09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 NİSAN 2008 CUMARTESİ 3 Sanatçının bir beden B olarak portresi u sayfalarda üç hafta önce yayınlanan son yazının başlığı “Sanatçının Bir Beden Olarak Portresi”ydi. Pippa Bacca henüz hayattaydı. Tesadüf bu ya bir araştırma gezisi için onun olmayı planladığı tarihlerde Suriye’deydik kalabalık bir grupla. Gezi dönüşünden hemen sonra öldüğü daha doğrusu öldürüldüğü haberi yankılandı gazete sayfalarında. Bacca’nın “Barış” performansı onu bir beden, gelinlik ESRA giymiş beden olarak ALİÇAVUŞOĞLU gören “biri” tarafından sonlandırıldı. Sanatla esraali?yahoo.com hayatın yolları bu kez kimsenin istemeyeceği şekilde kesişti. Pippa Bacca’nın ölüm haberinin duyulmasından bu yana pek çoğumuzun zihni, toplumu oluşturan bireylerin yanlız bir kadın bedeni gördüğünde nasıl bir canavara dönüştüğü sorularıyla haşır neşir... Sanat yaşamını İtalya’da sürdüren Şükran Moral’ın 2007’de Venedik Bienali’nde gerçekleştirdiği, kendini yarı beline kadar beyaz kefenle bir çukura gömdürüp taşlattığı “Zina” adlı performansı ise Bacca’nın ölümüyle ilişkilendirildiğinde çok daha anlamlı görünüyor artık. Şiddet, tecavüz, cinayet haberlerinin gazetelerin üçüncü sayfalarından birinci sayfalarına taşınmış olması durumun korkunç gerçekliğini gözler önüne seriyor. Çok satan gazetelerin birinde hafta başında birinci sayfadan verilen iki haber bunun en önemli kanıtı galiba. Biri, 94 yaşındaki komşusuna tecavüz etmeye çalışan; diğeri ise kavga ettiği eşine attığı mesajın İngilizce karekterleri nedeniyle yanlış anlaşılmış ve “namus” cinayetine hem kurban vermiş hem de kurban gitmiş iki kişi... Nereden bakarsanız bakın toplumumuzun namus ve namussuzluk kavramlarına yüklediği anlam çok hastalıklı ve tanımlanamayacak kadar çelişkilerle dolu. Freud’dan ödünç alarak “uygarlığın huzursuzluğu” içinde gerçeğin korkunç yüzüyle karşılaşan bizler için sanatın anlamı ve tanımı da her geçen gün farklılaşıyor. Pippa Bacca’nın belki de tüm sanat yaşamına damgasını vuracak olan performansının duraklarından biri olan Türkiye’de öldürülmesinin ardından toplumsal olarak sanatla kurduğumuz ilişkinin eskisi gibi olamayacağı kesin. Hiçbir şey olmamış gibi sergi haberi, eleştirisi yapabilmek de bunlardan biri... Onun ölümünün ardından gittiğimiz, izlediğimiz her serginin, gördüğümüz her yapıtın yavan, sıradan gelmesi de bu nedenle olsa gerek. “Meryem” Pınar Yolaçan, Yapı Kredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi 20 Mart – 4 Mayıs 2008 İstiklal Caddesi, No: 161 Beyoğlu Tel: 0212 252 47 00 “Kusursuz An”, Leyla Gediz, Galerist, 5 Nisan – 3 Mayıs 2008 İstiklal Caddesi, Mısır Apt., 311/4 Beyoğlu, İstanbul Tel: 0212 244 82 30 sergi Nostaljik Tren raylarda Büyüklerin zamanda yolculuğa çıkacağı, küçüklerin geçmişi keşfedeceği ‘Nostaljik Tren’ Rahmi M. Koç Müzesi’nden başlayarak Haliç boyunca yol alıyor. Üç 15’er kişilik vagonu Eskişehir’deki Türk Hava Kuvvetleri 1.Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığı tarafından bağışlanan Nostaljik Tren’in çekişi iki İngiliz yapımı klasik dizel lokomotif ile sağlanıyor. Nostaljik Tren, Rahmi M. Koç Müzesi arazisi üzerinde ayrıca bakım kanalı, kül boşaltma kanalı, kömürlük, cendere, bir peron ve bir istasyon binası oluşturularak ziyaretçilere gerçek bir demiryolu atmosferi yaşatıyor. Hafta sonları her saat başı 11.0016.00 saatleri arasında gerçekleşen tren seferleriyle müze ziyaretçileri ücretsiz olarak keyifli bir gezinti yapabiliyor. (Tel: 0 212 369 66 00) Mekânın Ruhu Mekanın Ruhu sergisinde her biri İMÇ’de satılan ve İMÇ’nin ruhunu ve sesini yansıtan birbirinden farklı objeler Derishow Design Team tarafından yeniden yorumlandı. Sergide kaset kapaklarından beşik şeklinde sehpa, teflerden aydınlatma, püsküllerden saray yastığı, tül perdeden gelinlik, brandadan çanta gibi çok farklı tasarımlar yer alıyor. Sergideki İMÇ’den gelmeyen tek tasarım, birçok makasın bir araya gelmesiyle tasarlanan mumluk. Serginin en dikkat çekici parçalarından olan mumluğu oluşturan makasların her biri Derishow kurulduğundan bu yana birçok emektarın kullandığı dikiş makası kullanılarak yapılmış. Derishow Design Team’in Mekanın Ruhu adlı sergisi 30 Nisan’a kadar Derishow Fulya’da görülebilecek. Sanatın şimdiki zamanında yaşamak 23 Nisan 2008’de altmış yaşına basan galerici ve editör Ali Artun, gerçekleştirdiği çalışmalarıyla sanat ortamınızda karşılığı bulunmayan “değerleri” gündeme getirip, bağımsız, eleştirel bir Modern Türk Sanat Tarihi oluşturmak için gayret göstermiş bir kültür adamıdır. Kelimenin tam anlamıyla “sıradışı” bir galerici, sergi yapımcısı, yazar ve editör olan Ali Artun, etkinlik gösterdiği tüm alanlarda diyalektik muhakemeyi elden bırakmamakla birlikte, mizacı bakımından “romantik”tir. Etkinliklerini, sanatın maddi karşılığının oluşturulduğu başlıca kurum olan “galeri” çerçevesinde sürdüren Artun’un “romantik”liği, ilk bakışta bir paradoks gibi görünse de, onun hayat hikayesinde kendisini gösteren en önemli izleklerden biridir. Centaure yarı at, yarı insan benzetmesini akla getiren “galericilik”, modernizm döneminde salt tablo satıcılığı olmaktan sıyrılıp, sanatın öncü eğilimlerini destekleyen, sanatçı ile müze arasındaki ilişkiyi biçimlendiren bir işlev kazanır. İlk modernist galericiler, DanielHenry Kahnweiler (18841979), Alfred Stieglitz (18641946), Michel Leiris (19011990), sanat eserlerinin satılmasından çok, onların izlenmesini, paylaşılmasını, dolayısıyla tartışmaya açılmasını sağlarlar. Romantik dünya görüşünün en güçlü, en hümanist niteliği olan bu “paylaşımcılık”, Artun’un tüm etkinliklerini anlamak ve anlatmak için “kilit kelime”lerden biridir. Romantik kimliğini, paylaşımcı tabiatını ve sorgulayıcı, eleştirel bakış açısını yanyana koyduğumuzda, Artun’un sadece galerici değil entelektüel profilinin de en belirgin köşeleri ortaya çıkar. 1972 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan Artun, ‘68 kuşağının bir temsilcisi olarak politik duruşunu hep korur. 12 Eylül’ün sağır ortamında, Ankara Çağdaş Sahne Kültür Merkezi’nde sanatın tüm dallarını kapsayan bir program geliştirir. Bu kapsamda gerçekleştirdiği 500 Yıllık Bilmece, müzikle görsel sanatları bir araya getirir; sanat eserlerini yapıldıkları çağın müziği eşliğinde izleyicilere sunar. Dönemin sıkıyönetimi tarafından bu girişiminin sekteye uğratılması üzerine yeni arayışlara yönelir. 