10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

figenatalay?yahoo.com Faks: 0 212 343 72 64 26 NİSAN 2008 CUMARTESİ 5 Onların gündemi çok farklı! Çocukların Gündemi Girişimi, çocukların, toplumun merkezinde yer alan aktif yurttaşlar olduğundan hareketle, her alanda çocukların seslerini yükseltmeyi hedefliyor. Su kaplumbağasının, nedendir bilinmez gözleri kapanmış. Acaba açılacak mı? Yoksa açılmayacak mı? 10 yaşındaki bir çocuğun gündemi bu! Bir başka çocuk, kendisinin ve 1 buçuk yaşındaki kardeşinin geleceği için kaygılanıyor, bir diğeri karne notu için! Dünyadaki savaşlar için üzülen çocuklar da var, yağmurda ıslandığı ya da babası bağırdığı için mutsuz olan da. Çocuk hakları alanında çalışmalar yapan bir grup genç tarafından kurulan Çocukların FİGEN Gündemi Girişimi’nin üyeleri, çocukların ATALAY katılım haklarının kullanımını yaygınlaştırma çalışmaları çerçevesinde 9 ilde 350 çocukla bir araya geldi. Çocuklara, bu aralar nelere üzüldükleri, nelere çok mutlu oldukları, haberleri izleyip izlemedikleri gibi soruların sorulduğu çalışma, okul ve eğitimle ilgili konuların çocukların yaşamında çok yer aldığını, kimi zaman ders çalışmaktan ve sınav notlarını düşünmekten oyun oynamaya, eğlenmeye zaman bulamadıklarını ortaya koyuyor. ? İşte çocukların görüşlerinden örnekler: Bu aralar sık sık düşündüğün neler var? Piknik yapmak, yüzmek ve Galatasaray’ın şampiyon olması, ailemle mutlu yaşamak. (11 yaş) Su kaplumbağasının gözlerinin kapanıp açılmaması. (10 yaş) Dikmen’deki evimizde odamın nasıl olacağını düşünüyorum. (10 yaş) Savaşlar (10 yaş) 1 buçuk yaşındaki kardeşimin geleceği. Benim geleceğim. (10 yaş) Bu aralar karne notumdan başka bir şey düşünemiyorum. (11 yaş) Son Bu aralar ailemi düşünüyorum. Annem ve babamın zamanlarda seni üzen kavga etmesini istemiyorum. (10 yaş) neler var? Askeri sınavlara gireceğim. Ya sınavı Bir gazeteden dergi almak için kazanamazsam ne olacak? (14 yaş) Bu aralar öncelikle aşk meselelerini biriktirdiğim kuponların boşa gitmesi düşünüyorum. Canım çok sıkılıyor. Hiç kitabım (11 yaş) kalmadı. Almak istiyorum ama babam benim Bugün yağmur yağdığı için ıslandım ve buna kitaplarımı oku diyor. Aslında bana ağır değil üzüldüm. (11 yaş) ama can sıkıcı. (11 yaş) Kumbaramda fazla para birikmiyor. (12 yaş) Ben köpek almıştım ama annem Annemin bayat ekmek aldım diye bana ceza istemediği için geri vermek zorunda kaldım. Yazılılardan korkuyorum çünkü zor olabilir vermesi. (11 yaş) ve yapamayabilirim. (10 yaş) Sinemada 120 filminde vurulan çocuklar. (11 yaş) Son zamanlarda seni mutlu eden neler Genellikle babam bana bağırıyor, işte üzüldüğüm var? konu bu. (10 yaş) Hayallerim (10 yaş) Hiçbir arkadaşımın hiçbir yeteneğimi Annemin İstanbul’dan gelmesi. Çünkü önemsememesi beni mutsuz ediyor. (11 yaş) annem ile babam ayrı, annem İstanbul’da. O Ülkedeki siyasi çalkantı, tutturulamayan eğitim yüzden annemi özlüyorum. (10 yaş) Sevgi ve ilgi. (11 yaş) sistemi, kurumlardaki tutarsızlık üzüyor. (17 Eve bilgisayar alınıp internete bağlanması, yaş) bana telefon alınması, çıkma teklifi almam beni Bugün rehberlik öğretmenimizin bize, mutlu ediyor. (11 yaş) ‘siz sadece düz liseye gidebilirsiniz. Çok alışveriş yaptığım için mutlu oluyorum ve Fen lisesine gidemezseniz’ derslerimin iyi olması. (13 yaş) demesi. (14 yaş) Pideciye giderek arkadaşlarımla iki pide yiyip ayran içmek. Yeğenimin olacağını, hatta erkek olacağını öğrenmek. (15 yaş) Rüyalarım ve hayallerim beni mutlu ediyor. (14 yaş) Şimdi moda EkoOkullar! EkoOkullar Projesi; ilköğretim okullarında çevre bilinci, çevre yönetimi ve sürdürülebilir kalkınma eğitimi vermek amacıyla uygulanıyor. Bu projeyi uygulayan okullardaki öğrenciler hem çevresel konularda bilgi ediniyorlar, hem de ailelerini, yerel yönetimleri ve sivil toplum kuruluşlarını çevresel konularda bilinçlendirmede etkin rol oynuyorlar. Eyüboğlu Okulları, dünyanın 38 ülkesinde ve toplam 20 bin ilköğretim okulunda gerçekleştirilen “EkoOkullar Projesi”ni 20072008 öğretim yılında ilköğretim 18. sınıflarda uygulamak için gerekli koşulları yerine getirdi. Projeye kayıt olunarak EcoTeam kuruldu. EcoTeam öğrencileri, tüm yıl için uygulanacak aktivitelerden oluşan eylem planı oluşturdular ve bu amaçla birçok etkinlik düzenliyorlar. Öğrenciler, projelerini şöyle anlattılar: Merhaba, ben Eyüboğlu Koleji 6 A sınıfından Hande Karataş. Bu yazıyı yazma amacım sizi okulumuzda uyguladığımız çevre konuları hakkında bilgilendirmek. Bizim okulumuzda da dünyada birçok okulda uygulanan “EcoSchools” adlı program uygulanmaktadır. Biz okulumuzda bu programla ilgili olarak çeşitli röportajlar düzenledik, bu röportajların birinde arkadaşlarımıza EcoSchools hakkında ne bildiklerini sorduk. Kendi yazılarımızı yazıp bir dergi hazırladık. Ayrıca arkadaşlarımızın EcoSchools hakkında daha çok bilgilenmesi için pano düzenledik. Tüm bu konular hakkında konuşmak için de bir sınıf seçtik, fikirlerimizi burada paylaştık, tartıştık. Lütfen siz de çevreyi düşünün ve temiz tutun. Kendinizi ve diğer insanları düşünün, kirli havayı solumamamız için karbondioksit açığa çıkaran enerjiyi fazla tüketmeyin. 23 Nisan için teşekkürlerimizle 23 Nisan sayfaları için gönderilen ürünlerin tamamını neyazıkki kullanamadık. Hatta çocukların adlarının tamamını bile 23 Nisan gazetesinde veremedik. Adları o günkü gazeteye sığmayan çocuklara bu köşede yer vererek bir kez daha teşekkür ediyorum. Ece Buharalı, Emine Çolak, İsmail Seyrek, Seçkin Çelik, Üzeyir Güler, Rabia Avcı, Arzu Köse, Ece Baykal, Ezgi Furtana, Burcu Çıbıkçı, Mukaddes Yurduşen, Merve Baldemir, Furkan Can Yıldız, Uğur Altun, Gülşah Tandır, Gülce Akalın, M. Enes Duran, Cemre Uludağ, H. Mert Şeker, Hakkı Çağatay Varol, Muharrem Öncel, Leyla Bulgan, Rümeysa Taş, Eylem Kabakulak, Ceyda ve Bora, Beyza Algur, Kuzey Çimen, Ata Uğur Ceren, Sude Sarayköylü, Simge Vatan, Sena Sağlam, Ali Arslan, Hanife Esmer, İrem Akbulut, Muhammed Cemil Çapar, Kaan Şahin, Doğukan Tosun, Öykü Beyza Akyıldız, Aylin Olgun, Erdem Küçük, Elif Yıldırım, Mert Emek, Yusuf Alp Aslan, Ecem Taşdelen, Deniz Berk Kavak, Melisa Şahiner, Ceyda Serhat, Güney Doğan, Tuğba Özcan, Buse Akbulut, Balım Tezel, Selin Ildır, Filiz Alper, Sude Kaya, Sanberk Kaya, Bahar Özalp, Ceren Keskin, Berfin Can Çakır, Arda Çakan, Selen Öztürk, Beyza Oğuzkaan, Esra Öztoygar, Sude Birlik, Asaf Yiğit Aksu, Elif Berna İkizoğlu, Tuğba Özcan, Özce Fergan, Selin Demirtaş, Roza Berfin Ülgen, AyhanF. Nalan Ateş, Dolunay Gamze Yaşar. Hazır mısın Everest? GAMZE ERBİL Dağcılık literatürüne ‘Türkiye Everest Tırmanışı‘ olarak geçen 2006’daki tırmanışın öyküsü bir kitap ve bir film olarak belgelendi. Yazılama Yayınları‘ndan çıkan ‘Hazır mısın Everest?’ adlı kitabın yanında, tırmanışın filmini de içeren bir DVD yakında çıkıyor. Kitap ve filmin çıkışı vesilesiyle ekipten Burçak Özoğlu Poçan ile ‘Hazır mısın Everest’in öyküsünü konuştuk. “2006’nın Mayıs ayında 10 kişi dünyanın tepesine çıktık” diyorsunuz. Nasıldı Everest tırmanışı? “Öncelikle biraz serindi, biraz da yüksek!.. Şaka bir yana, bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz tırmanışların hepsinde farklı, ayrı bir iş oldu Everest’e tırmanmak. En yüksek olduğu için en zor dağ değil Everest, tam tersine ondan daha zorlu bir sürü dağ var. Ama en yüksek olduğu için en ‘ünlü’ ve en ‘ticarileşmiş‘ dağ. 75 gün süren bir tırmanıştı. Dağda 60 gün geçirdik. 10 kişinin zirveye ulaşmış olmasının ötesinde, ülke adıyla düzenlenmiş bir tırmanış oldu ve ‘Türkiye Everest Tırmanışı‘ diye geçti literatüre. Bu kısım önemliydi bizim için. 2006’ya kadar Türkiye’den yalnızca 2 kişi tırmanmıştı Everest’e (Nasuh Mahruki 1995’te ve Tunç Fındık 2001’de). Her ikisi de uluslararası ekiplerin organizasyonlarıydı. Biz ise, Türkiye adıyla ve ekip olarak yer almayı istedik, öyle de yaptık. Türkiye olarak ülkenin adını yazdırdık listeye.” 10 kişi kimlerdi? Bugün ne yapıyorlar? “Everest Takımı, 10’u tırmanış ekibi biri kamp müdürü olmak üzere 12 kişiden oluşuyor. ODTÜ’nün spor kulübüne bağlı olarak tırmandık Everest’e. Mustafa Temiztaş da belgesel sorumlusu olarak geldi bizimle ana kampa kadar. Tırmanış ekibinin tümü zirveye ulaştı. Dört kadın vardı ekibimizde, böylece Türkiye’den ilk defa kadınlar da dünyanın tepesine ayak basmış oldu. Ekipte hiç kimse profesyonel dağcı değil, hepimizin geçindiği başka işleri var. Pek tipik bir ‘milli’ takım profilimiz yok yani. Mesela takımda, üç doktor, biri doktorasını sürdüren iki yüksek mühendis var. Akademik düzeyi yüksekçe bir takım.” Kendinizi böylesi bir tecrübeyi ‘macera’ olarak görenlerden ayırıyorsunuz, neden? “Evet, biz ‘maceracı‘ değil, ‘sporcuyuz’. Dağcılık Türkiye için çok yeni bir spor. Memlekette bu kadar ‘köy çocuğu’ varken, kentte yaşam bile yokuş çıkıp inmek, çukurlardan hoplamak anlamına gelirken böyle bir spora yabancı kalmış olmak da ilginç aslında! Türkiye’de kentli ve okumuş insanların sporu oldu dağcılık. 1960’lardan itibaren tek tük üniversite kulüpleriyle başladı ve ilerledi. Bugün ise, yine kentli ve üniversiteli ağırlığını korumakla birlikte bir de ‘kahramanlar’ veya olmadı ‘çılgınlar’ imajı eklendi dağcılara. Sistematik eğitimleri olan, yetenek, bilgi ve deneyim birikimi ile geliştirilen, düzenli antrenman gerekleri, beslenme kuralları olan bir branş bu aslında. Adrenalin tutkusu ya da macera aşkı değil, bildiğiniz spor disiplini gerekli bize de. Evet risk düzeyi yüksek ancak yolda yürüme eyleminde bile daha ciddi riskler altında olan bir milletin bu düzeyi yadırgamasını bilgilendirilme eksikliğine ya da medyanın sansasyon sever niteliğine bağlıyorum.” Bugünden Everest deneyimine baktığınızda ne görüyorsunuz? “2006’ya kadar tırmanış tekniği açısından daha zor tırmanışlarımız olmuştu. Yükseklik önemliydi, ancak daha farklı bir yüksek dağ olsaydı, yani daha az ‘turistik’, yüksek irtifa konusunda da daha değerli bir deneyimimiz olurdu. Sosyal ve organizasyonel açıdan çok ciddi bir deneyim edindik. Ticari değeri, irtifasından yüksek bir dağa tırmandık. Dağcılık kurallarından başka kuralları öğrenmek zorundaydık. Çok fazla sorumluluk taşıyarak gittik ve firesiz başardık hepsini. Bence en değerli kazanımlarımız bunlardır Everest’ten.” Belgesel meraklıları ve dağcılara... “Hazır mısın Everest” aynı zamanda bir filme de konu oldu. Daha doğrusu, Everest tırmanışı hazırlıkları sırasında bu filmin de hazırlığı yapılmıştı. Ve Mustafa Temiztaş bu film için katıldı ekibe. “Hazır mısın Everest?”in ilk uzun metraj belgesel filmi olduğunu söyleyen Temiztaş, iki dönem Sinema Emekçileri Sendikası yönetim kurulu üyeliği yapmış, Belgesel Sinemacılar Birliği üyesi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi Sinema Topluluğu’nda çalışan Temiztaş, projeyle bütün çabasının “orada yaşananları, takımın bu önemli başarısını ve dağcılık anlayışlarını doğru yansıtmak” olduğunu vurguluyor. Yalnızca dağcılıkla ilgilenenlerin değil, belgesel film meraklıları için de ilgi çekici içerikteki DVD’nin hazırlıkları sürüyor. Temiztaş bu ilginç deneyimle ilgili sorularımızı yanıtladı. Film nasıl ortaya çıktı, sonuçtan memnun kaldınız mı? “Filmin kurgulanması sürecinde önce arkadaşlar beni fazlasıyla serbest bıraktılar. Sonra çok yakın, birebir çalışmayla yürüyen bir süreç oldu bu. Kitabın yazarı Burçak Özoğlu Poçan filmin metnini de yazdı. Filmin sesi Eylem Elif Maviş de takımın üyesi. Yani sözümüz sadece benim değil takımın sözü, sesi. Film hem duygusal hem enformatif açıdan zengin. 2.5 ay boyunca yaşananları ayıklaya ayıklaya ancak 65 dakikaya indirebildik. Özellikle yükseklerden 7 binli, 8 binli metrelerde arkadaşlarımın çektiği görüntüler çok başarılı. Amatör malzemeler ve sınırlı koşullar düşünüldüğünde bu görüntülerdeki başarı daha iyi anlaşılacaktır.” Bu ilginç “deneyim” için hazır mıydınız? “Everest’e tırmanmayı hedefleyen arkadaşlarım bana onlarla birlikte dağa gidip ekpedisyonun belgeselini çekmeyi önerdiklerinde hiç tereddüt etmeden “Olur” yanıtını verdim. Ne koşullar ve zorluklar ne de bu işin üstesinden gelebilmek için gereken nitelikler hakkında en küçük bir fikrim yoktu. Daha önce dağcılıkla hiçbir ilgim olmamıştı. Ama bir yanıyla bu benim için de hayatım boyunca bir daha yaşayamayacağım bir fırsattı. Yola çıkma kararımı verdiğimde bir şirkette çalışıyordum. İstifa ettim ve kısa ama yoğun bir hazırlıktan sonra yola çıktık. Ama ne fiziğim, ne psikolojim oraları kaldırmak için hazır değilmiş, çok zorlandım ve 18 kilo verdim.” Ne tür zorluklarla karşılaştınız? “İkiye ayırmak gerek sanırım. Orada yaşadığım zorluklar ve döndükten sonrakiler. Yaşadığımız zorluklar benzerdi. Nefes almak güçtü ve bu koşullarda filmi düşünmek zorundaydım. Tabii planlama ve iş zamanı gibi kavramlar tamamen ortadan kalkmış oluyor. Orada ne olup bitiyorsa olurken çekmek gerekiyor. Bunlardan çıkabilecek filmi düşünmek, arada takım üyeleri ve çevredeki diğer bazı kişilerle röportajlar yapmak, malzeme toplamak. Başta Hakan Kocakulak ve Soner Büyükatalay ve diğer arkadaşlarım her adımımda yardım etmeselerdi hiçbirini yapamazdım tabii. Kritik anlarda benim kameram dışında da bir ya da iki kamera açık olabiliyordu. Benim yanlarında olmadığım 10 gün boyunca her şeyi onlar çektiler. İşin en zor yanını onlar yaptı, 6400 metre üzerindeki tüm görüntüleri onlar kaydetti. O koşullar nasıl insanlara uygun değilse bizim kameralarımıza, kasetlerimize, akülerimize de uygun değil. Yani hiçbir şey burada İstanbul’da, Ankara’da, deniz seviyesinde olduğu gibi değil. Her şeyi bu koşullara göre kurgulamak zorunda kalıyorsunuz.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle