Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 5 NİSAN 2008 CUMARTESİ Reis Çelik, son filmi ‘Mülteci’yi ‘kültür erozyonunda tecavüze uğramasını engellemek için’ vizyondan çekti Sinemacılığa çıkan bir yol Çağla Zencirci’nin profesyonel olmayan aktörlerle gerçekleştirdiği Ata isimli kısa kurgu filmi Fransa’daki dünyanın en prestijli kadın filmleri festivalinde ödül kazandı. Fransız Guillaume Giovannetti ile birlikte çalışmalarını sürdüren Zencirci ile sinema üzerine konuştuk. Dünyanın en prestijli Kadın Filmleri Festivali’nde genç bir Türk kadın sinemacı olarak ödül kazanmak nasıl bir duygu? “Öncelikle, Créteil Kadın Filmleri Festivali’ne diğer festivallerden farklı olarak bir nevi gönül borcumuz olduğunu belirtmeliyim. Guillaume Giovanetti ile beraber yaptığımız ilk film ilk kez 2004 yılında UĞUR Créteil Kadın Filmleri gösterilmişti. HÜKÜM Festivali’nde O dönem filmimizi bir çok festivale göndermiş, hepsinden olumsuz cevap almıştık. Hem filmin geleceği, hem de yönetmenlerin kendilerine ve filme olan güveni açısından, ilk filmin prestijli bir festival tarafından kabul edilmesi çok önemli. Créteil’in kataloğunda yer almak filmin diğer festivallere davet edilmesini sağladı. Bu nedenle, Créteil festivali bir nevi bizim sinemacı kariyerimizi başlatan, destekleyen, bize ilk kez güvenen festival oldu. 4 yıl sonra, aynı festivalin son filmimizi de beğenerek bizi davet etmesi, hatta bir ödülle de bizi desteklemeye devam etmesi gerçekten çok onur verici.” Seni sinemaya getiren süreç neydi? “1996 yılında Hacettepe İktisat bölümünden mezun oldum. Sinema eğitimim yok, çocukluğumdan itibaren de Uzak Doğu Asya sineması ve Karate filmleri dışında herhangi bir tür veya akıma özel bir ilgi göstermedim. Bir gün kalkıp da sinemacı olmak isteyeceğim, yaşamımı bir filmi tamamlayabilmek için ne gerekiyorsa onu yapmak üzere düzenleyeceğim hiç aklıma gelmedi. Bugün annem ‘Kızım bunları ne yapayım? Kullanacak mısın, atayım mı?’ diye karton kutular içerisinde senelerce usanmadan çektiğim super 8’leri, artık hiç kimsenin kullanmadığı Hi8 kasetlerini gösterdiğinde aslında geçmişimde sinemayla sandığımdan daha fazla ilgilendiğimi farkediyorum. Hatta arkadaşlarımla senaryolar da yazardık bir araya gelip, kardeşimle ne zaman bir kamera ele geçirsek hemen çok titiz bir 1976 yılında Ankara’da mizansene girişirdik. Tek eksik, ne okulda doğan Çağla Zencirci A.Ü. ne başka bir yerde kimse bize gerçekten yönetmen olunabilineceğini, sinemacı olup Siyasal Bilgiler Fakültesi film çekmenin gerçek bir meslek olduğunu İkstisat bölümünü bitirdi. söylemedi. İstersem film yönetmeni 1978 yılında Lyon’da doğan olabileceğimi ve bunun mümkün olduğunu Guillaume Giovanetti ile farkettiğim gün kendiliğimden buna ortak çalışmalarına 2003 yöneldim sanırım.” yılında belgesel film Yaşama mekanı olarak niçin Paris’i yönetmeni olarak başladılar. seçtin? “Daha çok yaşama mekanı değil ama işimi istediğim gibi yapabilme mekanı internetten festivalin katılım şartlarını ve son başvuru tarihini olarak Paris’i tercih ettim. Fransızca bilmek büyük avantaj öğrenip filmi ve gereken belgeleri festivale göndermek. İkinci tabii. Ancak ‘Al kızım bu paraları, bütün hayatını değiştir, git adım ise ‘kusura bakmayın, bu sene çok başvuru oldu, sizin Fransa’da istediğini yap’ diyebilecek kadar varlıklı bir aileden de filminiz de çok güzel ama ne yazık ki zamanımız dar, inşallah bir gelmiyorum. Ama eğer ki 27 yaşında bir anda durup dururken, dahaki sefere’ gibi cevaplardan yılmadan, morali hiç bozmadan hiç de eğitimini görmemişken, sinema konusunda hiçbir şey filmi mümkün olduğunca çok festivale göndermek. Genel olarak bilmez, sinema ile ilgili tek bir kişi dahi tanımazken, yönetmen her filmimiz için ‘Yüz kere hayır denmeden vazgeçilmeyecek’ olmak istemeye, büyük sıkıntılar çekmek pahasına bile olsa, kuralını uyguluyoruz. İlk filmimizle 45 hayır’a ulaşmıştık ki Ankara’dan değil de Paris’ten başlamakta yarar var. Bence Créteil bize bir can simidi attı.” sinemanın başkenti, ne olursa olsun, hala Paris ve bu şehir Bu yıl 30. Uluslararası Créteil Kadın Filmleri Festival’inde En geçmişiniz ve eğitiminiz ne olursa olsun, eğer ki bir işi yapmaya İyi Kısa Metrajlı Film Halk Ödülü kazanan ‘Ata’ projesi nasıl gerçekten istekliyseniz, size en azından bir imkan tanıyor. Daha doğdu? Sanırım biraz özel bir hikayesi var. Hikaye ve sonra bu imkanı kullanıp kullanamamakta tabii ki bir istek ve de oyuncuların seçilmesi bir hayli ilginç. Nasıl hazırlayıp çektiniz? maalesef bir şans meselesi.” “Ata bizim ilk yazdığımız senaryo. Paris’e gelişimden çok kısa Ama şahsi ama Guillaume Giovanetti ile çektiğiniz kısa bir süre sonra yazmaya başladık, senaryoyu bitirmek, senaryoyla metrajlı ve belgesel filmlerin hep festivallere katıldı, hatta ödüller ilgilenen prodüksiyon şirketini bulmak, şirketin finansmanları aldı. Genç sinemacıların kendilerini göstermeleri için festivaller bir araya getirmesi, filmin çekilmesi ve tamamlanması tam 4 ‘sine qua non/olmazsa olmaz’ tek yol mu? Büyümeye, tanınmaya yılımızı aldı. Filmin senaryo aşamasında oldukça otobiyografik başka geçit yok mu? Başka yol yoksa festivallere katılmanın yolu olduğunu kabul etmeliyim, kendi hayatımdan ve Paris’in bana nereden geçiyor? sunmadıklarından biraz yakınasım vardı sanırım. “Ne tür filmlere ilgi duyulduğuna bağlı. Avrupa’daki Filmin başrol oyuncularından Ahatcan Ali ile bir kafede festivaller genelde bağımsız yönetmenler tarafından çekilmiş, tesadüfen tanışmamızın ardından senaryoyu yazmaya başladık. ‘Arthouse’ sineması ağırlıklı, küçük bütçeli filmlere öncelik Filmin konusu Fransa’da bir kaçak olarak yaşayan bir Uygur veriyorlar. Bu nedenle sinemalarda veya televizyonda Türkü’nün ve de bir Türk kızının karşılaşmasıydı. Ahatcan Bey’i göremediğimiz, daha önce hiç duymadığımız filmleri Ahatcan Bey oynadı, beni de Ceyda Bakbaşa’nın oynamayı kabul festivallerde seyretme imkanımız oluyor. Eğer amaç televizyon etmesiyle film artık benim otobiyografim olmaktan çıkıp filmi çekmek veya Hollywood tarzına yönelmekse bunun yolu, Ahatcan Bey ve Ceyda’nın hikayesi oldu. Ne Ceyda’nın ne de anladığım kadarıyla, festivallerden geçmiyor. Ahatcan Bey’in daha önce hiçbir aktörlük veya sinema deneyimi Festivallere katılmanın ise tek bir yolu var. Birinci adım olmadığını özellikle belirtmeliyim. Ama ben de, Guillaume’da hem filme hem de bize duydukları güven için ikisine de minnettarız.” ATA Sırada Pakistan’da bir ilk uzun metraj var galiba? Onun da hikayesini ve somutlanmasını anlatır mısın? Örneğin prodüktör bulma aşamasında belirleyici olan neydi? İlk adımda neler yapacaksınız? “Uzun metrajlı filmimiz bir roadmovie, yani çok büyük bir bölümü yollarda geçiyor. 22 yaşında köse bir Pakistanlı gencin günün birinde tüm hayatını altüst edecek bir karar alarak yola koyulmasının hikayesi. Hikaye yine gerçek kişiler üzerine, onların başlarından geçen gerçek hikayeleri konu alan bir film.” Patlamış mısır kültürüne direnmek gerek Işıklar Sönmesin, Hoşçakal Yarın, Güllünün Yolculuğu ve İnat hikayeleri gibi filmleriyle tanınan yönetmen Reis Çelik, son filmi Mülteci‘yi bundan kısa bir süre önce vizyona sokmuştu. Ancak Çelik, filmini bir haftanın sonunda gösterimden kaldırdı. Tabii karşı çıktığı şeyleri vurgulamak ve duyduğu tepkiyi gösterebilmek adına... Pek çok bağımsız yapımın yönetmeni olan Çelik’in nelere karşı çıkmak adına bunu yaptığını tahmin etmek çok zor değildi aslında ama, biz yine de bu sorunun cevabını kendisinden öğrenmek istedik. Toplumun giderek yozlaştığından, daha da önemlisi entellektüel, aydın kesimin de artık sadece popüler işlere gittiğinden yakındı Çelik. Tüm bunların nedeninin de 50’li yıllardan bu yana okuyana, kültürlenene, öğrenciye ve sanatçıya karşı uygulanan tecrit politikalarının olduğunu vurguladı, halkın bilinçlenme ve kültürlenme ihtiyacının yok edildiğini söyledi. Ancak Reis Çelik tüm bunlarla savaşmaya kararlı. Filminizi neden vizyondan çektiniz? “Doğrusu gerçekten içinde bulunduğumuz koşullar çok sert ve sürüklendiğimiz nokta pek umut verici değil. Bir yandan dünyanın vahşi emperyalizm tarafından paylaşım savaşı sürerken, ülkemiz de siyasi yozlaşmaya ve kültürel erezyona doğru inanılmaz hızla sürükleniyor. Bu acı verici tablo yaşamımızın tüm noktalarına etki etmeye başladı. Bu durum, sinema salonlarına kadar indirgenmiş durumda.” Yani bağımsız yapımlar sinema salonlarında yer mi bulamıyor? “Ne yazık ki hem yer bulamıyor, hem de izleyici bulamıyor. Bir haftanın sonunda çektim ben de filmimi.” Bu tarz filmleri izlemeye çok az kişinin gitmesi neyi gösteriyor? “Tüm ana tartışma bu soru çevresinde dönüyor bence. Sinema salonu işletmecileri için durum biraz daha anlaşılır çünkü. Yani salonlar, bir hafta boyunca en fazla 4050 kişinin geldiği bir filmi oynatırsa batar. Asıl sorun bambaşka... Daha önce okuyan, izleyen, merak eden ve bunların neticesinde filmi eleştiren