1984 yılında Ankara’da Galeri Nev’in kurucularından biri olarak proje üretmeye başlaması bu arayışların bir uzantısıdır. Artun, galeri çalışmalarının odağına Abidin Dino, Tiraje Dikmen, Hakkı Anlı, Selim Turan gibi Paris’te yaşayan ve Türkiye’de tanınmalarına rağmen, eserleri az bilinen sanatçıları yerleştirir. Davetiyesinden kataloğuna, afişinden özgün baskılarına kadar profesyonel bir çabayı yansıtan Nev sergileri, ülkemizde pek görünmeyen bir heyecanla, sanatı paylaşma ve tartışma ortamı yaratır. Türkiye’de sanatın bağımsız olarak sergilenebileceği özel gale ‘MERYEM’ VE ‘KUSURSUZ AN’ Pınar Yolaçan’ın Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde açılan “Meryem” başlıklı sergisi ya Bacca’nın ölümünün ardından izlediğimiz ya da aynı temanın farklı içerikle geçen yıl da sergilenmesi nedeniyle heyecan uyandırmaktan uzaktı. Hatırlanacağı üzere sanatçı geçen yıl aynı mekânda, yaşları 70 civarında beyaz ırktan kadınlara tavuk derisi, işkembe, koç yumurtası, tavuk ayağı vb gibi sakatatlarla meydana getirdiği elbiselerle poz verdirmiş; ölümlülük, geçicilik, yaşlılık ve uçuculuk gibi kavramlar üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu kez ise, Brezilya’nın kuzey doğusundaki Bahia Eyaleti’nin Itaparica Adası’nda 27 ile 90 yaşları arasında, Afrika kökenli Brezilyalı kadınları, plasenta ve ciğer gibi malzemelerden yapılmış kıyafetler giydirerek serinin ikinci ayağını gerçekleştiriyor. Yolaçan’ın fotoğrafları izleyeni yine şaşırtıyor ancak bir tekrar hissi de uyandırıyor. Sanatçının bundan sonra gerçekleştireceği serinin ne olacağı galiba daha önemli. Tekrar hissi devam mı edecek, yoksa yeniden alışık olmadığımız portrelerle karşı karşıya mı geleceğiz? Bu haftanın ikinci etkinliği ise, çağdaş Türk sanatının son dönemlerde adından sıkça söz ettiren sanatçılarından Leyla Gediz’in “Kusursuz An” başlıklı sergisi. Gediz sıradan nesnelerin, jestlerin, durumların kusursuz anlarını, yönlerini yakalamada gerçekten de usta olduğunu gösteriyor bu sergide yer alan yapıtlarıyla. Üstüste yerleştirilmiş cam kaselerin sessiz estetiği, mekânların insansız boşlukları, birbiri üstüne bindirilmiş sandalyelerin yalın biçimleri Gediz’in kusursuz anlardan yakaladığı tuvallerden sadece bir kaçı. Ama bu serginin bu gündelik nesnelerle oluşturulmuş yapıtlarından daha dikkat çeken işleri otoportreler... Gediz’i arkadan sırt çantası ile gösteren “Nişantaşı’nı Terk Ederken” adlı yapıtı günümüz otoportre anlayışının başarılı örneklerinden biri. Pippa Bacca’nın öldürüldüğü bu topraklarda sanata hala ilgi duyuyorsanız ya da “sanata daha fazla sarılma” klişesine inanıyorsanız bu iki sergiyi görmeye çalışın. NECMİ SÖNMEZ rilerin oluşum sürecinde, Adalet Cimcoz’un İstanbul’daki Maya Sanat Galerisi (1951–1955) önemli bir çıkış noktası olarak anılmalıdır. Kısa ömrü boyunca bu efsanevi galeri, sanatı sergilemenin “satış yapmaktan” çok daha öncelikli olduğunu, son derece dar da olsa, bir çevreye aktarabilmiştir. Daha sonra açılan özel galeriler arasında, 1976 yılında Varlık Yalman ve Rabia Çapa kardeşlerin kurduğu Maçka Sanat Galerisi belirgin bir iz bırakır. Galeri Nev ise, 1950 sonrasında yerel bir modernizmin oluşumuna katkıda bulunan, çoğu Paris’te sanatlarını özgürleştiren sanatçıları ısrarla ve tutarlılıkla izleyicilere sunmakla kalmaz, yayınlarıyla da bu modernist hareketin belleğini oluşturmaya gayret eder. Bu sanatçıların arasında benim “Dionysos” ile yan yana getirirek yorumladığım grupta Abidin Dino, Mübin Orhon, Nejad Devrim, Selim Turan, Hakkı Anlı, Arif Dino, Alaeddin Aksoy ve Yüksel Arslan; “Apollon” ile ilişkilendirdiğim diğer grupta ise Alev Ebüzziya, İlhan Koman, Burhan Doğançay, Adnan Çoker anılabilir. Artun’un sanat ortamına önemli katkılarından birisi de, yeraltında, zaman perdesinin arkasında kalmış olan kimi sanat eserlerini gün ışığına çıkarmasıdır. Mübin Orhon, Hakkı Anlı, İlhan Koman, Nejad Devrim gibi sanatçıların eserlerini, bir arkeolog sabrıyla saklandıkları, unutuldukları yerlerden çıkarıp galerisinde sergiler. Ayrıca, Picasso, Bonnard, Dali, Vieira da Silva’dan başlayarak CarlHenning Pedersen, Pıerre Alechinsky gibi CoBrA sanatçılarına, onlardan Antonio Saura’ya, Roman Cieslewicz’e, Roland Topor’a kadar Batı modernist ve avangard sanatının kurucularından örnekleri Türkiye’nin sanat gündemine taşır; onların Türk çağdaşlarıyla karşılaştırılabilecekleri bir ortam yaratmaya çalışır. Modern Türk Sanatının 1950 sonrasında Avrupa ve Amerika’daki sanat hareketleriyle kıyaslanabileceğini; sayıları az da olsa, bir avuç Türk sanatçısının Batı’yı sorgusuz sualsiz takip etme “ezber”ini bozduklarını, Ali Artun inatçı tavrı sayesinde ortaya çıkarmıştır. Onun 1950 sonrasına olan özel ilgisi, hem izleyici karşısına ilk kez 1994 yılında Ankara’da çıkan 1950–2000 Merkez Bankası Çağdaş Türk Sanatı Koleksiyonu’nun oluşmasını, hem de 1999’da basılan 1950–2000 Türkiye’de Çağdaş Sanat başlıklı ansiklopedik kitabın yayınlanmasını sağlamıştır. CoBrA (Ankara 1992), Ben Bir Başkası (Kopenhag 1993) ve Mübin OrhonSainsbury Koleksiyonu (İstanbul 1996) sergileri Artun’un her daim diri olan merakının ürünleri arasında ayrı bir yer tutar; o merakla sorduğu soruları, vardığı sonuçları başkalarıyla paylaşmasını sağlar. Tiraje ve Yüksel Arslan gibi, özel olarak ilgi duyduğu sanatçıların desen kitaplarını yayınlaması ise, Artun’un “romantik”liğinin bir uzantısı olarak yorumlanabilir. Hak ettikleri ilgiyi ne yayınlandıkları dönemde, ne de günümüzde gören bu kitapların yanı sıra, sergi katalogları da Artun’un “görsel bellek” oluşturmadaki ısrarlı tavrını belgeler. Ankara’daki galerinin yürütücülüğünü kızı Deniz Artun’a bırakarak 2002 yılında İstanbul’a taşınmasından sonra, bu kez onu İletişim Yayınları’ndan çıkan SanatHayat dizisinin editörü olarak görürüz. Arkasından, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki Müze ve Modernlik dersi gelir. SanatHayat dizisi, tıpkı 1980’lerde Galeri Nev’in sınırlı baskı édition de luxe sanatçı albümleri hemen akla gelen Arif Dino’nun Yüz ve Tiraje’nin Zamanların Hafızası gibi, farklı bir “okumabakma” serüveni başlatmaya cesaret eder. Yalnızca sanat meraklıları değil, kültür eleştirisiyle ilgilenenler için de SanatHayat kitapları, sanat üretiminin tarihsel, kültürel ve politik boyutlarına açılımlar sağlayan başvuru kılavuzları olur. 2000’lerin başında, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de neoliberal kapitalist söylemin, sanatı ve kültürü “himaye etme” görüntüsünün arkasında, yaratıcı düşünceyi, eleştirel duruşu sistematik olarak susturduğunu görüyoruz. Büyük holdinglerin birbiri arkasına açtığı sanat müzelerinin, bırakalım “Türk modernizminin sorgulanmasını”, doğru dürüst bir koleksiyon oluşturmaya bile yanaşmaması; bankaların kültür üzerinde katlanılmaz bir hegemonya kurmaya çalışması; sanat piyasasının eserleri sergilemeksizin, bir depodan diğerine taşıyarak onlara “menkul değer” gibi muamele etmesi, sanatın ne denli kuşatılmış olduğunu göstermektedir. SanatHayat dizisi, böyle bir ortamda yaşamsal bir sorgulamanın gerekliliğine işaret ettiği için de önemsenmeyi hak ediyor. Romantik bir düşünce ve eylem adamı, sorgulayan bir tanık olarak Ali Artun, zeitgeist’ın şekillendirdiği, eleştirel duruşların oluşmasında “sıradışı” etkileri ve etkinlikleri olan bir entelektüeldir. Ünlü galerici Sami Tarıca’nın Sanat Dünyasına Nasıl Girdim? kitabı için Artun’un kaleme aldığı sunuş metninde (2007) yer alan bir cümle, aslında kendisini anlatmak için de kullanılabilir: “O, sanatın zamanında yaşamayı başarabilen, onun nadir kullarından biridir.” tiyatro Olya Alman devrimci Olga Benario Prestes’in yaşam öyküsü Bizim Tiyatro tarafından sahneye konuluyor. Genç yaşında komünizmle tanışan daha sonra hapse giren Prestes, kızını da hapiste dünyaya getirir. Ve yahudi ve komünist olduğu için toplama kampında yaşama veda eder Benario Prestes. Zafer Diper’in oyunlaştırdığı, yönettiği ve rol aldığı oyunda kendisine Didem Başer, Nazan Diper, Aslı Nişancı, Nevin Doğan, İzgen Diğer, Özgür Sağlık eşlik ediyor. Oyun, bugün Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde, 30 Nisan tarihinde ise Şişli Belediyesi Kültür MerkeziHaldun Dormen Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak. (0216) 418 95 49 İlk Göz Ağrısı İstanbul Şehir Tiyatroları‘nın sahneye koyduğu Türk Tiyatrosunun en eski örneklerinden biri olan İlk Göz Ağrısı‘nda seyirciye evlilik müessesesinde yaşanan sorunlar komedi tadında sunuluyor. Feraizcizade Mehmet Şakir, İlk Göz Ağrısı‘nda, evlilik kurumu ve dönemin evlenme adet ve geleneklerini komedi formunda işliyor. Erhan Yazıcıoğlu’nun yönettiği oyunda Bestem Türen, Hazım Körmükçü, Gül Akelli, Uğurtan Atakan, Burteçin Zoga, Işıl Zeynep Tangör gibi oyuncular rol alıyor. İlk Göz Ağrısı, 30 Nisan 1, 2, 3, 4, Mayıs tarihlerinde Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 526 53 80) Martı Çehov’un aynı adlı eserinden uyarlanan Martı, Çarlık Rusya’sının son demlerinde aydın ve burjuva sınıfının yaşantısına bir eleştiri. Oyundaki baş karakter Treplev’in öldürdüğü martıdan yola çıkarak izleyenlere oyundaki asıl martının kim oldugunu düşündürüyor. Çehov’un komedi türünde yazdığı ancak kendi içinde bir hayli acıklı olan hikayesi Oyunbaz tiyatro grubu tarafından sahneye koyuluyor. Bugün ODTÜ Tiyatro Şenliği kapsamında ODTÜ Mimarlık Amfisinde sahnelecek olan Martı, Abdullah Cabaluz tarafından yönetilirken Pınar Akkuzu, Aslıhan Azeri, A.Sinan Cebecigil, Güray Dinçol, Tuna Öztunca, Güven Soydan, Evrim Şahintürk, Tolga Şengül, İpek Türktan, Sibel Ulusoy, Orkun Yeşim, Onur Yıldırım rol alıyor. snmdnmz?gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle