Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 19 TEMMUZ 2008 CUMARTESİ ‘Sendikasızlarla çalışmayacağım!’ Deprem konulu bir sinema filminin hazırlıklarıyla uğraşan Ezel Akay dizilerin sürelerinin kısaltılması için çalıştığını anlatıyor. Televizyondaki esas sorunun sendikalı olmayan çalışanlar olduğunu söyleyen yönetmen “Çözüm basit aslında. Biz çalışmıyoruz artık desinler” diyor. Reklam, sinema filmi çekimleri, yapımcılık, yönetmenlik, oyunculuk ve eğitmenlik alanlarının hepsinin içinde yer alan Ezel Akay şu sıralar bir yandan öğrencilerinin çektiği kısa filmleri izleyip notlarını hazırlarken bir yandan da BERİL reklam çekimlerine devam ZAMAN ediyor. Akay tüm bunların yanında, yakında çekimine başlanacak, kamusal bir kampanyaya öncülük edecek deprem konulu sinema filminin de hazırlıkları ile uğraşıyor. Ezel Akay ile bir yönetmenin gözünden sinema sektörünü, oyuncuyönetmen ilişkisini ve yeni sinema filmi tasarısı üzerine konuştuk. Oyunculuk matematik hesabıdır Ezgi Bakışkan, oyuncular arasında sendikal bir birlik kurulamamasından şikâyetçi. Ezgi Bakışkan genç bir oyuncu. Çocuk yaşta ailesiyle birlikte gittiği tiyatroda sahneye bakarken büyülendiğini, oyuncuların o çocuk gözünde devleştiğini anlatıyor hala aynı heyecanı taşıyan ses tonuyla. O yıllarda bağlanmış tutkuyla oyunculuğa. Artık 27 yaşında ve oyuncu. Çeşitli çocuk oyunlarında rol alan ve Yersiz ZUHAL Yurtsuz dizisiyle televizyona adım atan Bakışkan, şimdilerde Küçük Kadınlar dizisinde kocası AYTOLUN tarafından terkedilmiş, 2 çocuklu, iyi yürekli bir kadını canlandırıyor. Ayrıca yine kendisine büyük keyif verdiğini söylediği seslendirmeye de koşturuyor kalan vakitlerinde. Bakışkan’ın sesini Kurtlar Vadisi’nde Sema Şimşek’in sesinden hatırlayabilirsiniz. Bakışkan’la hem oyunculuğu, hem de seslendirmeyi konuştuk; en çok da sözü geçtiğinde gözlerinin içini parlatan tiyatroyu... İLGİNÇ BİR ÖRGÜTLENME Türk Sineması son dönemde büyük bir yükselişe geçti, iş olanakları da arttı. Fakat sektör çalışanlarını tedirgin eden sette hiyerarşik bir düzenin olması. Siz bu konu da ne düşünüyorsunuz? Evet bir hiyerarşi oluşuyor ister istemez. Yönetmenin gerçek işi filmi çekebilmek için bütün ekiplerden talepte bulunmak; bütün ekibi yönetmek değil. Dolayısıyla hiyerarşi piramit gibi değil de, yamuk gibi. Setteki şefçalışan ilişkisi ise, diktatörlükteki gibi değil. Çünkü çalıştırdığımız elemanlar alelade işçiler değil; hepsi kalifiye elemanlar. Film sektörü özel yetenek isteyen, başka işlere ve sektörlere göre iyi para kazandıran bir meslek alanı. Dolayısıyla şefler hem bilgi sahibi alt elemanla hem de müdanesi olmayan ekiple çalışmak zorundalar. Herkesten bir yaratıcılık, organizasyon yeteneği, kendi kararını alıp üretime faydalı olması bekleniyor. Akan bir banttaki aletleri temizleyen robotlar gibi olmamalılar. Buradaki hiyerarşi, ilginç bir demokratik örgütlenme aslında. Sette eşcinseller, kızıl saçlılar, siyahlar, Yahudiler, allahsızlar, başı bağlılar, 90 yaşında bir oyuncu, 3 yaşında bir bebek, Türk, Kürt, Çinli bir arada çalışabiliyor. Bütün bu insanlar aynı işe konsantre oluyor, aşık oluyor, nefret ediyor, kavga ediyor, birbirlerinin yüzüne tükürüyor, birbirlerini alkışlıyor ve sonunda birbirlerini sarılarak kutluyor. Bu kadar badirenin içinden bir sanat eseri ortaya çıkaran meslek dalı daha yok. Bu nedenle bunun adına basitçe bir hiyerarşi demek doğru olmaz. Sinemadaki, bence yeryüzündeki en ilginç TİYATRO TUTKUSU İlkokul yıllarında ailesiyle çocuk oyunlarına giden Bakışkan, nasıl büyülendiğini anlatıyor sahneye bakarken: “Çok etkilenir, gözlerimi ayırmadan izlerdim. Sonra aileme tiyatrocu olmak istediğimi söyledim. Onlar da beni hemen bir tiyatro kursuna yazdırdılar.” Enis Fosfororoğlu’yla çalışan Bakışkan, tiyatro sevgisini de, küçük yaşta aldığı temel bilgiyi de ona borçlu olduğunu söylüyor. Tiyatro kursunu ilkokul bittiğinde tamamlamış Bakışkan. Çok küçük yaşta başlayan bu tiyatro aşkı, bir heves olarak gelip geçmemiş. Hep içinde tutku olarak yaşamış. Ortaokul ve lise yılları da tiyatroyla geçen Bakışkan, üniversite sınavında Eskişehir Üniversitesi Fransızca Öğretmenliği’ni kazanmış: “Bir yıl okuyabildim bu bölümde. Çünkü aklım hep tiyatroda, oyunculukta, sahnedeydi. İnsanlar sınav öncesi ders çalışırken ben oturup oyun okuyordum. O kadar seviyordum ki başka bir şey yapamayacağıma kanaat getirip, oyunculuk sınavlarına hazırlandım.” İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan Hülya Savaş ile birlikte sınavlara hazırlanan Bakışkan, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk bölümünü kazanmış ve iyi bir derece ile mezun olmuş. Mezun olmanın heyecanıyla hemen bir şeylerin olmasını beklediğini ancak bu süreçte çok zorluk çektiğini söyleyen Bakışkan, yine de yitirmemiş umudunu. Okul yıllarında çocuk tiyatrosu yapan, Pınar Kido Çocuk Tiyatrosu’nda iki yıl oyun sahneleyen ve Işıl Kasapoğlu’yla kukla tiyatrosu yapan Bakışkan; “Işıl hocayla çalışmak büyük keyifti. Çok iyi bir insan ve hoca kendisi. Çok keyifli çalıştık. Kukla öğrendik. Altın bir bileziğimiz daha oldu kolumuzda. Sonra İstanbul’a gelince zorluk çekmeye başladım” diyor. ekip örgütlenmelerinden biri. Sizi bir çekimde en zorlayan noktalar neler? Benim için motor demeden önceki aşamalarda hikayenin kurulma anı, senaryoyu yazmaya çalışmak gibi noktalar da zorluklar var. Ben bir mana arıyorum. Bu filmi, bu sahneyi niye yapıyorum, bu müziği niye kullanıyorum gibi sorularla fazla vakit geçiriyorum. Bunun dışında güncel bir dert olan oyuncu takvimlerinden ben de muzdarip oluyorum. Sinema hala tek başına hayatını kazanma kapısı değil. Oyunculara ne kadar para verirseniz verin, oyuncular bütün enerjileriyle filme hazırlanıp tüm cesaretini ve enerjileri o filme veremiyorlar. Oyuncu üç ay rolü çalışacak, iki ay çekimi bekleyecek, sonra çekimler başlayacak toplam dokuz ya da yedi ay boyunca yönetmene ait olacak. Bunun bir bedeli var. Oyuncunun o dönemde hem kaçırdığı işlerin bedelini ödemek hem de geçimini sağlamak zorundasın. Türkiye’de böyle bir yatırımı yapmak her sinema filmi için mümkün değil. Özellikle popüler sinema popüler sinemadan popülist sinemayı anlamayalım yani kitlesel bir sinema filmi yapma arzusunda olunca organizasyon büyüyor ve zorlaşıyor. Ama sete çıktığımda benim için aslında zorlayıcı noktalar prensipte bitmiş, oyun başlamış