bir kesim vardı. Örneğin benim filmlerimi şimdiye kadar ortalama 150250 bin seyirci izliyordu. Benzer filmlerde de sayılar bu civardaydı. Yani bu tarz filmleri seyretmeye gelen belli bir entellektülel, aydın izleyici vardı. Bu seyircinin zamanla artması beklenirken, sayının hızla gerilemeye başladığını farkettim. Bugün seyirci sayısı 23 bin oldu. Çarpıcı bir örnek vereyim. İstanbul ve İzmir’in en işlek olduğu, öğrenci kesiminin yoğun olduğu bölgelerdeki birçok sinemaya, Mülteci’nin vizyona girdiği gün boyu tek bir izleyici bile gitmedi mesela.” ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? C MY B ŞİRİN GÜVEN neresinde olduğunu düşünün. Yani İzmir Konak’ta ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde film vizyona giriyor ve gün boyu kimse filme gitmiyor. O şehirlerdeki üniversitelerin 30 bin kişilik kapasitelerinin, sinema okuyan yaklaşık 5 bin öğrencinin ve öğretim üyesinin vah haline!” Nasıl aşılabilir bu süreç? “Toplumsal erozyonlar toplumların yaşadığı süreçlerin sonuçlarıdır. Yani 50’li yıllardan bu yana bu ülkenin okuyana, kültürlenene, öğrenciye ve sanatçıya karşı uyguladığı tecrit politikasına bakarsak bunu anlarız. Politik bilinç, halkın bilinçlenme ve kültürlenme ihtiyacını yok etmiştir. Yozlaşma kültürünün teşvikiyle birlikte bu gün geriye dönüş yaşıyoruz. Ümmet toplumu yaratılıyor. Ümmet toplumları yukarıdan işaretle hareket eder. Türkiye de yukarıdan ne işaret ediliyorsa ona yöneliyor. Yukarısı sanatçıyı kim olarak tarif ediyorsa, neyi film olarak tarif ediyorsa insanlar ona ilgi duyuyor. Eğer magazin kültürü, daha doğrusu patlamış mısır kültürü, Reis Çelik’in Mülteci filmine bir işaret buyursaydı sinemalar dolar taşardı. Yani ne yazık ki entellektüel kabul ettiğimiz kesim de artık bu işarete göre hareket ediyor. Sinan Çetin kendine göre haklı olarak diyor ki: ‘Yahu arkadaş, bu filmler çok entel dantel işi’. Ama düşünülmesi gereken konu şudur, 70 milyonluk bir ülke, hem de Avrupa Birliği’ne aday bir ülke, eğer 100 bin entellektüel yaratamamışsa, nasıl zavallı bir kültürsüzlük yarattığımızı farketmek durumundayız.Yani Türkiye’de 670 bin öğretmen, 200 bin civarında da üniversite öğretim görevlisi var. Bunlar okumadan, izlemeden ve araştırmadan öğrencilere ne öğretiyor? Bunu bile sorgulamamız yeterli bence. Bu yozlaşmanın farkına varmalıyız. Bu durum zaten yarattığımız iktidarlardan belli.” BİR DİZİ ÇEKSEN... Peki ne yapmalıyız bu durumda? “İşe patlamış mısır kültürüne teslim olmuş ama farkında olmayan kesimi cimcikleyerek işe başlamalıyız. Mesela kendimden ve çevremden örnek vereyim. Gerek yapımcılar, gerek dağıtımcılar ve gerekse yakın çevrem ‘Biraz daha suya sabuna dokunmayan konular seçsen, iş yapan filmler çeksen. Senin donanımın iyidir, onları daha dolu dolu yaparsın. Ya da bir dizi çeksen...’ diyor bana. Yani sistem bilinçli veya bilinçsiz olarak kendine uydurma zorlamasını sürdürürken, direniş göstermek gerekiyor bence. Kimileri üretime devam etmek için direnirken, kimileri de daha çok yazarak ve daha çok izleyerek direnmeli. Mesela zaten kimse bu filmi izlemiyor diye, o film hakkında yazılar yazılmıyor, yorumlar yapılmıyor. Bu yüzden de izleyici daha çok popüler olanlara yöneliyor. Bu gidişle bu senaryo yüzde 47 oyla kalmaz, yüzde yüzlere vararak acı sona ulaşır.” Bağımsız filmler desteklenmeli yani bir anlamda... “Dünyada bağımsız yapımlar destekleniyor. Örneğin Almanya, Fransa ve İngiltere’de bağımsız yapımların sinemalarda gösterim şansı bulabilmesi için alternatif sinema salonları açılıyor ve onlar bölge belediyeleri ve bakanlıklar tarafından destekleniyor. Türkiye’dea ise durum çok farklı. Mesela Mülteci sinema salonlarında oynarken, salon sahibi filme kimse gelmiyor diye seansları azaltıyor. Bazı seanslarda Recep İvedik filmi oynuyor.” Hangi salon yaptı bunu? “Birçoğu... Ve bu bir tür tecavüzdür aslında. Bağımsız sinemayı bu alana hapsederseniz bu tecavüz devam eder. Ben de bu tecavüzü kabul etmediğim için filmi vizyondan çektim. Yeşilçam Sineması‘nı Türkiye’nin de tek alternatif sinema salonu olarak kurduk ama salonumuz tek başına kaldı. Destek istediğimizde bize ‘Diğer büyük zincir sinemalar da ister’ dediler. O yüzden yanaşmadılar. Ama duruma baksanıza, Mülteci ile Recep İvedik’i karıştırarak birlikte veriyorlar. Neyi, neye karıştırıyorlar? Kültürün ne olduğunun, ticaretin nerede başladığının ayrımını yapamazsanız olmaz. Özetle Mülteci fimini, bu kültür erozyonunda tecavüze uğramasını engelemek için vizyondan çektim. Okumuş, aydın gibi gözüken ‘kokuşmuş duyarsızlara’ karşı bir tavır olarak...” AYDIN YOZLAŞMASI Peki eskiden sinemaya gidip film izleyen kesime ne oldu? “Nedenini düşünüyorum, yanıtlar bulmaya çalışıyorum. İnsanların bir filmin ne anlattığını, iyi mi yoksa kötü mü olduğunu, rüyaya yatarak anlamalarına imkan yok. Tek yol sinemaya gitmeleri. Gittiklerinde felaket kötü bir filmle karşılaşırlarsa, diğerlerini ‘Aman bu filme gitmeyin’ diyerek etkilerler. Oysa filmlere hiç gidilmiyor ve dolayısıyla bir yargıya varmaları söz konusu olamıyor. Mesela Berlin Film Festivali’nde Panorama’ya seçilmiş, dünya festivallerini dolaşmış Rıza filmini de burada sadece 647 kişi izlemiş.” Peki neden bu filmlere izleyici gitmiyor? Buradan Türk izleyicisiyle ilgili nasıl bir yargıya varmalıyız? “Nedeni bence son derece açık. Hep halkın yozlaştığından bahsederiz, bu doğru gerçekten. Bir de entellektülel yozlaşma, aydın yozlaşması var ki, o daha vahim bir tehlike. Düşünün, bu kadar üniversite öğrencisinin, öğretmenin, üniversite mezunun ve yazar çizerin olduğu bir ülkede; Reis Çelik acaba Mülteci filminde ne anlatmış veya nasıl kötü anlatmış diye merak eden, bir bakıp eleştirelim diyen yoksa durum vahim demektir. Bu düşünülmesi gereken ve endişelenilmesi gereken bir konudur. Örneğin Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz, filmlerini izleyecek 100 bin entellektüel yaratamamışsa, bu toplumun çürümenin C MY B