağa aykırı bir şekilde solaryuma girerek veya güneşin alnında “amele yanığı” denilen doğal kararma yöntemine sarınarak filme hazırlanmışlar. Tek renk olmak da yeterli gelmeyince, “kirletme odaları” devreye girmiş. Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı demeden herkes karavan önlerinde çamurla sıvanıyor, itinayla kirletiliyorlar. Ekip, mağara çekimlerinde büyük zorluk yaşamış. Çünkü her tarihi mekânda görmeye alışık olduğumuz “aslan tertip” ve benzeri yazıları silmek hiçte kolay olmamış. Yeri gelmişken söyleyelim. Yapımda görev alan maymunları, Arjantin’den gelen özel bir grup canlandırıyor. 1.40 boyundaki kadınları, gerçek maymundan ayırmak ise hayli zor. Cem Yılmaz, “AROG’da İspanyolca bilen maymunlar oynuyor” diyerek işi espriye vuruyor. Çekim sırasında uçakların geçmesi tabii sıkıntı veriyor, ama en büyük sorun su motoruyla çalışan bir araç… Yılmaz aracı şöyle tarif ediyor: “Bir amcamız var burada, su motorundan araba yapmış kendine. Su motoru ve dört tekerlekten oluşuyor araç. Ancak bu alet öyle bir çalışıyor ki, amcanın gelişini altı kilometre uzaktan duyuyoruz. Su motorlu amca dışında burada evimizde gibiyiz.” A.R.O.G. setinde, 9 Nisan 2008 günü bir ölüm olayı yaşanmıştı. Film setinin bekçilerinden Ramazan Acar, duman zehirlenmesi sonucu hayatını kaybetmişti. G.O.R.A.’da ise 61 yaşındaki oyuncu Metin Voştina, kalp krizi sonucu yaşamını yitirmişti. Serinin laneti sürüyor demeyeceğiz, özellikle kalıcı dostluklar kuran ve çekimin (gün içinde 18 saat süren bir olay, dile kolay) bitmesini hiç istemeyen genç oyuncuları ve teknik ekibi gördükten sonra… TÜRKİYE’NİN EN PAHALI FİLMİ GORA’da uzayı fetheden günümüz insanı Arif, maceraya doyamayınca envai çeşit dinozor ile ahbap olmak zorunda kalan ilk atalarımızı ziyaret ediyor. Sonuçta çoğumuzun yontma taş devri bilgisi, ilköğretim müfredatından öteye gitmez. Türk sinema tarihinde bazen bıkkınlık verse de kahramanlık destanı boldur. Surlardan atlayan ve bir sıçrayışta kalenin burçlarına ulaşan Malkoçoğlu ve benzerleri gibi. Ancak konu tarih öncesiyse AROG bir ilk film… Hal böyle olunca geçmişi C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle