22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 19 TEMMUZ 2008 CUMARTESİ ‘Biz Rakı İçeriz’ Yaz geldi, herkes, herkes dediysek, olanağı olan herkes deniz kıyısına koşuyor. Lokantalar, restoranlar, barlar kafeler ve meyhanelerin de kıyıda ya da bahçede olanları yeğleniyor. Türkiye’de özellikle Ege ve Akdeniz kıyıları ile İstanbul’da bahçe ya da yalı meyhanesi kültürü oldukça eskiden beri yaygındır. Ama değişen yaşam koşulları bahçeleri beton bloklar arasında yok etti, sahil yollarıyla da, yalıların büyük bölümü tarihe karıştı, böylelikle bahçe ve yalı meyhanelerinin çoğunluğu da yok olup gitti. Yine de kimi kalanlar arasından bir seçim yaparak, önümüzdeki yaz günleri için sizlere, mezeleri yemekleri ve içkileri ile bir liste sunacağım gelecek yazımda. Belki onu okuduktan sonra, içlerinden beğendiğiniz birini seçer, siz de gidersiniz. Tabii gittiğinizde, garson gelip, ne istediğinizi soracak, siparişi aldıktan sonra, asıl önemli noktaya gelecektir: Ne içersiniz? Son zamanlarda biraz değişmiş de olsa, bu soruya verilen cevap genelde şu olur: O da sorulur mu canım! Tabii ki, rakı... Eskiden bu yanıtı bir başka soru izlemez, eğer marka özellikle belirtilmemişse, garson kendiliğinden masanıza istediğiniz boyda bir “Yeni Rakı” şişesi koyardı. Ama artık durum değişti. Rakı üretiminin, 2003 yılında devlet tekelinden çıkarılmasından sonra piyasayı cins cins, çeşit çeşit rakılar sardı. Doğrusunu isterseniz Vefa Zat mesleğe 12 yaşında miço olarak başlamış. Merhaba Ünlü oyuncuyönetmen Kevin Costner’in yapımcılığını ve başrolünü üstlendiği ‘On Üçüncü Gün’ filmi 1962’deki Küba Krizi’ni anlatıyordu. Tarihi gerçeklere dayanan yapım, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Curtis Le May’i kötülediği gerekçesiyle Pentagon’un itirazıyla karşılaştı. ABD Milli Savunma Bakanlığı, senaryonun değiştirilmesini istedi. Costner karşı çıktı ve film, kara listeye alındı. Aksiyon filmlerinin üstadı John Woo’nun yönettiği, Nicholas Cage’in de başrolünde oynadığı “Rüzgarla Konuşanlar” da gerçek bir olaya dayanıyordu. 2. Dünya Savaşı sırasında kendilerine has bir dilleri olan kızılderililerin telsiz şifrecisi olarak kullanılmalarını anlatıyordu. Pentagon bu kez de bir Amerikan deniz piyadesinin yaralı bir Japon askeri öldürdüğü ve altın dişini çektiği sahne başta olmak üzere birçok sahnenin değiştirilmesini istedi. İstek kabul edildi ve senaryo neredeyse tamamen değiştirildi. James Bond serisinin ‘Açık Tehlike’ filminde Amerikalı komandoların Kolombiya’ya yasadışı operasyonlar düzenlemesi ve Amerikan başkanının yakın bir dostunun uyuşturucu taciri çıkması, ‘Kurtuluş Günü’nde tek başına dünyayı uzaylılardan kurtaran karakterin sivil olması, ‘Forrets Gump’ filminde orduda kıt zekalı askerler bulunduğu iması da Pentagon’un itirazıyla karşılaştı ve senaryoların değiştirilmesi istendi. Bütün bunları Amerikalı gazeteci David L. Robb “Hollywood Operasyonları“ adlı kitabından öğreniyoruz. Pentagon’un savaş filmlerine uyguladığı sansür aslında oldukça eski. ABD’de dönem dönem tartışılan bu ‘kirli ilişki’ son günlerde yeniden gündeme taşındı. Nedeni ise yakın dönemde vizyona girmesi beklenen Irak ile ilgili savaş filmleri... Gamze Erbil bu hafta ‘Pentagon’un Hollywood operasyonları’nı mercek altına aldı... ??? Bu haftaki bir başka konumuz ise Türk sinemasından. Beril Zaman, reklam, dizi, sinema, yapımcılık, yönetmenlik, oyunculuk ve eğitmenlik alanlarının hepsinin içinde yer alan Ezel Akay’la söyleşti. Film Yönetmenleri Derneği’nin de kurucu üyesi olan Ezal Akay, üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu, Türk sinemasının ve emekçilerinin geleceğini de yakından ilgilendiriyor; sendikalaşma. Örgütlenme ve hak arama mücadelesinin önemi, Ezel Akay’ı oldukça radikal bir karar almaya yöneltmiş. O, yeni çekeceği filmde sendikası olmayanlarla çalışmayacak. Akay ne derece başarılı olur kararında bilinmez ancak Türk sinemasının yarınları adına sağlam bir adım attığı kesin... İyi hafta sonları... yaşında iken, Samatya’da Bülent’in esnaf meyhanesinde miço olarak göreve başlamış, çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra, İstanbul Hilton Oteli’nde bar boy olarak (bar komisi) bara adım atmış, 1981 yılında ise, aynı kurumdan bar “supervisör” ünvanıyla emekli olmuş. Ondan sonra çeşitli kurumlarda, “yiyecek içecek müdürü” , “işletme müdürü” olarak çalışma yaşamını sürdürmüş. Şimdilerde “yiyecek içecek danışmanlığı” yapmakta olan Vefa Zat, İsmet İnönü’den Celal Bayar’a, Kraliçe Elizabeth II.’den General De Gaulle ve Şah Rıza Pehlevi’ye kadar çok ünlü kişiye servis yapmış bir meslek erbabı. Turizm okullarında dersler de veren Vefa Zat, ayrıca keyifle okunan bir yazar. Özellikle, “Eski İstanbul Barları” , “Eski İstanbul Meyhaneleri”, “Ömür Çiçekleri”, “Eski İstanbul Otelleri” kitaplarını keyifle okuduğumu belirtmek isterim. RAKIYA DAİR HERŞEY Yaşamın ve rakı alemlerinin imbiğinden geçip gelmiş Vefa Zat’ın kitabında, rakının adından, kökeninden, masasına, adabına, mezelerine, çeşitlerine etiketlerine kadar her türlü bilgi var. Tabii, rakı ile ilgili bir eserin onsuz olmazı, şair, bestekar, gazeteci, yazar Ahmet Rasim’den de uzun uzun söz ediyor, kimi alıntılar veriyor. Aynı zamanda eski meyhaneler, Osmanlı’dan, hatta öncesi Bizanstan başlayarak günümüze kadar anlatılıyor. Kitabın belki de en ilginç ve yararlı bölümü ise, kuşkusuz sofra ve rakı adabıyla ile ilgili olan bölümleri, üstat Ahmet Rasim’den alıntılarla da süslenmiş olan çeşitli sayfalarda, bilindiğinde insanı keyifle vezir, bilinmediğinde ise çirkin biçimde rezil eden rakı ve sofra adabından özenle söz ediliyor. Altmışlı yaşların üst basamaklarına doğru tırmanmakta olan İstanbul Beyefendisi Vefa Zat’ın kitabında en çok beğendiğim hususlardan biri de, zengin bir geçmişi gözlerimizin önüne sererken, eskiye saplanıp kalmaması ve yeni meyhanelerin, artık kadınların yerlerini alarak şenlendirdikleri sofların güzelliğini vurgulaması, geçmiş yazılarımda birinde sözünü ettiğim Ayşe Şensilay ve yeni kadın meyhane üstalarımızdan söz etmesi, ama Despinayı da unutmamış olması... Böylelikle rakı adabının yalnızca “aaah aaahhh nerde o eski günler, o eski demler!” sızlanmasından ibaret olmadığını da anlıyoruz. Eski Osmanlı rakıları, Atatürk’ün sevdiği rakılar, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemi içki yasağı uygulamaları ve çocukluğumun efsunlu anılarından biri olan Kulüp Rakısı etiketiyle ilgili geniş bilgi almak istiyorsanız, Vefa Zat’ın “Biz Rakı İçeriz”ini okuyun derim. Şu mereti içiyoruz, bari rezil olmayıp, vezir olarak, adabını, mezesini, yapılışını geçmişini bilerek içelim derken, Vefa Zat dostuma da, bu öğretici eseri için buradan bir teşekkür gönderiyorum. Yarasın! “BİZ RAKI İÇERİZ” YAZAN VEFA ZAT OVERTEAM YAYINLARI iyi de oldu. Özelleştirme tutkusuna biraz kuşkuyla yaklaşmama karşın, ben özelleştirmenin rakıları çeşitlendirip, daha kaliteli hale getirdiğine inanıyorum. Artık monosepaj yani tek cins üzümden yapılmış rakılarımız bile var. Ülkemizde kökü eskiye dayanan rakı kültürü daha da zenginleşti. Bugün rakı kültürü ve adabı konusunda, bir şeyler öğrenmek isteyen, bilgisinin üstüne yenisini katmayı arzulayanlar, eskinin meyhanelerini ve rindmeşreplerini merak edenler için, eşine az rastlanan bir kitabı “Biz Rakı İçeriz”i tanıtmak istiyorum. Ama konuya geçmeden önce, dilerseniz, yazarı tanıyalım biraz. KEYİFLİ KİTAPLAR “Biz Rakı İçeriz” Vefa Zat’ın 12. kitabı. 1941 yılında İzmir’de doğmuş olan Vefa Zat, daha 12 Zat kitabında Atatürk’ün sevdiği rakılardan da sözediyor. Deneysel bir platform: Günümüz sanatçıları sergisi 1980’ler Günümüz Türk Sanatı açısından pek çok önemli değişimi ifade ediyor. Bunların arasında, kimi sanatçı inisiyatifleri ile kimi ise kurumlar tarafından gerçekleştirilen süreli sergileri sayabiliriz. Öncü Türk Sanatından Bir Kesit, 10 Sanatçı 10 İş (ABCD Sergileri) gibi sanatçı ESRA ile yapılan etkinlikler ALİÇAVUŞOĞLU çabaları bugün artık sanat tarihine mal olmuş durumda. İstanbul esraali?yahoo.com Resim Heykel Derneği tarafından düzenlenen Günümüz Sanatçıları Sergileri ise mekan ve yapısal değişikliklere karşın 1980 yılından bu yana özellikle genç sanatçılara kendilerini ifade etme olanağı sunuyor. Genç sanatçı adaylarının üretimlerini gösterebilecek alanlar bulabilmeleri günümüzde de hâlâ en önemli sorunların başında geliyor. Dolayısıyla, Günümüz Sanatçıları Sergisi hem bu denli uzun soluklu olması, hem de büyük bir dirençle gençlere temsil olanağı vermesi nedeniyle önemli bir misyona sahip. Sanat ortamındaki potansiyeli desteklemesi ve gençlere üretimlerini gösterebilecek platform sunması açısından bu misyonun çok önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak gerek. Günümüz Sanatçıları Sergisi’nin geçen yıllar içinde bir takım yapısal değişiklikler geçirdiğine değindik. 1980’lerden 2000’lere dek sanat ortamındaki yarışmalı sergiler eğilimine paralel olarak juri sistemi ile yapılmıştı bu sergiler... Sonrasında, 1980’lerin modeli ile bu işin yürümeyeceğini fark edilmiş ve 2000’li yılların başında “çok küratörlü” bir sergiye dönüşmüştü. Bu sergiler o dönemde en önemli değişikliği ulusal bir jüri sisteminden uluslararası yapıya kayarak yaptı. Geçen iki yıl Hasan Bülent Kahraman’dan oluşan tek seçiciye indirgenen yapı, bu kez yine yerli ve yabancı küratörlerin birlikteliğinden oluşan eski sisteme dönmüş görünüyor. Bu noktada, hem küratörlü hem de uluslararası bir yapının, çeşitliliği ve yeni eğilimleri “tek seçicilik”ten daha iyi kavradığını söylemek gerek. Daha önce de dile getirmiştik: Günümüz Sanatçıları Sergisi tek kişinin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli anlamlar taşıyan, misyonu olan sergilerin başında geliyor. Resim ve Heykel Müzeleri Derneği Başkanı Leyla Belli’nin bu yılki sergi için kaleme aldığı yazı yukarıda sözünü ettiğimiz değişiklikliği açıklar nitelikte aslında. Leyla Belli, küratörlü sistemin, çağrı sürecinde bir temanın ortaya atılmasını gerekli kıldığını, bunun da “günümüz gençlerinin bakış açılarını yakalama” çabalarını kısıtladığına değiniyor. Dolayısıyla bu yıl, değişik kültür ve sanat ortamlarından gelen üç küratörden oluşan daha “deneysel” bir seçici kurul oluşturduklarını ifade ediyor. Ancak küratörlerin önermelerinden gençleri “korumak” için tek seçicinin eline bırakmak da çözüm değilmiş; bunu geçen iki sergide izledik. Elimizde ve şu anki sanat ortamında başka bir model olmadığına göre gençleri “küratörlü sisteme” hazırlamanın da bu serginin misyonlarından biri olduğunu gözardı etmemek gerek. Ayrıca, Borusan Sanat Galerisi’nin kapanmadan önce her yıl iki kez gerçekleştirdiği Yeni Öneriler / Yeni Önermeler sergisi “jüri” kelimesini kullanmasa da bu çizgide hareket eden bir yapılanma içindeydi. Siemens Sanat’ın bu yıl ikincisini gerçekleştirdiği “Sınırlar Yörüngeler” de Günümüz Sanatçıları Sergisi’nin önceki modeli olan jüri sistemi içinde hareket ediyor. Bu sergiler de gösteriyor ki, aslında jüriden çıkan sergiler eklektik, birbiriyle ilişkisiz olmaya daha çok eğilimli. Günümüz Sanatçıları Sergisi’ne dönecek olursak; bu yıl Irina Batkova, Bart van der Heide ve Adnan Yıldız’ın küratörlüğünde oluşan serginin henüz yayımlanamayan ama internetten okuyabileceğiniz sürece ilişkin metni, oldukça ilginç. Özellikle yukarıda sözünü ettiğimiz “model” meselesiyle ilgili gelecek yıllarda uygulanabilecek önermeleri var küratörlerin. Sadece teorik Nejat Satı’nın katılım ücretini eleştiren kuklaları... Halil Vurucuoğlu duvar resmine bir açılım getirdi. Aksanat Kültür Sanat Merkezi, “Günümüz Sanatçıları Sergisi” 25 Haziran– 31 Temmuz 2008 İstiklal Caddesi, Zambak Sokak, No: 1, Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 252 35 00 www.akbanksanat.com hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B olarak değil, sürece ve işleyişe ilişkin de hayli kafa yorduklarını görebiliyoruz bu metinde. Belki de bu yıl ki serginin Türk sanat ortamına en büyük katkısı küratöryel çalışmanın sürecine ilişkin oldukça açık yürekli bir tavrın ortaya konması. Küratörlerin önermesi “İşçisin Sen, İşçi Ol”; sergilenen yapıtlar bu noktadan hareketle bir araya geliyor. Nejat Satı’nın afişe de taşınan ve katılım ücretini eleştiren 19.99’luk kuklaları, Esra Sağlık’ın dil problemine getirdiği şiirsel yaklaşım, Halil Vurucuoğlu’nun duvar resmine eklediği açılım ilk anda akla gelen işlerden. Ayrıca, Seçil Alkış, Turan Büyükkahraman, Mehmet Dere, Selin Kocagöncü, Yener Pınarbaş, Viron Vert’in yapıtlarının yer aldığı sergi, elbette ki öncelikle günümüz sanatının eğilimlerini yansıtırken hem üretimin hem de bugünkü sanat ortamının “malzemesine” ilişkin bilgiler de veriyor. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Neşe Yazıcı, Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle