19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 NİSAN 2008 CUMARTESİ 3 Otobiyografi, günümüz sanatçısının yapıt üretirken en sık beslendiği alanlardan birini oluşturuyor. Bunun nedenleri çok çeşitli aslında. Sanatçının tanıklık ettiği en yakın deneyim kendisi ile ilgili; bir anlamda en çok kendiyle ilgili gerçekliklerin, sorunların ya da varoluş süreçlerinin peşinden gidiyor sanatçı. Nedenlerden bir diğeri ise günümüz sanatının bu eğilim çerçevesinde yoğun bir görünürlük kazanması... Bu durum pek çok ESRA sanatçının, buna sanatın da diyebiliriz bu ALİÇAVUŞOĞLU modaları dinamikleri dikkate alarak yapıt üretmesine neden esraali?yahoo.com oluyor. Aslına bakılırsa özellikle Batı sanat tarihinin, günümüzdeki kadar yoğun olmasa da, bu kendilik yansımalarının peşinden gittiğini söyleyebiliriz. Tarihte otoportrenin ne denli büyük bir yer tuttuğunu bu bağlamda hatırlatmaya gerek bile yok. Sanatta otoportreden otobiyografiye doğru değişim gösteren süreç ise hayli ilginç. Otoportre geleneği içinde, aynadaki yansımasının tuvaldeki karşılığını aramaya koyulan sanatçılar büyük bir yer tutuyor. Fotoğrafın henüz icat edilmediği dönemler düşünüldüğünde bu portreler kültür tarihimiz için de son derece önemli. Otoportreler sanatçının iç dünyasını ve kendini nasıl gördüğünü aktarması açısından ilk elden veriler sunuyor bize. Bunları örneklemek için sadece Rembrandt’ın, Dürer’in, Rubens’in, Van Gogh’un, René Magritte’in otoportrelerine bakmak bile yeterli. Türk sanat tarihinde de sanatçının kendi imgesini çok çeşitli biçimlerde ele aldığını görüyoruz: Şeker Ahmet Paşa’dan Hale Asaf’a, Avni Lifij’den, Neş’e Erdok’a bu türün ilginç örneklerinin izini sürebiliriz pekala. Sanatçının bir beden olarak portresi sergi Sinan’a saygı fotoğrafları ÇEKÜL Vakfı‘nın Mimar Sinan’ın mimarlık mirasını korumak, yaşatmak ve duyarlılığı yaygınlaştırmak amacıyla Sinan’a Saygı Projesi kapsamında düzenlediği Sinan’a Saygı Fotoğraf Yarışması sonuçlandı. 15 Aralık28 Şubat tarihleri arasında Sinan ve Yaşam, Korunamayan Sinan ve Kubbelerin Mimarı olmak üzere üç ayrı temada düzenlenen yarışmaya; İstanbul’dan Kayseri’ye, Edirne’den Van’a, Sofya’dan Şam’a, Sinan’ın eserlerinin bulunduğu kentlerden 500’ün üzerinde fotoğraf katıldı. Ayasofya Müzesi, Sinan’a Saygı Fotoğraf Yarışması Sergisi yarına kadar açık. Sergide yarışmaya katılan 43 fotoğraftan oluşan bir seçki yer alıyor. Sinan’a Saygı Fotoğraf Yarışması Sergisi 9 Nisan tarihinden itibaren de Kayseri Ağırnas’taki Mimar Sinan Evinde görülebilir. Benim için bak Cüneyt Gök’ün şiir ve fotoğraf imgelerini birleştirdiği kitabı “Benim İçin Bak” ile aynı adı taşıyan sergide, kitapta yer alan hayatın içinden insan manzaraları farklı bir atmosferde sergileniyor. Sergi, Oyuncular TiyatroCafe’de 20 Nisan tarihine dek görülebilir. (Tel: 0 212 245 13 14) Kök Kamil Fırat’ın 1997 yılından bu yana üzerinde çalıştığı ‘Kök’ adlı sergisi ağaç köklerinin sanatçıda yarattığı metaforlar üzerine... Ağaçların toprağa tutunmasına karşın, köklerin bağımsızlığı, kendi yolundan gitmesi gibi temalar üzerine kurgulanan ve 30 siyah beyaz fotoğraftan oluşan sergi, 20 Nisan tarihine dek Kare Sanat Galerisi’nde görülebilir. (Tel: 0 212 240 44 48) FİZİKSEL DEĞİŞİMİN YANSIMALARI Sanatçının kendini yansıtma biçiminin yani klasik otoportre anlayışının 20. yüzyılda yerini geçmişin anılarına, sanatçının iç dünyasının karanlık dehlizlerine, gündelik durumlara, kültürel ve cinsel kimliğin yansıtılmasına, hatta Frida Kahlo’da gördüğümüz biçimde, kendi doğumunun tanıklığını yansıtmaya bıraktığını görüyoruz. Bu süreçten itibaren kendi imgelerini ya da yaşamlarını yapıtlarında ele alan sanatçıların kimi zaman ironik, kimi zaman hesaplaşmaya yönelik, kimi zaman ise avangard bir yaklaşım içinde olduklarını gözlemlemek mümkün. Yaşamını bir sanat yapıtı olarak sunmak deyince yatağını galeri mekanına taşıyan Tracey Emin, kendi kanından büstünü yapan Marc Quinn ve tuval üzerinde bedenini sergileyen Jenny Saville gibi güncel örnekleri de unutmamak gerek. Kişinin kendini analiz süreci ile de ilintili olduğunu söyleyebileceğimiz bu türden yapıtlar, yapısındaki psikolojik olgular gözönünde bulundurulduğunda sanatçının kimliğine ilişkin en yalın görselliği sunuyor. Otoportre ya da otobiyografi her zaman, sanatçının aynada gördüğü kendi suretinin masum bir yansıması da değil ayrıca; bu türden yapıtlar bazen onun neye benzediğini değil, neye inandığını da görünür kılıyor. Bu noktada özellikle günümüz sanatında kurgunun da devreye girdiği otobiyografik yapıtlar ortaya çıkıyor. Otoportreyi ve elbette otobiyografik yapıtları öznesi ve nesnesi kendisi olan bir karşılaşma biçimi olarak özetleyebiliriz bu anlamda. Felsefeci Bernard Williams bedeni, bireysel kimliğin ön koşulu olarak tanımlar ve ekler: “Sanatçının bedeni ise diğer tüm bireylerden farklı bir varoluş sergiler; çünkü onun kimliği sanat yapıtında bulunur.” Çınar Eslek’in Pi Artworks’deki yapıtlarını izlerken hem Williams’ın bu tanımını hem de yukarıda sözünü ettiğimiz otoportreden otobiyografiye uzanan süreçler üzerine düşünüyorsunuz. Çınar Eslek tüm bu geleneğin içinden beslenen, kişisel bir alan üzerinde yol alıyor. Bacağından geçirdiği bir dizi operasyonu yapıtlarının odağına yerleştiriyor. Bunu gerçekleştirirken belgesel bir anlayışla değil; o anlardan kesitleri, belki biraz zihinde kalan bulanık görüntüleri aktarmayı yeğliyor. Video, fotoğraf ve tuvallerin yer aldığı sergisinde sanatçı üç farklı biçimde ama birbiri ile ilişkili bakıyor geçirdiği bu sürece.Tuvallerinde geçirdiği ameliyatların bedeninde oluşturduğu fiziksel değişikliklere yer veren Eslek, başı bedenden ayrı tutarak özellikle fiziksel değişimin yansımalarını sunuyor. Videolar ise yarı bilinç düzeyinde bir zihnin görüntüleri gibi... Sanatçının fotoğrafları ise bedene yapılan müdahalenin, eklemelerin ön plana çıkarılarak organikle inorganik olanın sınırlarındaki bir durumu gösteriyor izleyene. Aslında bu yapıtlar ile sanatçı kendi bedenindeki değişimlere dışarıdan