Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Lütfen Başa Sarın (Be Kind Rewind) Michel Gondry’nin yönettiği ve İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan filmi Lütfen Başa Sarın’da Mos Def, Danny Glover, Mia Farrow ile Melonie Diaz ro alıyor. Jerry manyetik güçlere sahiptir ancak bunu henüz fark edememiştir. Her gün video kaset kiraladığı dükkana son gidişinde bir sorunla karşılaşır. Dükkandaki yarıdan fazla video kaset silinmiştir ve bunun nedeni Jerry’nin manyetik gücüdür. (L’Age Des Tenebres) Denys Arcand’ın yönettiği filmin başrollerini Marc Labreche, Diane Kruger, Sylvie Leonard ile Caroline Neron paylaşıyor. Jean Marc rüyalarında parlak zırhlı bir şövalye, sahne ve perdenin yıldızı, başarılı bir yazardır. Sürüyle kadın ayaklarının dibine ve yatağına düşer. Gerçekte o hiç kimsedir. Bir devlet memuru, anlamsız bir koca, başarısız bir baba ve gizli saklı sigara içen biri. Ama Jean Marc hayal dünyasının ayartmasına direnir ve gerçek dünyada kendine yeni bir şans tanımaya karar verir. ? Karanlığın Gölgesinde ? Kesişen Yollar (Reservation Road) yaptığı filmde Harvey Keitel, Emmanuelle Beart, Norman Reedus ile Joe Grifasi rol alıyor. Vincent hayatını karısının katilini aramaya adamıştır. Komşusu Alice, Vincent’la bir ilişki yaşamak istemektedir fakat Vincent katili bulmadan hiç kimseyle ilişkiye girmemeye kararlıdır. Alice, Vincent intikamını alıp geçmişi arkasında bırakabilsin diye ona bir suçlu bulmaya karar verir. Gizemli ve hiçbir şeyden haberi olmayan taksi şoförü Roger’ı amacına uygun olarak gözüne kestirir. ? Suç (Un Crime) Yönetmenliğini Manuel Pradal’ın Yönetmenliğini Terry George’un yaptığı Kesişen Yollar’da Joaquin Phoenix, Jennifer Connelly, Mark Ruffalo ile Mira Sorvino rol alıyor. Profesör Ethan Learner ve eşi Grace, küçük kızları Emma ile birlikte 10 yaşındaki oğulları Josh’un çello çaldığı resitaline katılırlar. Aile bu küçük yetenekle büyük gurur duymaktadır. Aynı saatlerde başka bir babaoğul olan Dwight Arno ve Lucas bir basketbol maçından dönmektedirler. Resitalden sonra evin yolunu tutan aile, Reservation Road üzerindeki bir benzin istasyonunda durur. Bu benzin istasyonunda Learner ve Arno ailelerinin yolları kesişecek, yaşanan bir kaza tüm hayatlarını değiştirecektir. Be Like Others Mevlana; Kuşaklar arasındaki sevgi köprüsü Ney, sema ve aşkla yanıp küle dönen bir adam… Mevlana, dünyaya 800 yıldır barış, kardeşlik ve sevgi yayıyor. O, dinsel bir simge olmasının yanı sıra kuşakları etkileyen büyük bir şair, hümanist ve düşünür aynı zamanda… İşte, Mevlana Celaleddini Rumi: ‘Aşkın Dansı’ adlı dramatik belgesel, herkese kapısını açıp, yarınlara seslenen Mevlana’yı anlatmayı deniyor. 27 yaşındaki genç yönetmen Kürşat Kızbaz, senaryosunu da yazdığı Mevlana filmini, “Yeryüzünde yaşanan ALPER ve yaşanacak olan tüm ilahi ithaf etti. Kürşat TURGUT aşk’lara…” Kızbaz, 2002 yılında henüz 21 yaşındayken ‘RumiAtaf’ı, ardından da 40’ı aşkın ülkede gösterilen ikinci belgeseli ‘Çanakkale Destanı 1915’ i çekti. Geçtiğimiz yıl hoşgörünün merkezi Mevlana’nın 800. yaş günü nedeniyle UNESCO tarafından “Mevlana Yılı” ilan edilmişti. UNESCO ve Birleşmiş Milletler (BM) Merkezi’nden destek alan Mevlana Celaleddini Rumi: ‘Aşkın Dansı’ için 6 farklı ülkede özel izinlerle çekim yapıldı, elliyi aşkın tarihçi ve araştırmacıyla görüşüldü. Mevlana belgesel filmi, 2 yılı aşkın bir sürede tamamlanabildi. Filmin müzikleri, Kalan Müzik, Ömer Faruk Tekbilek, Sezen Aksu ve Burcu Güneş’ten… Canlandırma sahnelerinde, Sinan Tuzcu, Burak Sergen, Özcan Deniz, Müşfik Kenter, Turan Özdemir ve Selçuk Yöntem rol almışlar. Seslendirme ise; Yılmaz Erdoğan, Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Cüneyt Türel, Mehmet Atay (anlatım) ve Meltem Cumbul’a ait. “Imagine Film Productions”ın hazırladığı ‘Mevlana Aşkın Dansı’, “BestLine Pictures”ın dağıtımıyla dün vizyona girdi. Şimdi gelelim, birçok sponsoru bulunan bu dramatik belgesel iyi kotarılmış mı sorusuna? Canlandırma, animasyon, uzman görüşü, seslendirme… Ne ararsan var. Ancak böylesi derin bir bilgenin hayatı ve öğretileri tam manasıyla işlenememiş. Kısaca yüzeyde kalınmış. Üstelik senaryo da pek parlak değil. Oyunculukların da gözüme battığını söylersem peki geriye ne kaldı diyeceksiniz. İşte orasını ben de bilmiyorum. Ben yine de kafanızı karıştırmayayım ve sevginin piri Mevlana’yı izlemek isteyenlere haksızlık etmiş olmayayım. sevecen yüzü… “Bu dünyaya, ayırmaya, bölmeye, parçalamaya gelmedik biz. Biz, kırıkları onarmaya, ayrılanları birleştirmeye, hasılı insanlar arasında köprü olmaya geldik” sözleri de ona aittir. Hegel, Goethe, Rembrandt, Nietzsche, Dostoyevski, Hammer, Nicholson, Hans Meinke, George Rosen, Arberry, Ritter, Anne Marie Schimmel; … Hepsi, herkes geleceğe pencere açan ondan etkilenmiş, ondan beslenmiştir. Sevgisinin ışığı, dünyayı aydınlatmış, yetmemiş hümanizmi yücelten şiirleri hem doğuyu hem batıyı kucaklamış. Ve Mesnevi… Bu büyük eser için “O bir peygamber değil, ancak yazdığı kutsal bir kitap” demişler. Âlimlerin Sultanı mahlaslı babası Şeyh Bahâeddin Veled’den hayatı ve gönül gözüyle bakmayı öğrenen, Seyyid Burhâneddini Muhakkiki Tirmîzî’den beslenen Mevlana’yı, hayatın anlamını yakaladığı Şemsi Tebrizi’den ayırmak mümkün müdür? Şems, güneş demek (Ümitsizlik semtine gitme; ümitler vardır. Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır) ondan ayrı düşen Mevlana acıyla yoğrulmuş, “hamdım, piştim, yandım” demiştir ve eklemiştir; “Sen gittin ve sen gidince ben kan ağladım, Senin büyük acınla uzun uzun ağladım. Sen yalnız gitmedin, gözlerim de senin arkandan gitti. Mademki artık gözlerim yok, nasıl ağlayabilirim?” 17 Aralık 1273 günü bu dünyadan göçen Mevlana (Muhammed Celâleddin) için bildiğiniz üzere Mevlevihanelerde “Şebi Arus” törenleri düzenlenir. Yani onun yitimi, düğün gecesiyle betimlenir. Bu ölüm değildir, sırra ermektir, yanıp tutuştuğu büyük aşkına kavuşmaktır. Kafalarında ‘sikke’ denilen mezar taşı, kabir ile özdeşleşen siyah hırka, bedenlerini saran bembeyaz kefenleriyle (tennure) semazenler, bir el gökte diğeri yerde, pervane gibi dönerler. Tasavvuf, edebiyat ve musikiyi de etkilemiştir Mevlana, Itrî’ler, Şeyh Gâlib’ler ve Hammamîzâde Dede Efendi’ler, Zekâi Dedeler onun ışığını takip etmiştir. “Eli görmeyen kişi, yazıyı kalem yazdı sanır” demiş Mevlana ve devamını şöyle getirmiş; “Pişmişin halinden anlar mı ham? / Sözü kısa kesmek lazım vesselam…” Bu nedenle yazıyı burada keselim ve onun şiiriyle veda edelim; “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol, Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, Hoşgörülülükte deniz gibi ol, Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol...” http://alperturgut.blogcu.com Dünyadan çarpıcı portreler Onuncu yılını kutlayan Selanik Uluslararası Belgesel Film Festivali: 21. Yüzyılın Görüntüleri etkinliğinde yine çarpıcı, sorgulayıcı çalışmalar gösterimdeydi. Belgeseller ötanaziye, duygusal travmaya, doğanın güdüsüne, cinsiyet değişimine, Rusya, Polonya gibi komünizmi geride bırakan insanların portrelerine, kültürel çatışmaların insan sömürüsüne, ASLI şirketlerin egemenliğine, faşizmin SELÇUK acımasızlığına, çağdaş olma konularına bakıyordu. The Suicide Tourist’te (Kanada) John Zaritsky, Amerikalı Craig Ewert ve Kanadalı GeorgeBetty Coumbias aracılığıyla ötanaziyi sorguluyor. İsviçre’de 1998’den beri yaşamlarını sonlandırmak isteyenlere yardımcı olan Dignitas’lar hastaların son günlerinde yanlarında oluyorlar. Bedeni gittikçe eriyen buna karşın belleği çok iyi çalışan Craig’in son dört gününe tanıklık etmek olağanüstü sarsıcı oluyor. Marcin Koszalka The Existence’da (Polonya) 80 yaşındaki Polonyalı oyuncu Jerzy Nowak’ın öldükten sonra bedeninin bilimin yararına kullanılması isteğini anlatıyor. Oyuncunun bu düşünceyi benimsemesini, ikilemlerini, son hazırlıklarını, Polonya gibi Katolik ülkelerde tartışmalı bir konu olan tıbba beden bağışlama olgusunu belgeselde yenilikçi bir yaklaşımla izliyoruz. Up the Yangtze (Yung Chang/Kanada) Çin’de Yangtze nehrine kurulacak hidroelektrik santralın çok sayıda insanın geleceğini etkilemesini irdeliyor. Nehrin yükselmesi sonucunda kıyıdaki derme çatma evinden, ailesinden ayrılarak nehrin üzerinde turistleri gezdiren lüks gezi gemisinde çalışmaya başlayan YuChi’nin yaşamı aniden değişiverir. 21.yüzyılda Çin’deki kırsal kentsel yaşam arasındaki benzemezliğe güçlü bir anlatımla yaklaşan film gelecekte ülkeyi bekleyen tehlikelerin de altını çiziyor. The Price of Sugar (Bill Haney/ABD) bir turist cenneti olan Dominik Cumhuriyeti’nin gözalıcı plajlarından çok uzakta sayılmayacak şeker kamışı tarlalarında kaçak çalıştırılan Haitililerin dramına yöneliyor. Bu yoksul köylüler sağlıksız barınma koşullarında, az bir ücret karşılığında yorucu çalışmalarını silahlı bekçilerin gözetiminde sürdürüyorlar. Dünyanın bu en yoksul insanlarının hakları için savaşımları, ucuza kapatılmış insan gücünün bedeli belgeselin ana konusu. As Seen Through These Eyes (Hilary Helstein/ABD) 2. Dünya Savaşı’nda toplama kamplarındaki Yahudilerin sanatla, yaratıcılıkla faşizme nasıl direndiklerini betimliyor. Acımasız Hitler’e karşı kömür, kurşun kalem, kağıt koçanları, paçavrayla savaşan bu sanatçılar olağanüstü eserler üretiyorlar. Bu tutuklular yazgılarını kendi elleriyle, yaratıcılıklarıyla yönlendirerek büyük bir gözüpeklikle zorlu tanıklıklar yapıyorlar. Shadow of the Holy Book (Arto Halonen/Finlandiya) büyük şirketlerin ülkeler yönetimi üstündeki artan etkilerini sergiliyor. Yüzde 60’ı işsiz Türkmenistan’da halkın düşünce özgürlüğünün, haklarının olmadığını, ülkenin Çalık Holding gibi özel şirketlerce yönetildiğini, Türkmenbaşı’nın Ruhname’sinin en büyük propaganda kitabı olduğunu şaşırarak izliyoruz. Milkbar (Eva Einhorn, Teresa Mörnvik/İsveç) Polonya’da komünist dönemde sayıları 25 bin olan halka ucuz, doyurucu yemek veren mahalle lokantalarının trajikomik öyküsü. Günde 400 kişinin doyduğu bu aşevlerinin sayısı günümüzde ne yazık ki 140’a düşmüş. Yüzde 40’ı devletçe desteklenen bu yerlerin gündelik işleyişi espirili bir anlatımla karşımızda. İnsanın aklına şu soru geliyor: Komünizmin doyurucu yemeği kapitalizmin hazır gıdasını yener mi? Alone in Four Walls (Alexandra Westmeier/Almanya) komünizm sonrası Rusya’daki yitik genç kuşağın portrelerini çiziyor. Kırsal kesimdeki bir ıslahevinde yaşları 1214 arasında değişen cinayet işleyen, tacize uğrayan, hırsızlık yapan delikanlılar gün boyunca bahçede, mutfakta, temizlikte çalışıyorlar, okula gidiyorlar, sürekli gözetleniyorlar. Bu eğitimin sonucunda ne yazık ki ancak yüzde 18’i topluma yeniden kazandırılıyor. Hold Me Tight, Let Me Go’da (Kim Longinotto/İngiltere) İngiltere’deki Oxford yatılı okulunda aşırı duygusal travma hastalığı olan Mulberry’nin yaşamını betimliyor. Beklenmedik davranışlarından ötürü okuldan uzaklaştırılarak bu özel okula gönderilen Mulberry’nin iyileşmesi, topluma uyum sağlaması için üç yılı var. Bu aşırı kırılgan çocuklarla eğitmenleri arasındaki ilişki etkileyici bir anlatımla gelişiyor, yetişkinlere çocuk eğitimi konusunda yoğun dersler veriyor. Be Like Others (Tanaz Eshaghian/KanadaABDİngiltereİran) cinsiyet değiştirmenin yasal olduğu, eşcinselliğin ölümle, tutuklanmayla cezalandırıldığı İran’da yaşamın kıyısında duran eşcinsellerin çarpıcı tanıklıklarından oluşuyor. Ünlü cerrah Dr. Bahram Mir Jalali’nin erkekken kadın olan hastalarının özgür ifadeleriyle eşcinsellerin toplum içinde kabul edilebilir olmaları cinsiyet değiştirme ameliyatından geçiyor. Cat Dancers (Harris Fishman/ABD) 1960’da sahnede ilk kez aslanlar, kaplanlar, panterlerle gösteri yapan Ron ve Joy Holiday’in sıra dışı birlikteliklerini irdeliyor. Fishman, fotoğraflar, ses kayıtları, ev videoları ve Ron’la yaptığı söyleşilerden oluşturduğu belgeselinde şov dünyasının en ilginç çiftinin portresini, hayvanlarla insanlar arasındaki koşulsuz sevgiyi, doğanın öngörülmez yanını başarıyla yansıtıyor. “Hamdım, piştim, yandım” Mevlana Celaleddini Rumi… 13. yüzyıldan günümüze yürüyen mistik, manevi ve ruhani bir ermiş… Afganistan’da (Belh şehri) doğup, Konya’da ilahi aşka ulaşan bir derviş… “Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.” diyen bir düşünür… Allah’ı Kâbe’de değil kalbinde bulan, Anadolu’nun “ne olursan ol yine gel” diyen The Price of Sugar C MY B C MY B