oluyor. CAHİL YÖNETMENLER Oyuncu yönetmen ilişkisinden de biraz bahsedersek… Oyuncunun yönetmenle ilişkisi ikisinin de karakterine ve içlerinde bulundukları kültüre bağlı. Oyuncu seyirci karşısında oynayabilen bir varlık. Seyirci olmadan oynayamıyor; oynadığını anlayamıyor. Oyuncu karşısında birisinin nefesini, gözünü, bakışını, duygularını hareket ettirdiğini hissederek devam edecek oynamaya. Sinema oyuncusunun bir tane seyircisi var o da yönetmen. Eğer bu ilişki unutulursa yönetmen tarafından, oyuncu oynayamıyor. Oyuncusunu setteki sandalyeden farklı görmeden yönetmenin filmlerinde oyunculuk kötü oluyor. Çok ilginç özel yetenekleri olan yönetmenler de var. Teo Angelopoulos mesela. Onun oyuncuyla ilişkisi ile Oliver Stone’un oyuncusuyla ilişkisi arasında önemli farklar, oyuncunun filmde yer alışında da artistik farklar var. Bu ilişkide önemli olan oyuncuyu doğru oynatabilmek. Oyuncu oyununu oynadıktan sonra dönüp birisinin gözünün içine bakacak, oradan bir onay bir ilham ışığı almazsa doğru oynayıp oynamadığını bilemeyerek tedirginlikle oynamaya devam edecek. Yönetmenin yeteneğine kendini bırakmak zorunda kalacak. Dolayısıyla buradaki güven ilişkisi iki taraf için de çok önemli. Oyuncuyu ‘yetenekli adam oynar diye’ izlemeyen çok fazla cahil yönetmen var. Sendikasız, yıpranma payı yüksek bir meslekte çalışan set çalışanları konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Sine1’in (Film Yönetmenleri Derneği’nin) kurucu üyesiyim. İki yıldır sendika ile setçilerin gittiği her yere gidiyorum. Televizyon sektöründeki problem ise sendikasızlık değil, sendikalı olmayan çalışanlar. Sinesen (Kamera arkası Çalışanları Meslek Sendikası) setlere gidip kayıt yapıyor. Çözüm basit aslında. Örgütleneceksin ve hakkını talep edeceksin. Bu hak talebiyle koşulların iyileştirilmesi, fazla mesai ve belirli saatlerde çalışma koşulları çalışanlar tarafından bastırılacak. Biz telif sahipleri dizi saatlerinin kısaltılması için bayadır çalışıyoruz. Yapımcılar da itiraz etmiyor artık. Gerçek işveren bu sektörde televizyon kanalları. Bir dizinin, filmin bütçesinin karşılanması için yayın süresi kadar kanalının reklam alması gerek. Ama bu kısmı bizi ilgilendirmiyor. Bu kadar televizyon kanalı olmasın o zaman. Sermayedarlar çeksinler ellerini az kanal olsun. Böylece gelen reklam ücretleri artar, film süreleri de kısalır. Yakınanların da artık harekete geçmesi gerek. ‘Devlet bize baksın’ mantığından sıyrılmalıyız. Zaten öyle bir devlet de yok artık. Olmasın da… Yakınanlar sendikaya gitsinler, bin kişi olunca da durup ‘biz çalışmıyoruz artık’ desinler. Ben çekeceğim yeni filmde; pratik nedenlerden ne kadarını yapabiliriz bilmiyorum; sendikası olmayan arkadaşlarla çalışmayacağım. BEDENİ SÖZE DÖNÜŞTÜRMEK Küçük Kadınlar dizisinde kocası tarafından terkedilen ve gündeliğe giderek yaşamını kazanan iyi yürekli bir kadını canlandıran Bakışkan, aynı zamanda da seslendirme yapıyor. Severek yaptığı için de hiç yorulmadığını, koşarak gittiğini söylüyor. Oyunculuğun hiçbir zaman bir alana hapsolmaması gerektiğini savunan Bakışkan, “Bir oyuncu hem dizide, hem tiyatroda hem de sinemada oynayabilmeli. Bunları kesinlikle ayırmıyorum” diyor. Ama kendisi için tiyatronun yerinin bir başka olduğunu vurgulayan Bakışkan, o heyecanı birebir seyirciyle yaşadığını, birlikte nefes alıp verdiğini, bu anlamda sahnenin tadının bambaşka olduğunu söylüyor. Oyunculukta her zaman doğallıktan yana olduğunu özellikle vurgularken, tiyatroda da zorlanacağı rollerde oynamak istediğini dile getiriyor. Bakışkan, şimdilerde bir tiyatro oyununda yer almadığını ancak yeni bir oluşum için yeni fikirleri olduğunu söylüyor: “Tiyatro adına umudum büyük. Yeni fikirler, yeni ekipler ve yeni oluşumlar çıkıyor ortaya. Ben de deneysel bir şeyler yapmak istiyorum. Mesela sözün olmayabileceği, harekete dayalı çalışmalar. Bu konuda bir atölye çalışması yaptık. Hocam İngiltere’den. Onun da kafasında dans tiyatrosu gibi harekete dayalı projeler var. Belki beraber bir şeyler yapabiliriz. Bedeni söze dönüştürebilmek çok önemli.” İstanbul’u uyaracak bir film Çekimlerine başlayacağınız yeni sinema filminden biraz bahseder misiniz? 17 Ağustos Gölcük depremi üzerine, depremin onuncu yılında (2009’da) İstanbul’u ve deprem tehlikesi altında yaşayan insanları uyaracak bir sinema filmi olacak. Filmin senaryosu ortağım Sami Dündar’ın başından geçmiş gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazıldı. Prodüksiyon kalitesi yüksek, büyük boyutlu ve aynı zamanda bilinçlendirme kampanyasını parçası olacak bir film projesi. Adını şimdilik ‘Depreme Hazır mısınız?’ diye andığımız, TRT’nin, Kızılay’ın, Kocaeli Belediyesi’nin, Başbakanlığın, Afet Sigortası gibi birçok kurumunun destek verdiği bir sinema filmi. Senaryo ve çekim planlamalarıyla ilgili çalışmalar da giderek yoğunlaştı. Senaryo İngilizceye çevrildi ve yurtdışına yollandı. Beklemeler oluyor ama bu yıl bu filmi çekeceğim. Yurt dışından da destek mi alacaksınız bu film için? Filmin dağıtımın sağlıklı yapılması için yurt dışında da ortaklıklara gidiyoruz. Bu projede kardeş ülke olarak Yunanistan’ı seçtik. Yunanistan’da ERT’nin ve bir Yunan yapımcının desteğiyle burada ve Yunanistan’da filmin yayınlanmasını, ardından da Avrupa’ya dağıtımını organize etmeye çalışıyoruz. Film depremin merkezi olan Gölcük Donanma Komutanlığı Devir Teslim Töreni’nden başlıyor. OYUNCULAR ARASINDA BİRLİK YOK Oyunculuğu matematiksel hesaba benzetiyor Bakışkan: “O kadar çok küçük ayrıntı var ki. İyi bir oyuncu tüm bunları tam olarak hesaplayabilmeli.” Türkiye’deki yetersizlikleri henüz televizyon ve sinemanın sektörleşememiş olmasına bağlıyor. O yüzden de pek çok zorluk yaşandığını, doğallığın da sürükleyiciliğin de geri planda kaldığını söylüyor. “90 dakika sürüyor dizilerimiz. Burada akıcılığı da doğallığı da korumak zaten çok zor. Yurtdışında bir dizi en fazla 45 dakika sürüyor. O yüzden de oyuncuların başarısı çok dikkat çekici. Türkiye’de sorunların başında sektörün yeterince profesyonelleşememesi geliyor” diyor. Ayrıca oyuncular arasında sendikal bir birlik kurulamamasından da şikayetçi. Oyunculuğun biraz da ego işi olduğunu ve bu yüzden oyuncuların bireysel hareket ettiğini söyleyen Bakışkan, ancak genç oyuncuların o heves ve heyecanla örnek olabileceklerini ve böyle bir birlik kurulabileceğini vurguluyor. C MY B C MY B