bakan bir gözün yerine geçiyor, özellikle de tuvallerinde. Hem ruhsal, hem de fiziksel deformasyonu deşifre eden bu yapıtlar bir öyküyü değil, öyküden akılda kalanları görselleştiriyor. Bu sergi Çınar Eslek’in ilk kişisel sergisi; yapıtlar da bu kişiselliğin en önemli vurgusu... Pi Artworks, Çınar Eslek “Farkında Değilim” 8 Mart–8 Nisan 2008 Muallim Naci Caddesi, No:25, Ortaköy/İstanbul Tel: 0212 236 68 53 Atölye Muse Hatice Türkeli’nin 2006’da kurduğu Atölye Muse’de resim çalışmaları yapan farklı meslek gruplarından 7 kişinin çalışmaları bir sergi oldu. Aynur Tekoğlu, Ecmel Çelik, Figen Yılmaz, Gamse Özdil, Gönül Sipahi, Gülay Eriş ve Tangül Kızılkor’un oluşturduğu ve dostluk, arınma, sanat, zanaat, estetik, güncel politika, anlam gibi kavramları deneyimleyen grubun sergisi, İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde 9 Nisan tarihine dek görülebilecek. (Tel: 0 212 288 48 48) Duyarlı, ritmik detaylar tiyatro Kanlı Düğün Halil Vurucuoğlu’nun ilk kişisel sergisi Dirimart’ta Yirmidört yaşındaki genç sanatçı Halil Vurucuoğlu’nun “Bambu” isimli ilk kişisel sergisi Dirimart’ta açıldı. Kendine özgü “görsel bir dil” oluşturma sürecindeki sanatçının kullandığı farklı teknikleri (kolaj, şablon graffiti) bir araya getirirken israrla büyüteç altına aldığı temalar, ilerleyeceği yolları çoktan tespit etmiş, araştırmalarını “kimlik bulma” noktasına taşımış ilginç bir ressamla karşı karşıya olduğumuzu duyumsatıyor. Gereğinden fazla çalışmanın biraz balık istifi tarzında yanyana gösterildiği serginin dikkati çeken en önemli özelliği, çerçevelenmiş resimlerle direk olarak galeri duvarına uygulanmış olan çalışmaların gündeme getirdiği “eşzamanlılık”. Vurucuoğlu’nun çalışması kolay olmayan kağıt kesme ile graffiti şablonunu malzeme olarak seçmesi kendi imgelerini oluştururken göstermiş olduğu gerçekçi çabanın göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu elbette genç sanatçının klasik tuval resmini “dönüştürmek” için girdiği mücadelenin kanıtı. 20032007 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde eğitim gören sanatçı halen bu okulda yüksel lisans çalışmalarını sürdürmesine rağmen, işlerinde hem İstanbul dışında olmanın olumsuzluklarını hem de öğrenci olmanın kararsızlıklarını aşmış durumda. Onun genelde yanlız insan figürlerini yorumladığı kompozisyonlarında hocası Ramazan Bayrakoğlu’nun izlerine raslamak mümkün. Ama Vurucuoğlu bu etkileri yoruma dönüştürerek önünde kendisine ait farklı bir yol, başkalarının ayak izlerinin olmadığı küçük bir patika bulmuş. Sanatçının genellikle arkası izleyicilere dönük fıgürlerden oluşan çalışmalarında Alman Romantik Resim Geleneği’nin (Caspar David Friedrich, C. F. Carus gibi) izlerini güncelleştirmeyi denemesi, sonuçları henüz bu sergide görülmese de, üzerinde durulması gereken bir eğilim. Vurucuoğlu’nun büyük bir dikkat, özeni, duyarlılığı yansıtan kağıt işlerine sadece kolaj demek büyük bir haksızlık olur. Bir Osmanlı zanaatı olan “kaatı” çok ince detaylı kağıt oymacılığı olarak tanımlanabilir. 18. yy.’dan itibaren Osmanlı’larda da moda olan “kaatı”, tıpkı sanatçının çalışmalarında olduğu gibi, ilk bakışta boyama mı, kesme mi, oyma mı NECMİ SÖNMEZ olduğu belli olmayacak denli ince detayları bir göz zevki olarak gören gözlere sunar. Sergide yer alan küçük boyutlu kağıt işlerinde Vurucuoğlu’nun hem bu ince el emeğiyle, hem de figürlerinin adeta dışına taşan yanlızlıkları, mutsuzluklarıyla etkileyici bir “atmosfer”i duyumsattığının altını çizmek gerekir. Ancak çalışmaların boyutları büyüdükçe bu dokunaklı kompozisyon öğeleri yerlerini “popart” estetiğinin kimliksiz yüzeyselliğine bıraktığı için, sanatçının bu noktada, çalışmalarının boyutları ile seçtiği teknik arasında, daha yoğun olarak düşünerek “kavramsal” bir çözümü bulması gerekiyor. Sprey boya, şablon yardımıyla galeri duvarlarına uyguladığı çalışmalarında Vurucuoğlu gereğinden fazla klasik kompozisyon arayışı içinde. Graffiti dilinin anonim, kaba, aracısız anlatım dili sanatçının sergide yer alan iki duvar çalışmasında da ortaya çıkmıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse sanatçının her kompozisyonundaki titiz yaklaşım onun estetik esinmelerini sokaklardan değil, eski kütüphanelerde korunan minyatürlü el yazmalarından, dört duvar arasındaki kendi atölyesinden aldığının altını çiziyor. Bambu suyu seven bir bitkidir, yetişmesi, dallarının kullanılması için belli bir özen ister. Halil Vurucuoğlu da daha ilk sergisinde görüldüğü gibi çok özel, imgelemi yüksek bir sanatçı. Onun kendi kendisini korumayı bilmesi, uzun soluklu bir sanat üretimi için, el emeğini düşünsel bir boyuta taşıması gerekli. 20. ENKA Kültür Sanat Bahar Etkinlikleri, 36. sanat yılını kutlayan Çağdaş Bale Topluluğu’nun “Kanlı Düğün” adlı dans gösterisiyle devam ediyor. Gösteri, Federico Garcia Lorca’nın daha önce tiyatro oyunu ve sinema filmi olarak sergilenen aynı adlı eserinden uyarlama. Evleneceği gün sevdiği erkeğe kaçan gelin yüzünden, aileler arasında eskiden beri süregelen kan davasının yeniden alevlenmesi ve iki ailenin erkeklerinin ölümü ile sonlanan eser, Çağdaş Bale Topluluğu’nun kalabalık sanatçı kadrosuyla yeniden hayat buluyor. Kanlı Düğün, 7 Nisan’da Enka İbrahim Betil Oditoryumu’nda. (Tel. 0 212 276 22 14) İnsan ve asker: Kâzım Karabekir Kazım Karabekir ile ilgili bildiklerimiz okuldaki tarih derslerine dayanır. Kurtuluş Savaşı‘nın ilk adımlarından olan Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal‘e destek vermesi, Kurtuluş Savaşı‘nda Doğu Cephesi’ndeki başarıları ile bugünkü doğu sınırının çizilmesi, 1924 yılında kurulan ilk muhalefet partisi olan Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası‘nın kurucularından olması, demokrasiye henüz hazır olmadığımızın göstergesi olan partinin kapatılması çoğumuzun aklında en çok kalanlar. Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda açılan İnsan ve Asker: Kazım Karabekir adlı sergi, Karabekir’in bilmediğimiz yönlerine dikkat çekiyor. Sergi, 2005 yılında Kazım Karabekir Vakfı tarafından müze haline getirilen Zürafalı Köşk’ten alınan eşyalar, Kazım Karabekir’in yaşamı boyunca tuttuğu günlüklerden ve kimi kitaplardan alıntılarla oluşturulmuş. Tarihe farklı bir gözle bakmayı sağlayacak notlar, üzerinde hiç bilgi sahibi olmadığımız, ilköğretim tarih kitaplarına hiç geçmemiş bilgiler de içeriyor. Kazım Karabekir’in ‘İstiklal Harbimiz’ adlı en bilinen ve en çok tarihsel bilgi içeren eseriyle birlikte, bu dönemlere ait ‘Çocuk Davamız’, ‘Şarkılı İbret’ ve ‘Öğütlerim’ adı altında pedagojik kitapları da var. Hem savaş sırasında hem sonrasında yetim kalan pek çok çocuğa da yardım etmiş. Okullar açmış, yetimhaneler kurmuş, kursların düzenlenmesine ön ayak olmuş. Sadece Türklerin değil, savaşta anne babalarını kaybeden Hristiyan çocukların da Trabzon’daki Hristiyan yetimhanelerine gitmesini sağlamış. YKY’nin bu ay yayımladığı Kazım Karabekir külliyatı üzerine hazırlanan ve 20 Nisan tarihine dek açık kalacak sergide, Karabekir’in bir kısmını sağlığında, bir kısmını ise ölümünden sonra ailesinin yayımladığı sadece Kurtuluş Savaşımızla ilgili değil; I. Dünya Savaşı, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Ermeni ve Kürt meseleleri ile Bulgar ve Alman orduları hakkında pek çok eserden bölümler de yer alıyor. Sergide bir de keman var. 1774 yılında Joseph Klotz tarafından yapılmış. Karabekir, gazetede ilanını görüp satın alıp çalmaya başlamış. Sergide Kazım Karabekir’in kimlikleri, silahları, kar botları, banka hesap cüzdanı gibi özel eşyaları, yetimhanelerin fotoğrafları da yer alıyor. Sergideki fotoğraflar Kazım Karabekir’in sevgi dolu bir aile babası, asker, siyasetçi yanlarını ortaya koyuyor. Kafamıza daha çocukken kazınan Atatürk’ü yüz üstü bırakan Kazım Karabekir’i bir de bu şekilde görmek gerek. Saygılı Yosma İstanbul Şehir Tiyatroları‘nın yeni oyunu Saygılı Yosma, ırkçılık üzerine bir eser. Jean Paul Sartre’ın eserinden uyarlanan oyunda, ırkçı beyazlar bir siyah adamı öldürmüş, kaçan siyahın peşine düşmüştür. Irkçılar, kaçan masumun linç edilmesi için iftira eder: Güya iki siyah beyaz bir kadına tecavüze yeltenmiştir. İnanıp öfkelenen beyazlar kaçan siyah adamı linç etmek üzere aramaya başlar. Beyaz bir kadın kendini bu ölümcül durumun ortasında bulur. Bennu Yıldırımlar, Burak Davutoğlu, Taner Barlas, Cengiz Tangör, Hakan Arlı, İbrahim Can, Caner Bilginer, Samet Hafızoğlu, Mevlüt Demiryay’ın rol aldığı, Hüseyin Köroğlu’nun yönettiği Saygılı Yosma, bugün ve yarın Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel. 0 216 349 04 63) Oyun nasıl oynanmalı Kocaeli Şehir Tiyatrosu’nun yeni oyunu Oyun Nasıl Oynanmalı, ünlü olmaya çabalayan bir kızın öyküsü üzerine kurulu. Oyunda bireyin toplum içindeki konumunu değiştirme macerası, noter huzurunda yapılan ödüllü bir yarışma anlatılıyor. Oyun, bugün ve 10, 11, 12 Nisan tarihlerinde Süleymen Demirel Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 262 323 38 36) sinemsd@yahoo.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle